Ahmet Cemal’in kültürümüze edebiyatımıza katkısı çok büyüktür. Başta çevirileriyle, yazılarıyla, kitaplarıyla. Çevirileri kültür, edebiyat dağarcığımızı genişlettikçe genişletmişti...
17 Ağustos 2017 14:09
Yazarlar ve Çevirmenler Yayın Üretim Kooperatifi (YAZKO), yayınladığı kitaplarıyla, dergileriyle o yıllar edebiyatın, kültürün merkeziydi ve özellikle bizim kuşak için bir okuldu. Aynı zamanda 12 Eylül Faşist döneminin ağır baskılarına da direniyordu. YAZKO’da kadrolu çalışmaya başladığım zaman (1981’in sonu olmalı) Ahmet Cemal de YAZKO Çeviri dergisinin yayın yönetmeniydi. Böylece Georg Lukács’ın kaleme aldığı devâsâ yapıtı Estetik’in çevirmeniyle birlikte çalışma şansını, daha doğrusu ondan öğrenme şansını yakalıyordum.
Ancak daha önceden tanışıyordum, çünkü çalışmaya başlamadan önce, gerek YAZKO Edebiyat’ın gerekse YAZKO Çeviri’nin kitaplar bölümünde ara sıra tanıtım yazılarım çıkıyordu. YAZKO Çeviri’nin ilk sayısı Temmuz- Ağustos 1981’dir. Benim de bir tanıtım yazım vardır. Sahibi kooperatif adına Mustafa Kemal Ağaoğlu’ydu ki aynı kurumun kurucularındandır ve katkısı çok büyüktür, yazı işleri müdürü de yine kuruma büyük katkı veren Adnan Özyalçıner’di. Dergi künyesinde adları geçmez ama bir yayın kurulu gibi çalışanların arasında sanırım Tomris Uyar, Yurdanur Salman, Selim İleri, Mehmet Rifat da vardı.
Ahmet Cemal’in kültürümüze edebiyatımıza katkısı çok büyüktür. Başta çevirileriyle, yazılarıyla, kitaplarıyla. Sanırım ilgili kurum ve kişilere bir “Ahmet Cemal bibliyografyası” yapmak düşüyor. Çevirileri kültür, edebiyat dağarcığımızı genişlettikçe genişletmişti. Ne yazık ki bu verim artık sonsuza kadar durdu; öte yandan elimizdekiler bir hazine.
YAZKO Çeviri kooperatif dergisiydi, ister istemez geniş bir “yelpâze”de yayın yapacaktı; Ahmet Cemal bunu çok iyi kotaran yayın yönetmeniydi öte yandan son derece özenliydi, zâten dergide çıkan ürünler, özel sayılar (Kafka) kısa sürede dergiyi aranan, tâkip edilen bir yayın organı yapmıştı. Aziz Çalışlar’ın çevirdiği “estetik yazıları”nı da yayınlamıştı birkaç sayı Ahmet Cemal. Bu çok önemliydi çünkü bu yazılar dönemin Sovyet yazın adamlarının ürünleriydi. (Ayrıca yirminci yüzyılın önemli adlarından Mikhail Bachtin ile tanışmış olduk.) Bizim de yaşadığımız dönem ortadaydı. Sonrasında Varlık Yayınları’ndan kitap olarak çıktı (1984).
Felsefede (sistematik) okuyordum; İsmail Tunalı’nın öğrencisiydik, derslerden dolayı yoğun olarak estetik, sanat felsefesi ile yatıp kalkıyorduk, doğal olarak estetik öncelikli ilgi alanımdı. Bir de, ilk yazılarımın çıktığını yâni edebiyata adım attığımı buna eklersek! Mayıs 1981’de yayınlanan Estetik’in ikinci cildini Ahmet Cemal 12 Kasım 1981 tarihinde imzalamış; birinci ciltte imza yok, ikinci ciltten önce mi sonra mı aldığımı anımsamıyorum. Büyük bir olasılıkla beni Lukács’a Ahmet Cemal yönlendirmiş olmalı. 1988’de çıkan üçüncü ciltte de imza yok. YAZKO kapanmıştı; o okul –ki bu bambaşka bir konudur– yok olmuştu. Eskisi gibi görüşmüyorduk doğal olarak. Ancak birkaç yıl sonra Cumhuriyet gazetesinde Perşembe günleri karşılıklıydı köşelerimiz; yedi yıl sürdü... o uzun yıllar yazdı. Ne yazık ki Estetik’in dördüncü cildi yayınlanmadı. Doğrusu süreci bilmiyorum, Ahmet Cemal çevirdi mi, çevirmedi mi?
