“Bu çocuk çok, çok, çok hassas”: Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri

"Kısa, çarpıcı, fazlasıyla zihin açıcı ve kesinlikle öncü bir eser bu; en geniş anlamıyla “delilik çalışmaları” alanının başyapıtlarından ya da klasiklerinden biri. Kitap 60 yıl sonra yeniden yayımlanırken, eserin önemini ve tarihsel bağlamını daha iyi anlamamız için resim yorumlarına, Dağyolu ve Velioğlu’nun tamamlayıcı nitelikteki diğer yazılarına da yer veriliyor."

21 Temmuz 2022 19:30

“Tonu kimse izah edememiştir. Çünkü ton, duygu meselesidir, halbuki o, kanunlar vazetmek istiyor ve onu bir düşüncedir alıyor. Güzel olan nedir?”

Bu epigrafın altına sahibinin adını yazmak isterdim, ama yok; daha doğrusu “şizofren hasta”nın adı yok! Kendisinden üçüncü tekil şahıs olarak bahseden şizofreniden mustarip sanatçının, yaşamöyküsünü –otobiyografisini– yazdığı satırlardan birkaç cümle.

Hasta sanatçının ya da sanatçı hastanın adı yok ama tıbbi ve psikiyatrik öyküsü var:

“35 yaşında, erkek. Beden yapısı astenik, bakışları canlı, giyimi itinasız. Nazik, bazen teatral jestlerle konuşuyor. Yakın akrabalarına karşı affektif bir küntlüğü var. Büyük estetikçilik iddialarıyla müterafık muhakeme kusurları, görme ve işitme halüsinasyonları biçiminde idrak kusurları, vakit vakit eksitazyon ve ajitasyon biçiminde davranış bozuklukları gösteriyor. Rorschach testinde ‘şizofrenik reaksiyon’ tespit edilmiştir.”

Psikopatolojik sanat laboratuvarı

Şizofreni ile sanat arasındaki ilişkiye dair çok şey yazıldı bugüne kadar. Şizofreniyi sanatın, dışavurulan sanat ürünlerinin içerisinden kavramaya çalışan, hastalığın seyrini ve tedavisini bu yolla düşünen, hem teorik açıdan anlamaya hem de somut uygulamalarla konu üzerinde kafa yormaya ömür harcamış psikiyatrist sayısı az; Türkiye’de ise çok, çok, çok az. Genel olarak şizofreni ve sanat ilişkisi, özel olarak “psikopatolojik sanat”, “sanatla teşhis ve tedavi”, “sanatla terapi” konularına ilk defa sistematik olarak eğilen ve bu alanın öncüsü ve kurucusu olan iki isim var: Kâzım Dağyolu (1912-1966) ve Süleyman Velioğlu (1927-2001).

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği’nde yolları kesişen nöropsikiyatrist Dağyolu ve asistanı Velioğlu, 1957 yılında, Çapa’daki bu klinik bünyesinde Psikopatolojik Sanat Laboratuvarı’nı kuruyor. Çocukluğundan itibaren resme âşık, tıp fakültesini bırakıp sadece resim çalışmayı isteyen fakat ailesi karşı çıkınca bu defa Güzel Sanatlar Akademisi’ne konuk öğrenci olarak devam eden nöropsikiyatrist ressam Süleyman Velioğlu (resim ve sanat hakkındaki kuramları ve ürünleri ayrıca önemli bir araştırma konusu) 1990’ların başında emekli olana kadar, Dağyolu ile kurdukları Psikopatolojik Sanat Laboratuvarı’nın yöneticiliğini yapıyor.

Kâzım Dağyolu ve Süleyman Velioğlu, 1957 yılında faaliyete geçen bu laboratuvarda hastalarla sanat çalışmalarına başlıyor ve sadece üç yıl içerisinde yüzlerce hasta iki binden fazla resim yapıyor. Hastaların yaptıkları resimlerden oluşan bir de sergi açılıyor; 1960 yılında, önce İstanbul’da Fransız Konsolosluğu’nda, ardından Ankara’da açılan resim sergisi, 350 binden fazla kişi tarafından ziyaret ediliyor. Dağyolu ve Velioğlu, bu defa laboratuvarda çalıştıkları tek bir hastanın sanat ürünlerini içeren kitap hazırlıyorlar.

Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri kitabının ilk baskısının kapağı. (Kapak düzeni, şizofrenik kaligrafi göz önünde tutularak Süleyman Velioğlu tarafından yapılmıştır.) 

