İşsizliğin olmadığı, herkesin ev sahibi olduğu, polisin olmadığı, huzur, eşitlik ve adaletin olduğu bir kasaba sadece hayal mi?
17 Kasım 2016 13:45
Marinaleda, gündemimize İngiliz gazeteci/yazar Dan Hancox’un Dünyaya Kafa Tutan Köy kitabı ile girmeden önce internette dolaşan “başka bir hayat mümkün” konulu listeler ve yazılar ile girmişti. Son zamanlarda böyle yazılarla daha da sık karşılaşır olduk. Yaşadığınız ülke hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve ekonomik istikrarsızlık konusunda rekorlara mı koşuyor? O zaman bir de dünyadan “ütopya” yönetim şekillerine bakıp halinize biraz daha üzülebilirsiniz.
Hikâyesi hem kendi gündeminizle daha sert bir yüzleşme yaşamanızı hem de içinizdeki umut kırıntılarını canlı tutmanızı sağlamanızı sağlayacak Marinaleda, İspanya’nın Endülüs bölgesinde, Sevilla’ya bağlı yaklaşık üç bin nüfuslu bir kasaba. Marinaleda’yı bu kadar popüler yapan ise yönetim şekli. Kasaba, 30 yıldır Sosyal Demokrat Kooperatif adı verilen ve anarşizme yakın sosyalist bir yönetim şekline sahip. Hancox, özellikle bu ayrımı çok önemsiyor ve bu yakınlığı, “merkezî iktidarın herhangi bir müdahalesi olmaksızın işleyen, eşit fakat otonom komünitelerden oluşan federe bir ağı savunuyorlardı: Anarşizim Endülüs pueblolarını*, üstelik niyeti bu değilken, en radikal biçimde tasvir etmiştir,” şeklinde tanımlıyor.
Marinaledalılar, Franco rejiminin 1975 yılında devrilmesinin ardından kurulan İşçilerin Birliği Kolektifi ve 80’ler boyunca süren mücadele, işgaller ve açlık grevleri sonucunda bugün çoğu kişinin “ütopya” olarak adlandırdığı bir hayatı yaşıyor. Buraya birkaç satırla sığan bu mücadele birçok işçinin hayatına mâl olurken hayatta kalanların ise bütün gençliklerini “barış için bir ütopya” dedikleri bu yaşam şekline kavuşabilmek için harcamalarına sebep olmuş.
Birçok dile çevrilen kitabın yazarı Dan Hancox, The Guardian, London Review of Books ve Newsweek gibi birçok mecrada müzik, politika ve popüler kültür yazıları ile bilinen bir yazar. Bugün kapitalizmin yıkıcı gücünün her yeri sardığı dünyada ulaşılması imkânsız gibi görünen bir hayali yaşayan Marinaleda’nın hikâyesini, kasabanın tarihini, bugünkü yönetim şeklini ve orada yaşayan genç yaşlı birçok insanın düşüncelerini yansıttığı Dünyaya Kafa Tutan Köy ile birçok insana ulaştırmış durumda. Hancox, 35. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı kapsamında bir panelde Türkiye’deki tek komünist belediye Ovacık’ın başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu ile bir araya geldi. Kendisiyle kitabı üzerine konuşurken Ovacık’ı en yakın zamanda ziyaret etmek istediğini de öğrendik. Kim bilir belki de yazarın bir sonraki kitabında Ovacık’ın hikâyesini okuyacağız diye düşünmeden edemedik.
Marinaleda kasabası ile nasıl tanıştınız?
