Christopher Moore: “Parmak arası terlikli dâhi”

Tom Robbins sever misiniz? Peki ya Douglas Adams? Öyleyse en yakın kitabevinden kalkan ilk sihirli otobüsle Christopher Moore evrenine ışınlanma zamanınız gelmiş demektir. Hınzır ve hünerli gerçeklik bükücülerin son temsilcilerinden Moore ile birlikte maceraya atılırken şundan kesinlikle emin olabiliriz: Biletin üzerinde ne yazarsa yazsın burası bugüne kadar gitmediğimiz, varlığını hayal bile etmediğimiz bir yer!

01 Kasım 2020 19:30

Fluke: I Know Why The Winged Whale Sings (Kuyruk) ile Moore’u keşfettiğimde ilk tepkim şu oldu: (Zihnimde nükteli bir TRT seslendirmesi tonuyla) Aman tanrım! Dostum, bugüne kadar nerelerdeydin?... Ardından elime geçirdiğim tüm kitaplarını sırayla okumaya başladım ve kendisi pandemi günlerinde en iyi dostum, en büyük kurtarıcım haline geliverdi. Christopher Moore’un art arda sıraladığı birbirinden zekice, esprili ve eğlenceli kitaplardan oluşan muhteşem bir külliyatla nasıl olup da radarımın altında kalmayı nasıl başardığını bir türlü anlayamadım. Şu koskoca dünyada Tom Robbins’i, Douglas Adams’ı duymayan kalmamışken nasıl olur da Moore’dan habersiz yaşayıp giderdik?

Türkiye'de belki böyle. Ama dünyanın Moore'dan büsbütün habersiz olduğunu söylemek zor. İşte belli başlı gazete ve dergilerde Moore hakkında yazılanlara birkaç örnek:

“Bu adam bugüne kadar nerede saklanmış?” — The New York Times

“Christopher Moore vaktiyle Kurt Vonnegut’un doldurduğu bir mevkiye yerleşerek hızla çağımızın kült yazarlarından birine dönüşüyor.” — Denver Post

“Alışkanlık yapan bir mizah” — USA Today

“Düşünen adamın Dave Barry’si ya da sabırsız adamın Tom Robbins’i Moore, ucuz kahkaha fırsatlarını asla kaçırmıyor ve son on yılda onları olasılığın sınırında neşeyle dolaşan kurgusal aşırılıklarla iç içe geçmeyi de öğrendi.” — The Onion

“Parmak arası terlikli dâhi.” — About.com

Kitaplarını sırayla okuyup onu daha da yakından tanıdıkça aslında kendine has ve oldukça sadık bir okur kitlesine sahip olduğunu fark ettim. Moore’un son derece verimli ve heyecan verici bir edebiyat kariyerine sahip olmasına rağmen “ağır topların” gölgesinde kalması büyük ihtimalle zor olanı ısrarla kolay göstermesi; giriştiği her imkânsız kurguda ve kurduğu her cümlede gösterişten uzak durması yüzündendi. Şov yapmaktan her daim uzak duran sadelikteki kalemi nedense tevazuya kurban gitmiş gibi geldi bana, ama onu tanıma fırsatı bulduğum için kendimi şanslı hissettim...

“Mucizevi olana uzanan bir eşik”

Fantastik edebiyat denince aklımıza önce ejderhalar, elfler, cüceler, tek boynuzlu atlar, şövalyeler, ejderhalar geliyor. Sonra vampirler-kumpirler, kurt adamlar ve periler… Fransız-Bulgar yapısalcılık ekolünden Tzvetan Todorov fantastik edebiyatı “mucizevi olana uzanan bir eşik” olarak tanımlamıştı: Gerçekliğin sınırındaki anlatının hem okuru hem de karakterleri (en azından karakterlerden birini) eserin hayal ürünü ya da gerçek olduğu konusunda kararsız bırakan bir eşik... Drakula’sıyla Bram Stoker, Frankenstein’ıyla Mary Shelley, Lewis Caroll, Edgar Allan Poe, Mikhail Bolgakov, Mircea Eliade, H. G. Wells, Tolkien, Ursula Le Guin fantastik edebiyat denince tarihte ilk akla gelen isimler.