1962 yılında yayımlanan Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri, tam 60 yıl sonra Can Yayınları tarafından yeniden yayımlandı.[1] Yeri gelmişken söyleyelim; Tuncay Birkan bir süredir sessiz sedasız ve olağanüstü yoğun bir emekle “İzler” adı altında, çeşitli alanlarda ve çeşitli nedenlerle gözden kaçırılmış, izleri silikleşmiş ve kesinlikle peşine düşmeye değer eserleri, bir bakıma son yüzyılın başka türlü bir yayın “miras”ını özenle hazırlayıp yeni kuşaklara sunuyor. Bir avuç meraklısının bildiği, çoktan unutulmuş ve aradan geçen bunca yıldan sonra, Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri yeniden yayımlanmaya değer mi? Bu bir soru ise, Tuncay Birkan’ın dipnota düştüğü şu tek cümle, sanırım sadece bir cevap niteliğinde değil, kadirşinaslığın da çok ötesinde bir anlam taşıyor:

“Bu olağanüstü kitabı, hem hastalarına olağanüstü bir şefkatle yaklaşan ve onların durumunu iyileştirmek için ‘yeni icatlar çıkarmakta’ tereddüt etmeyen hem de yaptıklarının hesabını ve muhasebesini bütün bir topluma en kısa zamanda bir sergi tertipleyerek veren bu müthiş doktorları saygıyla anmak ve gecikmiş haklarını ödeyebilmek için de yıllar sonra tekrar yayımlıyoruz.” (s. 21)

Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri kısa, çarpıcı, fazlasıyla zihin açıcı ve kesinlikle öncü bir eser; en geniş anlamıyla “delilik çalışmaları”[2] alanının başyapıtlarından ya da klasiklerinden biri. Kitap 60 yıl sonra yeniden yayımlanırken, eserin önemini ve tarihsel bağlamını daha iyi anlamamız için, yukarıda bahsettiğimiz serginin kataloğuna,[3] resim yorumlarına, Dağyolu ve Velioğlu’nun tamamlayıcı nitelikteki diğer yazılarına da yer veriliyor.

Saffet Murat Tura, kitabın yeni baskısı için kaleme aldığı sunuş yazısında, Dağyolu ve Velioğlu’nun psikopatolojik sanat laboratuvarında anlamaya çalıştıkları meseleyi, o dönemin tarihselliği ve psikiyatrinin beyin, sanat ve yaratıcılığa bakışı çerçevesinde değerlendiriyor. Psikiyatri asistanlığına başladığı yıllarda Kâzım Dağyolu’nun çoktan emekli olduğunu fakat yine de çok yönlü bu hekimin birkaç konuşmasını dinleme şansını elde ettiğini belirten Tura, aynı zamanda tez çalışmasını yöneten Süleyman Velioğlu’yla ise daha yakın çalışma imkânı bulmuş. Kendisinden “ben ressamım, psikiyatri benim hobim” diye söz etmeyi seven Velioğlu’nun, geniş ölçüde Nicolai Hartmann’ın felsefi tezlerinden etkilendiğini, psikiyatriye yaklaşımının ise belli bir mesafeden de olsa psikanalize açık olduğunu, o dönemdeki eserlerinin, nörobiyolojinin sancılı geçiş döneminde yazıldığını unutmamak gerektiğini hatırlatıyor okura. (s. 13-19)

Akıl hastaları ve psikopatolojik sanat

Kitapta yer alan ilk yazı, Kâzım Dağyolu’nun “Akıl Hastaları ve Psikopatolojik Sanat” başlıklı, 1960 yılında yayımlanan sergi broşüründeki yazısı. Psikopatolojik Sanat Laboratuvarı’nı, kuruluş amacını ve ardındaki felsefeyi özetleyen bu önemli yazıda, bilinçdışının derinliklerine inmeye, sanat için deliliğe erişmeye çabalayan sanatçılar ile zaten darmadağın bir zihinle yaşayan akıl hastalarının sanatı arasındaki önemli ayrıma dikkat çekiliyor:

“Sanat tarihi bize göstermiştir ki, akıl hastası olmak sanat eseri vermek için çok zaman mâni değildir. Hatta bellibaşlı misalleri gözönünde tutan bazı genç sanatkârların biraz deliliğe gayretkeşlik göstermeleri bu misallerden dolayıdır. Kaldı ki, son asrın sanatkârlarının bir kısmı bazı maddeler almak suretiyle muvakkat cinnete heveslenmişlerdir. Gayeleri ilham zenginliklerinin kaynağı olan inconscient’a herhangi vasıtayla inebilmek ve faydalanabilmektir… (...) Hastalarımıza gelince, binbir zorlama ile sanatkârların araştırmağa kalkıştıkları inconscient’ın, akıl hastalarında şuuru ekseriya darmadağın ettiğini ve çok zaman ona hâkim olduğunu görmekteyiz. Bu yönden bakıldığı zaman psikopatolojik sanat psikiyatrların tetkik mevzuu olduğu kadar, sanatkârlar ve sanat kritikleri için de geniş araştırma imkânını sağlamaktadır. Hastaların yapmış olduğu resimlerde eğer alıştığımız renkler, şekiller ve ritmleri bulamıyorsak bunun sebebini bu şahıslarda şuur sansürünün ya kalkmış veyahut zayıflamış olmasında aramak lâzım gelir.” (s. 26)

