Salâh Birsel, deneme için “yazının tadı çıkarılarak yazılan bir türdür, belki de tek türdür” der. Bundan dolayı, “denemelerin kahve söyleşileri gibi daldan dala konmasını ya da başladığı yerde değil, başlamadığı yerde bitmesini” sever
04 Şubat 2016 13:40
Deneme yazan pek çok sanatçımız arasında Salâh Birsel’in farklı bir yeri ve kendine özgü bir tarzı vardır. Denemenin yanı sıra şiir, inceleme, roman türlerindeki eserleri, ince mizahı ve renkli üslubuyla ilgi çeken; okurun bilincini, yüreğini aydınlatan çarpıcı ve sıra dışı metinlerdir. Denemeleri başta olmak üzere Salâh Birsel’in pek çok kitabı, çağdaş klasiklerimiz arasında yer alan eserler arasındadır.
Okuyucularına, gülümseyen düşünceler ve enteresan bilgilerle dolu yazılar armağan eden Salâh Birsel’i okurken, sadece yazan değil; aynı zamanda, düşünen, araştıran, gözlemleyen, bilgi ve kültür birikimini cömertçe paylaşan, okuyucusuyla sohbet eden, içtenlikli bir sanatçı portresiyle karşılaşırız. Yazılarında kendi dünyasını sıklıkla dile getiren Salâh Birsel’in yaşamını araştırdığımızda, küçük yaşlarından itibaren iyi bir eğitim aldığını, Fransızcayı çok iyi öğrendiğini ve nitelikli, meraklı, sabırlı bir okur olarak yetiştiğini keşfederiz.
Salâh Birsel’in etkileyici bir portresini, deneme kitaplarından Paf ve Puf’un son sayfalarında yer alan karikatür tarzı bir resimde görürüz. Çoğu resminde olduğu gibi burada da sigara tüttüren Salâh Birsel, yazdığı deneme metninin içine görsel yerleştirerek dönemi açısından oldukça farklı bir yazınsal çalışmaya imza atmış; ayrıca onu daha iyi tanımamız için bazı ipuçları vermiştir: “Yazımızın bu noktasına geldiğimize göre paf ile puftan da söz açmamız gerekiyor. Çünkü faşoculuğun at oynattığı yerlerde yapılacak ilk şey, fosur fosur ‘paf ve puf’ tüttürmektir. İlkin şu yandaki resmi inceleyin. Bu, Salâh Birsel’in fotografisidir ki, ona göz ucuyla bakmak bile paf ve pufun ne olduğunu çözmeye yetebilir. Abdülhamit 33 yıl padişahlık kesmişse, Salâh Birsel de 33 yıl ayak işlerinde çalışmıştır. Ama Abdülhamit gibi babadan kalma ya da sonradan olma bir padişahlığı bulunmadığı için bütün yaşamı boyunca paflamış puflamış, suratı, resimde gördüğünüz gibi, çarşamba çanağına dönmüştür. Abdülhamit’in resmi karşısında yaptığınız gibi, burda da radarlarınızı işletecek olursanız Salâh Birsel’in, o ünlü padişahın tersine, saçını sakalını boyaya yatırmadığını görürsünüz. Ne ki onun her vakit -yani haftada bir- sakalını dibinden tıraş ettiği, genç yaşlardan başlayarak saç kullanmamayı alışkanlık haline getirdiği de gözden uzak tutulmamalıdır.”(s.150)
Doğan Hızlan, dostu Salâh Birsel’den belleğinde sürekli kalacak çizgileri, sanatçının ölümünün ertesi günü, gazetedeki köşesinde şöyle resmeder: “Salâh Birsel’den göz hafızamda yaşayacak donmuş bir kare. Dudaklarında yarısına kadar ıslanmış Birinci sigarası. Dumanları bu çehrenin hatlarını flulaştırıyor. Ağır ağır konuşurken, yüze pek az yansıyan, gözlerindeki ironik bir zekânın gösterişsiz ışıltısı. Şiirleriyle üst üste çakışan, denemesiyle uyuşan bir fizyonomi.”
