Camus ve saçma savaş

Albert Camus haklı olsaydı, bir ülkeyi tanımak için orada insanların nasıl seviştiğine ve öldüğüne bakmak yetseydi, Türkiye hakkında ne düşünürdük?

24 Mayıs 2018 14:04

“Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de
insanların orada nasıl çalıştığına, orada
birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır.”

Albert Camus, Veba (1947)

Dünyanın mevcut koşulları “II. Dünya Savaşı öncesinin ekonomik-politik koşullarına oldukça benziyor” çerçevesinde, eksik kalan siyasî aktörler de bir bir sahneye giriyor, ya karar mercii konumlara yerleşiyor (Trump) ya da hâlihazırda oturdukları koltuklara ilelebet yapışacak şekilde (Şi Cinping, Putin, Erdoğan) yerlerini sağlamlaştıran siyasî, hukukî değişikliklere imza atıyorlar. Aşırı milliyetçi sağ hükümetlerin hızla diktatörleştikleri, silahlanma yarışlarına tam gaz verdikleri bir döneme şahitlik ediyoruz. Hafızayı güçlendirmenin, kristalize olmuş, berraklaşmış bir karamsarlığın içinden umut devşirmenin yolu, tarihsel hakikatler kadar edebiyat... Dolayısıyla bu yazı zımnen Camus, absürt durum, OHAL’imiz ve esasen Veba romanı hakkında olacak.

Camus ve absürt durum

Camus, vebaya değilse de tüberküloza yakalanmış, hastalıkla münasebeti sonucu hem felsefeyi hem çok sevdiği futbolu yarıda bırakmış, absürt (saçma) fikrini geliştirmeyi kendisine kıble etmiş bir edebiyatçı. Eserlerinde, bir miktar, varoluşçu düşüncenin sözcük dağarını da bulmak mümkündür ki bu kendisinin sık sık Sartre ile birlikte anılmasına vesile olur. Varoluşçuluk Camus’ye rızası dışında iliştirilmiş bir sıfattır.[1]

Veba, Albert Camus, Çeviri: Nedret Tanyolaç Öztokat, Can YayınlarıCamus, yaşam ve ölüm arasında, insanın durumu üzerine düşünür ve yazar. Varoluş içerisinde nasıldır insanın durumu? Yaşama değer olan nedir? Bir insanı intihar etmekten yahut cinayet işlemekten alıkoyan ne? Camus, Sisifos Söyleni’nde tartışmaya başladığı absürt fikrini, Yabancı ve Veba romanları ile Caligula gibi tiyatro oyunlarında geliştirmeyi sürdürür. Absürt durum, insanın bu dünyada bulunuş biçiminden, insanın ihtiyaçları (akılsal bir neden, anlam bulma, mutlu olma vb.) ve evrenin bu ihtiyaçlara dönük kayıtsızlığından doğar. Evrenin kendisi saçma değildir. Saçma’lık bizim onunla kurduğumuz ilişki biçiminin sonucunda oluşur. İnsan, varoluşunun saçmalığından kurtulmak için fiziksel intihar (physical suicide) ya da düşünsel ölüm (philosophical suicide) yollarını seçebilir. Düşünsel ölüm, hiçbir destekleyici kanıt olmamasına rağmen insanın saçma’nın huzursuz edici farkındalığından kurtulmak ve varlığına bir anlam kazandırmak için bu dünyanın ötesinde bir anlam, cennet, Tanrı vb. şeylerin olduğuna dair inanç ve umut besleyecek biçimde düşünmesidir. Bu noktada, Camus, saçma’lık bilincinin (umut ya da intihara doğru) bir kaçış, bir ölüm emri olup olmadığını sorar ve nihayetinde absürt durumdan çıkmanın yolu olarak üçüncü bir seçenek sunar, saçmalığı olduğu gibi kabul etme ve yaşam için; kişilik haklarını ve her tür yaşamı savunan ortak değerleri temel alan, dayanışmaya dayanan bir başkaldırı (rebellion) mücadelesi. Buradaki başkaldırı fikri, herhangi bir devrimci isyanla aynı değildir; despotik, totaliter rejimlerden, baskıcı ideolojilerden farkı da oldukça açık.

