Ferit Burak Aydar’ın yazdığı “1917: Devrimin Rapsodisi”, Rusya Devrimi’nin 100. yıl dönümünde İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Kitaptan devrimin en ateşli anlarını anlatan tadımlık bir bölüm K24’te…
Haziran 1917, Tüm Rusya Sovyetleri Birinci Kongresi. Tahminen 17 milyon köylüyü temsil eden Tüm Rusya Köylü Temsilcileri Kongresi Yürütme Komitesi’nin, 20 milyondan fazla üyesi olduğu tahmin edilen Tüm Rusya İşçi ve Asker Temsilcileri Kongresi Yürütme Komitesi ile birleşmesi sonucu, Sovyetler Rusya’nın en büyük temsilî organı haline gelmiştir.1 İstişari oy hakkı olanları da sayarsak binden fazla delegenin katıldığı kongrede Bolşevikler henüz yalnızca 105 delegeyle temsil ediliyorlar. Lenin Nisan Tezleri’yle partisini derleyip toparlamış, Rusya’da devrimin işçi sınıfı tarafından iktidarın alınması aşamasına ilerlemesi gerektiği konusunda partide görüş birliğini sağlamış. Ama partide bile bunun bir niyetten öteye geçemeyeceğini düşünen bir kesim var.
Lenin Sovyetler Birinci Kongresi’ne bu şekilde katılır. Yüzlerce delegenin hazır bulunduğu salonda Menşevik önder İrakli Çereteli iri cüssesiyle konuşmaktadır. Bolşevikler haricindeki diğer sosyalist partiler gibi Çereteli de Rusya’nın henüz sosyalizme hazır olmadığı, proletaryanın iktidarı almasının intihara eş olacağı düşüncesiyle demokrasiden ve birlikten (burjuvazi ile işçi ve emekçilerin birliği yavelerinden) bahsetmektedir. Menşevik klişeleri tekrarladıktan sonra, “bugün Rusya’da ‘iktidarı bize verin, siz defolun, biz sizin yerinizi alırız’ diyecek hiçbir siyasi parti yok” der. O sırada, arka sıralardan bir ses duyulur: “Yest Takaya Partiya!”, “Böyle Bir Parti Var: Bolşevik Parti!” Ses Vladimir İlyiç’e, nam-ı müstearıyla söylersek Lenin’e aittir.
Lenin kendisiyle ilk karşılaştığında Stalin’i de hayal kırıklığına uğrattığı üzere,2 dikkat çekmeyen, bunu dert edinip kurumluluk yapmayan, kısa boylu, ince yapılı biridir. Oturduğu yerden tiz sesiyle bu çıkışı, uzun boylu Çereteli’yle karşılaştırıldığında dramatik bir sahne oluşturur. Ama söyleyenden de önemlisi söylenendir: O sırada böyle bir tavır hiç kimsenin cesaret edemediği bir çıkıştır. Bu nedenle olsa gerek kalabalıktan gülme sesleri işitilir. Lenin konuşmayı sürdürür, kapitalistlerin savaştan korkunç kârlar elde ettiğini, bunların yayınlanması gerektiğini, savaşın tüm taraflar açısından emperyalist bir savaş olduğunun teşhir edilmesinin zorunluluğunu vurgular ve Rusya’da Sovyetlerin iktidarına karşı çıkacak hiçbir güç bulunmadığını söyler.
Bir önceki hatip olan Posta ve Telgraf Bakanı [Çereteli] … Rusya’da bütün iktidarı ele almaya hazır bir siyasal parti yok dedi. Ben diyorum ki: “Evet, böyle bir parti var. Hiçbir parti bunu geri çeviremez ve partimiz de kesinlikle geri çevirmiyor. Partimiz her an tüm iktidarı almaya hazırdır.” (Alkışlar ve gülüşmeler.) İstediğiniz kadar gülebilirsiniz, ama eğer bakan sağcı bir partiyle yan yana bize bu soruyu yöneltiyorsa, münasip bir yanıt alacaktır. Hiçbir parti bunu geri çeviremez. Dahası özgürlüğün hâkim olduğu, tutuklama ve Sibirya’ya sürme tehditlerinin –sözde-sosyalist bakanlarımızla hükümet ortağı olan karşıdevrimcilerin savurdukları tehditlerin– henüz tehditten öteye geçemediği bir dönemde, her parti “bize güvenin, biz de size programımızı sunalım” diyecektir.3
Son cümle elbette retoriktir, zira Lenin karşısındaki iki partinin tam da iktidarı geri çevirme üzerine kurulu olduğunu gayet iyi bilir. Lenin muarızlarının iktidarsızlığını yüzlerine vurarak onları köşeye sıkıştırmaya çalışır.
