1970'lerden bugüne uzanan üretim sürecini "remixlediği" sergi, yine Bülent Erkmen'in tasarım anlayışının iskeleti üzerine kurulu. Erkmen'in yineleyerek yenilediği Akbank Sanat'taki sergiyi görmek için son bir hafta...
25 Mayıs 2018 16:56
Türkiye’de tasarım deyince akla ilk gelen isimlerden Bülent Erkmen. Özellikle de sokaklardan festivallere, sahnelerden yayınevlerine, müze ve sergilere uzanan geniş bir kamusal alanda yarattığı imgelerle pek çok etkinliğin, “eylem”in tarihini görsel hafızamıza not düştüğü, düşmekte ısrar ettiği için. Tekrarın içinde ısrar ediyor örneğin, azın imkânını zorluyor.
Bir iletken-aracı misyonu üstlenirken bir yapı ustası gibi çalışıyor. Bir coğrafyanın gündemini başka bir dile taşıyor, bilgiyi kamusal alana aktarıyor, görsel bir temsiliyet yaratıyor, formu yazıya, metni görsele dönüştürüyor, bir mesajı iletiyor, kayıt tutuyor, fikir üretiyor... En çok da sürekli üreterek ve üreterek yapıyor bunu.
Akbank Sanat’ta açılan Remix sergisi tam da adının içerdiği gibi ve Erkmen’in kaleme aldığı manifestostoda da belirttiği üzere “Yeni formlar, yeni görüntü biçimleri önermek yerine, yeni anlama biçimleri, yeni algılama biçimleri önermek” fikrini pekiştiriyor. Erkmen yine, yinelerken yeniliyor. Ve Remix sergisinde de görülebileceği gibi 70’lerden bugüne, 40 yılı aşkın süredir yapıyor bunu.
Serginin izleyicisinin farkında olmadan sarıp sarmalandığı, görsel hafızasına yerleşmiş bir arşiv gibi Erkmen’in grafik tasarımlardan mekân ve nesne tasarımlarına uzanan külliyatı.
450’ye yakın işin yer aldığı sergi, mekânın iki katına yayılırken onun parçası olmamak güç.
Ben en çok İstanbul’un sosyo-kültürel tarihinin koridorlarında dolaştığımı hissetsem de bir kentin sınırlarını aşan çalışmalar bunlar kuşkusuz. Lakin bu kent izleğini dillendiren Erkmen’in kendisi. İzleyiciyi şehir metaforunun içinde, labirent çağrışımlı kurgusuyla içine alan, aynı zamanda yapısı gereği dışarıya kapanan bir sergiye ve aslında üretimler bütününü deneyimlemeye davet ediyor. Bu deneyimin içinde mahalleler arası komşuluklar kurmak, farklı güzergâhlar çizmek ve fakat kaybolmak da mümkün. Erkmen’in bu mekân kurgusu elbette maksatlı, hem keşif yapma güdüsünü kışkırtıyor hem karmaşa yaratıyor hem de kendi kurgunuzu yapmanızı sağlıyor. Yine manifestosundan alıntıyla tamamlayalım; “İzleyiciyi dışarıdan içeri, izleyenden katılana çeken bir tasarım anlayışını tercih etmek.”
İstanbul’un kırmızı sokak tabelalarını da tasarlamış olan Erkmen’in şehir metaforunu kullanması tesadüf olmasa gerek. Tasarımla yapılar kuran bir mimar olarak da düşünmek mümkün onu. “Sunuşu düşünceye tercih etmemek, sunuşu düşüncenin sunulması için kullanmak” demek mesela, yılların birikimini yeniden bir fikre, eyleme dönüştürmek demek.
Serginin hemen girişinde Erkmen’in 1993 tarihli mevzu bahis Bir Neo-Modernist Manifesto’su yer alıyor. Bu izleyiciyi karşılama alanında tasarım anlayışını aktardığı manifestoya “saklı” işler; bir kiosk afişi, eski bir sergisinin afişi, sergilerinde yüzünü gizlediği portrelerinden oluşan afişler, sonra yüzünü kapatan başka figürlerin yer aldığı oyun, film, gösteri afişleri derken tek gözler, oradan bir kulak ve şuradan bir sesle kalabalıklaşıyor, boyutlanıyor sergi. Görsel bombardımana ses de karışınca bir zaman yolculuğuna çıkmak da kaçınılmaz oluyor. TRT’de yayımlanan Okudukça programı, Yazko kitapları, ödül töreni konuşması, Irak işgalinin beşinci yılında savaş karşıtı bir eylem duyurusu, çocuk çığlıkları, Erkmen’le yapılan röportaj kayıtları…
Yoğun ama hızla akan, bazen gürültülü bir trafiğin ortasında, bazen sakin köşelerde, bazen çıkmaz sokaklarda ilerleyen bir hareketliliğin parçası oluyorsunuz. Yine manifestoya dönelim: “Görünürde kolay, görünürde basit olanın içinde ne kadar çok düşünce yattığını bilmek.”
Yüzler yüzleri işaret eder, sesler seslere karışır, harfler birbirini kovalarken yorulabilirsiniz, soluklanın, çünkü “Tasarımı, yapılacak ‘iş’in içinde bulmak” gerek.
Erkmen’in 40 yılı aşkın birikiminin somut örneklerinden, katmanlı bir kentin sokaklarında dolaşmamıza vesile olanlar arasında İstabul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği festivallerden, devlet tiyatroları yapımlarından, filmlerden sergi afişlerine, kitap-dergi kapaklarından kurum logolarına, sokak levhalarından, protesto eylemi posterlerine uzanan bir zincirleme bütünlük var. Öte yandan birbirleriyle yeniden ilişkilenen bir tekilliği de barındırıyorlar. Bazı mahalleleri sakin, bazı caddeleri akışkan…
Sonuçta bu “sergi kent”, “Görünürde kolay, görünürde basit olanın içinde ne kadar çok düşünce yattığını bilmek” için kuruldu. Yinelerken yenilemek için…
Sergi; fikri, kurgusu, içeriğinin yanı sıra afişi, kitapçığı ve farklı disiplinlerden isimlerin remix sözcüğünün sınırlarını zorlayan konuşma dizisi vesilesiyle de kendini tamamlıyor, çoğaltıyor.
Müzikolog Alper Maral, mimar Uğur Tanyeli, küratör Fulya Erdemci, sanatçı Can Altay, yazar Cem İleri, sosyolog Bülent Diken, Grafik tasarımcı Umut Altıntaş’ın katıldığı konuşma dizisi bitmiş olsa da Remix sergisini görmek için 31 Mayıs’a kadar fırsat var.
Samih Rifat’ın okurlar adına Bülent Erkmen’e sorduğu, Erkmen’in de tasarım diliyle yanıtladığı 2013 tarihli “söyleşi-iş” ve Cem İleri’nin yeni yayımlanan E Evi kitabından ‘remixlenmiş’ bir bölümün yer aldığı sergi kitapçığını almayı da unutmamalı.