Alice’in Harikalar Diyarındaki Maceraları ilk kez yayımlandığında takvimler 1865 yılını gösteriyordu. 150. yaşını kutlayan bu muhteşem hikayeye dair bilmediğimiz çok şey var...
06 Ağustos 2015 14:00
Lewis Carroll’ın (ya da gerçek adıyla Charles Dodgson’ın) Alice kitapları çocuk kitabı olarak kalmıyor, koca koca insanlar da ömürleri boyunca bu kitapları okumaya, bu kitaplardan bahsetmeye devam ediyorlar. Kitaplar bilim, dil, mantık ve matematik meraklılarına özellikle hitap ediyor. Bunun pek çok nedeni var; Carroll’ın olağanüstü incelikteki dil dünyasının, mantık oyunlarının yanında, bilim ya da felsefeci gözüyle bakınca görülen pek çok ayrıntı var kitaplarda.
Alice’in Harikalar Diyarındaki Maceraları’nın hemen başında, Alice düşerken raftan aldığı ama maalesef boş çıkan portakal marmeladı kavanozunu aşağı atmak istemez. Aşağıda dolaşan birilerini öldürmek istememektedir; kavanozu geçerken başka bir rafa koyar. Popüler bilimin en önemli isimlerinden Martin Gardner, Açıklamalı Alice kitabında, matematikçi ve mantıkçı Carroll’ın anıp geçtiği sorunun arka planını gösterir: serbest düşüş halindeki Alice kavanozu bıraksaydı, kavanoz da onunla birlikte serbest düşüş halinde olacaktı. Bu yüzden, kavanoz Alice’e göre sabit kalacak, Alice’in önünde “havada asılı” duracaktı. Burada, asıl inandırıcı olmayan nokta, o hızla düşerken Alice’in kavanozu bir rafa koyabilmesi. Carroll, bu sahnedeki meseleyi, daha sonra Sylvie ve Bruno’da “düşen bir evde çay içmenin yarattığı sorunlar” olarak daha açıkça anlatmış. Carroll, burada, sonradan Einstein’ın görelilik kuramını açıklamakta kullanacağı boşlukta düşen asansör örneğinin eşdeğerini kullanmış.
Carroll’ın Alice temalı ikinci kitabı, Aynanın İçinden. Carroll, bu kitapta Alice’i aynanın içindeki, herşeyiyle bizim dünyamızın simetriği olan diğer dünyaya göndermiş. Kitapta, aynanın içindeki dünyada her türlü mantığın da ters olacağı fikri üzerine çeşitlemeler var. Gardner, kitabın başındaki “aynanın içindeki süt içilir mi?” sorusunun göründüğünden daha karmaşık olduğunu gösteriyor bize. Birincisi, organik moleküllerde simetri önemli. Kimyasal bileşim olarak eşdeğer, ama atomların dizilişi farklı olduğu için birbirinin ayna imgesi olan iki organik molekül, canlıların vücutları içinde bambaşka sonuçlara yolaçıyor. Demek ki, aynanın içindeki süt sahiden de bizi zehirleyebilir. İkinci düzeyde, simetriyi atom-altı parçacıklarda incelersek, aynanın içindeki süt bizi zehirlemekle kalmayıp madde-antimadde karşılaşmasıyla patlatabilir bile.
Carroll, Alice kitaplarını yazarken, sık sık matematiksel mantığın temel unsurlarına başvurmuş. Bunun pek çok örneği var: Mesela, sembolik mantıktaki önermelerin yerine gündelik kelimeler koyunca ortaya çıkan saçma cümlelerdeki mizahı kullanmış (çay partisindeki “ne görüyorsam onu yiyorum / ne yiyorsam onu görüyorum” tartışması). Matematikçilerin bir kavramı istedikleri gibi tanımlayabilmeleriyle, tanımın rastgeleliği ve modellerin gerçek hayattan bağımsızlığıyla dalga geçmiş (Humpty Dumpty’nin sözleri). Bir işlemde boş küme kullanmanın yarattığı sorunlara defalarca dönmüş (Alice henüz hiç çay almamışken daha fazla çay almasının mümkün olup olmadığı tartışması; yol boyunca gelirken görülen “hiçkimse”nin koşma hızı). Adların unutulduğu orman epizodu ise, Humpty Dumpty’nin anlamla ilişkisine benzer bir biçimde, felsefecilerin ve dilbilimcilerin nominalizm, nesneler ve adlar arasındaki ilişkiler ve adların rastgeleliği tartışmalarının kovanına çomak sokuyor.
