Aslı Davaz ile Kadın Eserleri Kütüphanesi ve kadın merkezli arşivcilik üzerine...

“Kadın merkezli arşivler kadın tarihine, feminist, entelektüel, politik ve kültürel çalışmalara verdikleri katkı nedeniyle bu alanda araştırmaların ilerlemesine destek oluyor, diğer taraftan da bu katkı sayesinde kadınların özgürleşmesinde önemli rol oynuyor."

10 Haziran 2021 11:54

GÜLŞAH TORUNOĞLU: Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nı kurma fikri ilk nereden çıktı?

ASLI DAVAZ Davaz: Öncelikle şunu söylemek lazım, Türkiye’nin ilk ve tek kadın merkezli arşivi ve kütüphanesi hem koleksiyonları açısından hem de Osmanlı’dan günümüze kadınlara ait ya da kadınlarla ilgili eserleri ve belgeleri barındırması açısından önemli bir kurum. Bunun altını çizelim. Var olan malzemenin yitirilmesi veya yok edilmesi tehlikesinin bilinciyle yazılı, işitsel, görsel ve üç boyutlu materyalleri ve belgeleri toplayarak arşiv ve koleksiyonları oluşturan vakıf kadınların hem gündelik hem de özel yaşamları ile ilgili kaynakları elde etmek için özel bir çaba sarf ediyor.

Bunların ne olduğunu kısaca anlatıp hemen sorunuza döneceğim. Kadınların kişisel arşivleri, aile evrakları, mektuplar, günceler, kadın örgütlerinin kampanyaları, kayıtları, sanat eserleri, otobiyografiler, biyografiler, filmler, videolar, afişler, efemera, sözlü tarih kayıtları ve bunların deşifreleri bu koleksiyonları oluşturuyor. Bütün bu malzeme kadınlar hakkında, özellikle Türkiye’de başka hiçbir yerde bulunmayan çok değerli belgeler ve bilgiler içeriyor. Kadın merkezli belgeler başka kurumlar tarafından zaman zaman sağlansa da, ülkemizde tüm arşiv ve koleksiyonları ile bu konuda uzmanlaşmış başka bir kurum henüz yok. Bazı kurumlarda kadınlarla ilgili özel arşivler, belgeler var ama Türkiye’de kadınlar son otuz yıldır resmî arşivlerin dışında ya çok az temsil edilmiş ya da hiç temsil edilmemiş. Özellikle bunun da altını çizmek lazım. Türkiye’de son otuz yıldır resmî arşivlerin dışında az ya da hiç temsil edilmemiş toplum grupları artık kendi arşivlerini oluşturuyorlar. Bu önemli bir nokta. Artık resmî arşivler her şey değil. Resmî arşivlerin toplamadığı arşivleri de kurmanın zamanı geldi diyerek otuz yıl önce bu işin içine girdik.

Sorunuza dönersek, ben kütüphaneci değilim, Fransız dili ve edebiyatı okudum ama kütüphanecilik ve arşivcilik alanında ilk deneyimim Londra’da, Londra Üniversitesi Bedford College Library’de çalıştığım dönemde oldu. Kütüphanenin iç işleyişi, sınıflandırma sistemi, okuyucu hizmetleri ve kurumlar arası ödünç verme bölümlerinde çalıştım ve bütün koleksiyonlarında görev aldım. Oldukça uzun bir dönem çalıştığım için deneyim kazandım. Vakfın kuruluş fikri yurtdışında bulunduğum dönemde filizlenmeye başladı. Farklı zamanlarda çalışma fırsatı bulduğum bir başka alanda, özel konulu kütüphaneyle karşılaştım. 1933 yılında Londra’da kurulan Marx Memorial Library. Marx Memorial Library sosyalist literatürü bünyesinde toplamayı amaçlayan ve özellikle Marx, Engels ve genellikle işçi sınıfı tarihi ile ilgili kurulmuş bir kütüphane ve arşiv. Orada özel konulu kütüphane ve arşivlerin özelliklerini öğrenme fırsatı buldum. İlk defa bu konuyla karşılaşınca niye Türkiye’de kadınlarla ilgili böyle bir arşiv ve kütüphane kurmayalım diye düşündüm. Marx Memorial Library deneyimimden sonra, yine İngiltere’de bir başka deneyimim daha oldu. O dönemde Londra’da çalışmalarını sürdüren İngiltere Türkiyeli İlericiler Birliği, Türkiye’de sosyalizm tarihi konulu bir kütüphane kurdular. O dönemde bu kütüphanenin kuruluşunda yer aldım. Orada da özel konulu kütüphane ile tanıştıktan sonra, artık bende böyle bir düşünce oluşmaya başladı. Londra’da bulunduğum dönemde Feminist Library’de araştırmalar ve incelemeler yaptım. Fransa’daki dönemde ise Bibliothèque Marguerite Durand’da uzun bir dönem kadın kütüphanesi, kadın merkezli kütüphane ve arşiv konusunda epeyce çalıştım.

Türkiye’ye döndükten sonra da 1988 yılında ilk önce Şirin Tekeli’yle bu düşüncemi paylaştım. Sonrası bugüne kadar gelen uzun bir hikâye. Bu arada küçük bir parantez açayım. Biz 30. yılımız için kendi kurum tarihimizi yazdık ve kitabın adı şimdilik Mor Bellek. Sizin sorduğunuz ve benim kısaca cevap verdiğim bütün bu konuları çok ayrıntılı bir şekilde öğrenme fırsatımız olacak.

  

Kuruluş fikri bizim aramızda oluştuktan sonra Jale Baysal, Füsun Ertuğ, Füsun Akatlı, Şirin Tekeli ve ben öncelikle bir bina arayışına girdik ve bugün özellikle genç neslin çok bilmediği bir isimle, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun o dönemde, ’90’larda genel müdürlüğünü yapmış rahmetli Çelik Gülersoy ile tanıştık. O da biliyorsunuz, İstanbul konusunda uzman bir kişiydi, bu anlamda bize destek verdi ve bizi yönlendirdi. Aslında mekân olarak hepimizin istediği, İstanbul’da özellikle bir kadının ya da kadınların inşa ettirdiği eski bir binayı almak, onu restore etmek ve orada bir kadın kütüphanesi ve arşiv kurumu açmaktı. Çelik Bey’in bize gösterdiği mekânlardan bir tanesi çok güzeldi. Saraçhane’de Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Külliyesi. Ancak restorasyon masrafları çok yüksek olduğundan ondan vazgeçmek zorunda kaldık ve biz de Beyoğlu Kültür İşleri Daire Başkanı Sabahattin Batur’un yardımıyla, bugün içinde bulunduğumuz, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait binaya girdik. Vakıf 8 Mart 1990 yılında resmî olarak kuruldu ve 14 Nisan 1990’da da faaliyete geçti. O günden bugüne aralıksız çalışmaya devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile işbirliğimiz böyle başladı. Hâlâ sürdürdüğümüz bu ilişkilerin bir sivil toplum kuruluşuyla bir yerel yönetim arasında işbirliği örneği oluşturduğunu söyleyebiliriz. Belediye bize burayı tahsis etti, ancak vakfın kuruluşu için gerekli olan fonu biz 79 kadından ve kuruluştan toplayarak sağladık. Bunun ayrıntıları kurum tarihi kitabımızda uzun uzun anlatılıyor.

GT: Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı çalışmalarının kadın tarihi yazımına nasıl katkıları oldu?

AD: Kadın tarihinin birincil kaynaklarının gün ışığına çıkarılıp bir merkezde toplanmasının Türkiye’de kadın tarihinin yazımına doğrudan doğruya bir etkisi oldu. Binlerce kaynak araştırmacıların erişimine sunuldu. Osmanlı döneminden günümüze kadar birçok yeni alan açıldı ve bu alanların araştırılması için olanaklar sağlandı. Özellikle Osmanlı’nın son döneminde kadınların yayınladıkları dergileri bir araya getirdik ve daha sonra onların transkripsiyonlarını yaptık. Böylece önemli bir alan araştırmacılara açıldı. Bunun tarih yazımına katkıları oldu deyince, insanlar somut bir iki örnek de duymak isteyebilirler. Hangi belgeler hangi alanı açtı, bilmediğimiz neyi keşfettik bu birincil kaynaklarla? Hepsini anlatmak mümkün değil ama bir tanesi, Balkan ülkelerinden gelen bir kadın olan Müeyyet Selim’in defterleri. Müeyyet Selim’in defterleri sayesinde göçmen kadınların yaşamlarının ayrıntıları ortaya çıktı ve bu konuda birkaç tane makale ve teze de vesile oldu bu defterler. İkinci bir örnek de şöyle… Uluslararası bir kuruluş var, Women and Film History International. Onlar İstanbul’da Beykoz Kundura ile ortaklaşa Sessiz Sinemanın Öncü Kadınları adlı bir panel düzenlediler. Bu kuruluşun amacı erken dönem sinema ve kadınların tarihi ile ilgilenen araştırmacıları desteklemek. Panelde 1920’lerde sinema sektöründe çalışan Sabahat Filmer tanıtıldı. Ben o güne kadar Sabahat Filmer’i hiç duymamıştım. Sabahat Filmer özellikle Halide Edip’le birlikte çok çalışmış. Sultanahmet mitinglerinde fotoğraflar, filmler çekmişler. Bu dönemde Türkiye’de o kadar az kadın sinemacı var ki, bunların keşfedilmesi önemli. Güzel bir sunum yapıldı bu konuda. Dünyada ve Türkiye’de sessiz film senaryoları yazan kadınların varlığından haberimiz var ama adları ve yazdıkları senaryolar pek günümüze kadar ulaşmadı. Bu kuruluşlar sayesinde bunlar ortaya çıkıyor. Bir de kütüphane koleksiyonlarımızda Necile Tevfik özel arşivi var. Ben o konuda bir açıklamalı katalog yaptım. Türkiye’de bu birincil kaynaklar bize ne sundu, kadın tarihinin yazımına nasıl bir katkı getirdi konusunda önemli bir örnek olduğu için paylaşmak istiyorum. Necile Tevfik’in film senaryoları, sessiz sinema için yazdığı senaryolar ortaya çıktı. 1928 yılında Hollywood ve Jacques Feyder ile iletişime geçmiş. Türkiye’de kadın tarihi alanında çalışanların özel arşiv belgelerini kullanma geleneği çok gelişmiş değil, çünkü fazla kadın özel arşivi yoktu, ama artık bunların sayıları gittikçe çoğalıyor ve on binlerce birincil kaynak ortaya çıkıyor. Bu örnekte Necile Tevfik sessiz film senaryoları yazıyor, onları FBO stüdyolarına satıyor, telif ücreti alıyor ve Jacques Feyder’le iletişim halinde, Hollywood ile mektuplaşıyor. Bu senaryoların çekimiyle ilgili mektupları var, bu önemli. Dolayısıyla Necile Tevfik’in sessiz film senaryoları gerçekten büyük bir keşif oldu, panelde tırnak içinde “bomba gibi patladı”. Böylece hem kadın tarihi hem de Türkiye’de sinema tarihi açısından bilinmeyen bir döneme ışık tutuldu. Birçok örnek daha vermek mümkün ama birincil kaynaklar erişime açıldığı zaman yeni özneler ve bu öznelerin kadın tarihi tarihçiliğine katkısı da net bir şekilde ortaya çıkıyor. Kütüphanenin kadın tarihine katkısı benzer birçok örnekle daha çoğaltılabilir. 

