DİĞER
“Dünyanın en önemli hikâyesini anlatmaya girişen bu önemli kitapta 'Grevci Greta' yeryüzünün önde gelen hikâye anlatıcılarını, iklimbilimcilerini, sağlık uzmanlarını, ekologlarını, psikologlarını, ekonomistlerini, siyasetbilimcilerini, hikâye ve roman yazarlarını, felsefecilerini, sinemacılarını, gazetecilerini, diplomatlarını, uluslararası kuruluş yöneticilerini, hak savunucularını, yerli liderlerini ve aktivistleri –belki de dünyada ilk kez– bir kitap etrafında bir araya getirmeyi başarmış.”
“Kaç romanın içinde bir Serebral Palsi’linin ötekileştirilmesine tanık olabilirsiniz ki? Ya da saklanmaya, bastırılmaya çalışılan bir pedofil eğilimi hangi koşullarda bir aile apartmanı yapısı içinde konumlandırılır ve ara ara, başka bir olayın örgüsü ile meşgulken, yani tam kendini unutturduğu anda 'pat!' diye ortaya fırlayıp travmaları su yüzüne çıkartır?”
“Ece’nin evreninde kimse için büyük yıkımlar, büyük başarılar, büyük sevinçler yok. Büyük herhangi bir şey veya duygu küçültülüp dijitalize edilemiyor, bireyi ile birlikte sıkıştırılamıyorsa 'cazip' değil. Hep bir 'ortalamacılık' havası var. Dolayısıyla küçük mutluluklar, küçük mutsuzluklar, küçük çakallıklar öne çıkıyor. Büyük’e yer yok konsensüste.”
“Alabuga’da Ölmek’in Marina’sının bir yanıyla tepeden tırnağa gerçek, bir yanıyla da bir roman kahramanı olduğunu unutmadan romanı düşünmek gerek. Duygusal coşkusu yüksek bu metin, okuruna yeryüzünden trajedisiyle geçmiş bir şairi döneminin koşulları içinde anlatırken, ona yaklaşma biçimi, dili, anlatımı, üslubuyla yazarını da örtük biçimde romana dahil eder.”
“Cevizin Şarkısı, buralara dair, hani elle tutulmayan miras denen şeylerle ilgili bir masal. Ama karşı-masal.Ve tüm usta işi anlatılarda olduğu gibi, hiç öyle yapmaya çalışmadan evrensel anlatılara da parmak ucundan değiyor. Ucuz egzotizme kaçmadan hem de.”
“Bu yıl da bir 'en'ler listesi hazırlamıyoruz, listelere karşı olduğumuzdan değil. İtirazımız listelerin gelişigüzel hazırlanmasına. Gelişigüzel ya da tamamen piyasa rakamlarına göre hazırlanan listelerin nesnelmiş gibi sunulmasına…”
“Gospodinov’un 'iki Bulgaristan vardı ve ikisi de bana ait değildi' tespiti sanıyorum bizler için de anlamlı. Akli dengesini muhafaza etmeye çalışan, milli eğitim sisteminin pompaladığı resmî anlayışlara karşı mesafeli duran ve toplumsal hafıza üzerinde yapılan manipülasyonlara karşı kendini korumak isteyenler için geçerli bir tespit bu. Evet, küçük bir azınlık için maalesef iki Türkiye var ve ikisi de bize ait değil.”
“Siyah Divan, toplu şiirler olarak bünyesindeki beş kitap ve şiirlere verdiği belirli bir şairanelik içeren düzenle, klasik 'Divan' kavramına Turgut Uyar’ınkinden bir nebze daha yakın duruyor. Yapaylık tehlikesine meydan okuyan bir sentetik yanı var bu şiirin.”
"Modernleşmenin, görsel bilinci yaratan bir öğe olmanın ötesinde, egemen ideolojileri dönüştürücü etkisi ve onlarla kurduğu diyalektik ilişkiyi bir zihniyet öğesi olarak belirlemesi, Wendy Shaw’un kitabının en büyük başarısı. Bizde gerçek bir 19. yüzyıl çalışmaları alanı olsa, bu ilişkinin daha dramatik boyutlarının gösterilebileceğini bilmek gerek."
“Alt tabaka diye bir şey yok. Lezbiyenler, translar, boşluğu neyle doldurursanız işte, yok. Sadece insanlar var, karmakarışık bir enerji bütünüyüz, farklı kabiliyetlerimiz var, siyahın en koyu tonundan beyazın en açık tonuna her renkteyiz.”
“Bu kitabın önemi, edebiyatın tanımı, yazar, dünya-edebiyat ilişkisi, okur, üslup, değer gibi tartışmalı meselelere ilişkin tüm kuramsal bakış açılarını, bu kuramların kışkırtıcı tezlerini isabetli atıflarla ortaya koyup bunları birbiriyle etkileşime sokmasında; bu etkileşimden çıkabilecek denge haline odaklanmasında.”