Bir de “gerçeklik bükücüler” var ki onların at koşturduğu alanı “büyülü gerçekçilik” olarak tanımlamak mümkün. (Yoksa bükülü gerçekçilik mi demeli?) Doğrusu “büyülü gerçekçilik” alanında eser veren yazarların stili Todorov’un “eşiktekiler ve şüphede bırakanlar” tanımlamasına daha da cuk oturuyor. Çünkü bu dünya bize tamamen yabancı değil, hatta ilk bakışta her şey son derece tanıdık görünüyor. Ama her adımda bildiğimizi sandığımız şeylerin bambaşka yüzleriyle tanışıyoruz. Neil Gaiman’ın Yolun Sonundaki Okyanus’u bu tarz içinde benim için en etkileyici kitaplardan biriydi, zira Gaiman eski bir çocukluk anısına hapsolmuş, yüksek ateş sanrılarını andıran ama içinde tek bir fantastik canavar bile bulunmayan bir dünya yaratmıştı. Bu evrendeki canavarlar baş karakterin annesi, babası, bakıcısı, komşunun avlusu, ipte asılı çamaşırlar, havada uçuşan toz taneleri ve rüzgârda uçuşan kumaş parçalarından başkası değildi.

Aynı şekilde Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi de bize gündelik yaşamın kumaşından dokunmuş tekinsiz bir hikâye sunar. Tom Robbins’e geldiğimizde iş çığırından çıkar ama doku bellidir: ve bu spekülatif doku içinde her şeyiyle tanıdık görünen bir dünyanın gizlediği mucizevi sırları keşfederiz. Pi’nin Yaşamı (Yann Martel), Rüzgârın Gölgesi (Carlos Ruiz Zafón), Marquez, Murakami ve Kafka’yı da bu kategoriye rahatlıkla alabiliriz. Uzun lafın kısası, Christopher Moore edebiyat dünyasında hangi kulübe üyedir derseniz, büyülü gerçekçilerle arasının iyi olduğunu söyleyebiliriz. Moore'un twitter hesabındaki açıklama ise çok kısa: "Satire is my business."

Christopher Moore’u sevmenin en zor yanı onu niçin sevdiğini başkalarına bir türlü anlatamamaktır diyebiliriz. Ekşi Sözlük’ten Locke adlı user’ın ifadesi bu durumu en güzel şekilde açıklıyor: “Okuduğun kitabın konusu ne diye sorduklarında ‘vampirler falan var’ demek koymuyor mu yine de? Mukadderat…” Ki bu da Moore’u Moore yapan özellikler arasında başta geliyor. Onun kitaplarını birine anlatmak öyle zor ki arka kapak ya da tanıtım yazılarını kaleme alanlara şapka çıkarmak gerekiyor. Ne var ki kitaplarının tanıtım yazıları kitabın içeriğine dair çoğunlukla %5 oranında bilgi verebiliyor, zira daha fazla bilgi vermeye kalktığınız anda aşırı spoiler verme ve kitabın tadını kaçırma tehlikesi var. Çoğunlukla insan bu noktada pes ediyor ve şöyle diyor: Kuyruk mu? Bir deniz biyoloğu var, su altında sıradışı bir evren falan var bir de balinalar ama nasıl desem, okusan daha iyi… Kısacası Moore’u okumak ne kadar kolay ve eğlenceliyse başkalarına anlatmak da o kadar zorlu ve beyhude bir çaba. Sanırım bunun başlıca sebebi Moore’un sürekli olmayacak işlere kalkışması ve imkânsız kurguları dünyanın en kolay işiymişçesine tereyağından kıl çeker gibi kotarması. Öyle ki Moore’un bazı romanlarından sıksanız iki üç farklı kitap çıkarırsınız ama onu özel kılan da bu zaten. (Öyleyse Yeşilçam tonlamasıyla gelsin) “Azizim, komik olduğunuz kadar cesursunuz da!