14 Kasım 1919’da Bandırma’da dünyaya gelir Salâh Birsel. Asıl adı Ahmet Selâhaddin’dir. Ailenin en küçük çocuğudur. (Ablası Şehbal Hanım, yıllar sonra, sanatçı-yazar Mehmet Güreli’nin annesi olacaktır.) Babası Hafız Talât Bey, yedi kuşak İzmirli bir aileye mensup üzüm tüccarıdır. Annesi ise Bandırmalıdır. Salâh Birsel’in doğumundan altı ay sonra aile İzmir’e taşınır; İzmir’in Karşıyaka, Bayraklı semtlerinde ve Soğukkuyu Caddesi’nde otururlar. 1931’de Saint-Policarpe Fransız İlkokulu’nu bitiren Salâh Birsel, ortaokulu 1934’te Saint-Joseph Fransız Koleji’nde tamamlar.
Bu okullardaki eğitimini şöyle anlatır: “Dilbilgisini Saint Policarpe’ta altı yıl boyunca ezberlemiştik. Ama her yıl biraz daha yoğunlaşırdı. Saint Joseph’te iki yıl aynı işi sürdürdük. Ne ki burada Fransız yazarlarının (Corneille, Racine, La Fontaine…) yazıları da ezberden geçiriliyordu. Le Cid’den Rodrigue ile Gormas Kontu’nun, şimdi bile belleğimi yoklar… Kolejde elimizden düşürmediğimiz bir kitap da Başpapaz J. Calvet’nin Histoire de la Litterature Française’i (Fransız Edebiyat Tarihi)idi. Xaivier Marmier’nin eleştiri yazıları da her köşeden başını uzatırdı.”
Saint Joseph’in lise kısmı yalnızca İstanbul’da olduğu için aile 15 yaşındaki bir çocuğu uzak bir şehre göndermeyi göze alamaz ve 1934’ten sonra Salâh Birsel öğrenimine İzmir Erkek Lisesi’nde devam eder. Liseden sonra hukuk öğrenimi için İstanbul’a giden Salâh Birsel hem üniversitede okur hem de Sümerbank’ta memur olarak çalışır. Hukuk Fakültesi’nin ikinci sınıfından ayrılıp İzmir’e döner ve 1938-1939 ders yılında İzmir Alsancak Gazi Ortaokulu’nda tarih ve yazı öğretmenliği görevinde bulunur. 1940’lı yıllarda yeniden İstanbul’a giderek İstanbul Üniversitesi’nde felsefe öğrenimine başlar. Bir taraftan İş Bankası Bahçekapı şubesinde çalışmaktadır.
Felsefe öğrenimi sırasında uzmanlık alanı olarak Avrupa resim sanatını seçen Salâh Birsel, 1948 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirir. 1943’te Burhan Arpad ile birlikte AB Neşriyat adıyla bir yayınevi kurarlar. Daha sonra İhsan Devrim de ortak olunca Cağaloğlu Yokuşu’nda ABC Kitabevi’ni açarlar. Ne yazık ki 4 Aralık 1946’da “Tan Olayı” sırasında kitabevi yağmalanır ve yıkılır.
Bunun üzerine Çalışma Bakanlığı’na başvurup iş müfettişi olarak görev alır Salâh Birsel. Daha sonra, iki yıl yaşadığı Anadolu’dan ayrılır ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphane Müdürlüğü’ne atanır. Bu görevini sürdürürken Türk Dil Kurumu üyeliğine seçilir. Bu arada Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nde boş bulunan Fransızca çevirmenliği kadrosuna atanarak Ankara’da yaşamaya başlayan sanatçımız, Ankara Üniversitesi Basımevi Müdürlüğü görevini de üstlenir. 1960’tan başlayarak Türk Dil Kurumu’nun Yayın Kolu Başkanlığını on üç yıl sürdürür. Uzun yıllar bekârlığı yeğleyen Salâh Birsel, 1962’de tiyatro sanatçısı Jale Hanım’la evlenir. 1972’de, 30 yıldan fazla süren devlet memurluğu görevinden emekliye ayrılır ve İstanbul’a yerleşerek edebiyat çalışmalarına daha fazla yoğunlaşma olanağı bulur. 1972’den itibaren deneme, tarih, günlük, şiir türlerinde art arda pek çok eser yayımlayan Salâh Birsel, geçirdiği bir kalp krizi sonucu 10 Mart 1999’da seksen yaşındayken hayata gözlerini yumar. Değerli sanatçı, Feriköy mezarlığında sonsuz uykusunu sürdürmektedir.