Devletimize göre Camus

Türkiye Yayıncılar Birliği, OHAL dönemine ilişkin olarak Haziran 2016-Haziran 2017 tarihleri arasında, kapatılan 30 yayınevi, 45 gazete, 15 dergi ve sosyal medya paylaşımı gerekçesiyle tutuklanan 656 kişinin bulunduğuna ilişkin verileri içeren “Yayınlama Özgürlüğü Raporu”nu yayımladı. Raporda, Albert Camus ve Spinoza da var: “Kapatılan Özgür Gazeteciler Cemiyeti eş başkanı Nevin Erdemir için hazırlanan iddianamede yer alıyor. Erdemir’in defterine not ettiği Albert Camus ve Baruch Spinoza iddianamede ‘örgüt üyeleri’ olarak geçti.” Memleketimizin coğrafî olarak üç tarafının denizlerle, ideolojik olarak “dört bir yanının düşmanlarla” çevrili olduğu malûm. Yine de, adalet mekanizmalarımızda Camus’nün, Spinoza’nın başına gelenler absürdizm açısından fevkalade iken, hukuk ve insan hakları açısından fecaat.[2]

Veba: Halka yayılan salgın hastalık ihtilal ve itidal [3] sorunu

Veba,[4] Avrupa kentlerinin canlılığını kurutan Kara Ölüm[5] salgını üzerine bir roman. Hikâye, Cezayir’in Oran kentinde geçer. Doktor Bernard Rieux merkezde yer alsa da, kahramanlık mertebesiyle anacağımız bir karakter değildir, ki zaten Camus, büyük felaketler ânında, büyük fedakârlıklar yapan büyük kahramanlarla ilgilenmez. Sıradan, yaşamın içinde yuvarlanıp giderken bir fark etme süreci yaşayan, adım adım kavrama gücünün artması vesilesiyle harekete geçen kişilerle ilgilenir.

Doktor Rieux, hastalığın belirtilerine ilk andan itibaren dikkatle bakar. Kendisini olası en kötü senaryo olan vebaya hazırlamaya çalışır, okur, hafızasını tazeler, tanı ve tedavileri zihninden geçirir ve sürekli gözlem yapar, notlar tutar. Kuşkusu kalmadığında, gerekli adımların atılması için yöneticileri uyarır, koruyucu önlemler alınmasını talep eder. Kentin yöneticilerinden emniyet birimlerine, savcılardan doktorlar heyetine kadar her yerde “hakikati” görmeyi reddedenler, geçiştirmeye çalışanlar vardır. Hakikat bir defa zikredilirse hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı korkusu hastalığın adını koymayı geciktirir. Doktor Rieux, salgın hastalığın boyutunu kavradıkça, mide bulantısı duyar. Durmaksızın bir çalışma temposuna girer, zengin ve fakir mahallerinde itinayla işini yapar. Sisifosvari hastalığın galip geleceğini bile bile karamsar bir umutla her gün ölüme karşı tekrar savaşa koyulur. Hastalıkla olduğu kadar, kentlilerin inkâr ve kaçışla çizilen ruh hâlleriyle de boğuşur. Veba salgını valilikçe halka ilan edilir. Üstü örtük tedbirleri sıralayan ilk resmî ilandan sonra da şaraplara, restoranlara, sinemalara dadanmak gibi eski alışkanlıklar kendilerine yeni yeni kabuklar bulurlar. Suç türleri çeşitlenir, eski usul hırsızlık, cinayet gibi suçlar yerini kundaklama, karaborsa, insan kaçakçılığı vb. suçlara bırakır. Nihayetinde, hastalığın boyutu anlaşılır, ölüm tek hakikat olarak belirir ve geri kalan tüm ayrımları silikleştirir. Zengin yoksul, iyi kötü, suçlu masum, yerli yabancı demeden, herkes hastalığın getirdiği çözülme karşısında tek bir hizaya sıralanır; vebaya yakalanmış olmak, ölmek yahut vebaya karşı savaşmak-yaşamak. Ne zaman ki hastalığın kendi kendine geçeceğine dair çocuksu inanç yıkılır, bilgi ve davranışlar değişmeye başlar. Hastalıkla güçlü bir şekilde mücadele edecek biçimde örgütlenme işi üstlenilir, teşkilatlar kurulur, gönüllü ekipler oluşur, tedbir ve tecrit işlemlerini sürdürmek üzere vebaya karşı yürütülen savaşa, toplum tüm birimleriyle katılır.

“Savaş halk sağlığı sorunudur”

(Türk Tabipler Birliği, İstanbul 2018)