Aslında Moore bazı kitaplarında imkânsız kurgular yerine San Francisco sokaklarında geçen bir vampir hikâyesi gibi çok daha basit temalar seçiyor ama bu sıradan görünümlü ‘şekerleme’ kitaplar bile Moore’un “anlatılmaz, yaşanır” niteliğini zerrece değiştirmiyor. Kitaplarını okurken zekâsına, espri anlayışına hayran kalıyor, zaman zaman yüksek sesle gülüyorsunuz. Ama Tom Robbins’in aksine karakterler ya da durumlar konusunda asla ahkâm kesmemesi ve “felsefe yapmaması”, Moore’un ‘derin’ olmadığı anlamına gelmiyor. O bir yazar olarak şiirsel ya da felsefi yorumlar yapmak yerine sadece hikâyeyi anlatmakla yetiniyor. Temaların zenginliğiyle karşıtlık içindeki bu sadelik de onu benzersiz kılan şeyi ifade etmeyi güçleştiriyor.

Kankolikler’i (Bloodsucking Fiends)  okurken beni en çok etkileyen noktalardan biri de şuydu: Moore farklı kökenlerden gelen Çinli, Siyahi ya da Latin, kadın ve erkek karakterlerle dolu bu kitapta karakterlerini bir kez olsun kadın, erkek, zenci, latin, varoş, fakir gibi sıfatlarla tanımlama gereği duymamıştı ama onların konuşma dilinden, beden dilinden, kıyafetleri ya da yaşamlarıyla ilgili detaylardan bu bilgileri okur olarak biz kendimiz çıkarıyorduk. Dolayısıyla etnik ya da diğer belirleyici unsurlara dair tanımlar kullanmamak yazar açısından kolaylık sağlayan bir tercih değilse bile önyargı kıran bu yeni ve demokratik tavır benim için devrim niteliğindeydi. Sonra gel de anlat bu kitabı “vampirler falan var” diye… 

Garsonluktan DJ'liğe...

Mikronezya’da ya da Kızılderililer arasında araştırma gezilerinde değilse zamanının çoğunu Hawaii’de ve San Francisco’da geçiren yazarımız Ohio’da dünyaya gelmiş. Babası otoyol devriyesi, annesi ise tezgâhtarmış. Üniversitede fotoğrafçılık eğitimi aldıktan sonra 19 yaşında California’ya, sonrasında birkaç yıllığına Hawaii’ye ve ardından San Francisco’ya taşınmış. İlk romanı Practical Demonkeeping’i yazmadan önce çatı işçiliğinden sigortacılığa, garsonluktan rock‘n’roll DJ’liğine kadar türlü türlü işte çalışmış ve bu deneyimleri romanlarındaki karakterlere aktarmış. Fotoğraf ve resim sanatının yanı sıra kano, skuba dalış ve deniz biyolojisi de Moore’un kitaplarına derinlik katan ilgi alanları arasında yer alıyor.

Moore’un üçü uluslararası ‘çok satanlar’ arasına girmiş toplam on yedi romanından bazıları belli karakterleri takip ettiğimiz seriler, bazıları ise kendi başına okunan romanlar şeklinde. Bu kitapların hepsi değilse de hatırı sayılır bir kısmı Türkçeye çevrilerek basılmış ama bunu ancak merak edip araştırma yaptığımda öğrenebildim. Türkçe kitaplardan bazılarının baskısı yok piyasada. Dolayısıyla yazar çeviri okuru için de nispeten gizli kalmış hazinelerden biri diyebiliriz ama kitapların orijinal kapakları ne kadar orijinal ve çekiciyse Türkiye kapaklarının bazıları da bir o kadar hayal kırıklığı… Türkçe baskılarını okumadığım için çevirileri konusunda da yorum yapamıyorum ama bu müstesna yazarı dilimize kazandıranlara teşekkür etmek gerek…