Salâh Birsel, küçük yaşlardan itibaren yazıyla, edebiyatla ve okumakla içli dışlıdır. Babası çok yönlü, aydın ve kültürlü bir insandır; Birsel’in belirttiğine göre, her gece çocuklarına kitap okur, onların iç dünyasını zenginleştirir. İlk yazma denemelerine 12-13 yaşlarındayken başlayan Salâh Birsel, okuduğu romanların da etkisiyle geniş bir hayal gücüne sahip olur ve bu hayallerini ilk çalışmalarında yansıtır. Yıllar içinde, 18 yaşına kadar yazdığı bütün roman taslaklarını “özgün olmadıkları” düşüncesiyle yok eder.
1934’te Saint Joseph’teyken ilk yazısı yayımlanır. Fransızca bir dergide yer alan bu yazı, Halit Ziya Uşaklıgil üzerine bir denemedir. 1937’de Gündüz dergisi sayfalarında görülen Yalnızlık, yazarın yayımlanmış ilk şiiridir. On üç yaşından itibaren şiir yazma denemelerine de başlayan Salâh Birsel, bu ilk dönemde yaklaşık üç dört yıl şiirle uğraşır. Hece ölçüsüyle yazılan ilk şiirler uzun yıllar gün ışığına çıkmaz, ancak şairin 1993’te yayımlanan Varduman adlı kitabının sayfalarında okuyucuyla buluşur. İlk şiirlerinde Necip Fâzıl’ın, Nâzım Hikmet’in, Ahmet Hâşim’in etkisi ve tematik izlekleri görülür.
Salâh Birsel’in şiirleri hakkında, Behçet Necatigil’in, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’ndeki tespitleri önemlidir: “Şiirde duyarlığın, yüzeyde saptamaların değil, zekânın zaferini aradı. Konularını alaya alır göründü, duyarlığı öldürür görünerek ona düşündürücü yanı çoğalmış bir tazelik kattı.” Salâh Birsel, şiirlerini ayrıca Hacivat’ın Karısı (1955) Ases (1960) Kikirikname (1961) Haydar Haydar (1972) adlı kitaplarında topladı. Haydar Haydar’dan sonra uzun zaman; yaklaşık 22 yıl şiire ara verdi Salâh Birsel. Bu döneminde denemelere, Salâh Bey Tarihi’ne, günlük, inceleme ve çevirilere yoğunlaştı. 1993’te Varduman ve 1994’teki Yalelli adlı kitaplarda okurunu yeniden şiirleriyle buluşturdu. 1995’ten sonra art arda çıkardığı Rumba da Rumba, Yaşama Sevinci, İnce Donanma, Çarleston, Baş ve Ayak, Sevdim Seni Ey İnsan, Nardenk adlı şiir kitaplarıyla aslında şiiri hiç bırakmamış olduğunu gösterdi.
Şiir yayımlamaya ara verdiği dönemde deneme yazmaya odaklanan Salâh Birsel, denemeyi hem kendisi hem de okuyucusu için keyifli bir tür haline getirdi. Yazdığı bütün denemeleri 14 ciltten oluşan Binbir Gece Denemeleri’nde toplayan sanatçı, bu türün edebiyatımızdaki renkli ve nitelikli örneklerini sergiledi. İlk deneme kitabı 1969’da yayımlanan Kendimle Konuşmalar’dır. Kısa denemelerden oluşan bu kitabın ikinci baskısı 1985’te Yapıştırma Bıyık’la birlikte okuyucuyla buluşur. Salâh Birsel’in denemelerinin konuları, sanat ve edebiyat dünyasından; şair, yazar ve sanatçıların hayatlarından, kendi kişisel yaşantılarından kaynaklanır. 1994’te çıkan Gece Mavisi yazarın son deneme kitabıdır.