Gençken ailem ile birlikte İspanya’ya tatile gitmiştik. O zamandan itibaren İspanya tarihine ve politikasına ilgi duymaya başladım ve üniversitede de İspanya İç Savaşı’na dair dersler aldım. 2004 yılında ise birkaç ay Sevilla’da yaşadım. O sırada okuduğum bir seyahat rehberinde kasaba hakkında sadece bir paragraf okudum, kasaba için “komünist ütopya” yazıyordu. Küçük bir kasaba ve komünist ütopya, bu oldukça ilginçti. Kasabayı ziyaret etmeyi istedim ama araba dışında bir ulaşım aracı yok gibi görünüyordu. Ben de birçok metropol insanı gibi araba kullanmayı bilmiyorum. Bu yüzden bu fikri ertelemek zorunda kaldım ama aklımın bir köşesinde hep Marinaleda vardı. Ardından Londra’da İspanyalı bir adamla tanıştım ve ona kasabadan bahsettim. O da, ailesinin Marinaleda’nın hemen yanındaki kasabada yaşadığını ve onunla birlikte dönersem beni oraya götürebileceğini hattâ Sánchez Gordillo ile tanıştırabileceğini söyledi. Küçük kasabalarda herkesin birbirini tanıması avantajından da yararlanarak kasabaya gittim ve birkaç gün kalarak Sánchez Gordillo ile söyleşi yaptım. Bununla ilgili bir haber de yaptım. Ama daha fazlasını öğrenmek istiyordum ve birkaç ay sonra kasabaya geri döndüm.
Peki, bütün hayatını dünyanın en büyük şehirlerinde geçirmiş biri için “ütopya” nasıl bir deneyimdi? Orada kaldığınız süre boyunca Marinaledalı insanlarla birlikte tarlalarda çalışıp o komünal yaşamın bir parçası mı oldunuz yoksa bir gazeteci/yazar olarak mı kasabada bulundunuz?
Tarlada çalışma deneyimim olmadı. Daha çok bir gazeteci olarak oradaydım. Orada yaşayan herkes bir yabancı olduğumu biliyordu aslında. Sadece görüntü olarak onlardan farklı olduğum için değil neredeyse herkes birbirini tanıdığı için de. Aslında kasaba yabancılara oldukça alışkın çünkü her sene kasabada Salo Palo Palo rock festivali gibi çok büyük festivaller yapılıyor. Hattâ Sevilla’da tanıştığım genç insanlara kasabadan bahsettiğimde çoğu “aaa evet harika bir rock festivali var orada” deseler de kasabanın politik yapısıyla ilgili çok fazla bilgiye sahip olmuyorlar ya da bununla ilgili pek de heyecan duymuyorlardı. Marinaleda ile ilgili daha önce haberler yapılmıştı hattâ bazı belgesel çalışmaları da vardı ama kasabayla ilgili kitap yazan ilk kişi bendim. Tarlalarda Marinaledalılarla birlikte çalışma konusuna gelince, aslında kasabayla ilgili yazdığımı öğrenen birçok insan bana ulaşarak, para karşılığı değil ama bu dayanışma deneyimini yaşamak için orada çalışmak istediklerini söylüyor. Ama maalesef onlara ne cevap vereceğimi bilmiyorum çünkü dışarıdan gelen insanları oldukça iyi karşılıyor olsalar da kasaba böyle bir fırsat ya da buna imkân verecek bir planlamaya sahip değil.
Ekonomik kriz bağlamında düşünürsek, Marinaleda'da gördüğünüz şeylerin gerçek bir çözüm olduğunu ne ölçüde hissediyorsunuz?
Marinaleda krizden en çok etkilenen bölgelerden biri olmuş. Franco dönemi sonrasında işsizlik oranı kasabada yüzde altmışa kadar yükselmiş. Sadece Endülüs bölgesi değil İspanyanın her yeri kesintiye uğrayan fonlardan ve ekonomik krizden etkilenmiş. Marinaledalıların yaptığı yeterince ilhamla ve çabayla neler başarılabileceğinin bir göstergesi gibi. Kimse diğerinden daha zengin değil, herkes aynı işi yaparak aynı parayı kazanıyor ve aynı kirayı ödüyor. En başta sorduğum sorulardan biri de şuydu: Bu kolektif yaşam biçimi İspanya’nın başka kasabaları için de uygulanabilir mi? Çünkü Marinaleda kesinlikle örnek oluşturabilecek bir sisteme sahip. Fakat bazı sebeplerden dolayı bunu yapmanın mümkün olmadığını gördüm. Marinaleda, bu aşamaya gelene kadar uzun zaman süren açlık grevleri ve protestolar ile mücadeleyi sürdürmüş ve büyük çabalar sonrası bu sistemi başarıyla hayata geçirmiş. Diğer kasabalarda da sol görüşlü insanlar var ama aynı zamanda muhafazakarlar da pek azınlıkta değil. Böyle bir yaşantıyı kurmak büyük oranda görüş birliği ve kolektif hareketi gerektiriyor. Endülüs bölgesinde yer alan kasabaların her biri farklı karakteristik özelliklere sahip. Bazılarında muhafazakârlar çoğunlukta, bazılarında ise sol görüşlü kişiler çoğunluk olsa da tarihlerinde Marinaleda’ya benzer bir başkaldırı süreci söz konusu değil. Marinaledalılar 1970-80’lerde korkunç bir şekilde fakirler. Üstelik kasabanın en önemli hatta tek geçim kayağı tarım iken kimsenin kendine ait bir arazisi yok. Bu da, mücadelenin ve otuz yıldır devam eden kolektif yaşam biçiminin iyi bir seçenekten daha fazlası anlamına geldiğini gösteriyor.