GT: Peki, o zaman “kadın merkezli arşivcilik” kavramı ile devam edelim isterseniz. Kadın merkezli arşivcilik ne demektir, bu bir çeşit feminist hareket midir, neden böyle bir kavrama ihtiyaç duyuyoruz?

AD: Kadın merkezli arşivler İngilizcede “Women’s Archive”, “Women’s Centered Archive”, “Women’s Collection” gibi birçok kavramla ifade ediliyor. Temel amacı kadınların sözel, görsel ve yazılı bilgi ve belge mirasını derlemek, korumak ve bu bilgiyi erişime sunarak kadınların özgürleşmesine katkıda bulunmak. Kısaca bu şekilde ifade edebiliriz. Kadın arşivlerinin tarihi ve kadınlara ait belgelerin toplanması bu işin içinde olmayanlar için fazla bir şey ifade etmiyor ama büyük bir kültürel ve toplumsal gelişmeyi yansıtıyor. Kadınların 20. yüzyılda seçme ve seçilme hakkı için verdikleri kitlesel mücadelenin yansıması bu. Kendi belgelerini toplamaları da bu mücadeleye paralel olarak gelişti. Dolayısıyla şunu diyebiliriz ki, kadın hareketi ve kadın merkezli arşivcilik hareketi içinde belge üretme ve arşiv düzenleme eylemi önemli. Kadın merkezli arşivcilik bir hareket değil ama yapılan çalışmalardan söz ederken zaman zaman bazı feminist arşivciler “movement” diyorlar. Bir hareket değilse de, belge üretme ve arşiv düzenleme eylemi güçlü, yaratıcı bir eylem ve kadınlar bu iki süreci de kendi kimliklerini geliştirmek için kullandılar.

Kadın merkezli arşivcilik bugüne kadar belgenin aslını korumak amacıyla yapılmıştı. Aynı zamanda kadınların kendi tarihlerine sahip çıkabilmeleri için gerek duydukları birincil kaynakların sağlanması amacı etrafında yürütülen bir çalışmayı da ifade ediyor. Çünkü kadın tarihini yazabilmek için kadınların birincil kaynaklara ihtiyacı var. Kadın merkezli arşivcilik çalışmalarıyla, özellikle resmî arşiv kurumlarında kadınların eksik ve yetersiz temsili konusunda farkındalık oluşması ve bu eksikliğin giderilmesi yönünde pek çok adım atıldı son 50 yıldır. 1970’li yıllardan beri bu süreç devam ediyor. Kadın merkezli arşivleri olmayan, dünyanın çeşitli ülkelerindeki arşiv kurumları kadınları eksik ve yetersiz temsil ettiklerini pek çok makalede, yazıda, konferansta kabul ediyorlar ve kadın merkezli arşivlerin kurulmasına eskisi kadar karşı çıkmıyorlar. Bu kurumlar arşiv sağlama politikalarında arşivde cinsiyet eşitliğinin gündeme gelmesini kabul etmiş durumdalar. Bu önemli bir şey. Geleneksel arşiv kurumları sağlama politikalarını toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı çerçevesinde yeniden gözden geçiriyorlar ve bu konuda ciddi adımlar atılıyor ve bu sık gündeme geliyor.

Ne zamana kadar arşivler ayrı olacak? Bir gün bu ayrım ortadan kalkacak mı? Feminist arşivciler bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Ayrılık her zaman iyidir diyenler var, 200 sene sonra belki bu ayrılık kalkar diyenler var. Bu süreç yavaş ilerliyor ama yapılan reformlar ve arşivcilikte tırnak içinde “eşitliğin kurulması” yeni bir boyut getirdi. Son 40-50 yılda arşivcilik dünyası biraz uyandı; arşiv sağlama politikalarında kadınları unuttuklarını, yok saydıklarını keşfettiler ve dediğim gibi sağlama politikalarını gözden geçirmenin şart olduğunu kabul ettiler. Bu tartışma bizde henüz başladı diyemem. Türkiye’de resmî kurumlar sağlama politikalarını toplumsal cinsiyet eşitliği prizmasından geçirip “acaba biz kadınları unuttuk mu, yok saydık mı?” gibi bir tartışmaya girmedi. Umarım bizim sempozyumda biraz başlar bu tartışma. Kanadalı arşivciler bu konuda öncü ve Amerika’da The American Archivist adlı, bu alanda önemli bir dergi var. Bu dergide son 50 yıldaki tartışmaları izlemek mümkün. Dolayısıyla bu konuda önemli adımlar atılmaya başlandı. Dünyada kadın merkezli arşivlerin tarihine baktığımız zaman aşağı yukarı yüz yıllık bir geçmişe sahip olduklarını görüyoruz. Türkiye’de 30 yıl önceki “bu nedir, böyle bir şey olabilir mi?” aşamalarını biz geçtik artık ama kadın merkezli arşivciliğin geçmişi epeyce eski.

Bir başka ilginç nokta da şu. Bu merkezlerin ortaya çıkmasından çok sonra kadın merkezli arşiv ve koleksiyonlarla ilgili teori gelişti. Topladık, koruduk, ama neye göre, hangi kıstasa göre neyi, kimi topluyoruz, hangi kadınları temsil ediyoruz, hangi kadınları unutuyoruz? Çünkü sadece resmî arşivlerde kadınlar unutulmuyor. Bu koleksiyonlarda da aynı sorunlar ortaya çıktı. Dolayısıyla işin teorisi gelişti. “Kadın merkezli arşivler ve koleksiyonlar nedir?” sorusuna aşağı yukarı 40-50 yıldır cevap aranıyor ve pek çok cevap da bulundu. İşte bu alanda çalışanların önemli bir gündemi. İçeriği ne olmalı ve çalışma yöntemleri nedir? Bir de kadın merkezli arşivciliğin de aktivistleri çıktı. Bu aktivistler kimdir ve ne yapıyorlar? 20. yüzyılın başlarında kadın merkezli arşivlerin arşivcileri ne yaptılar? Malzemeyi sağladılar, korudular ve sakladılar. Bu dönem kadın merkezli arşivcilik tarihinin birinci dönemidir. İkinci Dünya Savaşı koşullarında bodrumlarda, dairelerde, inanılmaz yerlerde bu arşivler saklandı ve savaştan sonra tekrar ortaya çıktı. Ancak ’60’lı, ’70’li yıllardan sonra kadın merkezli arşivlerin arşivcileri, birinci dönem koleksiyonlarında bulunan belgelerin de envanterlerini ve kataloglarını çıkarmaya başladılar. “Bizde ne var?” meselesi çıktı ortaya ve son 40 yıldır kadın merkezli arşivciliğe teorik bir çerçeve çizilmeye başlandı.

Kadın koleksiyonları arşivcileri ’70’li yıllarda yazdıkları makalelerde feminizmin tarih ve arşivcilik üzerindeki etkilerini incelediler. Bu önemli bir nokta. Feminizm bu koleksiyonları nasıl etkiledi? Türkiye’de böyle bir inceleme pek yok ama kadın koleksiyonlarında ve arşivlerinde feminizmin ve feminizmin geçirdiği evrelerin bu koleksiyonlara etkileri incelenen bir konu. Kadın tarihi alanı gibi kadın arşivleri de son on yıllar içerisinde değişim gösterdi. Şimdi ikinci noktaya geliyoruz. Kadın merkezli arşivler kendi sağlama politikalarını gözden geçirdiler ve daha önce eksik ve yetersiz temsil edilen grupları da dahil ederek koleksiyonların arşiv ve kapsamlarını genişlettiler. Eskiden öncü, başarılı, eğitimli kadınların belgeleri, arşivleri toplanıyordu. Şimdi kadın merkezli arşivler de özeleştiri yaptılar, kendi seçimlerini daha derinlemesine sorguladılar ve dediler ki, biz de kadınları eksik ve yetersiz temsil ediyoruz. Bugün bu konunun gündeme gelmesinde arşivciliğin sorgulanmasının önemli bir yeri var. Kadın koleksiyonlarının arşivcileri ana akımın haricinde bırakılan toplum kesimlerini de yansıtmak, güçsüzleştirilenlere de ses verebilmek için daha proaktif olarak çalışmaya başladılar. Mümkün olduğunca bütün kadın gruplarını temsil etmeye büyük gayret gösterdiler bu tarihten sonra. Toplumun yarısını oluşturan ve tarihin öznesi olan kadınların da kendi belgelerine sahip çıkmaları için bu çalışmaları yapan kurumların desteklenmesi önemli. Aktivizm geçmişten bu yana her zaman kadın arşivlerinde önemli bir yere sahip oldu. Bir gün kadın merkezli arşivcilik tarihi yazılırsa, bu alanın aktivisti kadınların fedakârlıkları daha net bir şekilde ortaya çıkacak.

 

Önemli diğer bir çalışma da kataloglama. ABD’de, Fransa’da, Türkiye’de, Hollanda’da kadın merkezli arşivcilik, kadın ve kadın tarihi konularında belgelerin saptanmasıyla ilgili ulusal kataloglar yaratılıyor. Daha önce hiç kataloglanmamış fanzinler, efemeralar gerçek belge olarak kabul ediliyor ve onlar da kataloglanıyor. Böylece yeni kaynaklar, yeni bilgiler dolaşıma girmiş oluyor. Bunlardan bir tanesi de açıklamalı katalog yöntemi. O da yeni bir şey.

