"Kurban yerine vampirin kendisiyle özdeşleşen Rice, bu yaklaşımıyla vampir geleneğini tersyüz etmiş ve gotik edebiyatı sonsuza dek değiştirmişti. 'Korku' artık canavarın dehşetinden değil, okurun kendi içindeki canavarı keşfetmesinden kaynaklanıyordu… Rice’ın fantastik edebiyata getirdiği yeniliklerden biri de aykırı ve uyumsuz doğaüstü karakterlerine anlayışla yaklaşmasıydı."
13 Aralık 2021 13:03
Vampirle Görüşme ve Vampir Günlükleri külliyatının yazarı, aykırı vampirlerin anası, ölümsüzlerin psikanalisti, gotik erotizmin öncüsü Anne Rice, 11 Aralık 2021 günü, 80 yaşında aramızdan ayrıldı ve New Orleans’ın karanlık, sihirli sokaklarında sislere karıştı… Rice’ın kendi de çok satan bir yazar olan oğlu Christopher Rice’ın yaptığı açıklamaya göre, son anlarını hastanede ailesiyle birlikte geçiren yazar sevdikleriyle vedalaşırken, kız kardeşi Karen’ın son sözleri şu oldu: “Bizi nasıl da bir yolculuğa çıkardın ufaklık…” Katolik bir ailede büyüyüp ateist olmayı seçen, henüz 7 yaşındayken ailesini mahkeme kararıyla ismini değiştirmeye ikna eden, 2000’lerin ortasında Hıristiyanlığa geri dönüş yapan, ancak sonrasında asla “eşcinsellik karşıtı, feminizm karşıtı, bilim karşıtı ve demokrasi karşıtı olamayacağı” gerekçesiyle tekrar vedalaştığı kiliseyi ‘karşıtlıklarıyla’ yeniden tanımlayan Rice, hayatı boyunca ne hata yapmaktan, ne hatalarını kabul etmekten, ne de kamusal alanda paylaştığı fikirlerini değiştirmekten asla çekinmedi. Vampirlerin edebiyattaki ve popüler kültürdeki temsilini sonsuza dek değiştiren yazar sadece ailesini değil, hayal gücünde özgürleşen şımarık ve aykırı vampirlerle birlikte tüm dünyadan okurlarını da sıra dışı bir yolculuğa çıkardı. Klasik edebiyatın “canavar” damgasını yiyen vampirler modern çağda onunla birlikte özgürleşti, ‘en iyi ölümünü’ yaşadı.
“Yazmak için kendini aptal yerine koymayı göze almak gerekir.” – Anne Rice.
Anne Rice 4 Ekim 1941’de, Cadılar Bayramı’na birkaç hafta kala, New Orleans, Louisiana’da dünyaya geldi. Asıl adı Howard Allen olan yazarın annesi, bir kız çocuğuna erkek ismi koymayı modern ve enteresan bulduğu için kızına babasının adını vermişti. Yedi yaşında, okuldaki ilk gününde öğretmen adını sorduğunda “Anne” cevabını veren küçük kız ömrünün sonuna kadar bu ismi taşıyacak ve tüm dünyaya duyuracaktı. Rice’a göre biraz bohem, biraz deli, biraz dâhi ve mükemmel bir öğretmendi annesi. Ne var ki, kızlarını kariyer hedeflerine odaklanmaya teşvik eden feminist anne, alkolizme bağlı komplikasyonlar nedeniyle –Rice’ın dediğine göre kendi dilini yutarak– genç yaşta hayatını kaybetti ve ardında dört kız çocuğu bıraktı. Kız kardeşler arasında yazarlığı seçen tek kişi Anne Rice olmayacak, ablası Alice Borchardt da yedi romanıyla korku ve fantastik edebiyat dünyasında yer edinecekti.
Anne Rice’ın babası Howard O’Brien’ın, kızları için kaleme aldığı Fevri İblis /The Impulsive Imp.