"Sahaflar Kitabı, tanıdığım, dost olduğum sahaflarla yapılan sohbetler ve Bayezit’teki eski Sahaflar Çarşısı ile ilgili anıların toplandığı bir yapıt. Okurken bütün ömrüm gözümün önünden geçti, özellikle eski “Sahaflar Çarşısı” ile ilgili hatıralarım canlandı. Eski kitaplar ve eski 'mecânin-i kütüp' dostlar kafamda bir bir canlandı ve uzun süre bu hatıralarla baş başa kaldım.”
“Çantanın farklı gözlerinde bize sunulan, Musa Anter, Osman Kavala ile ilgili yazıları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsel yönelim ile ilgili yazıları, hatta Suzan Avcı üzerine kaleme aldığı 'Kötülüğün Sarışın Doğası' denemesi tam da tarihe bir not olarak düşülecek yazılardan.”
“Yoğun ve huzursuz edici bir politik analiz. Büyük harfle Devlet’in tarihsel oluşumunda ve kapitalizmde, ekonomi-dışı zorun, güvence-karşılığı-haraç 'ilkesi' ile işleyen ilişki ağlarının ehemmiyetine dikkatimizi çekiyor. Bunu, rüşeym halindeki bir kavramı besleyip büyüterek yapıyor; verimli bir tefekkür performansı… Zamanımızı anlamak ve hayretini kaybetmiş 'böyle bir şey olabilir mi!' şaşkınlığının rutininden sıyrılmak için etkili bir uyarıcı..."
“Her Şeyi Gören Adam’ın tam da sevdiğim gibi hiçbir yerlere sığmayan tuhaf karakterleri var. Jennifer’in 'mutfakta daima bir kâse suda bir çeşit deniz yosunu demleyen bir vegan' olan arkadaşı Claudia ve Walter’ın şeftalilerden ve jaguarlardan korkan kız kardeşi, Luna özellikle. Unutulmaz bir şekilde yazılmış; komik biri ama yaptıklarına iki büklüm gülerken birden ağlama hissi uyandırıyor insanda."
“İletişim Yayınları’nın bilimsel teoriyi ön plana çıkaran diğer inceleme kitaplarının birçoğuna pek benzemeyen Kibrin Tarihi, tarihin birçok kesitinden verilen kısa ve çarpıcı örneklerle ilerlediği için çok kolay okunuyor... Bu eserin bize vaat ettiği aydınlanmayı benzersiz ve tüm insanlık için mecburi buluyorum.”
“Cengiz Sinan Çelik çeyrek yüzyıldır tutsak; Serdestan ise dışarıya saldığı güvercinler gibi; kelimeleri kanatlı olmaya özenli... Çelik de öncekiler gibi eski ozanların destan mirasına talip oluyor. Başka deyişle, ‘ölü geçmişin yaşayanlar üzerine çöken kâbusu’na da talip; şiirin olanaklarıyla onunla yüz yüze gelmeyi gelecek için yeni hayaller kurmayı deniyor.”
“Mitoloji ve siyaseti kişisel tarihin mahremiyle harmanlayarak resmî anlatıların sahte tekelini parçalayan, insanın en saklı hakikatini çırılçıplak ortaya koyan Gece Göğünde Çıkış Yaraları, kendimizi çıkışsız ve yaralı hissettiğimiz bütün zamanları çağırıyor.”
“Saklı İnsan, Platonov’un yapıtlarını okumamış olanlar için onun edebiyatının ve düşüncelerinin belli başlı özellikleriyle tanışmak ve bu ikisinin nasıl bir bütün içinde birbirlerini etkileyerek var olduklarını ve birbirlerini var ettiklerini görmek için çok uygun bir kitap.”
"Tiyatro sanatçılarının sahnede oynadıkları müddetçe var oldukları düşünülürse eğer, oyuncuların bireysel tarihine odaklanan bir tarih yazımı, tiyatro tarihi söz konusu olduğunda daha da büyük bir önem kazanıyor."
“Ataç’ın 'edebiyat teorisi'yle sistemli bir ilişkisi yoktur. Belirli bir edebiyat ekolüne bağlı kalmak yerine çoğunlukla sezgilerine, öznel yargılarına, zevklerine; okuduğu kitaplardan, dinlediği müziklerden oluşturduğu sanat 'telakki'sine güvenir. Kendi döneminin modalarına, sanat alanındaki egemen yargılara cesurca karşı çıkıp Divan Edebiyatı’nı, alaturka musikiyi Türk kültür hayatından aforoz edildikleri 1930’lu yıllarda sahiplenmiştir.”