Son bir konuya değineyim. Yeni nesil katalogçular diye bir kavram var. Özellikle feminist arşivciler ve feminist katalogçular değişik kataloglama yöntemleri geliştiriyorlar. Eskiden katalogçuların asla adı anılmazdı, hep anonimdi, şimdi yeni nesil katalogçular daha derinlemesine tanımlar yapıyorlar. Sadece küçük bir envanter değil. Örneğin, 14 Temmuz 1946’da Gülşah’ın Aslı’ya yazdığı el yazısı mektup artık böyle değil. Daha kapsamlı ve derinlemesine katalog tanımları yapıyorlar. Güzel makaleleri ve kitapları olan feminist bir arşivci var, adı Kate Eichhorn. Kate Eichhorn diyor ki, bu bir listeleme, bir envanter şeklinde olmuyor. Artık feministler kataloglama tanımlarını historiyografik bir teknikle yapıyorlar. Birçok arşivcinin ifade ettiği gibi, “bir arşivin ya da bir belgenin toplumu değiştirme ve dönüştürme potansiyeli kataloglama metni ve yöntemine bağlıdır” diyorlar. Feminist arşivciler ve katalogçular bu çerçevede birçok çalışma yürütüyorlar ve son 50 yılın kadın merkezli arşivciliğini Kate Eichhorn arşivcilikte feminist dönüm noktası olarak tanımlıyor. Yeni nesil katalogçular kadın hareketinin ürettiği belgeleri kadın tarihçileri ile buluşturabilmek, o belgelerin içindeki bilgi katmanlarını daha erişilebilir hale getirebilmek için alternatif metodolojiler ve çalışma yöntemleri geliştiriyorlar.

GT: Bu nokta çok ilginç. Yani bilginin, belgenin kendisi değil, hangi metodoloji ile kataloglandığı, o belgeye ulaşma ve kullanım şeklini ve de belgenin literatüre katkısını bir noktada etkilemiş oluyor.

AD: Evet, katalogçunun en azından şöyle bir vizyonu olmalı. Ben bu belgeyi tanımlarken toplumda kadınlar için nasıl bir değişim ve dönüşüm sağlayabilirim? Biraz önce verdiğim Necile Tevfik örneğine tekrar değineyim. Necile Tevfik arşivinde 132 belge var. 132 belge bir haftada kataloglanabilir ama ben birkaç yılda katalogladım. Üstelik bu yolda yürüyen bir insanım, biraz da yalnızım, çünkü bu şekilde çalışan, katalog yapan fazla kişi yok. Böyle bir çalışmanın içine girince, gerçekten kadın tarihinde yeni öznelerin ve bu öznelerin tarihe katkılarının nasıl ortaya çıktığını görüyorsunuz. Biraz zahmetli ve uzun süren bir çalışma ama bunun da yöntemleri var. Her şey her zaman böyle derinlemesine yapılmak zorunda değil ama yeni nesil katalogçular önemli çalışmalar yapıyorlar kadın tarihi alanında, çünkü belgelerin tomografisini çıkarıyorlar.

GT: Daha detaylı bir kataloglama sistemi araştırmacılar için bir çeşit yol haritası mı oluşturuyor?

AD: Kadın tarihi tarihçilerine yön vermekten çok, onlara alanları keşfettiriyoruz diyelim.

GT: Bu konuları sanıyorum daha detaylı nisan ayında gerçekleşecek olan “Türkiye’de Arşivciliğin Bugünü ve Yarını, Kadınların Arşivlerdeki Yeri” sempozyumunda tartışma fırsatı bulacağız.

AD: Evet… Öncelikle belirteyim, bu sempozyumu Beykoz Üniversitesi ile birlikte 30. yılımızı kutladığımız 2020’de yapmayı planladık ama COVID-19 nedeniyle bu toplantı yapılamadı ve 10-11 Nisan 2021’e erteledik.

Sempozyumu düzenlememizin amacı 30 yıldır yaptığımız çalışmaları bir teorik çerçeveye oturtmak. Son 50 yıldır gündemde olan toplumsal cinsiyet ve arşivcilik konularının ele alınacağı bir tartışma platformu oluşturmak istiyoruz. Vakfın yaptığı çalışmaların daha net bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamak ve özellikle de arşivcilik dünyasıyla böyle bir platformda, bir tartışma ortamında bir araya gelmek de temel amaçlarımızdan biri. 20. yüzyılda toplum kesimlerinin ve en başta kadınların eksik ve yetersiz temsili nedeniyle ortaya çıkan bütün alternatif arşiv merkezlerinin nasıl ve neden kurulduğunu da gündeme getireceğiz.

Bir de yeni bir noktaya işaret etmek lazım. Sempozyumda kadınların belge ve bilgi mirasının korunmasının esasında bütün toplumu ilgilendiren bir konu olduğunu anlatabilmek istiyoruz. Bu belleğin bütün toplumu ilgilendiren, maddi manevi bir çaba harcanması gereken bir konu olduğunu dile getirmeyi arzu ediyoruz. Sempozyumu iki ana konu altında topladık. Genel Arşivcilik ve Toplumsal Cinsiyet ve Arşivcilik. 29 konu başlığı mevcut, her biri arşivcilik dünyası ve kadın merkezli arşivlerde çalışanlar için birbirinden önemli konular: Arşivlerin iktidar ve güçle olan ilişkisi, sansürlenen arşivler, sürgün arşivleri, belge okuma teknikleri, Osmanlı arşivi ve kadınlar, yeni geliştirilen metodolojiler ve yöntemler, belge aktivisti olmak ne demek, ses kayıtlarının arşivlenmesi, dijital doğan belgelerin arşivlenmesi, sınıflandırılması.

GT: Peki, diğer ülkelerde kadın arşivleriyle, mesela Mısır’daki The Women and Memory Forum gibi, ya da Türkiye içindeki başka arşiv ve kütüphanelerle, Atatürk Kütüphanesi ve Osmanlı Arşivi gibi, işbirlikleri yapıyor musunuz, ortak projeler üretiyor musunuz? Araştırmacılar bu vakıftan haberdarlar mı?

AD: Bizim yurtdışında aynı alanda çalışan kurumlarla ilişkimiz vakıf kurulmadan önce başladı. Vakfın kurucu üyeleri incelemelerde bulunmak için hem Avrupa’da hem de Amerika’da kadın konulu belli başlı kütüphane ve arşivleri ziyaret ettiler ve meslektaşlarıyla iletişime geçtiler. Kuruluştan hemen sonra da yurtdışından birçok arşivci, kütüphaneci, araştırmacı yazar bizi ziyaret etti. Türkiye’de böyle bir kurumun varlığı onları çok şaşırttı. “Türkiye’de, İstanbul’da böyle bir kütüphane mi var, böyle arşiv mi var?” diye çok şaşırmışlardı ama artık o dönem geçti. Kütüphanemiz özellikle yurtdışındaki akademik dergilerde çok tanıtıldı. 1990’lı, 2000’li yıllardan birkaç örnek vermek gerekirse, Gender and History dergisinin kurucusu Leonore Davidoff İstanbul’a bir etkinlik için gelmiş ve kütüphaneyi ziyaret etmişti. “Gender and History dergisinde kadın koleksiyonları, kadın arşivleri, kadın kütüphanesi konularını bugüne kadar hiçbir zaman işlemedik, bunları hiç tanıtmadık. Bu çok büyük bir eksiklik bizim dergimiz açısından. Bu konudaki ilk çalışmamızda Kadın Eserleri Kütüphanesi’ni tanıtalım. Kadın koleksiyonlarının kadın tarihine katkısı nedir? Biz bu seriye bu şekilde başlayalım” dedi.The Women’s Library in İstanbul” başlığını taşıyan makale Temmuz 2000’de bu dergide yayımlandı. Sadece yurtdışı kurumları değil, akademik dergiler de bize oldukça yoğun bir ilgi gösterdiler. O dönemde sürekli iletişim halinde olduğumuz kurumlardan biri de Londra’daki The Women’s Library. Daha önce kurucusunun adını taşıyordu, The Fawcett Library, çünkü kurucusu ünlü bir süfrajist, oy hakkı savunucusu olan Millicent Fawcett. 1926’da kurulan bu kütüphanenin arşivcisi bugün kaybettiğimiz Anna Greening, o da Gender and History’de bir makale yazdı. “The Women’s Library in İstanbul and International Context.” Bu yazıda özellikle Ekim 1991’de organize ettiğimiz Uluslararası Kadın Kütüphane ve Arşivleri Sempozyumu’nda, Kadın Eserleri Kütüphanesi’nin İngiltere’den, Amerika’dan, İtalya’dan, Almanya’dan kütüphaneleri bir araya getirerek uluslararası bir katalizör rolü oynadığından bahsedildi. Daha sonra biz Kadir Has Üniversitesi ile Osmanlı’dan Günümüze Kadın Belleğinin Oluşmasında Kaynak Sorunlarıadında, ortak bir sempozyum düzenledik. Bu sempozyumun ardından da Journal of Middle East Women’s Studies’in o dönem yazı işleri müdürü olan Diane James sadece sempozyumu değil, kütüphaneyi de tanıtan bir yazı yazdı. İşte böyle ziyaretler, konferanslar, uluslararası toplantılarla dünyada kütüphanenin tanıtımı yapıldı. İlgi daha çok yurtdışındaki kardeş kuruluşlardan ve aynı amaç etrafında çalışanlardan geldi. Şimdi biraz değişti ama uzun zaman böyle oldu. Daha sonra Yeditepe Üniversitesi ile birlikte Kadın Hayatlarını Yazmak, Otobiyografi, Yaşam Anlatıları, Mitler ve Tarih Yazımı başlıklı bir konferans düzenledik. ASPASIA dergisinde Yeditepe Üniversitesi’ni ve kütüphaneyi tanıtan önemli bir yazı daha çıktı. Atria, Amsterdam’da, eski adı International Archive for the Women’s Movement, IAW, 1933’te kurulmuş bir kurum. İlginç bir hikâyesi var o kütüphanenin. İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler Hollanda’yı işgal ettiklerinde IAW’nin bütün arşivlerini, perdeleri dahil çalmışlar. Kurucularından biri olan, Yahudi Rosa Manus 1935 yılında üç defa İstanbul’a gelmiş. Hem bir kadın kütüphanesi kurucusu hem de önemli bir süfrajist, bir barışsever. Ne yazık ki Naziler tarafından tutuklanmış ve Ravensbrück’de kurşuna dizilmiş. Manus bu olaydan 6 ay önce bütün arşivini kuruma bağışlamış. Naziler el koydukları kütüphane ve arşivin bütün belgelerini o dönemde Almanya’ya götürdüler. Sovyet orduları Almanya’ya girince de bu arşivleri Moskova’ya götürdüler. Otuz-kırk yıl boyunca bu arşivlerin nerede oldukları hakkında hiç kimsenin bilgisi olmadı. İlginç hikâyeler, bağlantılar sonucunda bu arşivlerin Moskova’da olduğu Hollanda kütüphanecileri tarafından ortaya çıkarıldı. Dışişleri Bakanlığı, hükümet nezdinde temaslar sonucunda, Hollanda kraliçesine doğum günü hediyesi olarak arşivin Hollanda’ya dönüşü organize edildi. Atria’da önemli bir uluslararası kadın hareketi arşivleri mevcut. Bu kütüphane ile biz 2009 yılında Türkiye Kadın Konulu Kavramlar Dizini Thesaurus projesini imzaladık. Bu projenin Türkiye adaptasyonu dört yıl sürdü. Hem Türkçe basımında hem de İngilizcede, aynı anlamı ifade etmeyen kavramların yerine Türkçe yeni kavramlar da ekleyerek sonunda 2.087 terimlik bir Türkiye Kadın Thesaurus’u ortaya çıkardık. Avrupa’da ve Türkiye’de kadın konulu araştırmalarda kullanılacak terimlerde bir standartlaşmaya ulaştık sayılabilir. Ortak kavramlar üzerinde arama yaparak Avrupa Birliği ile ortak standartlar oluşturmayı amaçladık.