Edebi günlükler kaleme alan az sayıdaki yazarlarımızdan biri olan Salâh Birsel, günlük türüne ilgisini şöyle anlatır: “Günlük tutmak hoşuma gidiyor. Bu hevese Delacroix’nın Günlük’ünden kimi parçalar çevirdiğim 1948 yılında yakalandım galiba. O tarihten beri arada bir içimi boşalttığım küçük bir defterim var.” Yazarın ilk günlüğü 1950’de Beş Sanat dergisinde yayımlanır. Bu türdeki ilk kitabı, 1955’te Yeditepe Yayınları tarafından yayımlanan Günlük’tür. Salâh Birsel’in günlükleri 10 ciltlik bir toplam oluşturur. 1986’da Yaşlılık Günlüğü adlı kitabıyla Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü almaya hak kazanır. Ülkemizde, yazdığı günlük ile önemli bir edebiyat ödülünü alan ilk yazar olarak da dikkat çeker.
Salâh Birsel, günlüğün nasıl yazılması gerektiği konusunda önemli ipuçları verir: “Kişi günlük yazarken günlüğünü oya gibi işlemeli. Gereksiz şeyleri, tiridi çıkmış düşünceleri ona dazıradazır sıkıştırmamalı.” Ancak, böyle bir günlük yazmanın ayrı bir çaba gerektirdiğini de belirtir: “Şiir yazar, deneme yazar gibi oturup sözcüklere perende attıracaksın. Dahası, her işi bırakacak, onunla yatıp onunla kalkacaksın” der. Böylece, günlük yazmanın sıradan bir iş olmadığını; ciddiye alınması gereken önemli bir yazınsal etkinlik olduğunu ifade eder. Günlük tutmak güzel bir uğraştır Salâh Birsel’e göre; günlük yazmak “insanı içtenliğe iteler. İteler ya, kolay mıdır doğru sözlü, doğru özlü bir insan olmak? Küçüklüklerini, güçsüzlüklerini, korkularını, kinlerini, kıskançlıklarını, yani bütün kirli çamaşırlarını okurların önüne sereceksin. Hem de utanmadan, ürkmeden. Buna büyük bir yazar olmak yetmez; bilge olmak da gerekir” der. Günlük türünün gerektirdiği içtenliğin, cesaret ve bilgelikle ilintisini gösteren Birsel, bütün insanların güçlü ve zayıf yanları oluşunun farkındalığına ulaşmış içten ve dürüst bir kişinin günlük yazmadaki başarısını sezdirir bizlere. Montaigne’in “Her insanda insanlığın bütün halleri vardır” sözünün, deneme ve günlüklerdeki kılavuzluğunu da vurgular.
Salâh Birsel’in tek romanı Dört Köşeli Üçgen 1957’de Ulus gazetesinde tefrika halinde yayımlanır. 1960’da kitaplaşan Dört Köşeli Üçgen felsefi bir roman olarak edebiyatımız içinde özgünlüğü ve denenmemişliği ile dikkat çeker. Bu romanının yazılma sürecini şöyle anlatır Salâh Birsel: “Ben insanın, toplumun, evrenin gerçeğini arıyordum. İlkin bu konuda bir deneme yazmayı düşünmüştüm. Gördüm ki iş büyüyordu. Yavaş yavaş bir romana ya da bir uzun öyküye doğru yol alıyordum. Deneme ve roman arasında bir alışveriş...” Bir bakıma, denemeye sığmayıp denemenin boyutlarından taşan düşüncelerin ve olayların romana evrilme sürecidir bu.
Başka bir yazımda belirttiğim gibi Dört Köşeli Üçgen tam anlamıyla bir felsefi sorgulamalar romanıdır. Sokrates’in “Sorgulanmayan bir yaşam, yaşanmaya değer değildir” sözüne her satırında atıfta bulunur sanki. Romanda, doğru bildiklerimizin yanlışlığını; insanın zaaflarını, takıntılarını, toplumun ikiyüzlü erdem anlayışını; süslü örtüler, tül perdeler altında gizlenen çirkin yalanlarını, roman kişisi Gözlemci’nin bilinci içinden geçerek yeniden görür; gözlerimizi kapattığımız, görmek istemediğimiz gerçeklerle yüzleşiriz. Bu yüzleşme, elbette huzursuzluk verir duyarlı ruhlara, ışıklı bilinçlere. Ancak, yaşamın daha üst düzeyde ve daha insani olarak yeniden üretilmesi için toplumla, insanla, kendimizle yüzleşmeler, kaçınılmaz birer gerçek olarak önümüzde durmaktadır.
Salâh Bey Tarihi üzerinden İstanbul’un geçmiş zaman derinliklerine uzanmak; kente Salâh Birsel’in gözlüğünden bakmak harika gelir insana. Çünkü bu kapsamlı eserde resmî tarihin donuk söylemleri değil; gerçek insan hikâyeleri, anekdotlar ve günlük yaşam ayrıntıları yer alır.
Salâh Birsel, inceleme araştırma alanında, kendi poetikasını dile getirdiği Şiirin İlkeleri’nden başka, genç yaşta hayatını kaybeden şair Rüştü Onur’un hayatını ve şiirlerini incelediği Rüştü Onur adlı kitabını 1956’da; Fransız Resminde İzlenimcilik adlı incelemesini 1967’de; ünlü Alman şair Goethe’nin sanatını incelediği Goethe adlı kitabını 1972’de yayımladı.
Verimli, anlamlı ve dopdolu bir edebi hayattı Salâh Birsel’inki. Bilgi ve kültür birikiminin parladığı denemelerinde, okuduğu kitaplara dair izlenim ve yorumlarını paylaşırken aynı zamanda kendi düş ve düşünce dünyasını, yaşamından kesitleri de ustalıkla bir araya getirdi. Onun eserlerini okurken; araştıran, yorumlayan, eleştiren, sorgulayan, karşılaştıran, çözümleyen bir düşünce insanının akla ve yüreğe seslenişini derinden duyumsar; yazarla birlikte tarihin, edebiyatın, kitapların dünyasına; düşünce ve düş labirentlerine dalıp gideriz.
Deneme yazma süreçlerini ve deneme türü hakkındaki düşüncelerini birçok metninde dile getiren Salâh Birsel’e göre “bir yazar kendi duygularını, kendi beğenilerini, kendi eğilimlerini, kendi dünya görüşünü genelde deneme türüyle okurların önüne sürebilir.” “Denemecinin açık sözlü ve içten biri olduğunu” söyleyen Salâh Birsel, kendi denemelerini uzun uğraşlar sonucu yazdığını belirterek, söz konusu uğraşların başında konuyu tespit etme, o konuyla ilgili kitaplar okuma ve denemede anlatılanları belli olaylara dayandırmanın geldiğini dile getirir. Yazarımıza göre, hazırlık döneminden sonra “gerçek çalışma” dönemi gelir; bu dönem “denemeyi yürütecek anahtar tümceyi yazmakla başlar.” “Anlatacağım şeyi de olaylarla anlatırım” diyen yazar, denemelerini yazarken kafasındaki düşüncelere göre olaylar aradığını da belirtir.
Salâh Birsel, deneme için “yazının tadı çıkarılarak yazılan bir türdür, belki de tek türdür” der. Bundan dolayı, “denemelerin kahve söyleşileri gibi daldan dala konmasını ya da başladığı yerde değil, başlamadığı yerde bitmesini” sever. Dolayısıyla, denemedeki “planlı gelişigüzellik” özelliği Salâh Birsel’in denemelerine de damgasını vurur. Salâh Birsel, denemeyi, “biraz öykü, biraz söyleşi, biraz iç dökmesi, biraz da şiirdir. En çok da şiirdir” sözleriyle tanımlar. “Denemeyi gazete ya da dergi yazısından ayıran da bu şiir yanıdır” der. Denemenin özünde bulunan şiire dikkatimizi çekerek, denemenin tıpkı şiir gibi yaratıcılık gerektiren, dilin başarılı kullanımıyla sınanan bir tür oluşunu vurgular.