Dağyolu ve Velioğlu’nun hastalarla yaptıkları resim çalışmalarının klinik boyutunu ise kısaca şöyle özetleyebiliriz: Laboratuvarda yapılan resimlerde hastaların renk ve form hâkimiyetlerini gözlemlemek, hastalığın akut devresinden şifaya kadar olan zaman içerisinde içerik ve formdaki değişikliğin seyrini, dolayısıyla hastalığın prognozunu ve uygulanmakta olan tedavinin bu sürece etkisini takip etmek.

Hassas ve hayalî

Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri yukarıda bahsettiğimiz Psikopatolojik Sanat Laboratuvarı’nda sanatla teşhis ve tedavi metodu uygulanan bir hastanın sanat ürünlerinden seçkileri içeriyor. Dört yıl boyunca haftada üç-dört gün, ikişer üçer seanslarla, bini aşkın yağlıboya, guaş, siyah-beyaz spontane resim ve desen ortaya koyan sanatçı, iki üç ayda bir, 15-20 gün süreyle ve kendi isteğiyle resim yapmaktan vazgeçmiş, bu arada şiir, tiyatro, deneme, fıkra, makale yazmış ve müzik bestelemiş.

Mistik ve kültürel değerlerin önemli yer tuttuğu entelektüel bir aile çevresi içinde yetişen hastanın çocukluğunda kendisine örnek seçtiği kişi babasıdır. Önce ilahiyat, ardından hukuk öğrenimi tamamlayan babası bir akıl hastalığına yakalanınca ailevi geçimsizlikler başlar. Devamını hastanın kaleminden okuyalım:

“… babam fakültelerini fevkalade dereceyle bitirmiş, kendisi Arapça ve Farsça iki dil biliyor, ve hatta zihin yorgunluğundan mustarip. Bana karşı çok müşfikti, bilhassa mantıklıydı ve daima beni iyi istikametlere sevk ediyordu. Altı yaşımda ailem ayrılmıştır. Bu aile ayrılığı travmatik bir tavır veriyor hayata ve genç yaşta gurbet üveyliği başlıyor…” (s. 35-36)

Hastanın karşılaştığı ilk büyük psişik travma bu ayrılıktır; babasından uzakta, kabul edemediği bir üvey baba yanında büyür, öğrenim yılları boyunca hiçbir arkadaş edinemez ve yalnızlık içinde yaşar. Liseyi bitirdikten sonra mühendis olmak ister fakat imtihanı kazanamayınca en iyi resmi yaparak Güzel Sanatlar Akademisi’ne girer. Resme büyük bir heyecanla bağlanan hasta bütün vaktini resim yapmakla geçirir, tanınmış bir Fransız sanatçısı olan ve “C’est enfant, trés, trés, trés sensible” [Bu çocuk çok, çok, çok hassas] diyen hocasının takdirlerini kazanır. Hocası kısa bir süre sonra onu Avrupa’ya yollamaya söz verir, büyük bir heyecanla, severek çalıştığı ve başarılar kazandığı bir sırada okulu terk eder.

Ufak tefek bazı işler de çalışsa da esas düşüncesi resim sanatında bir reform yapmak olan hasta, yıllar sonra kliniğe geldiğinde, Psikopatolojik Sanat Laboratuvarı’nda spontane yaptığı resimleri yorumlamak amacıyla ve retrospektif bir görüşle otobiyografisini yazar. Hastanın otobiyografisinde kendisinden “bir üçüncü kişiden söz edermiş gibi” bahsetmesi, Velioğlu ve Dağyolu’na göre “şizofrenlerde görülen bir özellik”. Kendisini, kendisinden dinleyelim:

“…  Kendisi zevk bakımından hassas ve hayalîdir. Matisse’in tesiri altında kalıyor. Adeta hoca gibi kabul ediyor. Fakat yine tam bir tatmin havası bulamıyor… Kitapları karıştırıyor. İçinde şöyle bir his vardır. Aşağı yukarı klasikler gibi rahat, asil ve temiz resimler hemen yapabilirim. Garip bir inanç… Adeta anlıyor. Fakat çalışmalarında muvaffak olamıyor çünkü tekniği zayıf. Bu onu düşündürüyor. Böylece müspet bir ilim derken tiyatro, bale, mimari, heykel, edebiyat, sinema, resim gibi fonetik ve plastik olarak sanatları tasnif ediyor ve renk, ton, ritim, ifade nedir gibi ilmi bir zaviyeden düşüncelere başlıyor.” (s. 38)

Dert yahut Layemut ne?