“Her günlüğün bir gölgesi vardır. Hele ki sanatçı günlüklerinin… André Gide’in Günlük’ünü okurken üzerime düşen gölge 'suç' oldu. André Gide’in Günlük’ünü okurken üzerime düşen gölge 'suç' oldu.”
"Türkçenin önemli yazarlarından Hulki Aktunç’un iki cildi kaplayan günlüklerinde beş yıla yayılan bir süreçte, yani on beş ila yirmi yaş aralığında, edebiyata dair fikirlerini ve düşünce dünyasını öğrenme şansı elde ediyoruz. Ergenlikten delikanlılığa doğru seyreden bir serüven içinde, entelektüel bir yazarın, dönemin gündelik siyasi atmosferindeki durum ve olaylar karşısındaki öfke ve heyecanları..."
“Arendt 1946'da Broch’un 'Proust ile Kafka arasındaki kayıp halka' olduğunu söylemişti. Yani artık mevcut olmayan ile henüz varolamayan arasındaki karanlık alandan söz ediyoruz. Arendt’e göre Proust artık varolmayan bir dünyadan yazarken, Kafka henüz varolmamış bir gelecekten yazıyordu ve bir anlamda bunun rahatlığı içerisindeydi.”
“Tarihçi Lee, sıradan bir Nazi olan Griesinger’in yaşamını araştırırken Tarashcha’daki toplu katliam sırasında onun da orada olduğunu ve kendi ailesine yapılanların faili olabileceğini öğrenmiş. Beni çalışmada en çok etkileyen de bu ayrıntı oldu.”
“Turan, Lewis’in ‘Batıda demokrasi ile çok sesli müzik, Doğuda demokrasi zaafı ve tek sesli müzik’ arasında kurduğu bağın aslında ona özgü ve yeni olmadığını hatırlattıktan sonra bu bakışın ne denli sığ olduğunu vurguluyor; tek sesli makamsal müziğin 'Doğunun geri kalmışlığının ve pespayeliğinin başlıca sembolleri arasında algılanmasına' tepkisellikten uzak bir sorgulama ile cevap veriyor.”
“Eprime, Selim İleri için bir eskimenin, yıpranmanın, yani dünün yarın karşısında silinmesinin kelimesi değil, bugünün dünü yormasının, kağşatmasının temsilidir. Bugünün dalgası daima geçmişin kumsalını silmektedir. Türkiye’deki hafıza yapılanmasını anlayabilmek için Selim İleri’nin çok daha yakından incelenmesi gerekiyor, bence buna şüphe yok.”
“1945’ten 1956’ya kadar devam eden esaret dönemine dair Muminov’un kaleme aldığı tarih yazımı, sadece savaş sonlanıp yeni bir dünya düzeni şekillenirken Sibirya kamplarında soğuk ve açlıkla boğuşan askerlerin hikâyelerine odaklanmakla kalmıyor, Soğuk Savaş’ın iç dinamiklerinin farklı bir açıdan sorgulanmasını da teşvik ediyor.”
“Melis Danişmend, dört mevsime böldüğü hikâyesinde, onu hiç yarı yolda bırakmayan güvenli liman gördüğü yazıya sarılarak anlatıyor büyük aşkı müziği ve sabır kelimesinin önemini. Türkiye’de müzik sektörünün sadece yaşayanın bildiği sert ve yıkıcı gerçeklerini, verilen olağanüstü emekleri ve karşılığı alınmayan 'hallederiz' kelimesine sıkışan, tutulmayan sözleri…”
“Proust çok zeki, müthiş engin, gayet keyifli bir yazar. Anlatısının pek eğlendirici olmasına karşın, ne hikmetse hakkında yazılanların çoğu fena halde sıkıcı. Prendergast’ın kitabı ise insanın içini açıyor. Şevkle ve zevkle yazılmış. Lezzetli ve merak tahrik edici bir kitap...”
“Prose’un da alıntıladığı, Hemingway’in yazmak için yola çıkmışlara bir tavsiye niteliğinde olan 'Yazabildiğin en hakiki cümleyi yaz' cümlesini okurlara da söylemek gerekir diye düşünüyorum. En hakiki cümleleri yazan yazarları bulun ve kıymetlerini bilin.”
“Arendt iletişime inanır. Teknolojik ya da ekonomik/politik dinamikler mecraları manipüle etmeye çalışabilir, kuvve halindeki fikirler, hakikatler fiile döküldüklerinde, açığa çıktıklarında eksilebilirler/dönüşebilirler, ancak Arendt için konuşmanın, söz alışverişinin olmadığı bir seçenek, diğer eksiklerden daha şiddetli bir kayıp doğurur.”
