Bienal ve Bienaldışı – Bağlantılar kurmak

Kyriaki Mavrogeorgi / Esma Ekiz / Erol Akyavaş / Nakamura Yuta

07 Ekim 2022 15:11

 

İlişkiler kurma konusunda başarılı ve yaratıcı galerist/akademisyen/küratör Deniz Artun, Tekrar Dönelim sergisinde koleksiyonerler Zeynep ve Can Kendi’nin oyuncak koleksiyonlarını sanat işleriyle birlikte sergiliyor. Serginin kuruluşu bir tür med-cezir; eski bir Beyoğlu binası olan Cordova apartmanındaki 1. kattaki sergi mekânının caddeye bakan salonu daha çok oyuncakların istilası altında. Koridordan geçip arka odaya giderken oyuncaklar azalıp tükeniyor, arkadaki mekânı sanat işleri ele geçiriyor. İtiraf etmeli, oyuncak istilası altındaki salonda oyuncakların arasına sığınmış, onlardan biri olma riskini göze alan işlerin oyuncaklarla kurduğu ilişki daha çekici. Çoğu teneke ve vintage tabir edilen eski oyuncaklar bunlar, ama mekânda nostaljiden çok bir ilişkiler ağı sözkonusu.

Burada biriktirme duygusuna adanmış bir şey var; biriktirdiğiniz şeylerle yanyana yaşayacaksanız, onları –ola ki– ayırt etmez, birlikte görmek istersiniz. Kyriaki Mavrogeorgi’nin işi olan, sırtından yeşil yeşil yaprak ve sürgünler fışkıran şu küçük beyaz ceylan yanındaki teneke otobüsler kadar enerjik ve maskülen olmayabilir, ama onlarla birlikte durması bir arzudan diğerine geçiş gibi. Ayrıca, yakından baktığınızda oyuncakların form ve örüntülerine –bebeklerin ifadeleri, tren setlerinin mimarisi vb.– gönderme yapan işlerin önerdiği sessiz bağlantılar da çekici.

Esma Ekiz’in duvarla pencere pervazı ile duvar arasına yerleşmiş muskamsı bebeği; Beril Or’un, gözümüz oyuncakları tararken, onların yapıldığı malzemeyle akraba madeni külçeyi iki oyuncak arası aniden bir göktaşı gibi indirişi; Erol Akyavaş’ın labirent-kale arası bir yapı sistemine yukarıdan baktığı erken dönem resmi… Oyuncaklarla bir arada duran işleri geride bırakıp, içeriye ‘sadece resimler’e geçerken de ciddileşmiyor sergi. Bir koleksiyon ile diğeri birbirinden hafifçe uzaklaşıyor, açılan makas aralığında ‘çocuksu’ ile ‘yetişkin’ biriktirme heveslerinin aslında ne kadar birbirine yakın olduğu hissini arkamızda bırakarak yol alıyoruz.      

Bienal’in –her zaman sevdiğimiz– Barın Han’daki mekânının en üst katında sergilenen, Nakamura Yuta’nın Atatürk’ün Katafalkı adlı işi de bağlantılar kuruyor, hatta bir bağlantılar bulutu sunuyor mekânın duvarında. Burada da ‘oyuncak’ söz konusu; bazı şeyleri Almanya’dan görüp naklettiğimiz iki dünya savaşı arası yıllarda Fröbel adlı Alman oyuncakçının Türkiye versiyonu olan Dündar Oyuncakları, Alman mimar Bruno Taut’un hem Türkiye hem Japonya modernleşmeleri düşünmelerinin düğüm noktasında yer alıyor olabilir mi? (Binalar yapmaya yarayan bir tahta küp seti Fröbel/Dündar kutusu.) İşi seyrederken Japonya’daki caminin bitkilerle kaplı girişinin katafalkın girişine benzemesi gibi dikkatler bizi çok uzağa götürür mü diye düşünebiliriz. Bu tür bağlantılar sonuçta cengâverce komplo teorileri gibi olabiliyorlar. Ama sanatçı işini ‘belki’yle ‘acaba’yla ilerleyen bir alternatif dedektif hikayesi müphemliğinde kavramsallaştırıyor, gerçekle spekülasyon arasında bir merak hattı yaratarak ille de ilgimizi ‘talep etmeden’ ilgimizi çekiyor.