Bu Marinaleda’da muhafazakar görüşlü bir kitlenin olmadığı anlamına mı geliyor peki?
Ben orada kaldığım süre boyunca açık açık muhafazakâr olduğunu söyleyen kimseyle tanışmadım. Ama 2014 yılında yapılan seçim sonuçlarına göre konuşacak olursak İspanya’nın muhafazakar partisi Halk Partisi’ne (Partido Popular) oy veren 30-40 insan olduğunu söyleyebilirim. Fakat bu insanları hiçbiri açık bir muhafazakâr parti propagandası yapmıyor. Belki bir kafede ya da barda otururken Sánchez Gordillo’dan şikâyet ediyorlardır ama en fazla bu kadar. Bunun dışında merkez sol diyebileceğimiz İspanyol Sosyalist İşçi Partisi’ne (Partido Socialista Obrero Españo) oy veren birçok insan da var. Gerçi merkez sol diye tanımlasak da, onların da vergi ve fon kesintileri konusunda aldığı kararlar ile son 20-30 yılda sosyalist parti çizgisinden ayrılan bir parti olduğunu da biliyoruz. Bu insanlar ise genel olarak Sánchez Gordillo’nun yaptığı birçok şeyi takdir eden ama bir taraftan da onun kasaba için ulaşabileceği bütün başarılara ulaştığını ve artık yerini yeni birinin alması gerektiğini düşünen insanlar. Kitaptaki görüşmelerden birinde sosyalist parti üyesi biri, kolektif arazileri işlemeye devam etmeyi ama zamanla endüstrileşmeye de başlamaları gerektiğini düşündüğünü söylüyordu. Ama bunu düşünen kişiler hâlâ azınlıkta.
Kitabı okurken, Marinaleda’nın yönetim yapısına dair fark ettiğimiz paradokslardan biri de başlangıçta anarşist bir hareket olarak başlayan mücadelenin son otuz yıldır aynı kişi tarafından yönetiliyor olması. Her ne kadar yönetimde herkesin söz hakkı olsa da bu durum akla yoksa bir “tek adam” durumu söz konusu mu sorusunu getirmiyor değil. En başta hükümete karşı başkaldıran ve kendi arazilerini ekmeye başlayan bu kitle ne oldu da Sánchez Gordillo gibi karizmatik bir lidere ihtiyaç duydu?
Bu gerçekten ilginç bir ikilem. Türkiye’de küçük kasabalarda durum nasıl bilmiyorum ama genelde İngiltere’de bu kadar az nüfuslu belediyelerde ayrıca bir başkan bulunmuyor.
Evet, tıpkı birlikte panelde bir araya geldiğiniz Fatih Mehmet Maçoğlu gibi Türkiye’de küçük kasabalarda da bir başkan olması zorunlu.