"Meriç’in romanı her biri adlandırılmış on dört ayrı hikâyeden oluşuyor. Bölümlerin başında Geoffrey Chaucer’ın Canterbury Hikâyeleri’nden alıntılar var. Meriç’in tema ve karakter seçimi de Chaucer’a benzer yapıda. Karakterleri sıraları geldikçe sözü alıp hikâyesini sunuyor..."
“Lorde’un 1976-1984 yılları arasında kaleme aldığı bu gezi notları, bildiriler, konuşmalar, mektuplar ve yazılar bugün de deneyimin toplumsallığını, süregiden ayrımcılıkları, adaletsizliği, mücadeleyi ve özelde feminist mücadeleyi düşünmek için yeni araçlar sunuyor.”
“Kitap bugünün Türkiyesi’nde okuyucusuna sadece karamsarlık “armağan” edebilir. Fakat bu da yazarın suçu değil. Bu topraklara dair içinde umut besleyen bir kalemin Mezopotamya çöllerine sürülüşünü görmek yeterli değil mi?”
“Dönüş bana ‘80’leri getirdi; bu tarihi ondan öncekilerle birlikte getirdi; 'dönüş' kelimesindeki ironiyi, yıllar ve yıllar içinde, her politik kuşağın ağına takılan sürgün, adalet, göç, kayıp, aile, parçalanma, direniş kelimelerinin etrafında ha bire nafile dönüp duruyormuşuz duygusunu getirdi.”
“Kitapta altı kör adamın bir sabah resimleri yapılmak üzere uyandırılması ve resimlerini yapacak ressamın evine doğru yürüyüşleri anlatılır. Bu kalabalık yürüyüşü yolculuğa dönüştüren şey, yürüyüş esnasında hepsinin birbirini daha iyi hatırlaması, hatta tüm detaylarıyla hatırlaması, her şeyin, üzeri örtülenlerin de gün yüzüne çıkması ve hatta korkularla yüzleşilmesidir.”
“Bu yeni Orhan Veli derlemesi, eskilerin bir bohem romantiği olarak Orhan Veli'den öte, günümüzdeki sese çok yakın duran, birçok damardan günümüz edebiyatını etkilemiş, çağdaşımız bir Orhan Veli’yi de gösteriyor. Nostaljik değil, ‘şimdi ve burada’ bir derleme.”
“Savcı’nın Belediye Başkanı’nın zafer duvarındaki o kanlı, irrite edici, öldürmeyi neredeyse yücelten av fotoğraflarına bakarken duvarın orta yerine asılmış aynada yüzünü gördüğü, hem mağdur hem de fail olacağını işaret ederek bize de insanlığımızı, bazen doğru olsak da bazen eğri de olabileceğimizi hatırlatan o sahne – insanları iyisiyle kötüsüyle sevebileceğimizi ama saf kötüyü ne olursa olsun sevemeyeceğimizi, saf kötülüğü anlayamayacağımızı da idrak ettiren...”
"Taşra burada norm-dışı olabilecek her şeye şiddet uygulayan bir ‘yeni-merkez’e dönüşüyor. Merkezden hiç çekinmeyen, merkez karşısında ‘kendisine çekidüzen’ vermek yerine, merkeze saldırabilen bir taşra. Acaba, diye soralım, bu ‘dönüşüm’ son yıllarda yaşanan siyasi dönüşümün bir alegorisi olabilir mi?"
“Gelenek icat etme ve kültürel formları koruma noktasında zannedildiği kadar 'muhafazakâr' olmayan bu topluluk nasıl oluyor da sanat ve edebiyatta yüz yıldır aynı temanın etrafında dönüp durabiliyor? İcat ettiğimiz en temel geleneğin şiddet, çürümüşlük, yozlaşma ve linç kültürü (bu bir kültürse?) etrafında toplanması bize ne söylüyor?”
“Edebiyatımızın ve sinemamızın daha fazla yüzleşmeye, sloganlaşmadan maske çıkartmaya, çıplaklaşmaya, erkek egemen toplumun baskıcı, sansürcü yapısına meydan okumasına ve mevcut çürümeyle bu yapı arasındaki paralelliği ortaya koymasına şiddetle ihtiyaç vardır; algı kapılarının artık açılması gerekir.”
“Kurak Günler’de kitle linç kültürünü üretir ve arzular. Sadece çıkarı olduğu için değil, arzunun kendisi temsillerle saptırılmış bir gücün şiddetine doğru eğilim göstermiş olduğu için... Filmin kıymetli tarafı da bu: Arzunun gerçekliğine yoğunlaşması.”
Daha Fazla
© Tüm hakları saklıdır.
↑ Yukarı çık