Asuman Susam Toplumsal Bellek ve Belgesel Sinema kitabında toplumsal belleğe politik bir mücadele alanı, belgesel filme ise bir “hafıza mekânı” olarak yaklaşıyor
28 Mayıs 2015 17:00
Tatlı bir bahar öğleden sonrası için epey ağır bir yük getirmişti Portakalın Uykusu. 16 Mayıs günü Hrant Dink Vakfı’nda seyircisiyle ilk kez buluşan belgesel hıçkırıklarla bölünen küçük sohbetler eşliğinde izlendi. Portakalın Uykusu Musadağ’dan sürülen akrabalarının izini bulmaya Ermenistan’dan yola çıkan genç bir kadının aile hikâyesini arayışına odaklanıyor. Hasmig’in Vakıflıköy’de aile fotoğraflarının üzerine akıttığı gözyaşları sinema perdesinden yüzyıllık acı olarak süzüldü, Ermeni halkının toplumsal belleği çoğu Musadağlı seyircinin izleme pratiğinde görünür oldu.
Egemenler tarafından unutulsun diye tarihin gölgesine bırakılan hikâyeler, yaşanmışlıklar, travmalar son on yıldır artan bir sıklıkla belgesel kameradan yansıyorlar. Portakalın Uykusu’nda da yönetmen Eylem Şen, belleklerde konuşlanmış tarihsel bir travmayı belgesel kamera aracılığıyla perdede görünür kılıyor. Sürgün, yalnızlık ve köksüzleşme görünür hale geldikçe, yaşanan acı belgeselin özneleri dışındakiler tarafından da elle tutulur oluyor, başkaları için de nesnelleşiyor. Böylece belleğin üzerine titreyerek sakladığı deneyimler, meseleler biraz daha konuşulabilir hale geliyor. Hrant Dink Vakfı’ndaki gösterimde seyircinin Hasmig’in hikâyesini gözyaşlarıyla izlemesi, filmin müzik kuşağına ara ara eşlik etmesi ve film sonrası söyleşide paylaşılan duygular belgesel sinemanın toplumsal belleği kristalize edebilen bir araç, bir süreç olduğunun göstergesiydi.
Portakalın Uykusu’nda seyircinin tanık olduğu hikâye belgesellerin ses açtığı onca hikâye içinden sadece bir örnek. Tam zamanında ve incelikle yazılmış Toplumsal Bellek ve Belgesel Sinema kitabında Asuman Susam da belgesel sinema ile toplumsal bellek arasında doğrudan ve kaçınılmaz bir ilişki olduğunu yazıyor. Susam “Belgesel film insanı insana yaklaştırırken var olan sorunların farklı gerçeklik zeminlerinde tartışılmasına, görülmesine yol açar; kimi zaman yüzleşme ve hesaplaşma süreçlerinde oluşturdukları tartışma alanlarıyla katalizörlük de yapar” diyor (38). Üç bölümden oluşan kitapta Susam toplumsal belleğe politik bir mücadele alanı ve belgesel filme Pierre Nora’nın deyimiyle bir “hafıza mekânı” olarak yaklaşıyor. Nora hafıza mekânı kavramını açıklarken şöyle yazar: Hafıza doğası bakımından değişik ve sınırsız, kolektif, çoğul ve bireyselleşmiştir. Buna karşın tarih herkesin malıdır ve kimseye ait değildir. Hafıza somuta, uzama, harekete, imgeye ve nesneye kök salmıştır (1994: 19).
Asuman Susam çalışmasının birinci bölümünde “toplumsal belleğin inşa süreçlerine dair, kavramın egemen söylem içinden iktidar, tarih, kimlik, nostalji, sözlü tarih gibi kavramlarla olan ilişkisini irdelerken belleğin gündelik pratikler içinde, kişisel olanın içinden nasıl yeniden kurulduğunu ve iletildiğini göstermeyi amaçlamakta” (19). Burada ilintili literatür ortaya serilen bu amaç doğrultusunda kapsamlı bir biçimde tartışılıyor. İkinci bölüm ise “görüntü, gerçek ve temsil ilişkilerini çağa ait değişimler üzerinden irdelemeye ve anlamlandırmaya çalışıyor” (19). Belgesel filmlerin tarihe rağmen ve tarihin karşısında hafızanın ekilip biçildiği bir toplumsal alan olduğu kabulünden yola çıkan Susam Toplumsal Bellek ve Belgesel Sinema kitabının son bölümünde, Pippa’ya Mektubum’dan Devrimci Gençlik Türküsü’ne dokuz belgesel filmi çözümlüyor. Susam’ın verdiği yerel örnekler ve o örnekleri tartışma biçimleri ise belgesel, bellek ve tarih arasındaki çetrefil ilişkiyi açık etmede eksik kalıyor.