Robert Douglas-Fairhurst, Oxford’dan bir İngiliz edebiyatı profesörü. Oxford, Carroll’ın da ömrü boyunca çalıştığı ve Alice kitaplarında arka plan olarak kullandığı üniversite. Douglas-Fairhurst, 2015’te Alice’in Öyküsü başlıklı, Carroll’ın hayatı ve Alice kitaplarının macerası üzerine kapsamlı bir araştırma yayımladı.
Carroll’ın “sevdiği sayı” 42’dir, 42 ile ilgili şakalar yapmayı sever. Kimileri, Otostopçunun Galaksi Rehberi’nde hayatın, evrenin ve herşeyin anlamının 42 olmasını bir Carroll göndermesi olarak görürler. Alice’in Öyküsü de 42 bölüm ve yaklaşık 420 sayfa olarak kurgulanmış.
Kitapta, Carroll’ın ve Alice Liddell’ın biyografilerini, Alice kitaplarının tümüyle özel koşullarda doğmalarının ve zaman içinde İngiliz edebiyatının en çok tanınan, yaygın eserleri arasına girmelerinin hikâyesini okuyoruz. Alice Liddell, Carroll’ın matematik öğretmeni olarak çalıştığı Christ Church’ün dekanının kızlarından biri. Herşey, bir tekne gezisinde uydurularak anlatılan bir masal olarak başlıyor; Alice’in ricası üzerine Carroll bu masalı yazıyor, resimlediği temiz bir kopyasını Alice’e hediye ediyor. Sonradan masalı genişleterek, kendi cebinden bastırarak yayımlıyor. Kitap giderek başarı kazanıyor; Carroll kitabı ve karakterleri tiyatroya uyarlıyor, kendi icadı kırtasiye ürünlerine uyarlayarak ticari denemelere girişiyor. Zaman içinde sahici kişilik Charles Dodgson ve yazar Lewis Carroll karakterleri arasında gerilimler ve çelişkiler başgösteriyor; Dodgson, Lewis Carroll adına üniversiteye gelen mektupları “bilinmiyor” yazarak geri gönderiyor. Kitapta, Alice Liddell’ın büyümesi, evliliği, çocukları, Carroll ile dostluklarının sürmesi, “gerçek Alice” olmanın hayatındaki etkileri ayrıntılı olarak anlatılmış. Kitap, Carroll’ın hayatını ve psikolojisini, sansasyon arayışının sırıttığı spekülasyonlarla değil de, Carroll’ın (günlükler, mektuplar ve dönemin tanıklıklarıyla çok iyi belgelenmiş) hayatı hakkında kesin olarak bilinenleri kullanarak sunuyor. Kitabı bitirdiğimde, “Lewis Carroll” karakterinin tüm renkliliğine, başarısına karşın, sahici Charles Dodgson yalnız, hazin, pimpirikli bir egzantrik izlenimi bıraktı bende.
Kitapta, Carroll’ın da aynı Aynanın İçinden’de Alice’in karşısına çıkan Beyaz Süvari gibi, Zihni Sinir mantığında pek çok icadı olduğunu okuyoruz: her değerde pulu taşımak için uygun boyda cepleri olan bir zarf, tiyatrodan insanların tertipli ve düzenli bir şekilde, soyadı alfabetik sırasına göre çıkacakları bir algoritma, yatakta akla gelen fikirleri kaydetmek için karanlıkta yazılabilen bir yazı sistemi türü icatlar bunlar. Beyaz Süvari, Aynanın İçinden’de Alice’e dostça davranan tek karakterdir ve Alice’e “bizzat kendi icadı olan” Zihni Sinir’liklerini sayar. Beyaz Süvari’nin Carroll’ın bizzat kendi karakterinin kitaplardaki yansıması olduğunu en iyi bu durum gösteriyor.