1991 yılında organize ettiğimiz ilk Uluslararası Kadın Kütüphane ve Arşivleri Sempozyumu’nda ortak çalışma geleneği başlattık. İkinci ortak çalışmamız 1994 yılında Schlesinger Kütüphanesi’nde, üçüncüsü ise, 3. Kadın Kütüphaneleri Enformasyon ve Dokümantasyon Merkezleri Uluslararası Kongresi’nde gerçekleşti. Bu kongre 22-28 Ağustos 1998’de IAW’nin organizasyonuyla Amsterdam’da “Know How Conference” adıyla toplandı. Biz de bu projenin içindeydik, ortak bir proje oldu. Konferansın bazı çalışmalarını biz yürüttük ve Ağustos 1998’de ben iki üç defa Hollanda’ya gittim konferansın hazırlık dönemi için, açılış konuşmacısı olarak da katıldım. Bizim yurtdışındaki belli başlı kurumlarla projelerimizi bu şekilde özetleyebiliriz ama daha pek çok proje mevcut.

Otuz yıl içinde biz Türkiye’de birçok kurumla işbirliği yaptık. Genellikle bu işbirlikleri yayıncılık etrafında organize oldu. Yayıncılık, katalog, bibliyografya, eski harfli Türkçe kadın dergilerinin trankripsiyonları gibi projeler için Kültür Bakanlığı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’yle, çeşitli ülkelerin kültür ataşelikleriyle işbirliği yaptık. Bir örnek vermek gerekirse, Kadınların Belleği Dizisi’nin 8 tane Osmanlıca transkripsiyonunu Finlandiya Büyükelçiliği sponsor etti. Çeviriyazımcılar her zaman gönüllü oldular ama baskıyı onlar destekledi. Bir de yayınevleriyle ortak çalışmalarımız var. İş Bankası Kültür Yayınları, İletişim, Metis, Tarih Vakfı yayınları, bir de Libra’yı unutmayalım. Son beş kitabı da Libra Kitap yayınladı. Ajandalarımız da var. Özellikle ajandaları sponsorluklarla yayınladık. Ege Seramik, Vakko, Beymen, Emlak Bankası, Ebru Grafik, Omo, EnerjiSA, Kom İç Çamaşırları... Peki bunlar nasıl oluyor? Mesela EnerjiSA ile biz nasıl tanıştık? Bizim EnerjiSA ile bir araya gelmemiz pek mümkün değil. EnerjiSA’da çalışanlar bir kadın komisyonu kurmuşlar. Ayda bir, kadın konusunda konuşması için bir konuşmacıyı davet ediyorlar ve hem kadın hem erkek personele yönelik sohbetler yapılıyor. İşte biz böyle tanıştık. Bir yerde bir halka oluşuyor ve bu şekilde ilişkiler gelişiyor.

GT: Bu kadar üretken kadınlar bir araya geldiğinde o halkaları yakalamak da zor olmasa gerek.

AD: Evet ama biliyorsunuz, üç arkadaşımızı kaybettik. Şimdi önemli olan ikinci ve üçüncü kuşaktan kadınların da orada çalışması ve yavaş yavaş böyle bir el verme ortaya çıkıyor vakıfta.

Bu nedenle Türkiye’de genellikle sempozyum organizasyonlarını hep üniversitelerle yaptık. 10. Yıl Sempozyumu’nu Boğaziçi Üniversitesi ile, Kadın Hayatlarını Yazmak sempozyumunu Yeditepe Üniversitesi ile, Kadın Belleğini Oluşturmada Kaynak Sorunu sempozyumunu Kadir Has Üniversitesi ile yaptık. En sonuncusu Türkiye’de Arşivciliğin Bugünü, Yarını ve Kadınların Arşivlerdeki Yeri ise Beykoz Üniversitesi ile gerçekleşecek. Bunun dışında birçok kurum ve kuruluşla işbirliği içindeyiz. Son 30 yıldır içinde bulunduğumuz binayı İBB bize tahsis etti. İBB de işbirliği içinde olduğumuz bir kurum. Son dönemde ortaklaşa bir sergi düzenledik. Önümüzdeki dönemde “İstanbul’un Arşiv Kurumlarında Kadın Özel Arşivleri” başlıklı bir kitap yayınlayacağız.

GT: Peki, Türkiye’de üniversitelerdeki kadın ve cinsiyet çalışmaları araştırma merkezleri ile ortak projeler üretiyor musunuz? Toplumsal cinsiyet araştırmalarına ortak katkı sağlama bağlamında karşılıklı veya tek taraflı işbirliğine yönelik girişimler var mı?

AD: Ortak projelerimiz var mı? Onlarla olan ilişkimiz, çalışmalar nasıl yürüyor? Şöyle diyebilirim… Kuruluş yıllarımızdan bu yana, toplumsal cinsiyet araştırmaları adını taşımasa da, ’90’larda, üniversitelerde önemli çalışmalar sürdürdük. Bu merkezlere konuşmacı olarak katıldık ve kadın merkezli arşiv ve koleksiyonlarımızı ayrıntılı olarak tanıttık. Orada eğitim gören öğrencilere tezleri için biz ne sunabiliriz, hangi kaynakları sunabiliriz? Bu önemli, çünkü o merkezlerden çıkacak olan bilgi doğrudan doğruya bu kaynaklarla bağlantılı. Dolayısıyla oradaki öğrencilerin bu kaynakları iyi tanıması, bilmesi önemli. Bu alanda bilgi üreten kurumlar arasında, yani toplumsal cinsiyet araştırma merkezleri ve kadın koleksiyonları arasında eskiye dayanan, tarihsel ve sistematik bir bağ var, çünkü ikisi birbirine bağlı. Bir nokta daha var. 1990’dan bu yana bu iki farklı kurum yapısı arasındaki ilişkide, bilginin erişime açılması konusunda teknolojik olarak büyük değişiklikler yaşadık. Bunlar bilginin transferini, bilginin yayılmasını nasıl etkiliyor? Bu iki kurum arasındaki iletişimi bu değişiklik nasıl etkiliyor? Bu da önemli. Araştırılacak, konuşulacak… Özellikle toplumsal cinsiyet araştırmaları ve kadın koleksiyonları arasındaki ilişkiler, bilgi üretimi nasıl desteklenebilir, bu araştırma merkezlerindeki konular, koleksiyonları nasıl etkiler ya da bu koleksiyonların içeriği orada yapılacak cinsiyet araştırmalarını nasıl etkiler? Bu karşılıklı etkileşimin Türkiye’deki durumu nedir? Bütün bunlar bu konunun önemli noktaları. Bize göre bunlar birbirinden ayrılmaz kurumlar, çünkü bu kurumlarda toplumsal cinsiyet konusunda bilgi üretiliyor, araştırma yapılıyor, burada da kaynaklar ortaya çıkarılıyor. O kaynaklar mevcut, dolayısıyla asıl mesele bunların buluşması nasıl olacak meselesi. Özellikle yurtdışında bu iki yapının ilişkileri konusunda birçok makaleler, araştırmalar mevcut ve son yirmi-otuz yıldır bu konuda cevaplar oluşturuluyor, ama kolay değil. Net cevaplar her zaman verilemiyor ama ortak görüş şu: Kadın merkezli arşivler kadın tarihine, feminist, entelektüel, politik ve kültürel çalışmalara verdikleri katkı nedeniyle bu alanda araştırmaların ilerlemesine destek oluyor, diğer taraftan da bu katkı sayesinde kadınların özgürleşmesinde önemli rol oynuyor. Bu iki yapı arasındaki tarihsel bağın bilincini bugün daha iyi bir şekilde ortaya çıkarabilmemiz ve bu bağın önemini çok iyi anlatabilmemiz lazım. Bu böyle olursa bu kütüphane ve arşivlerin toplumsal cinsiyet araştırmalarına daha iyi hizmet verme olanakları da ortaya çıkacaktır. Ben kadın araştırmalarında eğitim gören ve kütüphaneyi hiç duymamış öğrencilerle tanıştım; hiç haberleri yok. Herhangi bir fakülte değil bu ama hiç duymamışlar. Bu üzücü bir durum. 30 yıldır onlarla ortak bir proje yürütmedik ama yüksek lisans ve doktora öğrencilerine sürekli en iyi şekilde rehber olmaya çalıştık kaynak konusunda. Onun dışında, o merkezlerde çalışan hocalar da bizim kütüphanede birçok etkinliğe konuşmacı olarak katıldılar. Dolayısıyla sürekli iletişim içindeyiz. Ortak bir proje yürütmüyoruz ama bundan sonra bu bağın vazgeçilmez bir bağ olduğunu tartışmamız, konuşmamız lazım. Kadın merkezli ya da toplumsal cinsiyet merkezli araştırmalar ve çalışmalar yapan öğrencilerin kütüphane kaynaklarını daha iyi tanımasını, bu kaynakların çok daha fazla kullanılmasını ve başvurulmasını sağlamalıyız.