Romanın yazıldığı dönemde, iki büyük dünya savaşı, Nazi işgalleri ve katliamları, henüz geride kalmıştır. Toplumsal dokuları bozma, yok etme üzerinde yükselen faşist ideolojilerin saldırganlığıyla savaş alanı hâline getirilmiş, kitlesel katliamlara bulanmış bir dünya…. Romanda, Camus, vebayı, ölümcül bir hakikat olarak düz anlamıyla işler. Ölümcül bir hastalığın yaşam koşullarını nasıl aşırılaştırdığını anlatır. Hikâye boyunca gündelik hayatı sürdürmenin çekiciliği, insanî zaaflar, kişilerin bırakamadıkları türlü türlü küçük huyları ilk perdeden gözükür. Toplumda yaygın olan tekdüzeliğin, düzenin sürüp gitmesi beklentisinin aşırılığının dahi gündelik hayata yayılarak nasıl sıradanlaştırdığını anlatır. Âtıllığın, rutinin cazibesi içinde olağanüstü olanın nasıl doğallaşabildiğini. Aşırılığın öylece kendi kendine geçip gideceğinin beklentisi en nihayetinde tükenir, doğası gereği aşırılık rutini bozguna uğratır. Bu durumda, infiali olduğu gibi kabul etmek, karamsar bir umut beslemek görevdir. Ölümden kurtulmanın mümkün olmadığı durumda dahi risk ve sorumluluk almak gerekir. Salgın hastalıktan ancak şans, bilgi, umut ve kolektif eylemin karışımı bir süreçle kurtulmak mümkündür.

Camus, faşist rejimler (Nazizm, Mussolini diktatörlüğü vb.), veba, salgın hastalık ile şiddet ve savaş döngüsü arasında bir analoji kurar. Faşizm veba gibi yüzü ölüme dönük bir beladır, ayak bastığı her yerde çocuk, yaşlı demeden katleder, yaşamı ezer. Bu paralelliğe istinaden kan döken rejimlerin kendiliğinden çekip gidecekleri günü beklemenin çocukça ve insanî bir umut, yani kaçış olduğu düşüncesi romana içkindir. Veba, ölümü çağıran ve hâkim kılan koşulların öldürebilirliği/öldürülebilirliği güçlendirerek tüm hayatı kuşattığını gösterme konusunda mütevazi uyarıları olan bir roman. Velhâsıl, II. Dünya Savaşı’nın ardından seslenen Camus haklı olsaydı, bir ülkeyi tanımak için orada insanların nasıl seviştiğine ve öldüğüne bakmak yetseydi, Türkiye hakkında ne düşünürdük?

 

 

[1] Varoluşçu düşünce çok kabaca, özgürlük ve sorumluluk ekseninde, “oluşun anlamsızlığı karşısındaki bulantı” hissi, “bu bulantıyla yüzleşen, kendini bu dünyada edimleriyle gerçekleştiren insan” fikri olarak tarif edilebilir.
[2] Artıgerçek internet gazetesi, 6 Haziran 2017, https://www.artigercek.com/hukumete-gore-albert-camus-ve-baruch-spinoza-orgut-uyesi, Son erişim: 21.03.2018.
[3] İhtilal (Arp.): fesat, bozgun, karışıklık, İtidal (Arp.): orta yolu bulma, dengeli olma https://www.etimolojiturkce.com/kelime/ihtilal, https://www.etimolojiturkce.com/kelime/itidal
[4] Diğer önemli karakterler:
Raymond Rambert– Parisli bir gazete için Arapların yaşamları ile ilgili bir makale yazmak için kente gelir ve Doktor Rieux ile kentteki Arapların sağlık durumlarını öğrenmek için buluşur. Salgın başlayınca kentte mahsur kalır.
Jean Tarrou– Şehri gezmeye gelmiş bir tarihçi. Vebaya karşı yürütülecek mücadeleye katılır ve gönüllü teşkilatlanmayı idare eder.
Joseph Grand: Düşük rütbeli bir belediye memurudur, vebanın aldığı canlar ile ilgili istatistik işi yapar, ölülerin künyelerini ve sayılarını tutar. Boş zamanlarını özenle yazdığı cümleyi en güzel nasıl yazabileceğini düşünerek ve deneyerek geçirir.
Cottard: Salgından önce intihar etmeye niyetli bir tüccardır. Veba ile onun işlediği türden suçlar önemsizleşince  keyifle vebalı günlerin içinde tüccarlığını sürdürmeye devam eder, bu defa şarap kaçakçısı, savaş fırsatçısı olarak... Vebadan küçük bir servet elde eder, nihayetinde paranoyaklaşır, sokakta gördüğü sıradan polislere rast gele ateş açar, çatışmada öldürülür.
[5]  Veba, tarihsel, gerçek bir salgın hastalık deneyimidir, Ortaçağ’da özellikle Avrupa’da görülen bulaşıcı ve ölümcül bir hastalıktır. Pireler ve farelerin hastalığın yayılmasında etkisi vardır. Vebanın görüldüğü her yerde tecrit ve ölüm el eledir. Hastanın ve yakınlarının tecrit edilmesi, ölülerin kireç ve külle gömülmeleri, hastalık bulaşmayan mekanların dezenfekte edilmesi ve sağlıklı kişilerin koruyucu aşılar olmaları veba karşısında alınan önlemlerdir.