Maddi sıkıntılar içinde büyüyen iki kız kardeşi yazarlığa yönlendiren unsurlardan biri de heykeltıraşlık ve yazarlıkla ilgilenen, kızlarına yaş günlerinde kütüphane üyeliği hediye eden postacı babalarıydı. Howard O’Brien, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra evine döndüğünde, henüz bir bebekken ayrı düştüğü kızları yeniden tanıştıkları babalarını ilk başta yadırgamış, kolayca ısınamamıştı. Bunun üzerine baba Howard, New Orleans’taki ünlü Lafayette Mezarlığı yakınlarındaki evlerinde Underwood marka daktilosunun başına oturup kızları için bir kitap yazdı. Fevri İblis/The Impulsive Imp adlı bu adlı kitapta, evin bir odasından mutfağa gidene kadar yaramaz şeytanın başına gelmeyen kalmıyor, kavanozdan kurabiye çalıp kediyle dalaşıyor, fakat sonunda evin çocuklarından hayatta yaramazlıktan daha önemli şeyler olduğunu öğreniyordu.
Annelerini kaybeden dört kız kardeş Saint Joseph Academy’ye yatılı olarak verildiğinde Anne henüz on beş yaşındaydı. New Orleans’ın büyüleyici gotik mezarlıkları ve voodoo geleneğiyle iç içe geçen İrlandalı Katolik köklerinin üzerine, Jane Eyre romanlarını andıran eski taş binasıyla şimdi bir de karanlık ve soğuk yatılı okul yılları eklenmiş, belli ki kader kollarını sıvayıp eşi benzeri bulunmayan bir gotik fantezi yazarı yetiştirmeye ant içmişti. Baba Howard iki yıl sonra gücünü toplayıp kızlarını tekrar yanına aldı ve Richardson, Teksas’a taşındılar. Fakat Anne, önce annesi ve ardından babası tarafından terk edilmiş hissettiği bu karanlık yılları asla unutmayacaktı.
Anne Rice’ın çocukluk evinin hemen yakınlarındaki Lafayette Mezarlığı… New Orleans’ın meşhur Fransız Mahallesi yıllar sonra Vampir Günlükleri’nin sisli ve süslü arka planını oluşturacaktı.
Richardson’daki lise yıllarında geleceğin şair ve ressamı Stan Rice ile tanıştı ve aralarında bir ilişki gelişti. Anne mezun olup Kaliforniya’ya taşındıktan sonra yazışmaya devam eden ikili 18-20 yaşlarında evlendi ve Stan’in 2002 yılındaki ölümüne dek bir arada kaldılar. 1962 yılında San Fransisco’ya taşınan ve meşhur Haight-Ashbury’nin kalbine yerleşen genç çift hippi hareketinin doğumuna şahitlik ettiyse de, Anne kendini asla bir çiçek çocuk olarak görmedi. İleriki yıllarda New York Times’a, herkes meydanlarda asit atıp esrar içerken daktilosunun başında yazı yazdığını anlatacaktı. Üniversiteden hem Edebiyat ve Yaratıcı Yazarlık hem de Siyasal Bilimler diplomasıyla mezun olan Rice’ın önünde akademik bir kariyer fırsatı olsa da, “Ben yazar olmak istiyorum, edebiyat öğrencisi değil” diyerek yazarlığı tercih etti. Anne Rice’ın kaderini ‘yazarlıktan’ dünyaca ünlü bir yazar olmaya taşıyan ise büyük bir trajediydi. Her şey yolunda giderken, genç çift ilk çocukları Michelle’i henüz dört yaşındayken, kan kanseri nedeniyle kaybetti.
Anne ve Stan Rice.
Bu korkunç olayın üzerine Anne ve kocası kendilerini alkole verdikleri karanlık bir dönemece girdiler. Kızının bir kan hastalığı yüzünden öldüğünü hastalanmadan çok önce, rüyasında gören Rice, sonradan bu dönemi “bir kâbus” olarak tanımlayacaktı: “Hiçbir şey ve hiç kimseydim. İtibarım kalmamıştı. Kötü bir eştim – evi asla temizlemiyordum. Hiçbir konuda iyi değildim.”