Marmara Üniversitesi Bilgi Belge Yönetimi Bölümü’ne birçok defa misafir konuşmacı olarak gittim. “Toplumsal cinsiyet ve arşivcilik nedir?” konuları gündeme geldi. Bu yeni alana birçok hoca ilgi duyuyor. Misafir konuşmacı olarak en azından oradaki öğrencilerin bu konudaki perspektiflerine, vizyonlarına, bilgilerine bir katkı sunmak için gidiyorum. Ama bunlar toplumsal cinsiyet araştırma merkezleri değil. Esasında bu merkezler “Gelin öğrencilerimize koleksiyonlarınızı tanıtın. Ne var bu koleksiyonlarda? Biz bunları yüksek lisans, doktora ders malzemesi yapmak için nasıl kullanalım?” yaklaşımıyla gelirlerse bu çalışmalar farklı boyutlara ulaşabilir.

Son bir örnek olarak, Muazzez İlmiye Çığ özel arşivini bağışladı. Ayrıca Kütüphane’de yer alan Hasene Ilgaz, Şirin Tekeli ve Pınar Kür’ün özel arşivleri, edebiyat, tarih ve kadın tarihi gibi pek çok açıdan oldukça zengin kaynaklar. Ancak bu kaynakları araştırmalarda çok az öğrenci kullanıyor. Bir şikâyet değil, sadece bir tespit ve dolayısıyla bunun farklı bir boyuta taşınması da zor değil; yeter ki adını koyalım.

GT: Peki, araştırmacılar kütüphanede hangi kaynaklara erişebilir? Kütüphane hangi koleksiyonlar konusunda zengin, hangi konularda eksik var?

AD: Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde 16 koleksiyon var. Bu koleksiyonlar ayrıntılı olarak web sitemizde yer alıyor, ancak arşivin niceliğini biraz daha iyi anlayabilmemiz için 2020 yılı itibariyle birkaç sayı vermek isterim. 2020 yılı itibariyle 15.000 tane kitabımız mevcut. Bu kitapların tek bir konuda olduğunu düşünürseniz, oldukça büyük bir kitap kaynağı. Türkiye’de kadın konusunda yazılmış araştırmaları, edebiyatçıların eserlerini, Türkiye’de ve dünyada kadın hareketiyle ilgili çalışmaları bulmak mümkün. Bu kaynakları daha özgün kılan birkaç koleksiyondan söz etmek istiyorum. Bunların başında kadınların özel arşiv koleksiyonu geliyor. Aynı zamanda bu koleksiyonda kadın örgütlerinin, kurumların özel arşivleri var. Bu koleksiyonlarda mektup, fotoğraf, resmî evrak gibi çeşitli belgeler yer alıyor. Bütün özel arşivler nemlendirmenin sağlandığı, kompakt raflarda muhafaza ediliyor, böylece uygun koruma ortamı sağlanmış oluyor. Bu alanda çalışan araştırmacılar başka hiçbir yerde bulamayacakları birincil kaynakları buluyorlar. Bir de süreli yayınlar koleksiyonumuz var. Bu koleksiyonda iki ana kısım var. Biri eski harfli Türkçe kadın dergileri (1928 yılına kadar), diğeri de yeni harfli kadın dergileri. Süreli yayınlar koleksiyonunda tümü kadın dergisi olan 441 derginin yaklaşık 25.000 sayısı bulunmaktadır. Koleksiyonda yer alan dergilere ve kitaplara çok sık başvuruluyor. Bunun yanı sıra önemli ve özgün bir koleksiyon da kadın örgütleri ve örgütlenmeleri. Türkiye’de bu alanda tek olan bir koleksiyon. Çünkü sistematik bir şekilde kadın örgütlerinin belgelerini topluyoruz. Bugün vakıfta Osmanlı’dan günümüze çeşitli meslek örgütlerine, yardım kuruluşlarına, üniversitelerin kadın araştırma bölümlerine ve bağımsız kadın hareketine ait 711 tane kurumun belgeleri bulunuyor. Bu büyük bir sayı ve yanı sıra kadınların ürettiği efemeralar var. Türkiye’de efemera koleksiyonu olan kütüphaneler az, çünkü efemeralar pek sistematik bir biçimde toplanmıyor ya da başka koleksiyonların içine giriyor. Biz kadın konulu efemeralar için yeni bir bölüm açtık. Bunun dışında kadın yazarlar koleksiyonu, kadın sanatçılar, gazete kupürleri, sözlü tarih koleksiyonu, nadir eserler koleksiyonu, bir de güncel olan ve çok kişinin başvurduğu tez ve makale koleksiyonu vakıfta bulunmaktadır. 1940’lardan günümüze kadar kadın konusunda yazılmış 601 tane yüksek lisans ve doktora tezi ile çeşitli dillerde kadın konusunda yazılmış 7.220 tane makale bu koleksiyonda yer alıyor. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet araştırma merkezlerinde eğitim görenler için önemli bir kaynak teşkil ediyor.

Diğer ülkelerde kütüphane ve arşiv merkezleri 20. yüzyılın başında, 1910’lu, 1920’li yıllarda kuruldular. Biz biraz geç kurulduk. 100-150 yıllık bir dönemi düşünecek olursak, son 30 yıl hariç önemli eksikler söz konusu. Bana hangi alanda eksikler olduğunu sordunuz. 1990’dan önce kadınların ve kadın hareketinin ürettiği bütün belgeler için kişilere, kurumlara, müzayedelere, mezatlara, bu belgeleri elde edebileceğimiz her yere elimizden geldiğince başvurduysak da ciddi bir kayıp var. Bir tek örnek vermek gerekirse, birinci dönem Türk Kadın Birliği (TKB) 1924-1935 arası faaliyet göstermiş bir dernek. Hiçbir arşivi yok. Derneğin kurucularından Nezihe Muhittin’in özel arşivi yok diyemiyorum, çünkü ümidimi kaybetmek istemiyorum ama arşive henüz ulaşamadık. Hiç belli olmaz, bir yerden çıkabilir ama yüksek olasılıkla hiçbir zaman bulamayacağız. Sonuç olarak kütüphanede belge açısından en geniş, en zengin yelpaze son 30 yıl, ama biraz önce söylediğim gibi çabamız sürekli devam ediyor. 1930’larda heykeltıraşlık yapmaya başlamış bir kadının, Lerzan Bengisu’nun özel arşivi bize getirildi. Biz de imece usulüyle arşivi alabilmek için büyük bir örgütlenme yaptık. En sonunda bu arşivin sahibi arşivi satmaktan vazgeçti. Ya başkasına satmak istiyor ya başkasına sattı ama arşiv bu kuruma giremedi. Bu ayrı ve acıklı bir konu. Üretken kadınların arşivlerine aileleri tarafından hiç sahip çıkılmıyor veya arşivler sahaflarda, mezatlarda parça parça satılıyor. Bu ailelerin arşivlere sahip çıkmaması önemli bir konu. Biz mümkün olduğunca bu arşivleri her yerden toplamaya çalışıyoruz. Koleksiyonlarla ilgili söyleyeceklerim şimdilik bunlar.

GT: Peki, bir de fon meselesi var. Vakfın veya vakfın yürüttüğü projelerin fonu hangi kaynaklardan sağlanıyor? Bağış yapmak isteyen kişiler, kurum ve kuruluşlar hangi kanallardan size ulaşabilir? Bağış politikanız nedir?

AD: Biz de diğer bütün STK’lar gibi sınırlı bütçeye sahibiz, dolayısıyla bugüne kadar yaptığımız bütün çalışmaların aşağı yukarı tümünü bir sponsor bularak yaptık. Bu da zor bir süreç. Örneğin kütüphaneci Sönmez Taner arşivinin dijitalleştirmesine kendisi sponsor oldu. Nazan Moroğlu da aynı şekilde kendi özel arşivini bağışladı, kataloglaştırma ve dijitalleştirmeye kendisi sponsor oldu. Küçük bir parantez açayım. Kütüphanenin ve vakfın kuruluşu ile birlikte son 30 yıldır kadınların kendi özel arşivlerini bağışlama geleneği çok yaygınlaştı. Daha önce “Özel arşivinizi bağışlar mısınız?” deyince sanki o insanları ölümle karşı karşıya getiriyormuş gibi bir his vardı bağışçıyla bağışı isteyen arasında, artık böyle bir şey söz konusu değil. Kadınların hayattayken özel arşivlerini, en azından bir kısmını bağışlama geleneği artık oturdu diyebiliriz. Özel arşivlerden bir örnek daha vermek gerekirse, Müfide İlhan arşivi de böyle. Türkiye’nin ilk kadın il belediye başkanı Müfide İlhan 1952’de Mersin belediye başkanı seçildi. Birkaç yıl önce ailesi ve özellikle kızları özel arşivini toparladılar, kütüphaneye bağışladılar ve neredeyse 10 kişilik aile üyelerinin hepsi bir araya gelip arşivin dijitalleştirilmesi ve kataloglanması için sponsor oldular. Bu da Türkiye’de çok yeni bir gelenek.

Kadın hayatlarını yazmaktan söz etmiştik. Bu sempozyumu Yeditepe Üniversitesi ile birlikte yaptık. Bir de kütüphanede bulunan nadir eserlerin dijitalleştirme projesini gerçekleştirdik. Bunu da bizi birkaç kez sponsor eden, merkezi Amerika’da bulunan The Global Fund for Women destekledi. Fragen Projesi’ni Avrupa Birliği’nden bir fonla gerçekleştirdik. Kadınların Belleği dizisi Finlandiya Büyükelçiliği tarafından desteklendi. Bir de İstanbul Avrupa Kültür Başkenti döneminde vakıf “İstanbul Kadın, Kadın İstanbul” başlıklı bir proje yaptı, bunu da Kalkınma Ajansı destekledi. Yine Kadir Has Üniversitesi ile Osmanlı’dan Günümüze Kadın Belleği Oluşturmada Kaynak Sorunu projesine onlar sponsor oldu. Kadın Thesarusu’nu da birkaç Kültür Ataşeliği ve Avrupa’daki bir fonun desteğiyle yaptık. 10. yıl sempozyumumuzu Boğaziçi Üniversitesi’nin İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüyle, Cumhuriyet’in 75. yılında kadınlar sergisini İstanbul Valiliği ile ve Kültür Bakanlığıyla, Birinci Uluslararası Kadın Kütüphaneleri ve Dokümantasyon Merkezleri sempozyumunu 1991 yılında Fransız, İngiliz, ABD kültür ataşelikleri ile İstanbul’da gerçekleştirdik. Bu şekilde, zor da olsa, adım adım 30 yıldır bu destekleri alarak devam ettik ama bu desteklerin önemli bir özelliği var; bu projelerde yer alan hiç kimse maaş almıyor. Tamamıyla gönüllü emek. Sponsorluklar genellikle matbaa ve baskı masrafları, onun dışında bir sempozyum söz konusu ise sempozyum bildirilerinin basımı ya da sempozyum sırasında spontane çeviri ekipmanı kiralamak, ikramlar ya da yurtdışından gelenlerin otelde kalabilmeleri ve uçak biletleri için harcanıyor, ama fiilen projede çalışan hiç kimse maaş almadı bugüne kadar ve her şey gönüllü emekle gerçekleşti.

