Murtaza kuşak aktarımı yoluyla kendini bugünlere kadar getirdi. Bekçilerimiz artık metrolarda anons yapıyor, otobüslerde vatandaşın karşısına dikiliyor; ben ahlak bekçisiyim, diyor...
Yerli ve millî olanın sıklıkla zikredildiği şu günlerde, insan Bekçi Murtaza’yı hatırlamadan edemiyor. Yerli ve millî öğrenci, kültür, kredi derecelendirme kuruluşu derken, yerli ve millî bekçilerin olmaması düşünülemezdi. İşte, bu yerli ve millî bekçilerimizin atasının Murtaza olduğunu söyleyebiliriz. Onun da atası şehit Kolağası Hasan Bey değil miydi, kanını kutsal vatan topraklarına boğuşarak düşmanla akıtmamış mıydı?
Bütün bir memleketi disiplin altına sokmak isteyen yerli ve millî bekçimiz Murtaza bu uğurda erken yatmayan vatandaşları uyarmakta[1], evli olmayan kadınlarla ilişkisi olanlara karışmakta, zengin mahallesinde dolaşan bir adamı yaka paça karakola götürmekte[2], kahvede gördüğü kişiye vaziyetini almasını söylemekte;[3] kısaca “üzerine vazife olmayan işlere” bulaşmaktadır. Vatandaşların Murtaza’yı şikâyet etmesi karşısında, amiri, Murtaza’ya yaptıklarının onun vazifesi olmadığını belirttikten sonra neden insanların yatıp kalktığı saatlere karıştığını sorduğu zaman, Murtaza:
“Bu vatandaşlar amirim, bilmezler öz çıkarlarını… Erken yatmayan bir vatandaş, kalkamaz erken. Kalkar ise alamamış olur uykusunu! Ne zaman bir vatandaş alamaz uykusunu tam, zayıflar gözleri. Bakamaz düşmanlarına çelik yıldırım… İsterim bütün vatandaşlarım olsun Kolağası Hasan Bey gibi. Sakınmasınlar gözlerini budaktan, hem da akıtsınlar kanlarını kutsal vatan toprakları için.”[4]
İşte, Murtaza o günlerde yerli ve millî olanın ne olduğunu böyle ortaya koymuştu. Bugünlere kalan ise yerli ve millî olmayana “terörist” demek oldu. Dahası kuşak aktarımı yoluyla Murtaza kendini bugünlere kadar getirdi. Bekçilerimiz artık metrolarda anons yapıyor, otobüslerde vatandaşın karşısına dikiliyor; ben ahlak bekçisiyim, diyor. Bu ahlak bekçileri kimin ahlakını koruyor? Ahlak bekçisinin müdahaleleri hukuka uygun mudur acaba? Ahlak nedir? Ahlaksızlık nedir? Hangi davranış ahlaksızdır? Öpüşmek ahlaksızlık mıdır? Otobüste öpüşmek mi ahlaksızlıktır? Bazılarına göre ahlaksızlıktır. Bazılarına göre değil. Zira neyin ahlaksız olduğunu ifade ederken aslında bunu normatif önermelerle dile getirmekteyiz. Normatif önermeler ise şu iyidir, bu kötüdür dediğimiz veya şöyle yapmak/ yapmamak gerekir şeklinde dile getirdiğimiz önermelerdir. Belirli bir nesnesi olan, doğruluğu veya yanlışlığı kanıtlanabilir önermeler değildir.[5] Bununla birlikte, hayatımızın hukuk ve ahlak normlarıyla çevrili olduğu da bir gerçektir. Bir normlar kavgasının[6] içinde olduğumuz da bir gerçektir. Bu normlar kavgası içerisinde hangi norma göre eylemeliyiz, hangi norm bizim için bağlayıcı olmalı? Hukuk normlarını şimdilik bir tarafa bırakalım. Daha doğrusu hukuk normlarının vatandaşlar için bağlayıcı olduğunu belirtip bir kenara bırakalım. Peki, ahlak normlarının bağlayıcılığı nedir? Ahlak bekçilerinin ahlakının bağlayıcılığı nedir? Bunu cevaplayabilmek için ahlakın ne anlama geldiğine bakalım ilk önce. Burada ahlakın farklı anlamları olduğunu belirtmek gerekiyor. Ahlakın ilk anlamı toplumdaki değer yargılarıdır. Toplumsal değer yargıları, toplumdan topluma, gruptan gruba ya da aynı grup içinde zaman içinde değişiklik gösterebilen yargılardır.[7] Yani “belli bir toplumsal grup tarafından fiilen benimsenen ve paylaşılan ahlaktır”.[8] Daha da ötesi grubu grup yapan yargılardır. Bekçimiz ben Avrupalı değilim, diyor. Tersten okursak, ben yerli ve millîyim diyor, ben bu yerli ve millî grubun parçasıyım diyor, yerli ve millî olan vatandaş ise otobüste öpüşmez, diyor. Öpüşürse müdahale ederim, diyor. Sonrasında da Murtaza gibi aldım amirlerimden sıkı terbiye dese çok da şaşırmayız herhalde. Burada yerli ve millîyi, kendi kabul ettiği toplumsal ahlak kurallarına, değer yargılarına göre kurgulamış oluyor bekçimiz. Yerli ve millî olan, yani yabancı olmayan, öteki olmayan, eleştirmeyen, farklı olmayan, bizden, bizim grubumuzdan olmuş olan oluyor. Bekçimiz de grubunun başını bekliyor.