Vampirle Görüşme’nin Claudia’sına ölümsüzlük veren Michelle ‘Mouse’ Rice (1968-1972) ve küçük Kirsten Dunst’un kusursuzca canlandırdığı, asla büyümeyen çocuk vampir Claudia.
Tıpkı bebeğini kaybettikten sonra bu acıyı dönüştürerek Frankenstein’i edebiyat dünyasına kazandıran Mary Shelley gibi, Anne Rice da kaybettiği kızını Vampirle Görüşme’deki asla büyümeyen çocuk vampir Claudia ile ölümsüzleştirdi. Editörünün daha güçlü bir final talebi üzerine, kızından yola çıkarak yarattığı karakteri bu defa da kurguda öldürmek zorunda kalan yazar bu dönemde ciddi bir sinir krizi yaşadı ve Obsesif Kompülsif Bozukluk tanısıyla uzun süre tedavi gördü:
“Neredeyse kendim de ölüyordum ve biraz da delirdim. Baktığım her yerde mikrop görüyor, ellerimi belki günde elli kez yıkıyordum ve sonunda tamamen dağıldım. Kitabın sonunda birinin ölmesi gerekiyorsa ve siz bunu yapmıyorsanız, kendi sağlığınızı riske atıyorsunuz demektir.”
İki yıl sonra bir erkek çocuğu sahibi olan çift, oğullarını huzurlu ve mutlu bir şekilde büyütmek için birlikte alkolü bırakma kararı verdi ve bu karara sonuna dek sadık kaldı. Yıllar sonra oğulları Christopher Rice da ünlü bir yazar olacaktı.
Neticede, Rice’ın sadece beş haftada tamamladığı ilk kitabı Vampirle Görüşme çok geçmeden büyük bir başarı yakaladı. Hemen arkasından Vampir Lestat ve Lanetliler Kraliçesi’nin gelişiyle Vampir Günlükleri efsanesi başlamış oldu. Kitap satışlarından hatırı sayılır bir servet edinen yazar 1988’de eşi ve oğluyla New Orleans’a geri döndü ve Garden District’te bir malikaneye yerleştikten sonra Mayfair Cadıları Üçlemesi’ni yazmaya koyuldu.
Vampirle Görüşme, 1994. Yönetmen Neil Jordan.
Derken Vampirle Görüşme 1994 yılında yönetmen Neil Jordan tarafından sinemaya aktarılınca dananın kuyruğu koptu. Filmin müthiş başarısında senaryoyu Anne Rice’ın kaleme almasının da payı vardı. Tom Cruise, Brad Pitt, henüz 11 yaşındaki Kirsten Dunst ve Antonio Banderas gibi yıldızların rol aldığı filmle vampirlerin popüler kültürdeki statüsü sonsuza dek değişirken, Rice’ın romanı da gelmiş geçmiş en çok satan kitaplar arasına girdi. Ülkemizde de ilgiyle karşılanan kitap, sinemaya uyarlanmasından dört yıl önce Roza Hakmen çevirisiyle Remzi Yayınları tarafından Türkçeye çevrilmişti. Birkaç istisna haricinde gotik, korku ve fantastik edebiyat türünde eserler veren ve toplam 30 romanı 150 milyonun üzerinde satan Anne Rice gelmiş geçmiş en popüler ve çok satan yazarlardan biri haline geldi, ancak hiçbir zaman bir “best seller” yazarı olmadı.
“Cehennemin derinliklerinde, şeytanlar birbirini sevmez mi?” – Anne Rice
New York Times yazarı Susan Ferraro’ya göre ‘kurban’ yerine vampirin kendisiyle özdeşleşen Rice, bu yaklaşımıyla vampir geleneğini tersyüz etmiş ve gotik edebiyatı sonsuza dek değiştirmişti. Ferraro’nun deyişiyle, okur için “korku” artık canavarın dehşetinden değil, okurun kendi içindeki canavarı keşfetmesinden kaynaklanıyordu… Amy Tikkanen’in tespitine göre, Rice’ın fantastik edebiyata getirdiği yeniliklerden biri de aykırı ve uyumsuz doğaüstü karakterlerine anlayışla yaklaşmasıydı: Onun yaşamı sorgulayan, aşka ve yalnızlığa katlanan, ölümlülere has ahlaki karmaşalar yaşayan karakterleri gösterişli ama hassas varlıklardı. Rice’ın vampirlerinin çoğu, sonsuzluğu iyilik ve kötülüğün doğasını tartışarak geçiren, geveze filozoflardı aslında. Rice’a göre vampirler “her şeyin tam ortasında olup, hepsinden tamamen kopuk bir şekilde var olan aykırı tiplerin mükemmel bir metaforu” idi.
Derinlikli ve çok katmanlı, büyüleyici ve çekici, çarpıcı ve sürükleyici kitapları sayesinde Anne Rice “çok satan” bir yazar olmayı ve edebiyatı popüler kültürle buluşturmayı cazip hale getirdi. Yas, narsisizm, anoreksik vampirler, melankoli gibi temalarıyla “vampirlerin psikoloğu” olarak anıldı. Kısacası, bugün uluslararası akademide “Vampir çalışmaları” diye bir araştırma alanı varsa, buna eserleriyle sayısız akademik çalışmaya konu olan Anne Rice’ın sebep olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kitaplarını yazarken “iş kıyafeti” olarak tanımladığı pembe-mavi ekose gecelikler giymeyi tercih eden Rice, birkaç kez yıkanınca küçülüp sıkılaştıkları için aynı gecelikten evde bir gardırop dolusu bulunduruyordu. İlerleyen yıllarda bir kısmını e-bay’den satışa çıkardığı, ürkütücü bir oyuncak bebek koleksiyonu vardı. Zaman zaman Anne Rampling ve A.N. Roquolaure adıyla sado-mazoşistik temalı, erotik kitaplar yazdı. Vampirle Görüşme’nin dizi uyarlamasında, “O benim için bir aksiyon adamıydı, benim yapamadığım her şeyi o yaptı. Lestat olmayı her şeyden çok sevdim” dediği favori karakterini Kıvanç Tatlıtuğ’un canlandırması için epey bir kulis yapsa da, sonuçta başrol Sam Reid’a gitti. Bir milyon kişinin takip ettiği Facebook sayfasında oldukça aktifti ve çoğu zaman okurlarının tüm sorularına cevap verdi. Uzun süre boyunca New Orleans’ta, her yıl Cadılar Bayramı’nda, First Street’teki malikânede bir vampir balosu gerçekleştirdi. İmza günleri sıra dışı kostümleriyle boy gösteren okurları sayesinde eksantrik birer gösteriye dönüşürken, yazar olmak isteyen hayranlarına kuralları ve janrları yok saymalarını öğütledi. “Eleştirmenlerin bini bir para, herkes eleştirmen olabilir ama yazarlara paha biçilemez” dedi. Yazı dili kimine göre “gösterişli, ürkütücü, lirik ve duyulara hitap eden detaylarla dolu”, kimilerine göre ise “fazla detaylı ve aşırı felsefi” idi. Kim ne derse desin, hiçbir kategoriye, hiçbir kalıba sığmadı ve onu şu ya da bu şekilde etiketlemek isteyenleri umursamadı. Yüksek edebiyatı şımarık vampirlerin kanına boyarken, kolay okunurluğundan, sağlam kurgularından ve sürükleyiciliğinden vazgeçmedi. Canının istediğini, istediği gibi yaptı; asla özür dilemedi ve kendine ihanet etmedi. Büyümeyen çocukların koruyucusu, aykırı vampirlerin cesur yürekli annesi ölümlülere böylece veda etti…
•