GT: Binanın elektriği, suyu?

AD: Arşivin, koleksiyonların, kütüphanenin ve vakfın yürütülmesi tamamıyla vakfa aittir, dolayısıyla bütün bu konularda bağımsızdır. İBB elektrik, su, altyapı çalışmaları, binanın tadilatı, güvenlik ve bir personel tahsisi ile destek veriyor. Arşivcimiz, kütüphanecimiz, genel koordinatörümüz ve genel koordinatör yardımcımız var. Kütüphanede toplam 6 kişi çalışıyor. Bir de beş kişiden oluşan bir yönetim kurulu, üç kişiden oluşan bir denetleme kurulu ve yirmi beş kişiden oluşan bir genel kurul var. Ücretli ve gönüllü çalışanlarla birlikte aşağı yukarı bugün 15-20 kişilik bir ekip olduğumuzu söyleyebilirim.

GT: Biraz da bağış politikanızdan söz eder misiniz? Telif hakları, özel arşivlerin bağışlanması çok hassas konular.

AD: Vakfın bağış alma koşulları diğer vakıflarla aşağı yukarı aynıdır. Kamu yararına vakıf değiliz. Kamu yararına vakıfların bağış kabul etme süreci daha farklı. Bizim vakfın alabileceği bağışların birkaç kategorisi var. Nakdi bağışlar ve ayni bağışlar. Onlar da kendi içinde farklı özelliklere sahipler. Ayni ve nakdi bağışlar şartlı veya şartsız olabilir. Şartlı bağışların amaçlarında bağışçının belli bir şartının yerine getirilmesi söz konusudur. Bağışçı şartlı bağış yaptığı zaman, nakdi veya belge bağış sürecinin başında şartlarını belirleyebilir. Genellikle nakdi veya ayni bütün bağışların karşılığında vakıf mutlaka bir bağış makbuzu keser. Nakdi bağışlarda da üç çeşit bağış var. Şartlı bağış, düzenli bağış ve düzensiz bağış. Şartlı bağışlar, biraz önce söylediğim gibi bağışçının şartı doğrultusunda değerlendiriliyor ve bağışçı bu süreçten haberdar ediliyor. Bağışçı belirli dönemlerde yaptığı bağışla işin nasıl ilerlediğini takip etmek, görmek ister. Vakfa bağış yapan bir kişi, bir kurum veya aile olabilir. Bu bağış sırasında bir sözleşme imzalanıyor ve bu sözleşmede bağışın bütün şartları teker teker ifade ediliyor. Bazı bağışların da hiçbir şartı yok. Dolayısıyla sadece bağış yerine getiriliyor. Düzenli bağışlar genellikle aylık olarak vakıf çalışmalarını destekliyor ve bağışçı tarafından yapılıyor. Vakfı bilen, çalışmalarını takip eden ve Kadın Eserleri Kütüphanesi dostu diyebileceğimiz bir grup mevcut bugün ve bunun yanı sıra zaman zaman küçük kampanyalar, belirli amaçlar etrafında da bağışlar toplanıyor. Vakfın bütün çalışmaları bu bağışlar sayesinde yürüyebiliyor ama bizim için en kıymetli olanı düzenli bağışlar. Çünkü ya kredi kartı üzerinden ya da yılda bir defa bankaya giderek 12 aylık düzenli ödeme formu dolduruyorsunuz ve bir yıl boyunca otomatik olarak vakfın hesabına bu miktar yatıyor. Tek seferlik bir bağış için de kredi kartı üzerinden böyle bağışlar yapılmakta. Bağışçı sayısı konusunda arzu ettiğimiz noktaya henüz ulaşmadık ama günün koşullarını hesaba katarsak oldukça iyi bir sayıda olduğumuzu söyleyebiliriz. Sivil toplum kuruluşlarına bağış yapma ve gönüllülük için harcanan zaman kültürünü teşvik etmemiz lazım, bu çok yaygın değil. Yurtdışında bulunduğum dönemde “Zamanımız yok, başka türlü destek olamıyoruz ama benim görüşlerime, amaçlarıma uygun” diyerek her ay 16 tane STK’ya yıllarca düzenli bağış yapan insanlarla tanıştım. Dolayısıyla bağış verme kültürünü bir şekilde tanıtmamız ve geliştirmemiz gerekiyor.

GT: Bu fonların önemli bir kısmı da dijitalleştirme projelerine gidiyor bildiğim kadarıyla. Bu alanda nasıl çalışmalar yapıyorsunuz? Ben geçen hafta kütüphanedeydim, bütün arşiv odaları dolu görünüyor. Yer sıkıntısı sorununa da bir çözüm getiriyor dijitalleştirme çalışmalarınız sanıyorum.

AD: Evet, dijitalleştirmede en önemli iki konu belgeyi korumak ve erişime açmak ve böylece mümkün olduğunca çok sayıda araştırmacının bu belgelere kolayca ulaşmasını sağlamak Az önce sözünü ettiğim için Müfide İlhan ve Nazan Moroğlu’nun özel arşivlerinin dijitalleştirme süreçlerini çok kısa geçeceğim. Şu anda kütüphanenin dijitalleştirdiği binlerce belge var. Bunların bazıları erişime açıldı, bazıları ise henüz açılmadı. Müfide İlhan ve Nazan Moroğlu arşivleri erişime açık. Bir de yeğeni, Kerime Nadir’in fotoğraf arşivini bağışladı. Arşivdeki bine yakın fotoğraf dijitalleştirildi ve bugün erişime açık durumda. Özellikle o alanda çalışanlar için güzel bir kaynak. Dijitalleştirdiğimiz bir başka kaynak, eski Türkçe kadın dergileri. Neredeyse tümü dijitalleştirildi ve erişime açıldı. Büyük kategorilerin dışında ilginç bir belgeyi sizinle paylaşayım. İpek İlkkaracan’ın bir şekilde eline bir defter ulaşmış. Hortense Wood’un defterleri. Defterleri vakfa getirdi, dijitalleştirdik ve orijinalleri kendisine iade ettik. Hortense Wood İzmirli, Levanten bir ailenin üyesi. 20. yüzyılın başında süfrajet hareketiyle ilgili yabancı gazetelerden kestiği kupürleri iki defter haline getirmiş ve bu iki defter 250 sayfadan oluşuyor.

2020 yılında siz dijitalleştirme konusunda ne yaptınız derseniz, özellikle pandemi döneminde dijitalleştirme önemli boyutlara ulaştı kütüphanede. Bütün gün herkes evde dijitalleştirme yaptı. Etkinlik, okuyucu, ziyaretçi yok. 17 Mart’tan beri dijitalleştiriyoruz ve katalogluyoruz. Maalesef makineler çok hızlı değil. Son model makinelere sahip olsaydık herhalde bunun üç katı kadar dijitalleştirme yapabilirdik. Ben rakamları çıkardım sizin için. 14.000 belge dijitalleştirmişiz. Oldukça yüksek bir rakam. Biraz önce kadın örgütleri ve örgütlenmelerine ait 771 tane dosya var demiştim. Bunların önemli bir kısmı dijital durumda ama biraz önce altını çizdiğiniz bir konu vardı. Maalesef bir kuruldan geçmeden tümünü erişime açamıyoruz, çünkü telif hakkı meselesi var. Özel hayatla ilgili bilgi kısıtlaması var. Çeşitli sakıncaları olan belgeler olabilir. Maalesef bu konuda yeterince geniş bir ekibimiz yok. Bütün dijital belgeler ancak belirli bir kontrolden geçtikten sonra erişime açılabilir. Nazan Moroğlu ve Müfide İlhan arşivleri için bu süreç kolaydı, çünkü herkes hayatta. Aileler baktı ve “Bütün belgeleri erişime açabilirsiniz” dediler. Bizim kurucularımızdan biri olan Şirin Tekeli’nin özel arşivi tamamıyla dijital halde ve de kataloglandı. Ama bu mektupların ne kadarının paylaşılabilir olduğu, ne kadarının özel olduğu meselesi söz konusu. Ancak üstünden 70 yıl ya da 100 yıl geçtiği zaman artık böyle bir denetim söz konusu olmuyor. Belgeler kamuya mal oluyor ama kişi iki sene, üç sene önce hayatta idiyse böyle bir telif hakkı doğuyor ve özel hayata dair bilgilerin paylaşılmaması konusunun dikkate alınması gerekiyor.

GT: Kendi beyanı yoksa, buna karar veren birinci derece aile bireyleri mi oluyor?

AD: Kendinin bir beyanı yoksa ve aile veya bir grup varsa işimiz daha kolay, çünkü onlarla bunu paylaşmak mümkün, ama hiç kimse yoksa bunun bir kurul tarafından yapılması gerekir.

GT: Bunun gibi başka farklı yenilikçi arşivcilik metodoloji ve kaynakları kullanılıyor mu?

AD: Kullanılmaya gayret ediliyor. Bu bir günde oluşabilecek, yerleşebilecek, gelenek haline gelebilecek bir şey değil. Yeni gelişmelere bu kadar çabuk adaptasyon söz konusu değil. Özel arşiv belgeleri kullanılıyor ama daha fazla kullanılabilir, daha fazla başvurulabilir. Bunun böyle olması için sınıflandırma şemalarının da ince bir şekilde oluşturulması lazım. Size bu farklı arşivcilik metodolojileri ile ilgili bir örnek vermek istiyorum. Farklı metodolojiler nerede kullanılabilir? Bir arşivin tasnif şemasında ve kataloglama alanlarında geliştirilebilir bu farklılık. Sınıflandırma şeması bir özel arşivin omurgasını oluşturuyor. Kendim yaptığım için size bunu anlatmaya çalışacağım. Kadınlar hakkında belgelerin ya da özel arşivlerin sınıflandırma şeması nasıl olmalı? Toplumsal cinsiyet kavramı ile yakından ilişkili olan sınıflandırma şeması, kadınlar hakkında bilgi üretimi, kadın tarihine bir katkı ve arşivciliğe yeni bir yaklaşım olarak ifade edilebilir. Kadın merkezli arşivcilik alanında biraz önce de değindiğimiz yeni metodolojiler ve alternatif yöntemler, aynı zamanda genel arşivcilik teorisine ve pratiğine de yeni bir bakış açısı getiriyor. Bu sınıflandırma şemaları kadınların özne olarak tarihteki konumunu ve yerini ortaya çıkarıyor, toplumsal cinsiyet kavramı ile arşivcilikte çalışmak anlamını taşıyor ve son 50 yıldır yeni bir uzmanlık alanı da yarattı. Bazı kişilere soruyorsunuz. Mesleğiniz nedir? Kadın tarihi arşivcisi. Arşivci değil, kadın tarihi arşivcisi. Bu kadın merkezli arşivciliğin ortaya çıkardığı, yeni bir meslek. İnsanların belgelerle olan ilişkisinde ya da bir arşivin oluşumunda kendi belgelerimizle karşı karşıya kaldığımızda nasıl bir bağ, nasıl bir ilişki kuruluyor? Mesela Necile Tevfik arşivi 132 belgeden oluşan küçük bir arşiv ama Necile Tevfik arşivinde yüzlerce, binlerce belgenin arkada kaybolduğunu hissediyorsunuz. Bir belge size ulaşmış ama bu belgenin var olabilmesi için arkasında en az 50 belge olması gerekir.