İnsanlar farklı farklı değer yargılarına sahipse birinin ahlakı diğerini neden bağlasın? Otobüste öpüşülmez! Neden? İşte öyle. Yerli ve millî değil.
Ahlakın bir diğer anlamı ise her zaman-her yerde iyi veya kötü sayılan davranışlardır.[9] Yani bu tür değer yargılarına da ahlak diyoruz. Yalan söylemek kötüdür. Hırsızlık kötüdür. İnsan öldürmek kötüdür, işkence yapmak kötüdür gibi. Bu tür değer yargıları karşımıza, sözünde durmak gerekir, ırk ayrımı yapmamak gerekir gibi kurallar, ilkeler olarak çıkıyor ve toplumsal ahlaktan ayırmak amacıyla etik ilkeler olarak adlandırılıyorlar.[10] Bu etik ilkelerin bazılarını bugün hukukî metinlerde insan hakları olarak görüyoruz. İnsan hakları da normlardır. Ancak insanın değer bilgisiyle temellendirilebilen normlardır. Gerekliliklerini, bağlayıcılıklarını, bir bilgiyle, insanın değerinin bilgisiyle türetilmelerinden alırlar.[11]
Bununla birlikte, yerli ve millî ahlakımız yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi ahlakın birinci anlamına denk düşmekte. Bekçimizin yerli ve millî söylemi, toplumsal değer yargılarına denk düşmekte ise bekçimizin değer yargıları neden bizi bağlasın? Diğer bir ifadeyle, insanlar farklı farklı değer yargılarına sahipse birinin ahlakı diğerini neden bağlasın? Otobüste öpüşülmez! Neden? İşte öyle. Yerli ve millî değil. Yerli ve millî nedir? Yerli kim acaba? İstanbul’un yerlisi kim oluyor? Millî ahlak nedir? Kimin ahlakıdır da bekçimiz başını bekliyor? Otobüste kadına şiddet uygulandığında, birinin canına kast etmenin ahlaksızlık olduğu düşünülüyor mu acaba? Bir hak ihlali olduğu düşünülmüyor mu? Bunun bir hak ihlali olduğu neden bekçilerimizin aklına gelmiyor acaba? Kadına şiddet uygulamamak gerekir! Neden, çünkü şiddet uygulamak vücut bütünlüğünü ve yaşam hakkını ihlal eder. Bu durum sana, bana, yerli ve millîye bağlı bir şey değildir. Koruduğu değerle ilgilidir. O hâlde, bekçilerimiz yerli ve millî diye içi boş değer yargılarına sarılıp tahakküm kurmaya çalışmaktansa, anayasada korunan haklar çerçevesinde eyleyebilseydi, farklı otobüsler olurdu bizimkisi.
Yerli ve millî nedir? Yerli kim acaba? İstanbul’un yerlisi kim oluyor? Millî ahlak nedir? Kimin ahlakıdır da bekçimiz başını bekliyor?
Anayasada korunan haklar çerçevesinde hareket etmek aslında hukuk çerçevesinde hareket etmekle de doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla üzerinde düşünmemiz gereken bir diğer nokta Murtaza’nın ve Murtaza gibilerin bu yerli ve millî söylemiyle hukukun veya hukuk kurallarının neresinde olduğudur. Daha açık bir ifadeyle, bu yerli ve millî söylemiyle, hukuk kuralları ve hukuka uygun davranan idare arasında nasıl bir ilişki vardır? Açıktır ki Murtaza vazifesine, vatanına sıkı sıkıya bağlı olduğu oranda hukukun dışına çıkmakta, bu da bir “hukuksuzluğa” ve “keyfîliğe” yol açmaktadır.[12]
Murtaza gibilerin özelliklerinden biri de katı bir hukuk uygulayıcısı olduğu görünümü vermeleridir. Tıpkı birer hukuk insanı olmalarını beklediğimiz hâkimler gibi:
“…Geçenlerde iki hâkim önümde yürüyorlardı, biri diyor ki ötekine, ‘Benim ülkem söz konusu olduğunda, vatan ve millet söz konusu olduğunda, ben hukuk mukuk dinlemem’ diyor. ‘Sayın hâkimim sizi kutluyorum’ dedim, ‘hukuk dediğin nedir ki!’ ‘Tabii,’ dedi, ‘nedir yani?’(Görüşme 1) ”[13]
“…Devlet mesela, DGM’lerde mesela, bizim mahkememizde devlet önceliklidir, devletin çıkarları öncelikli. Bizim mahkememizde devlet her zaman ön plandadır, devletin birliği, bütünlüğü ön plandadır, gerekirse bu anlamda insan hakları ihlalleri de olabiliyor...(Görüşme 42)”[14]
Dolayısıyla Murtaza ve Murtaza gibiler karşısında çok dikkatli olmak gerekmektedir. Zira yerli ve millî olma, millî duyguları, toplumsal değer yargılarını el üstünde tutma, bu duygulara sıkı sıkıya bağlılık aslında hukuk kisvesi altında “keyfî” bir hizaya getirme, tüm toplumu disipline etme hâline geliyor. Dolayısıyla onların bu “sıkı sıkıya bağlılıklarının,” grubu grup yapan değer yargılarının korunmasıyla ilgili olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor.