"Bu şiir dünyanın ve çağın ve insanın dönüştüğünün, eski yaklaşım, düşünce ve çabalarla bu dönüşümün yarattığı ve gizlediği sorunları açığa çıkarmanın mümkün olmayacağının farkında bir şiir. Dünya tamamen farklı bir yer haline gelmişken eski teranelerle iş görülemez."
24 Eylül 2020 14:47
I.
Şiirimizde II. Yeni’den sonra dille bu kadar cebelleşen kuşak 2000’lerle birlikte, yani milenyumdan sonra sahneye çıkan şairler oldu. Bu kesin. Bunun sadece kendi şiirimizin “lokal” bir zorunluluğu olduğu düşünülmesin. Bu artık benim yeni ve başka bir çağ dediğim bu çağda girişilmesi neredeyse zorunlu bir mücadeleydi. Neden mi? Çünkü dil –toplumsal ve şiirsel dil– neoliberalizm tarafından çalınmış, dijitalleşmiş ve bir anlam ifade etmekten ziyade bir performans aracı haline gelmişti. Buna bağlı olarak şunu da söylemeliyiz: II. Yeni şairleri yeni anlamlara ulaşabilmek için dili deforme ediyor, bozuyor ve taşırıyordu, ama bunu yaparken dilden hiçbir şekilde kuşku duymuyordu. Şiirin –dilin– anlam yaratma ve iletme gücüne inanıyorlardı. Öyle güzel ve umut dolu günlerdi o günler. Oysa şimdi, 2020’ye gelindiğinde, şairler dile inanmıyor, onun anlam yaratma ve iletme kapasitesinden kuşku duyuyor, dil onlar için varlıklarının doğal bir uzantısı değil, ama yapay bir eklentileri. Öyle ki, bu onlar için sadece bir sezgi olarak kalmıyor, bir bilinç haline yükseliyor. Şairler şimdi dilin –yani eski konvansiyonel dilin– ve hatta konvansiyonel şiirin kendilerini ifade etmekte yetersiz olduğunu, hatta anlam iletemeyeceğini biliyorlar. Anlam yaratamayacağını da.
Yukarıda sözünü ettiğim durum bugün yazan her şair tarafından idrak edilmiş değildir elbet. Ama zaten bir kuşağın tamamı aynı seviyede yazamaz. Bazıları birincil nitelikteyken, bazıları da ikincil, üçüncül seviyede şairdirler. Öncüler ve takipçileri vardır. Öncüler anlaşılmamayı göze alarak türlü türlü deneylere girişip zorluklara katlanırken, takipçiler onların açtığı yolda güven içinde ilerlerler. Bu çerçevede 2000’lerden sonra yazmaya başlayan şairler arasında son 3-4 yıla kadar Ömer Şişman’dan başka şiir görgüsü ve bilincine sahip başka bir şair göremiyor ve bu durumdan kaygı duyuyordum. Ama daha sonra bu isme Liman Mehmetcihat’ın Yaya Baron ile, Burak Acar’ın da Tabiat Abi ile katıldığını iç rahatlığıyla söyleyebilirim. Öyle ki bu durum birçok yönden ülkemizde şiirin yeniden güç ve istikamet kazanabileceğine, sadece poetik olarak değil, aynı zamanda politik olarak da yeni bakış açılarını yansıttığına ikna etti beni. Özellikle Mehmetcihat hem biçimsel, hem özsel hem de sözdizimsel deneyleriyle oldukça sağlam, yeni, hatta daha önce hiç görülmemiş bir şiirin ipuçlarını veriyor. Yaya Baron’u okuduğumda hem hayret, hem şaşkınlık, hem umut ve sevince kapıldım. Bazı yerlerde nefesim kesildi. Bu şiir çok yeni ve daha önce rastlanmamış, oldukça cüretkâr ve hiç de tesadüfi olmayan girişimiyle Ömer Şişman’ın 2005’te yayımlanmış olan Hata Devam Ediyor kitabından sonraki en heyecan verici bir şiirdir.
II.
Gelelim Mehmetcihat’ın kitabının hangi bakımlardan, neden ve nasıl önemli bir girişim olduğuna dair birkaç söz söylemeye.
Şimdi nerede ve ne zaman okuduğumu hatırlamıyorum ama Ömer Şişman kendisiyle yapılan bir söyleşide deneyimin dil yükünden bahsediyordu. Bu şu biçimde de söylenebilir: Dilin deneyim yükü. Dilin deneyimden, yani yaşantıdan fışkırması. Aksi takdirde şiirin en önemli anlam yaratıcısı ve ileticisi olan imge ortaya çıkmaz. İmge yaşantıdan doğar. Yaşantının olmadığı yerde yaşam da olmaz. İmgesiz dil/şiir bir performans ve gösteri olmaktan öteye gidemez. Ki neoliberal ekonomi, dolayısıyla onun kültürü en yüksek performansı ve verimliliği talep eder. Hatta insanı ve kültürü ve tabii ki şiiri buna zorlar. Mehmetcihat bu kitabında sistemin istediğinin tam tersine, kulağını tersten tutuyor; ironik ve hatta sivri dilli bir yaklaşımla sistemin beklentilerinin tam tersi bir şiir yazmaya kalkışıyor. Bu şiir çok şaşırtıcı ve kafa karıştırıcı bir şiirdir ve kodları çözülmeye direniyor. Karmaşık ve kolay ele geçirilemeyen bir yazım bu.
Bir kere bu şiir dünyanın ve çağın ve insanın dönüştüğünün, eski yaklaşım, düşünce ve çabalarla bu dönüşümün yarattığı ve gizlediği sorunları açığa çıkarmanın mümkün olmayacağının farkında bir şiir. Dünya tamamen farklı bir yer haline gelmişken eski teranelerle iş görülemez. Bu eski teranelerle ancak eğlenceli ve komik olunabilir. Sinek vızıltısı gibi can sıkılır ama işi bir sinekliğe bakar. Artık şairin neredeyse bir filozof kadar bu yeni koşulların farkına varması, kendi hayattalığını yani canlılığını koruması, duyarlılığını kaybetmemesi ve duyarlılığının yanına bir de zehir gibi bir zekâ ve kavrayış gücü eklemesi gerekir. Ayrıca da faka basmamalıdır. Okuduğum kadarıyla Mehmetcihat bunlara elinden geldiğince dikkat ediyor. Şiirleri sadece ilhamdan hız almıyor; büyük bir çalışmanın, matematiksel, belki de kimyasal bir mantığın sonucu olmaya çabalıyor.
Kitabın ikinci kısmı Yamuk Budunlular gerçekten de tuhaf ve esrarengiz, enigmatik dili ve yapısıyla insanı yeni bir tarihin ve yaşam ve düşünce biçiminin içine atıyor. Şairin bu bölümde neredeyse yeni bir dil yarattığını, belki de eski parşömenlerdekine benzer bilinmedik bir dil keşfettiğini, bu dilin biz çağdaşlarının kolay kolay anlayıp sırrına eremeyeceği bir dil olduğunu ilk elden söylemeliyim. Dediğim gibi bu dili de çözümlemek için yeni bir yazılım gerek. Budun, sözlüklere göre kavim demek. Yamuk Budunlulardan kasıt da yamuk, anormal, alışılagelene uygun olmayan ve kaybetmeye yazgılı kavimler olsa gerek. Bu bölüm oldukça anlaşılmaz ve sanki şair bu bölümü bir trans halinde yazmış izlenimi veriyor. Bu yüzden konvansiyonel aklınızla bu bölümü anlayamayacağınız kesin; ancak sezgilerinizle ve şiirin vahşi, barbar ve kanlı ritmine kendinizi bırakarak belki biraz içine girebilirsiniz. Bu bölümün ülkemizde yazılan deneysel şiirin en uç ve hatta en aşırı noktası olduğunu düşünüyorum.
Daha alışılmış şiirlere benzeyen ama bu kez de özü ve bakışı itibariyle alışılmadık, şaşırtıcı ve uyarıcı olan ilk bölümdeki şiirler, aslında kitabın tamamının olduğu gibi, sosyolojik ve politik farkındalığa sahip. Mehmetcihat’ın imgelemi tam da bu tuhaf çağın kodlarını çözebilecek bir kendiliğindenliğe, eşzamanlılığa ve canlılığa sahip. Eski kodlarla düşünen birisi için bu şiirler ancak bir araştırma nesnesi olabilir, bir duyuş biçimi değil. Elbette ki çağın farkında olan uyanık her şairin yapması gerektiği gibi insanların estetik haz nesnesi olmaya katlanamayacak olan bu şiirler estetik ya da şiirsel bir haz vermeyi istemiyor. Hatta böyle bir şeyden tiksinti duyuyor.
2000 sonrası şiire yöneltilen eleştirilerden biri de politik bir tavrının olmaması. Ama bu eleştiriler Mehmetcihat ile Burak Acar’ın şiirleriyle geçersizleşiyor. Her ikisinin kitabı da yeni çağın yeni koşullarında nasıl politik bir söylem geliştirilmesi gerektiği konusunda çok bilinçli. Bu sorunun farkındalar. Her iki kitap da sınıfsal katmanların farkında. Ezenler, ezilenler var; baronlar ve yayalar var. Mehmetcihat biz fakirlere yaya diyor. Kitabın mafya serisi şiirleri muhteşem bir politik ve sosyolojik farkındalığın ürünü; hatta bütün kitap için cisimleşmiş bir başkaldırı ve çağa yönelik bir tehdit diyebiliriz. Bu tehdit bu düzene yönelik bir tehdit ve okuyanları yeni koşulları anlamaya çağırıyor.
Liman Mehmetcihat’ın Yaya Baron’u, çağın farkında olan bir şairin çağın ürünü isyankâr imgeleminin farkındalığa çağıran şaşırtıcı şiirlerinden oluşuyor.
•