Salâh Birsel, denemelerini, felsefe eğitimi almış bir edebiyatçı olarak bilgi ve bilgelik sevgisi ile yazar; yazılarına yaşamından izlenimler, anılar ekler, okuduklarının bıraktığı izleri, okuduklarıyla ilgili duygu, düşünce ve yorumlarını okurla paylaşmayı her zaman önemser.
Denemelerin güler yüzlü olması, içinde bir “humour” taşıması Salâh Birsel için çok önemlidir. İnce alay ve ironi, ona göre denemenin başlıca niteliklerindendir. Deneme aynı zamanda öğretici, düşündürücü ve ufuk açıcı olmalıdır. Yerli ve yabancı kaynaklardan çokça yararlanan, okuduklarını okurlarıyla paylaşmaktan keyif alan yazarımız, küçük yaşlardan itibaren öğrendiği Fransızcası sayesinde Batı kültürü eserlerinin derinliklerine ulaşır. Ülkemiz yazarları arasında en çok okuyan ve okuduklarını eserlerine aktaran başlıca kişilerden olduğu söylenen Salâh Birsel için Vecihi Timuroğlu Yazınımızdan Portreler adlı kitabında şunları yazar: “Her denemesinde en azından yirmi kitap ve yazar adı saymaktadır. Hem, onların salt adlarını yazmakla kalmıyor, yapıtlarını da kanıtlayıcı biçimde tanıtıyor.”
Salâh Birsel, deneme yazarının üslubuna dikkat etmesi gerektiğini belirtir; denemecinin dilin bütün inceliklerini kavramış olmasının önemine işaret eder. Ona göre deneme her şeyden önce biçem demektir; “biçem yani üslup yoksa deneme de yoktur” diyen Salâh Birsel, “denemecinin yazısına hiçbir gereksiz sözcük yaklaştırmadığını” belirtir: “Denemecilerin üslupçu olmaları, dilin bütün inceliklerini elde etmiş olmaları gerekir. Denilebilir ki deneme şiirden sonra, daha doğrusu şiirle birlikte, az sözle çok söyleme sanatıdır. Bunu en ustaca yürüten denemecilerin başında Ahmet Haşim vardır. Falih Rıfkı da bir üslupçudur. Ataç, Eyüboğlu, Anday, Akbal, Kanık da üslubu olan denemecilerdendir” der.
Salâh Birsel, kendine özgü anlatımıyla deneme hakkında şöyle yazar: “Bir ‘bilgi kumkuması’ olan denemede, yazarın gördüklerinden, duyduklarından ve okuduklarından doğan bilgiler fışkırır. Bilgiyi yalnızca kitaplarda aramamalıyız, yaşamın içinde de bulmaya çalışmalıyız. Çünkü ‘en büyük bilgi kitabı’ yaşamdır. Yaşam yazarın önünde hasırcıarnavut karpuzu gibi koskoca ve dopdoludur. Yazarın onu kütletmesi, kütürdetmesi için bıçağı eline alıp yüreğine saplaması yetişir” Salâh Birsel gerçeğin yanı sıra düş gücüne de önem verir; ona göre bir insanın düşünce, yaratma ve sonuç çıkarma yönünün gelişmesi için düş gücü şarttır. Yazar, düş gücünden yoksun olanları bilgelikten yoksun kişiler olarak görür.
Salâh Birsel’in denemeleri çoğu zaman güler yüzlüdür, ironiye ve yergiye yer verilse de, asıl olarak insanın yüreğini içten içe ısıtan bir “humour” vardır bu denemelerde. Salâh Birsel, edebiyat, sanat ve tarihin derinliklerinde, gizemli köşelerinde dolaştırır bizleri. Bazen günümüze, bazen yüzyıllar öncesine uzanır; daldan dala konmayı pek seven yazarımızla birlikte harika bir zaman-mekân yolculuğuna çıkarız. Böylece, pek çok sanatçının gizli yönlerini, yaşamlarından sayfaları, farklı kültürlerin enteresan özelliklerini öğrenme olanağı buluruz. Onun denemeleri kültürün, tarihin, edebiyatın, sanatın kaynaştığı gerçek birer fikir hazinesidir. Salâh Birsel’e göre denemelerde bulunması gereken başka bir özellik de öğreticiliktir. “Bu öğreticiliği “Bacon’un, Gide’in, Valery’nin, Emerson’un, Eyüboğlu’nun, Anday’ın, Yetkin’in, Nermi Uygur’un, Vedat Günyol’un, Oktay Akbal’ın denemelerinde bulabiliriz” der.