Yukarıda sözünü ettiğimiz seriler arasında Moore’un en ünlü üçlemesi Kankolikler her ne kadar keyifle ve kolayca okunsa da serinin devamında ilkindeki heyecanı yaşamadım diyebilirim. Dolayısıyla yazarın çılgın işlere ve büyük kurgulara giriştiği münferit romanları bana serilerinden daha çekici geldi. Ancak münferit romanlar arasında mola verirken ‘şekerleme’ tadındaki serileri okumak da tanıdığınız, sevdiğiniz bir mahalle pub’ında takılmak kadar keyifli ve dinlendirici. Öte yandan Kitapyurdu’nda bu kitabın Türkçe basımı hakkındaki yorumlara bakılacak olursa Türkiyeli okurların bir kısmını hayal kırıklığına uğratmış diyebiliriz. Fakat bu yorumları yazan okurlar Alacakaranlık serisindeki “derinliği” bulamadıklarından dem vuruyorlar. Bu da bize gösteriyor ki “Moore” ne kadar kolay okunur ve esprili olsa da tüm sadeliğine rağmen kesinlikle “herkesin yazarı” değil.

Biletin üzerinde ne yazarsa yazsın! Burası bugüne kadar gitmediğimiz bir yer...

Kuyruk (Fluke: I Know Why The Winged Whale Sings) için su altında geçen bir tür bilimkurgu denebilir ama bunu klasik bir bilimkurgu olarak da düşünmemek gereki. Moore bu çılgın romanında suyun üzerinde bir deniz biyoloğu ve çakma Hawaiili rasta asistanının da yer aldığı ekibin maceralarını son derece esprili ve sürükleyici bir dille anlatırken deniz altında sıradan bir hayal gücüne olduğu yerde takla attıracak, öylesine sıra dışı bir dünya yaratıyor ki ne desek spoiler vermiş oluyoruz ama şurası çok net: balinalar sadece balina değiller. Zaten, sıradan şeyleri olabilecek en sevimli ve zekice haliyle sunan Moore bu gibi çılgın kurgulara giriştiğinde her şey tahminlerin çok çok ötesinde bir absürtlükte gelişiyor ki onu özel kılan da bu. Ayrıca şunu da söylemek gerekir ki Moore okura sıkça yüksek sesle kahkaha attıran türden bir kalem.

Olasılıkların sınırındaki olağan çılgınlıklar

Yazarımız, Aşk Adası’nda (Island of the Sequined Love Nun) kariyeri ve tüm yaşamı uçağıyla birlikte yere çakılan bir pilotu alıp Mikronezya’da yerlileri büyüleyen kentli bir tanrıçanın hizmetine yerleştiriyor. Bu macerada Filipinli bir travesti ve şahsına münhasır yarasası Roberto da ona eşlik ediyorlar. Dolayısıyla, okumalarınızda hayal gücünün ve fantazyanın tekrara düştüğünden şikâyet ediyorsanız Moore tam size göre; çünkü burada her şey orijinal, benzersiz ve bir o kadar da organik; yani Moore’un kültünde zorlama yok! Her şey olasılıkların sınırında olağan bir şekilde gerçekleşiyor ve Moore ile birlikte maceraya atılırken şundan kesinlikle emin olabiliriz: Biletin üzerinde ne yazarsa yazsın burası bugüne kadar gitmediğimiz bir yer! Ve Moore’un karakterleri çoğunlukla hayatlarının zirve noktasında değiller. Onları gerçek ve çekici kılan da sevapları ve günahlarıyla bir bütün teşkil etmeleri; nispeten düşkün ve kusurlu olmaları zaten. Kusursuz olmaya pek de hevesli olmayan bu sürükleyici ve ustaca çizilmiş kahramanlar kendilerine ters düşen olaylar ve kişiler karşısında vicdanları ve kişisel kusurları arasında kalıyorlar sık sık. Hızlı gelişen çılgınca kurgular içinde akla gelmeyecek sürprizlerle sınanıyorlar. Mekânlar ve çizilen dünyalar ise her zaman renkli, üç boyutlu, capcanlı ve çekici; dolayısıyla her kitabı bambaşka bir yolculuk olarak nitelendirmek mümkün.