Kitapta yer alan sanat ürünleri arasında hastanın resimlerinden bazıları ve yorumları, Doktor Nago isimli bir tiyatro eseri, şiirler, fıkralar, kendine has bir nota icat ederek bu notayla yazılmış iki eseri ve bir karikatür yer alıyor.

Zürafalı Resim

Örneğin, Zürafalı Resim ismini verdiği resmini şöyle yorumluyor:

“Bu resim zekânın bir çeşit irdelenmesi olup geleceği düşünüş bakımından çift mantığı ifade eder… Fare korkuyu, delirme korkusunu… Heykel ruhun tükenişini… Alındaki damlalar ruhu tayin eden gözyaşlarını… Mide organik bünyeyi… Müzik notası sanatı… At krallığımı… Bardak duyulan arzuları, fahişeliği… Zürafa fantezimi, fatali… Dağlar büyüklüğümü temsil eder.” (s. 70)

Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri kitabının son bölümünde, Süleyman Velioğlu’nun –yine bir avuç meraklının bildiği kült metinlerden biri olan– Akıl Hastası ve Sanatçı [4] eserinin aynı başlıklı bölümü yer alıyor. Akıl hastalarıyla sanatçıların eserleri arasındaki benzerlik ve ayrımları analiz eden, aynı zamanda çok iyi bir ressam olan Velioğlu’nun bu yazısında, ilk kitaptaki hasta ile bir başka hastanın eserleri yer alıyor. Velioğlu, iki hastanın ürünlerini, bir aşamada kendilerini özdeşleştirdikleri Van Gogh’un eserleriyle kıyaslayarak tartışıyor.

Altmış yıl sonra yeniden yayımlanan Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri olağanüstü bir eser. Sadece ruhsallık ve sanat ilişkisi üzerine düşünmek isteyenler için değil, esas başka türlü bir hakikat inşası olarak sanat ve edebiyatın eşine az rastlanır, özgün ve zihin açıcı örneklerini bir arada görmek ve okumak isteyenler için şüphesiz vazgeçilmez bir eser.

Yazıyı, yaşamı ve sanat ürünleriyle bu kitabın hem öznesi hem nesnesi olan, gayri meşhur ve ismi meçhul sanatçımızın bir şiiri ile noktalayalım; Orhan Veli’nin “bilmezdim şarkıların bu kadar güzel/kelimelerinse kifayetsiz olduğunu/bu derde düşmeden önce” dizeleriyle “Anlatamıyorum” dediğini, belki hakikate epeyce yaklaşmış ama bir ömür derdini anlatamamış sanatçımızın, belki de hiç anlayamamışız dedirten şiirlerinden biriyle…

DERT

Allah büyüktü o zaman
Ben dertli
Herkes birdi
İnan çalış güven
Herkes birdi
Allahtan geliyorduk
Ve daima Allaha gidiyorduk
Allahtan iyi renk yoktu
Allah bendim
Ve Allahla bir oldum
Allah müzik çalıyordu
Ben dinliyordum
Bir din bir dine benzer
Mahatma Gandi
Riyadır
Sen dır Ben dır
Hava hava
Su su
Ateş kes
Can
Oyluk kemiğidir
Eve gidiyorum
Biliyorum
Ben de bilmiyorum
Layemut ne
Duruyorum
Duruyorum
İşte sana son söz
Ayaklarına bak
Geliyorum?

 

 

NOTLAR:


[1] Süleyman Velioğlu, Kâzım Dağyolu, Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri, yay. haz. Tuncay Birkan, Can Yayınları, 2022.

[2] “Delilik çalışmaları” derken, yalnızca tarihsel, siyasal ve kültürel açıdan deliliği inceleyen, bir bilim ve tıp alanı olarak psikiyatri ve pratiğini eleştiren akademik çalışmalardan değil, aynı zamanda ve esas olarak deliliğin olağanüstü çeşitliliğini, sanat, edebiyat ve dil alanı içerisinden tartışmaya ve kavramaya yönelik her türden metnin dahil olduğu bir çalışma alanını kastediyorum. “Tababet-i ruhiye edebiyatı”, “tımarhane edebiyatı”, “delilik edebiyatı” ekseninde kısa bir değerlendirme için bkz. Fatih Artvinli, “Müstesna Bir Yazar: Fatih Altınöz”, K24-Kritik, 25 Nisan 2019 

[3] İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Akıl Hastalarının Resim Sergisi, İsmail Akgün Matbaası, 1960.

[4] Süleyman Velioğlu, Akıl Hastası ve Sanatçı, Yaşam Yayınları, 1978.

 

GİRİŞ RESMİ:


Solda: Zürafalı resim, Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri, s.70.
Sağda: Süleyman Velioğlu