Estetik öncesi ve sonrası başka Lukács çevirileri de oldu; Cevat Çapan’ın, Mehmet H. Doğan’ın Türkçe'lerinden okuduk. Lukács epeyce talihsiz bir filozof. Stalin’e karşı tutumu, 1956’da İmre Nagy hükümetinde Kültür Bakanı oluşu, Sovyet askerî darbesi sonrasında 1957’ye kadar Romanya’da sürgün kalışı vb. Dolayısıyla adının kara listeye alınışı ve sosyalist ülkelerdeki özellikle de Sovyetler’deki daha sonraki temel metinlerde Estetik’in e’sine rastlayamamak çok acı. Oysa bir “maddeci diyalektik estetik”ten söz edeceksek (ya da Marksist estetikten) Lukács’ın metnini önümüze almadan olmaz, olamaz. Nitekim Ahmet Cemal de birinci cildin başına yazdığı ön sözde şöyle diyor: “... Lukács’ın amaçladığı, Marksizm ile sanatı felsefe düzeyinde ilk kez bir kuram çerçevesinde karşılaştırmaktı. Lukács’a varana değin, Marx’ın, Engels’in, Lenin’in, Franz Mehring’in ve daha başka Marksist kuramcıların yazılarında sanat ve kültür sorunlarına doğrudan ya da dolaylı değinen birçok bölümler vardı. Ancak bu yazarlardan hiç birinin başlı başına bir bütün oluşturan bir estetik kuramı ortaya koymuş olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Bu girişim, ilk kez Georg Lukács tarafından gerçekleştirildi; bugün kuramı ne açıdan eleştirilirse eleştirilsin, Lukács’ın marksist estetiğin yaratıcısı olduğu, yadsınamaz bir gerçektir.”1
Yine ön sözde belirtildiği gibi Lukács’ın tasarladığı devâsâ bir yapıttır. Yayınlanan dört cilt ancak tasarladıklarının üçte biridir (o da bazı bölümleri “yüksek düzeyi”nden dolayı çıkartılmıştır); tasarladığı öteki üçte ikisine ömrü yetmez. Ön yargıyla yaklaşılan bir metindir. Ahmet Cemal de ikinci cildin ön sözünde bunun üzerine gider: “Günümüzde estetik alanında yapılan nesnel araştırmalar, bu ünlü Macar düşünürünün aşılması bir yana, ancak şimdilerde ‘gereğince’ anlaşılıp özümsenmeye başlandığı savını hızla güçlendirmektedir.”2 Otuz atlı yıl önce dile getirilen bu düşüncenin bugün de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bir de şunu anımsıyorum; bizim sistematik felsefe bölümünde (İstanbul Üniversitesi) o zamanlar, 1983-84 olmalı bir doktora öğrencisi İsmail Tunalı denetiminde Lukács’ın estetik kuramı üzerine bir tez hazırlıyordu (belleğim beni yanıltmıyorsa!).