Christopher Moore, Kuzu’da (Lamb) Hazreti İsa’nın o ilk mucizeden önce, büyüme çağında ne yaptığını en yakın arkadaşı Biff aracılığıyla anlatıyor. Bu alternatif senaryo bildiğimiz hikâyeden net bir sapma yapıyor; mucizelerden kung-fu’ya, şeytanlardan çekici kadınlara kadar... Çoğu insanın kolaylıkla rahatsız edici bulacağı bu kitap dinler tarihine umulmadık taklalar attırıyor.

Vincent Van Gogh’un bir mısır tarlasında kendini vurmasıyla başlayan Kutsal Mavi (Sacre Bleu) Türkçe kapak arkasından bir alıntıyla “dansçı kızların, bayat ekmeklerin ve kaliteli Fransız konyaklarının su gibi aktığı; entrika, şehvet ve sanat tarihinin birbirine karıştığı sürprizlerle dolu bir roman.” Serpent of Venice’de yazar hem Shakespeare’i hem de Edgar Allan Poe’yu mezarlarında ters döndürüyor – ama kahkahadan.

Kısacası Moore’un kitapları çılgınca izlemek isteyeceğiniz ama asla çekilmeyecek filmler gibi… Aslında kitaplarının çoğu filme çekilmek üzere seçilmiş, hatta bazılarının film hakları Disney gibi şirketler tarafından satın alınmış durumda. Fakat Moore henüz kitaplarının filme çekilmesi gibi bir “tehlike” olmadığını ve olursa okurlarını mutlaka haberdar edeceğini söylüyor. Keşke Moore’un kitaplarının mükemmel bir şekilde sinemaya aktarılabileceği bir ekonomik düzende yaşasaydık ama şimdilik yaşadığımız dünyayı Moore gibi parmak arası terlikli dâhilerle paylaştığımız için kendimizi şanslı hissetmekle yetinmemiz gerekiyor!

           

KİTAPLARI: (Yazılma sırasına göre)

 

Practical Demonkeeping, 1992 *

Coyote Blue, 1994

Bloodsucking Fiends: A Love Story, 1995 † / Kankolikler: Bir Aşk Hikayesi (Artemis Yayınları, 2009. çev. Berna Gülpınar)

The Island of the Sequined Love Nun, 1997 / Aşk Adası (Goa, 2006. çev. Mustafa Işık Gürül)

The Lust Lizard of Melancholy Cove, 1999 *

Lamb, 2002 / Kuzu (Goa, 2006. çev. Zerrin Duman)

Fluke, 2003 / Kuyruk (Goa, 2006. çev. Roni Rodrig)

The Stupidest Angel ,2004 * / En Aptal Melek (Goa, 2004. çev. Hülya Karatay)

A Dirty Job, 2006 / Pis İş (Goa, 2007. çev. Ayşe Dağıstanlı)

You Suck: A Love Story, 2007 †

Fool, 2009

Bite Me: A Love Story, 2010 †

The Griff: A Graphic Novel

Sacré Bleu, 2012 / Kutsal Mavi (Altın Kitaplar, 2013. çev. Esat Ören)

The Serpent of Venice (sequel to Fool), 2014

Secondhand Souls (Sequel to A Dirty Job), 2015

Noir, 2018.

Shakespeare For Squirrels 2020

 Bold yazılmış olanlar Türkçeye çevrilen kitaplardır.
Vampir serisi, sırayla okumakta fayda var.
* Pine Cove serisi, sırayla okumakta fayda var.

Kısa Öyküleri:
Our Lady of the Fishnet Stockings, 1987
Cat's Karma, 1987