Orhan Okay, sadece bir entelektüel olarak değil, bir hoca olarak, öğrenciler ve meslektaşlarla nasıl iletişim kurulacağı, yol gösterileceği konularında bir kılavuzdu...
19 Ocak 2017 14:58
Hocamız Orhan Okay’ı 13 Ocak sabahı yitirdik. Hoca, vefatından iki hafta öncesine kadar Diyanet Vakfı’nın kütüphanesinde çalışmakta ve her zaman olduğu gibi kapısı herkese açık, bilgisini paylaşmak için oradaydı.
Orhan Hoca’yı yıllar önce doktora tezimi yazarken tanıdım. Ahmet Hamdi Tanpınar üzerine yapmayı düşündüğüm tezim için fikirlerini almak amacıyla Türkiye Diyanet Vakfı, İslâm Araştırmaları Merkezi’ndeki (İSAM) odasının kapısını çalmıştım. Tanpınar üzerine çalışacak olmam onu mutlu etmişti. Sonrasında neredeyse tezimin her aşamasında kapısını çaldım, sorularımı sordum, fikirlerini aldım. Her seferinde beni büyük bir heyecanla karşıladı. Her yeni bulduğum şeyi ona anlatırken ya da yazdıklarım üzerine konuşurken en az benim kadar heyecanlıydı. Hoca’da ben en çok bunu sevmiştim. Hiçbir zaman fikirlerinizi küçümsemez, heyecanınıza ortak olur, onca tecrübe ve bilgi birikimine rağmen, onun çoktan keşfettiği, bildiği şeyleri ona söylerken bile asla size “Ben bunları biliyorum zaten” demez, sizinle birlikte öğreniyor olmanın hazzını size hissettirirdi. Tezimi yazarken Tanpınar’ın özel yaşamına dair metinlerinden çıkardığımız birçok unsuru, sonrasında Günlükler yayımlandığında tahmin etmiş olduğumuzu gördüğümüzü ve kimin neyi tahmin ettiğine dair konuşmalarımızı hiç unutmuyorum. Hoca, tezimi bitirdiğimde iki kere okumuş, notlar almış ve fikirlerini büyük bir cömertlikle benimle paylaşmıştı. Onun okuduğu nüshaları saklıyorum…
Hoca ile akademik hayatımın ileriki yıllarında da iletişimimiz hep devam etti. Ne zaman fikirlerine ihtiyaç duysam her zaman olduğu gibi kapısı açıktı. Beyefendiliği, zarafeti ve engin bilgisiyle problemleri halletmek konusunda üstüne yoktu. Bunu sadece ben değil, hocanın kapısını çalan herkes söyleyecektir. Bilgisini bu derece cömertlikle paylaşmak herkese nasip olacak bir tavır değil. Onca bilgisine rağmen bu kadar kibirden ari olabilmek de herkese nasip olabilecek bir şey değil. Tevazu ve dervişlik hocada hep bir arada oldu. Bu yönüyle sadece bir entelektüel olarak değil, bir hoca olarak, öğrenciler ve meslektaşlarla nasıl iletişim kurulacağı, yol gösterileceği konularında bir kılavuzdu.
Hocanın çalışmaları edebiyat tarihi açısından hem ufuk açıcı hem de kapı aralayıcıdır. Onun eserlerinde dikkat çekici özellik, ele aldığı şahsiyeti daha baştan bir yerde konumlandırmasıdır. Beşir Fuad için “ilk Türk pozitivist ve natüralisti”1 ifadesini kullanır. Ahmet Midhat Efendi için “Batı medeniyeti karşısında Ahmed Midhat Efendi”2 der. Abdülhak Hamid’i bir Türk “romantiği” olarak değerlendirir. Mehmet Âkif için “kalabalıklarda bir yalnız adam,”3 Necip Fazıl için “sıcak yarada kezzap,”4 Ahmet Hamdi Tanpınar için “bir hülya adamı”5 ifadelerini uygun görür. Dolayısıyla her birini kitaplarının başlığına taşıdığı bu ifadelerle ele aldığı şahısları edebiyat tarihinde konumlandırarak muğlaklıktan uzak durur; onlar için bir pozisyon tespiti yapar ve bu tespitin neden böyle olduğu konusu üzerinde uzun uzun durur.
Edebiyat tarihlerinde yenileşme, modern, yeni gibi ifadelerle karşılanan ve özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında kendine bir yer edinen, Tanzimat ve sonrası dönemini kapsayan edebiyatı “Batılılaşma” devri olarak adlandırmayı tercih eder ve çerçeveyi Batılılaşma kavramını esas alan bir okuma üzerinden kurar. Böylece yeniliğin ve bunun yarattığı edebiyatın konumlanmasındaki temel unsurun Batılılaşma pratikleriyle birlikte nasıl düşünülmesi gerektiği konusunda bir perspektif geliştirir.
Hoca, Poetika Dersleri’nde6 Türkçede poetikasını ortaya koymuş Orhan Veli, Necip Fazıl gibi şairlerin poetikalarını ve bunların şiirleriyle arasındaki bağlantıları inceler.
Sadece edebî birikimlerini değil, kendi hayatını paylaşmak, yazınsallaştırmak konusunda da son derece cömerttir. Mehmet Kaplan’dan Hatıralar, Mektuplar’da7 bir hoca ve öğrenci ilişkisini, fikir alışverişini görürüz. Benzer bir girişimi Nurettin Topçu’nun kendisine yazdığı mektupları yayımlayarak yapar.8 Bir Başka İstanbul’da9 hem kendi hatıraları hem de bir şehir kroniği bir arada yürür. Bir Başka Paris’te10 Paris yıllarını yazar. Silik Fotoğraflar’da11 hatıraları kişilerle birleşir.
Çeşitli yerlerde yazdığı yazılarını topladığı Sanat ve Edebiyat Yazıları’nda12, Kâğıt Medeniyet’inde13, Edebiyat ve Edebi Eser Üzerine’de14 edebiyat araştırmalarında yöntemden tek tek metinlere, sadece edebiyatın değil kültürün meselelerine değinir.
Hoca, hepimizin hayatında çok güzel izler bıraktı. Her yeni bilginin her yeni kitabın onu ne kadar heyecanlandırdığı hep gözlerimin önünde. İyi ki onu tanıdık, iyi ki bizim heyecanlarımıza ortak oldu.
Huzur içinde yatsın…