Yest Takaya Partiya çıkışı Lenin’in devrimci anlayışını ve kurduğu örgütü anlamak için iyi bir semboldür. Lenin Bolşevik örgüt modeliyle ilk baştan beri dikenli yolda yürümeyi, yalnız kalmayı, aforoz edilmeyi göze almış; fakat aynı cüretkârlık da hiçbir devrimcinin erişmediği bir şerefe nail olmasını sağlamıştı: Burjuvaziyi devirip yerine bir devrimci iktidar koyma, Rosa Luxemburg’un tabiriyle “bir ilk” olma, “dünya proletaryasına örnek oluşturarak herkesten önce öne atılma”4.
Lenin’in tepki çeken sözleri bunlarla sınırlı kalmaz. Belki de temel sorun burada kalmamasıdır: Lenin soyut bir önerme ortaya atmıyor, bu tezi hayata geçirecek somut önlemler ileri sürüyordu:
Posta ve Telgraf Bakanı’na karar metnimizin ve programımızın anlaşılır bir izahını sunmaya çalışacağım. Programımız ekonomik kriz konusunda kapitalistlerin “saf” kapitalizmin serbest piyasasındaki kapitalistler olarak değil, savaş ihalelerine girerek elde ettikleri muazzam kârların –yüzde 500’lere, yüzde 800’lere kadar fırlayan kârların– hepsinin derhal, bir an bile gecikmeden yayınlamasını talep ediyor. İşçi denetiminin gerçekten zorunlu ve mümkün olduğu yer burasıdır. Eğer kendinize “devrimci” demokrat diyorsanız, kongre adına hayata geçirmeniz gereken, hemen bir gecede hayata geçirilebilecek bir önlemdir bu. Sosyalizm değildir bu.
Ve nihayet, ılımlı sosyalistleri tam manasıyla dehşete düşürecek sözler gelir:
Kapitalistlerin kârlarını halka gösterin, en büyük milyonerlerden ellisini ya da yüzünü tutuklayın. Hele bir onları birkaç hafta nezarette tutun, hiç olmadı şu an Nikolay Romanov’a sağlanan ayrıcalıklı koşulların aynısını sağlayın, bakın bakalım ülkemize yeni hükümet döneminde bile her gün milyonlar kaybettiren saklı pınarları, düzenbazlıkları, pislik ve açgözlülüğü ortaya seriyorlar mı sermiyorlar mı? Anarşi ve yıkımın başlıca nedeni budur. İşte bu yüzden her şeyin eskisi gibi devam ettiğini, koalisyon hükümetinin bir şey değiştirmediğini ve sadece beyanlara, tumturaklı bildiriler yığınına yenilerini eklediğini söylüyoruz. İnsanların ne kadar samimi olduğundan, emekçi kitlelerin iyi durumda olmasını canı gönülden isteyip istemediklerinden bağımsız olarak, durum değişmemiştir: İktidarda aynı sınıf vardır. (a.g.e., 167-68)
Lenin’e cevaben Kerenski sözü alır. Görüntü bakımından (da) Lenin’in tam zıddıdır Kerenski: Havalı bir duruşu, afili kelimelere merakı ve söyleviyle her şeyin hallolacağına olan inancı vardır. İlkin 1789 Fransız Devrimi’ni su-i misal olarak kullanır, sonumuzun onun gibi olmasını istemiyorsak yavaş gitmek gerekir der. Sonra, Sibirya’daki sürgün yıllarını foya olarak kullanır: “Ya o günler geri gelirse?” Ve nihayet bel altı çalışarak ağzındaki baklayı çıkarır:
Tüm bu süre zarfında İsviçre’de rahat rahat yaşayan yoldaş [Lenin] … bize devrimimiz için yeni ve harikulade bir reçete öneriyor: Bir avuç Rus kapitalistini tutuklamalıymışız! Yoldaşlar, ben Marksist değilim, ama sosyalizmi Lenin kardeşten daha iyi anladığımı düşünüyorum ve Karl Marx’ın hiçbir zaman bu tür Şark despotizmi yöntemleri telkin etmediğini biliyorum. (Salonun genelinden alkış tufanı)5
Kerenski gerçekten de Marksist değildir ve Marksizmi de bilmez. Söyledikleri salt retoriktir, günü kurtarmayı amaçlar. Ama Marksistleri iyi bilir. Lenin’e kadar gelen Marksist geleneğin ana akımı ılımlılığı, reformizmi, yasalcılığı baş tacı etmiştir. Bu açıdan, söyledikleri bugün bile birçok tarihçi veya sosyalist yazara mantıklı gelir. Oysa Lenin Marx’ı daha iyi tanır. Marx ve Engels’in Komünistler Birliği’ne şu tavsiyesini hatırlayarak konuşur: “Sözde aşırılıklara (nefretlik bireylere ya da nefretlik anılardan ayrı düşünülemeyen kamu binalarına karşı halkın intikam eylemlerine) karşı çıkmak şöyle dursun, bu örneklere hoşgörü göstermek sadece zorunlu değildir, aynı zamanda bu eylemleri bizzat ele alıp yönetmek gerekir.”6 Bu Marksizm anlayışı Ekim’deki kopuşun temeli olacaktı.
Lenin üzerine gülünmesine aldırış etmeksizin, bildiği doğruları bıkıp usanmadan söylemeyi bildiği, akıntıya karşı yüzdüğü, yalnız kalmayı göze aldığı için Lenin olmuştu. Partisini de kendisine benzetmişti. Ekim Devrimi tam da bu yüzden görece kolay gerçekleşecekti.
Nihayetinde devrimin örgütlenmesi Bolşevik partinin ve daha özelde onun iki tarihsel önderi olan Lenin ve Troçki’nin kolektif başarısıydı. Troçki kimselere sezdirmeden, inceden inceye devrimin silahlı ayağını hazırlamış, geriye bir tek, harekete geçtiğinde hükümeti nokta atışlarıyla kalktığı yere oturtmak kalmıştı. Lenin ise kongre toplanmadan önce her an bir karşı-saldırı gelebileceği öngörüsünde yanılmamış, ama sadece kendi bildiğini okuyan bir tek adam olmadığı, partisine, parti örgütlerine güvendiği için doğru yerde doğru zamanda yapacağı müdahalelerle devrimin pişip demlenmesine imkân sağlamıştı. Bu açıdan, Lenin’in Nisan’daki “Yest takaya partiya”sını Troçki’nin iktidarın alınmasından hemen sonraki “Yest takaya partiya”sıyla taçlandırması manidardır:
Biz açıktan, tüm halkın gözü önünde ayaklanma bayrağını dalgalandırdık. Bu ayaklanmanın siyasal formülü şöyleydi: Sovyetler Kongresi aracılığıyla, Bütün İktidar Sovyetlere. Bize diyorlar ki, ayaklanmanızla kongreyi beklemediniz. Biz beklemeyi düşünüyorduk da, Kerenski beklemedi ki! Karşıdevrimciler de uyumuyorlardı. Biz parti olarak önümüze şu görevi koyduk: Sovyetler Kongresi’nin iktidarı alması için koşulları gerçekten mümkün kılmak. Eğer Kongre subay okulu öğrencileri tarafından çevrilseydi, iktidarı nasıl alabilirdi ki? Bu görevi yerine getirmek için, iktidarı karşıdevrimin elinden alıp “Bakın işte iktidar, onu birinin alması gerekiyor!” diyecek bir partiye ihtiyaç vardı.7
Gerçekten de “Böyle bir parti var”dı: Bolşevikler!