Handan İnci’nin 2014’te yayımlanan Orpheus’un Şarkısı: Tanpınar’ın Romanlarında Aşk ve Kadın başlıklı kitabı, seyrek rastladığımız bir düzeyi yakalamış, ayrıntılı, dolu, iyi düşünülmüş, özgün bir tezi olan bir edebiyat incelemesi. İnci, Tanpınar’ın birbirine tematik olarak bağlı dört romanında (Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler, Aydaki Kadın ve Huzur) aslında aynı konuyu işlediğini düşünüyor. Dört romanda da baş erkek karakterler, etli-canlı, gerçek kadınlarla pek ilişkisi olmayan bir aşk idealini âşık oldukları kadına yüklüyorlar. Sonra da, bu kadından kasten ayrı düşerek, aslında bizzat yaratmış oldukları aşk acısını bir iç terbiye aracı olarak kullanıyorlar. Bu aşk acısı aracılığıyla “kendilerini yapmaya” çalışıyor, “hayatlarını sanat eserine çevirmeye” ya da “kalıcı bir sanat eseri yaratmağa” çalışıyorlar İnci’ye göre.
Douglas-Fairhurst’ün kitabından, Carroll’ın da “çocuk arkadaş”larına karşı “ah keşke hep böyle çocuk kalsalar!” türünden bir ruh hali içinde olduğunu çıkarıyoruz (Aynanın İçinden’de Humpty Dumpty Alice’e yedi yaşında kalmasını söyler). Yıllar içinde, Alice Liddell büyüdükçe, Alice kitaplarının başarısı yaygınlaştıkça, Carroll’ın zihninde Alice Liddell ve kitaplardaki “Alice” birbirinden ayrılmaya başlamış: Alice Liddell ile ilişkisi formel, kibar bir dostluğa dönüşmüş, “Alice” ise binlerce çocuğu eğlendirmesiyle, sayısız uyarlaması, taklidiyle yepyeni bir hayat kazanıp Carroll’ın aradığı çocukluk halini idealize etmiş, Carroll’ın idealini bir kitap içinde sabitlemiş. Carroll ve Tanpınar’ın gerçek insanları kabullenemeyip, idealize ettikleri bir insan formunu eserleri içinde sabitlemelerindeki paralelliği ilginç buldum.
İnsanlar değişiyor, ama kitapların insanlık halini kristalize etme, kâğıda dökerek sabitleme gücü bu değişimin ötesine geçebiliyor. Alice’in Harikalar Diyarındaki Maceraları’nın son paragrafını okuduktan sonra, şu resme dikkat edelim:
Βu tablonun adı da “Alice Harikalar Diyarında”. Bu başlık, resimde en az üç kere gösteriliyor: Masalı dinleyen küçük kız, Alice tabii; masalı okuyan (ve, kitabın sonunda söylendiği gibi, büyüyüp kendi sırası gelince masalı kendi çocuklarına okuma görevini yerine getiren) anne de Alice; üçüncü olarak bu durumun kaydını tutan, sürdüren, kuşaktan kuşağa aktaran kırmızı ciltli kitap da tam tamına “Alice Harikalar Diyarında”. Oyuncak bebek de dördüncü bir Alice olabilir; o da mavi elbisesi ve sarı saçlarıyla “Alice” kılığında.
Alice kitaplarının ilk baskılarını resimleyen John Tenniel, zamanın meşhur bir siyasi karikatüristi. Bugün artık Alice olarak gördüğümüz klasikleşmiş karakteri, Tenniel, ilk başta, henüz Carroll ve kitabını resimleme fikri hiç ortada yokken, Punch için yaptığı siyasi bir karikatürde çizmiş.
Tenniel’ιn artık ortak görsel dilin bir parçası haline gelmiş olan illüstrasyonlarının yanısıra, Alice temalı sayısız görsel sanat ürünü arasında, Arthur Rackham’ın, Mervyn Peake’in, Ralph Steadman’ın Alice illüstrasyonları benim kitaplığımda var; sayısız çağdaş illüstratörün de pek çok çeşitleme yarattığını biliyorum.
Norgunk için hazırladığımız yeni çeviriyi Pelin Kırca resimledi. Alice illüstrasyonlarının kalabalık rekabetinin içine girmek kolay değil.
Yaptığı illüstrasyonlarda kendi üslubunu ve bakış açısını hissettirirken, bir yandan da hazırladığımız yeni çevirinin bugün, burada yapılmış bir versiyon olduğunu gösteren, bunu yaparak bu badireden yüzünün akıyla çıkan, illüstrasyonlarıyla bu çalışmaya büyük değer katan Pelin Kırca’ya buradan teşekkür ediyorum.