Bu küçük arşivden yola çıkarak söyleyebiliriz ki, insanların belgelerle olan ilişkisinde ve oluşum sürecinde iki seçenek mevcut. Hangi belge korunmaya değer ve bu doğrultuda hangi belge saklanmalı? Ya da hangi belge imha edilmeli? Kendi belgelerinizle baş başa kaldığınızda, özellikle de onları bağışlama sürecine girdiğinizde böyle bir ikilemle karşılaşacaksınız. Zaten bu konuda Derrida’nın güzel bir makalesi var; “Arşiv Humması”. Orada anlatıyor ve “seçmek unutmaktır” diyor. Burada mesele insanların kendi belgeleriyle olan ilişkisi. Kadın özel arşivinde bulunan belgelerin sınıflandırmasında, belgelerle olan ilişkilerde olduğu gibi sınıflandırma şemasında da iki seçenek var. Bu kadın merkezli arşivcilikte önemli bir konu. Birincisi arşivin yaratıcısının tarihteki rolünü ortaya koymak ya da koymamak. Bu çalışma sırasında önemli bir aşama. Ben bu kadının tarihteki rolü ne olursa olsun bu rolünü ortaya koyabilecek miyim, koyamayacak mıyım? Bu sınıflandırma aşamasında bir anahtar seçim. Arşivin yaratıcısıyla birlikte yürümek, belgeleri alternatif bir okuma ile incelemek, toplumsal cinsiyet prizmasından geçirerek, arkeolojik bir kazı gibi katmanları tek tek incelemek ve ilk bakışta görünmeyen birtakım yeni bilgilere ulaşmak. Sınıflandırma şeması, özellikle toplumsal cinsiyet konusu çerçevesinde arşivcilik çalışmalarına yeni bir bakış kazandırdı ve arşivcilikte feminizm dönüm noktası olarak adlandırılan yeni bir dönem açtı. Bu dönem kadınları ve kadın hareketlerini merkezine alan yeni koleksiyonların, yaklaşımların, yöntemlerin, kataloglama kurallarının ve sınıflandırma şemalarının dönemidir. Bütün alternatif çalışmaların merkezinde kadınlar vardır ve tırnak içinde söylüyorum, arşivin sadece korumacı statüsüne yaklaşımına, diğer bir deyişle “listemi yaptım, kutuya koydum, artık güvende” meselesine uzun zamandır karşı çıkılıyor. Tabii ki korumaya alacağız, ama mutlaka bu belgeler üstünde özel bir çalışma yapmak lazım. Yeni öznelerin, yeni alanların, yeni konuların ortaya çıkabilmesine yardımcı olmak lazım. Dolayısıyla bu yeni yaklaşım ve alternatif okumalar bir kadın özel arşivinde net bir biçimde ortaya çıkıyor. Alternatif yaklaşımlar emek isteyen, okuma isteyen yeni metotlar. Biz de bunları kütüphanede yavaş yavaş gerçekleştirmeye gayret ediyoruz.

GT: Sözlü tarih çalışmaları konusunda neler yapıyorsunuz?

AD: Sözlü tarih çalışmaları 1994 yılında başladı kütüphanede, ama ilk oturum 1991 yılında yapıldı. Sözlü Tarih Nedir çalıştayında Schlesinger Kütüphanesi’nden Patricia Miller King ile bir atölye çalışması yaptık. ABD’de gerçekleştirilen Black Women Oral History Project (Siyah Kadın Sözlü Tarih Projesi) hakkında bize bilgi verdi. Bizim için ilk çalışma o oldu ve 1994 yılında yaptığımız ilk sözlü tarih projesini kamuoyunda duyurmak için 1995 yılında da bir sözlü tarih çalışma atölyesi düzenledik. Mübeccel Kıray, Çağlar Keyder, Mete Tunçay’ın da katıldığı ve iki gün süren sözlü tarih atölyesinde bazı konuşmacıları dinledik. Biz de kendi çalışmamızı açıkladık. 1994’te yürüttüğümüz ilk proje, 1923’ten önce doğmuş kadınlarla yapılan sözlü tarih çalışmaları pilot projesiydi ve bir yıl sürdü. 1994-1995 arasında proje çerçevesinde Hayrünnisa Köni, Sare Okçu, Gültekin Ağaoğlu, İclal Balkan, Esma Deniz, Neşet Eren, Peride Celal, Zeynep Fırat Menemenci, Araksi Orakyan, Nimet Özgüç, Lütfiye Arıbal, Seniye Fenmen ve Müfide İlhan ile bir sözlü tarih projesi gerçekleştirdik. Bundan söz etmek istedim, çünkü aradan neredeyse 30 yıl geçti ve sesli kayıtlar ve transkripsiyonlar eskidi. Biz son iki aydır bu projenin bütün tadilatını yaptık. Kasetleri dijitalleştirdik, eskimiş transkripsiyonları yeniden yaptık. Yeniden dinlendi, yeniden düzeltildi ve geçen hafta tamamlandı. Bugün sesiyle, görüntüsüyle ve transkripsiyonu ile bu kadınlarla 1994-1995 yıllarında yapılmış sözlü tarih arşivine ulaşabilirsiniz.

Daha pek çok proje var ama bir ikincisini daha anlatayım. 1999’da bir yıl süren bir sözlü tarih projesi daha yaptık. Proje kapsamında CHP, MHP, DYP ve Fazilet Partisi’nden on kadın milletvekiliyle görüştük. Daha sonra birtakım projeler sürdürdük ama 2021-2023 yılında bu sözlü tarih projeleri biraz daha canlanacak ve gündeme gelecek.

GT: Peki, özel arşiv bağışı veya aile arşivi bağışı geleneği yaygınlaşıyor mu?

AD: Türkiye’de kadınların arşivlerini bağışlama geleneği yeni bir olgu. Özellikle hayattayken arşiv bağışlayanlar daha enderdir ama bu da yaygınlaşıyor şimdi. Kadın özel arşivlerine kısa bir bakış yöneltecek olursak, Adalet Ağaoğlu ve Halet Çambel Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışladılar arşivlerini. Adalet Ağaoğlu 3.000’e yakın kitabını ve özel arşivini bağışladı. Abdullah Kuran Kütüphanesi’nde ise Adalet Ağaoğlu Araştırma Odası mevcut. Bir de dünya çapında bir arkeolog olan Halet Çambel, arşivleri dışında 1930’lardan beri ailesiyle birlikte oturduğu Boğaziçi Arnavutköy’deki Kırmızı Yalı’yı da üniversiteye bağışladı. Boğaziçi Üniversitesi de yalıyı restore ettirecek, daha sonra da Halet Çambel, Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırma Merkezi’ni açacak. Türkiye’de toplumsal mücadelenin ve düşünsel hayatın önde gelen kadınlarından çoğunun arşivi ne yazık ki henüz bize ulaşamamış diyebilirim. Şükûfe Nihal biyografisinde Hülya Argunşah, kitabın önsözünde bu kadar çok yazmış ve toplumsal hayatta önemli bir yer tutan Şükûfe Nihal’in hiçbir özel arşiv belgesinin günümüze ulaşamadığının altını çiziyor. Ben buna arşivsiz kadınlar kuşağı diyorum. Mesela Suat Derviş gibi toplumsal mücadelenin içinde olan bir kadının sadece üç mektubu günümüze ulaştı. Kadınlar kadın hareketinin ve kadınların ürettiği belgelerin kaybolmaması için yüz yıldır mücadele veriyorlar. Türkiye’de de bu böyle başladı, devam ediyor ve büyük bir ihtimalle 30-40 sene sonra farklı boyutlara ulaşacaktır. Mesela Schlesinger Kütüphanesi’nin depolarını gezdim, kilometrelerce uzunluktaydı. Biliyorsunuz, arşivler uzunluğuyla ifade ediliyor. Küçük arşivler 0-50 metre. Tahmin ediyorum ki biz 30-50 yıl sonra bu çapta arşivlere sahip olacağız.

GT: Şimdi hep merak edilen soruyu sormak isterim. Türk Kadın Birliği arşivleri nerede, biliyor muyuz? Bu konuda Kadın Eserleri Kütüphanesi’nin bir girişimi var mı?

AD: Bu konuda çok sorular soruldu. Neden? Çünkü bu kadınların kendi arşivlerine verdikleri değerlerle ilgili bir bilinç meselesi. Bir de baskı, sansür, öfke ve de kadınların kendi arşivlerine biçtikleri değer; önemsiz gördükleri için arşivler atılıyor. Ayrıca özel hayatla ilgili her şeyin saklanması meselesi var. Hiç kimseyle paylaşmama, “Ben tarihî bir değer taşımıyorum, belgelerimin hiçbir önemi yok” denerek belgelerin yırtılıp atılması.

İkinci nokta, kamu arşivlerinin bu arşivleri talep etmemeleri. Kadınların kendi koleksiyonlarına önem vermemeleri, onların temsil edilmesi için hiçbir çaba sarf etmemeleri. Sonuncusu kadın merkezli arşiv kurumlarının varlığının olmaması. Bir başka önemli nokta da siyasi koşullar. Özellikle 1980 yılında birçok arşiv kayboldu. Zaten bütün siyasi kriz ortamlarında çok önemli arşivler kayboluyor, dolayısıyla siyasi faktör de önemli. 2014 yılında birinci ve ikinci dönem TKB’nin özel arşivini bulmak için çok çaba harcadım. Çok aradıktan ve hiçbir şeye ulaşamadıktan sonra Türk Kadınlar Birliği’nin bugünkü başkanı Avukat Sema Kendirci ile iletişime geçtim. Birinci dönem ve ikinci dönemle ilgili ne tür belgeler var ve bu belgeler nerede, erişime açık mı? Sema Kendirci ile görüştüm, kurucular hakkında bilgi ve arşiv olmadığını söyledi. O gün eski başkan Günseli Özkaya’yı da davet etmişti. 2009 Mayıs ayında buluştuk ve Ankara’da Anadolu Kulübü’nde beraber bir yemek yedik, konuştuk. İki saatlik görüşmenin ardından bu özel arşivlerin olmadığını söylediler. 1949’da kurulan ikinci dönem TKB oldukça yeni bir örgüt. 12 Eylül 1980 darbesinde TKB’nin bütün arşivine el konduğunu ve daha sonra yapılan bütün araştırmalara rağmen belgelerin bulunamadığını söylediler. Bu konuda biraz daha ümit var. Eğer onlar belirli bir depoda saklanıyorsa, el konmuş arşivlerin açılması Batı’da sık gördüğümüz bir şey. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında toplumu ikiye bölebilecek, toplumu rahatsız edebilecek, özellikle Nazilerle işbirliği yapmış toplum kesimleriyle ilgili arşivler uzun senelerce saklandı. Tümü olmasa bile kısmen bu arşivler bilgi edinme hakkı yasası çerçevesinde erişime açıldı. Belki bir gün TKB ikinci dönemin böyle el konmuş arşivleri önümüze çıkacak. 1924-1935, 1949-2020 arasında Türkiye’nin en yaygın ve uzun ömürlü örgütüyle ilgili hiçbir arşiv ne yazık ki onların ifadelerine göre mevcut değil. TKB iki dönem hakkında belge tabii ki var ama onlar kurumun resmî arşivleri olarak mevcut değil. Başbakanlık arşivinde, kişilerde ve Cumhurbaşkanlığı arşivinde var ama bunlar tek tük belgeler. Kısacası, bugün böyle bir arşiv mevcut değil.

Aslı Davaz; Özel Arşivler Konferans Dizisi, “Kadın Özel Arşivlerinin Kurumsallaşması”, 28 Kasım 2018, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı.

GT: Vakfın ileriye dönük projeleri nelerdir?

AD: İleriye dönük birçok projemiz var. Bu alanda yapılacak birçok iş var ama insan ve maddi olanak sınırlılığı bazı projeleri daha ön plana koymayı gerektiriyor. Yayın, proje ve etkinlik yapıyoruz ama bizim ana çalışma alanımız arşiv ve koleksiyonları geliştirmek, erişime açmak ve bu vesileyle kadın tarihine katkıda bulunmak; dolayısıyla bu birincil kaynakları erişime açarak kadınların özgürleşmesine de bir katkı sağlamak. Bizim ileriye yönelik projelerimizde şimdilik önceliğimiz yaşadığımız çağ ile doğru orantılı olarak dijital doğan belgeler ve bu dijital doğan belgelerin arşivlenmesi. Bu yeni bir konu ve hızla tüketilen ve hızla kaybolan bir alan olduğu için farklı teknolojileri ve örgütlenmeleri gerektiriyor. Dijital doğan terimi sadece kâğıttan dijitalleştirdiğimiz ve analog materyalin yeniden biçimlendirilmesi değil, tamamıyla dijital olarak tasarlanan ve ortaya çıkan belgeler. Burada web siteleri, bloglar, internet ortamında yayın yapan dergiler, gazeteler, e-postalar ve sosyal medyanın belge ve bilgilerinin arşivlenmesi ve kataloglaması söz konusu. Elli-yüz sene sonra bu materyallere başvurmak isteyenlerin bir boşlukla karşılaşmamaları lazım. Bu da bizim önemli bir görevimiz. Şimdi çağdaş belgelere erişim olanağımız var, hepsi elimizin altında. Bu belgelerin karşı karşıya kaldıkları üçlü bir tehlike var; bunlar yakılma, atılma ve unutulma. Ancak yakılma, atılma ve unutulma döneminin dışına çıkılacağı zaman, bunu kesinlikle bugün arşivlemek kadınlar olarak önemli bir görevimiz. Kadın hareketine bakıyorsunuz, yüz yıl önce keşke bunlar saklansaydı, keşke bunlar bugün bir kütüphanede olsaydı diyorsunuz. Günümüzde her şey elimizin altında olduğu için bunun dayanılmaz sorumsuzluğunu da yaşıyoruz ama bu alanda çalışan arşivcilerin sadece mesleklerini yapmakla yetinmemeleri lazım, çünkü arşivci olmak sadece bir mesleği icra etmek değil, aynı zamanda da önemli bir tarihsel sorumluluk. Bu bağlamda bugün kadınların ve kadın hareketinin sıkça kullandığı dijital platformların ürettiği belgelerin korunması bizim de gündemimizin önemli bir konusu. Fakat bu alanda hazır cevaplar, hazır koruma yöntemleri bulunmuyor. Dolayısıyla oldukça güç bir konu.

GT: Son olarak sizin geleceğe yönelik bir hayaliniz var mı, onu sormak isterim. “Şunu da yapmak isterim arşivde” ya da “şunu da bugüne kadar hep gerçekleştirmek istedim ama bir türlü şartlar, imkânlar elvermedi” dediğiniz bir projeniz var mı?

AD: Evet, aklımda böyle bir proje var. O da birçok ülkede gerçekleşmiş, her konuda, her türden kadın belgelerini kapsayan bir ulusal kataloğun yapılması. Türkiye’de Edirne’den Kars’a, Trabzon’dan Antalya’ya bütün kamu, resmî ve özel arşiv kurumlarındaki koleksiyonların büyük bir proje çerçevesinde oluşturulması. Proje çok büyük maddi imkân istiyor. Bu Amerika’da, Fransa’da, Hollanda’da yapıldı ve mahkeme kayıtları, kilise kayıtları, kamu kuruluşları, aklınıza gelebilecek her kayıtta kadınları aradılar. Gerda Lerner’in ünlü bir sözü var. “Sonunda ‘olmayan kadınları’ bulduk. Olmayan kadınlar ne kadar çokmuş ve belgeleri de varmış!” dedi. Ama hiç kimse o belgelerin kayıtlarını tutmak için çaba sarf etmediğinden, projeye başlarken tahminlerinin çok üzerinde belge buldular. Dolayısıyla Türkiye’de böyle bir projenin yapılması en az 4-5 senelik bir çalışma. Tarihçiler, arşivciler, kütüphaneciler böyle bir projede yer almalı. Büyük bir planlama gerektirir ve Türkiye’de kadın tarihine değerli bir katkı sağlar. Dolayısıyla bence bu proje gerçekleştirmemiz gereken önemli bir yeni çalışma alanı.

Bizim açımızdan mümkün olduğu kadar çok kaynağı kadın tarihçilerine sunmamız gerek. Tabii kadın tarihi, feminist tarih alanlarında da çeşitli farklılıklar, aşamalar söz konusu. Yakın zamanda bir adres listesi çıkardım, seksene yakın birçok yeni toplumsal cinsiyet araştırma merkezi mevcut üniversitelerde. Bu kurumlar ve kütüphane böyle bir projeyi ortaklaşa yapabilir. Türkiye çapında bütün kaynakları tespit edecek, bunları yürütecek bir oluşum kurulsa ve bu projelere fon bulunsa bir an önce bu çalışmalara başlanabilir.

GT: Sanıyorum bu tarz projelerde zor olan sürdürülebilirliği sağlamak ve ateşi sürekli harlamak.

AD: (Gülüyor) Evet... 15 sene evvel, bir gece saat 11 gibi bir telefon geldi bana. Bir hanım “Ben Amerika’dan yeni geldim ve Global Fund’ın Uzakdoğu müfettişiyim” dedi. “Memnun oldum, buyurun ne yapabilirim sizin için?” dedim. “Ben yarın saat 12’de uçakla döneceğim, sizinle görüşmek istiyorum” dedi. “Biz Kadın Eserleri Kütüphanesi’ne şu tarihlerde fon verdik ve şunu şunu yaptınız, yarın sabah 6.30-7.00 gibi kütüphanede kahvaltı edebilir miyiz?” dedi. Ben de “Peki, olur, edelim” dedim ve saat tam 7’de bu hanım geldi. Uzunca sohbet ettik ve dedi ki, “Tahmin ettiğimin çok üstünde bir durumla karşılaştım”. Böyle bir şey hayal dahi etmiyordu. “Peki, bu kadar işi kaç kişi yapıyor ve bu kişilerin maaşları nedir?” dedi. Aslında bütün anlatmak istediğim mesele de burada. Dedim ki, “Burada maaş alan hiç kimse yok”. “Nasıl? Bu imkânsız bir şey!” dedi. “Yok, mümkün, çünkü biz profesyonel gönüllüyüz” dedim. “Hayatımda böyle bir kavram duymadım,” dedi, “bu ne demek?” “Bu, ücret almadan ücret alıyormuş gibi çalışmak demek. Sabah 9 akşam 6, haftanın beş günü.” “Böyle bir şey imkânsız,” dedi ve “nasıl geçiniyorsunuz?” diye sordu. “Herkesin kendine göre bir özel durumu ya da imkânı var, biz birkaç kadın profesyonel gönüllüyüz” dedim. “Ben bunu not ediyorum, bundan sonra bütün konuşmalarımda bu profesyonel gönüllülük meselesinden bahsedeceğim” dedi.

Uzun soluklu çalışmalar kolay değil, söylediğiniz gibi o ateşi sürekli körüklemek gerekiyor. Carrie Chapman Catt’in ünlü bir sözü var; diyor ki, “Hepimizin, süfrajistlerin tümünün kalbinde kutsal bir ateş yanıyordu”. Bu kutsal ateş atlatılması mümkün olmayan bütün bu badireleri atlatmamızı sağladı ve bugüne getirdi. Bu ateşi sürekli körükleyip taze tutmak zor bir iş.

 

Aslı Davaz

Araştırmacı yazar, kadın tarihi arşivcisi. 1990’da kurulan Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın 5 kurucu üyesinden biri. Vakfın kuruluşundan bu yana kadın konulu belgelerin sağlanması, korunması, kadın merkezli arşivcilik tarihi ve kadın tarihi belleği konuları üzerine çalışıyor.