Sovyetler’in, uzun bir süre Lukács’ı yok sayması, görmezden gelmesi bu ünlü filozofun gölgede kalmasına neden oldu. Günümüzde yeni yeni estetik kuramları var; sanat felsefesine ilişkin çok farklı görüşler var doğal olarak. Ancak bu mesele bir köprüyse, Estetik (ve de öteki yapıtları) bu bağlamda ilk ayaktır, doğrusuyla yanlışıyla hem de en sağlamıdır. Ahmet Cemal bu zor metni –geniş kaynak taramasıyla, araştırmasıyla– çevirmiş, Türkçe literatüre kazandırmıştır. Birinci cildin önüne hazırladığı kronoloji de Lukács’ı tanımanın kapısını açar. Yanı sıra her cildin sonuna kavramlar dizini eklemiş, böylece bir “sözlükçe” oluşturmuştur. Emeği çok büyüktür:
“Bundan önceki ciltlerde olduğu gibi, üçüncü ciltte de felsefe dilimizde bugüne değin bulunmayan kavramları yeni terimlerle anlatma zorunluluğuyla karşılaştım. Türkçe karşılıkları ilk kez yaratılan bu kavramların kesin doğru’lar olduğunu asla savunmuyorum. Estetik’in çevirmeni olarak dileğim, kendi buluşum olan terimlerin, ilerde bu alanda benden çok daha yetkili uzmanlarca tamamlanması ve değiştirilmesidir.”3
Ahmet Cemal’in yıllar süren bu çeviri eylemi, çalışması dostu Selim İleri’nin romanına da girer. 1979’da yayınlanan Ölüm İlişkileri’nde Hegel’in Estetik’i olarak geçer. Umarım, dördüncü cilt de Ahmet Cemal’in “iz sürücüleri” tarafından en kısa zamanda Türkçe'ye kazandırılır. (Şâyet Ahmet Cemal çevirmediyse!) Öte yandan günümüzde Estetik ile, Lukács ile kaç kişi ilgileniyor. Evet böylesine bir olumsuzluk hatta karamsarlık varsa da nasıl İstanbul’u Süleymaniye Camisi olmadan düşünemiyorsak, Lukács’ın Estetik’i de olmazsa olmazlardandır. Bu vesileyle, yıllarca estetik, kültür tarihi, felsefe, edebiyat kuramı vb. disiplinlerde seçkin yapıtları dünya literatüründen bulup çevirtip yayımlayan Payel Yayınları’na çok çok teşekkür edelim.
Ahmet Cemal ile o kadar dergi çıkardık, çalıştık, bana kızdığını pek anımsamıyorum, çalışanlara karşı hep olumluydu, kendinden büyük olan, öteki dergi yöneticileri Memet Fuat’a, Selahattin Hilav’a karşı da son derece saygılı ve onlardan öğrenmeye yönelikti o yaşında. Sonuçta Ahmet Cemal’di. Elinde her zaman ucu kıvrık bir şey vardı. Bu “şey”in varlığını çok çok iyi anımsıyorum da “ne” olduğunu bir türlü bulamadım, Selim İleri’ye sordum. Zâten bu yazı için başka şeyler de sordum, onun belleği epeyce iyidir, “süpürge otu olmalı” yanıtını aldım. Evet gerçekten de öyleydi. Aslında o günlerde sormuş, öğrenmiştim ama yıllar sonra unutmuşum! Bir de sürekli taktığı yüzüğü. Eh, Cemal Paşa’nın torunuydu ama onca çalışma sırasında hiçbir paşa torunu emâresi görmedik...
Zekâsının, bilgisinin, özeninin yanı sıra inceliklerin de insanıydı. YAZKO Çeviri olarak bir çeviri ödülü düzenlemişti, deyim yerindeyse tek başına kotarmıştı. Tabiî ki kurum yönetimi onu desteklemişti. Adını da “Azra Erhat Çeviri Ödülü” koymuştu; “üstün hizmet ödülü”, “ürün ödülü” ve “çeviri üzerine inceleme” olmak üzere üç dalda veriliyordu. Ne yazık ki iki kez verildi; sonra YAZKO’dan kopuşlar başlayınca ödül de kalmadı. İlk yıl (1983) üstün hizmet ödülü A. Kadir’e, ürün ödülü de George Thomson’ın Tarihöncesi Ege kitabını çeviren Celâl Üster’e verilmişti.
Doğrusu seçici kurulda kimler vardı anımsayamadım; bir yerlerde de bulamadım. Ne var ki o günü hiç unutmadım; unutulacak gibi de değildir. YAZKO’nun da bulunduğu Tabib Odası’nın Cağaloğlu’ndaki binasının üst katındaki konferans salonunda yapılmıştı tören. Bizlere (Öner Ciravoğlu, Hüseyin Haydar, Oğuz Tanındı ve ben olmalıyız) de, yâni YAZKO Çeviri’ye emeği geçenlere, mutfaktakilere de birer “armağan” vermişti Ahmet Cemal; haberimiz yoktu, sürpriz yapmıştı. Derginin birinci sayısının ciltlenmiş hâliydi bu armağan. O sayıda yazımın oluşu da başka bir değer katıyordu armağanıma. Böylesine bir inceliği unutmak olanak mı? İçine de şöyle yazmıştı (okuyabildiğim kadarıyla): “Karşılıklı kusurlarımız hep affola, çabalarımız süregele.” Tarih 5.9.83 ve imza.
Sevgi ve saygıyla Ahmet Cemal...