Bu eksikliğin nedenleri arasında kitabın ilk bölümündeki tarih, bellek ve mekân tartışmasının doyurucu detayları arasında belgesel film örneklerinin ana tartışmayla yeterince sentezlenmeden bir eklenti gibi okuyucunun karşısına çıkması yer almakta. Bir diğer neden ise belgesel sinema literatürünün açıldığı kitabın ikinci ana bölümünde belgesel filmin ortaya çıkışından bugünkü vaziyetine gelişine kadar bu türün etrafında oluşan ve genişleyen tartışmalara yeterince derinleşerek yer verilmemesi. Burada, belgesel film kategorisinin tarihsel olarak hizmet ettiği egemenlik söylemlerinin neredeyse göz ardı edilerek öteki, madun ve mazlum ile organik olarak ilişkilendirilmesi göz çarpıyor.
Üçüncü ana bölümde tartışmayı açıklayan örneklerin gerekçelendirilmemiş, niçin başka örnekler değil de o örneklerin analiz edildiğinin açık edilmemiş olması ise bir zayıflık işareti olarak not edilmeli. Yazar, kitabın son paragrafında kitapta çözümlenen bazı belgesellere nazaran toplumsal bellekle ilişkisi daha net görünen birtakım belgeselin kitapta yer almayışına yönelik gelebilecek eleştirileri muhtemelen öngörerek şu cümleleri sarf ediyor: Söz konusu belgesellerin bu çalışmada yer almamasının nedenleri benzer yöntemlerle çekilen belgesellerin çalışmayı tekrara düşürmesi riskiydi. Belgesel sinema ve toplumsal bellek ilişkisi çerçeve olarak hangi konular işlenirse işlensin aynı refleksler ve kodlarla çalışmakta (235).
Toplumsal Bellek ve Belgesel Sinema kitabında biraz da belgesel ve bellek ilişkisini homojenleştiren, aynılaştıran ve yazarın da kanıksadığını ifade ettiği bu çerçeve nedeniyle belgesel sinema ve bellek kavramları birer şemsiye kategori olmanın ötesine gidemiyor. Susam, hafıza çalışmaları literatüründe belleği tarihe tamamıyla karşıt ve alternatif bir alan olarak tahayyül eden çalışmalara eleştirel mesafesini koruyor. Ancak belgeseli medya üretim teknolojilerine erişimin artmasıyla ötekinin tarih gibi egemen söylemler karşısında kullanımına açılan bir silah olarak konumlandırmaktan kaçamıyor. Oysaki belgesel kameranın el değiştirmesi, tarihsel olarak kameranın önünde eşit olmayan bir ilişkiyle yer alan ötekinin artık kameranın arkasında olması, iktidar ilişkilerini ortadan kaldırmadığı gibi bu ilişkileri dönüştürmekte ve yenilerini üretmektedir. Belgesel filmlerin yanı sıra belgesel film üretim, dolaşım ve gösterim süreçlerinin de bu dinamik iktidar oluşumları ve ilişkileri gözler önüne serme potansiyeli üzerinden bir araştırma alanı olarak yaklaşmak önemli. Toplumsal belleğin gündelik pratikler içerisinde nasıl yeniden kurulduğunu ve belgesel filmlerin belleği kristalize etmede oynadığı rolü gözler önüne sermek üzere yola çıkılmış bir çalışmada gösterim ve alımlama süreçlerinin yer almaması çalışmanın gidebileceği yolu kısaltıyor görünse de, belki de Susam’ın bir sonraki çalışmasının temelini atıyor.