İspanya’da da durum aslında Türkiye’de olduğu gibi. Franco’nun ölümünden sonra demokrasi ile birlikte küçük kasabalarda da başkanlar seçilmeye başlandı. Marinelada’nın böyle bir lidere sahip olması yatay yönetim şeklini benimsemiş ve anarşist geçmişe sahip bir yer olduğu düşünüldüğünde bir ikilem olarak karşımıza çıkıyor. Gordillo’nun en başından beri hikâyede önemli bir yeri var. Henüz çok gençken ilk grevlerin başındaki kişi oluyor ve 29 yaşındayken başkan seçiliyor. O zamanlar enerjik ve genç biri olan Gordillo, tüm grev ve açlık grevleri boyunca hep en çok çaba harcayan isimlerden biri. Fakat Gordillo, kasaba halkının büyük çoğunluğunun onu bir idol olarak görmesine ve ona hayranlığına rağmen bir diktatör gibi davranmayı reddeden biri. Kendisiyle ve yönetim ile ilgili eleştirilere her zaman açık. Ayrıca iki sene önce yaşadığı depresyon ve sağlık problemleri sebebi ile başkanlığa aday olmamasına çekilmesine rağmen başka adayın çıkmaması üzerine yönetime geri döndü. Bildiğimiz diktatörlerin çoğunu bulundukları koltuktan ayırabilecek tek şeyin ölüm olduğunu düşünürsek Gordillo’nun onlar ile arasındaki farkı daha kolay anlayabiliriz. Bu ikilem asla açıklanamayacak gibi görünüyor bu yüzden. Üstelik şimdi işler daha da ilginçleşiyor. Gordillo, hem fiziksel hem ruhsal olarak artık eski enerjisine sahip değil ve bir dahaki seçimde yerini başka birinin alacağı düşünülüyor. İşte bu da ütopya için gerçek bir test olacak: Gordillo’nun karizmatik liderliği olmadan bu kolektif yaşamı sürdürebilmek.
Tam bu noktada gençlere dönecek olursak, kitabınızdaki bazı söyleşilerde gençlerin, özellikle de 20-25 yaş arası gençlerin, Marinaleda’da yaşamaktan çok da tatmin olmadıklarını görüyoruz. Bu tatminsizlikten ve kasabanın geleceğine olası etkisinden biraz söz eder misiniz?
Bu giderek daha da ilginç bir hal alıyor açıkçası. Geçtiğimiz yıl yapılan seçimlerde, kasabadan bazı genç arkadaşlarımdan e-posta yoluyla son durumu öğrendim. Artık başka birinin başa geçme zamanı geldi mi sizce, diye sorduğumda kesinlikle öyle olduğunu düşündüklerini söylediler. Fakat sonuçta kimse aday olmadı. Kimse bunu yapacak cesareti bulamadı da diyebiliriz. Bu yüzden Sánchez Gordillo yeniden aday oldu, hastalığına rağmen üstelik. Sorunuza gelecek olursak, şu an ergen ve genç dediğimiz kesim ailelerinin bu kolektifi yaratana kadar neler yaşadıklarını bilmiyorlar. Kitle iletişim araçları, medya ve hepsinden önemlisi internet onların kasabanın dışında ulaşabilecekleri başka seçenekleri de görmesini sağlıyor. Bazıları tarım işçiliğinden ya da kasabadaki küçük bir dükkanda, kafede çalışmaktan başka bir iş yapmak istiyor. Bu sadece başka bir yerde çalışmakla da değil başka bir hayat yaşamakla da ilgili. Ve yine bir başka paradoks. İspanya’da ekonomik krizin etkileri hâlâ devam ediyor ve buna rağmen gençlerin bazıları 2008 krizinden etkilenmeyen küçük bir kasabada yaşamaktansa iş bulmakta zorlanacakları ya da çok az kazanacakları işlerde çalışacakları büyük şehirlerde şanslarını denemek istiyorlar. Gelecekte ne olacağını tam olarak öngörmek mümkün değil çünkü bir taraftan kolektifin devam etmesini ve sonraki nesillere aktarılmasını önemseyen gençler de var. Ne olacağını zamanla göreceğiz diyebiliriz ama şimdilik Marinaleda’da bir diğer adıyla Ütopya’da durum böyle.
Kitapta çok da üzerinde durmadığınız bir konu, Marinaleda’da cinsiyet eşitliği ne aşamada sağlanmış durumda? Kadınlar bu politik mücadelenin en başında neresindelerdi ve şu anki komünal yaşantı içinde nasıl bir yere sahipler?
Güzel bir soru. İlk aşamalarda, 80’lerde ve 90’larda örneğin, ciddi bir cinsiyet ayrımcılığının söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Geleneksel yapıya sahip bir topluluktan bahsediyoruz açıkçası. Erkekler işe gider, kadınlar ev işlerini yapar ve çocuk yetiştirir gibi düşüncelerin hakim olduğu bir yaşam söz konusu. Şu an orta yaşın üzerindeki kadınlar bu geleneksel yaşantıyı sürdürürken genç kadınlar sosyal hayatta ve iş hayatında erkekler kadar aktifler. Sánchez Gordillo, teorik olarak oldukça kadın erkek eşitliğine fazlasıyla inanan ve bunu çok güçlü bir şekilde savunan biri. On bir kişiden oluşan belediye meclis üyelerinin çoğunluğu kadın mesela. Yani geçmişte cinsiyet eşitliği söz konusu olmasa da bugün kadın erkek eşitliğinin olduğunu ya da en azından daha iyiye gittiğini söyleyebiliriz.
Peki, siz hem kitabın yazarı hem de kasabada uzun zaman geçirmiş biri olarak, işsizliğin olmadığı insanların ayda sadece 15 Euro’ya ev sahibi olduğu bu yerde yaşamak ister miydiniz?
Bütün hayatını büyük şehirde geçirmiş biri olarak benim için bu kadar küçük bir kasabada yaşamayı düşünmek biraz hayal gibi açıkçası. Ama diğer taraftan da hayatının hiçbir döneminde şehirden uzaklaşmak isteyen ve sakin bir yaşam arayışında olan biri olmadım. Bu yüzden Marinelada’yı, benim yaşayabileceğim bir yer olmasa bile birçok insanın hayalini gerçekleştirebilmiş bir kasaba olarak görüyorum.
Son olarak geçtiğimiz hafta, Londra’da gerçekleşen protestolarla ilgili bir gazeteci/yazar olarak sizin de görüşlerinizi almak isteriz. Müze, kütüphane ve galerilerin fon kesintisine uğraması ile ilgili protestolara ünlü yazarlar da katıldı. Nasıl bu noktaya geldi olaylar ve nereye gidecek gibi görünüyor?
Haberleri takip ettiyseniz bunun bugün başlayan bir sorun olmadığını biliyorsunuzdur. 2010 yılından beri giderek azalan fonlar, kapanan kütüphaneler gelecek nesillerin kültür sanata erişimi ile endişe yaşayan herkesi sokağa çıkardı. Neyse ki yazarlar da buna sessiz kalmadılar. Hatta konuyla ilgili yeni bir gelişmeden de bahsedebilirim. Zadie Smith, bir süredir New York’ta yaşıyor olsa da Londra’daki eylemlere destek vermek için gelecek günlerde bir konuşma düzenleyecek. Dünyaca ünlü Londralı bir yazar olarak onu kültürel bir yerden tabiri caizse “kullanan” hükümetin, sanat ve edebiyata dair kesintiler yapmasına sessiz kalmayacağını söyleyen açıklaması ile protestolara dahil olacağını biliyoruz. Bu muhteşem bir şey, artık orada yaşamıyor olsa da uzun yıllar yaşadığı şehirde yaşananları önemsemesi ve bunun için harekete geçmesi. Açıkçası hükümet bu konudaki tutumunu değiştirmediği sürece protestolar devam edecek gibi görünüyor.
*Pueblo: Endülüs’ü, onun dikkat çekici kültürünü ve siyasi yapısını anlamak için, pueblonun ne olduğunu kavramak lazım. Köy, kasaba, hattâ kent ve aynı zamanda halk anlamına gelen olağanüstü bir kelime bu, ve büyüsü de zaten bu ikili anlamdan geliyor: Köy demek, onun halkı demektir. Köyün sınırlarını aşıp çok uzaklara gidebilir ve asla dönmeyebilirisiniz, kendinizi kentin çokkültürlü delişmen hayatına da kaptırabilirsiniz, fakat özünüzde hâlâ pueblonun evladısınızdır, bunu asla yitirmezsiniz. (Dünyaya Kafa Tutan Köy, s. 43)