Salâh Birsel’in denemelerini okurken, farkında olmadan pek çok bilgi ve hayat tecrübesini de dağarcığımıza katmış oluyoruz. Yazarın Paf ve Puf adlı kitabıyla ilgili yazımda şunları dile getirmiştim: “Eğer deneme türü bir eğitim/öğretim yöntemi olarak kullanılsaydı, bu konuda ülkemizdeki en başarılı, ilginç ve etkili kullanımın belki de Salâh Birsel’de olduğu sonucuna ulaşırdık. Onun denemelerinde bilgi ve iletilerin metnin dokusuna sindirilmesindeki yaratıcı boyuta hayran olmamak mümkün değil. Paf ve Puf’taki denemelerden de yine pek çok şey öğrendiğimizi fark ediyoruz; ansiklopedi karıştırıp kuru bilgiler edinseydik, bize hiçbir zaman böylesi bir okuma keyfi veremeyeceğini derinden duyumsuyoruz. Bütün bu denemeleri okurken yazarın çok fazla sayıda kitap okumuş olduğunu keşfediyor ve onun sunduğu süzülmüş bilgilerin insanda zihin açıcı etki yarattığını görüyoruz. Paf ve Puf, deneme türünün Salâh Birsel’in yaratıcı ellerinde aynı anda hem bilgi aracına hem de sanatsal bir ürüne dönüştüğünü bir kez daha kanıtlayan bir kitap. Bilgiler, denemelerde özgür bir akıl ve derin bir yorumla kaynaşıyor. Metinlerdeki fikir örgüsünün yanı sıra karşılaştırma, kanıtlama ve çıkarsamalar, bilinç taşıyıcı ve ufuk açıcı nitelikte. Salâh Birsel, bu kitabında, öteki eserlerindeki gibi, konuşma dilini ustalıkla yazı diline dönüştürüyor ve hiçbir zaman sıradanlığa düşmüyor.”
Salâh Birsel, “…biz denemelere Kaşıkçı Elması gözüyle bakıyoruz. Her denememizde de rozası altın değer yeni bir Kaşıkçı türetmeye çabalıyoruz” sözleriyle denemeye verdiği değeri vurgular. “Ben denemeyi şiir yazar gibi yazarım” diyen yazarımız şöyle sürdürür cümlelerini: “Ona artık hiçbir söz eklemem. Hiçbir yerini de eksik gedik bırakmam. İlkin okurlara bir selam sarkıtır, sonra konuya girer, onu geliştirip yayınca da paydos zilleri çalmaya başlarım. Aralıkta yazımı soluklandırmak için çizgiler parantezler açarım. Çokluk da bu önemsediğim şeyleri bu iki parantez, iki çizgi arasına yerleştiririm. Gelin görün ki istediğim açıklamayı yazıya katamam. Diyeceğim, denemenin bir mantığı vardır. Çokluk bu mantığın tutsağı olursunuz. Romanda romanın, şiirde şiirin mantığına tutsak olduğunuz gibi.”
Bir yazarın, denemesinde okuyucusunun dikkatini uyanık tutma gereğini de vurgular Salâh Birsel: “Bir yazar kimi zaman hiç gereği olmadan da bir açıklama yaparak hem kendi aklını hem de okurlarının aklını zarpadak ikiye ayırmalıdır. Öyle ki, az biraz vakitte bunlar yine bir araya gelip birbirlerine yapışırlarsa ortaya kanatsız bir kuş çıksın.”
Salâh Birsel denemelerinin ayırıcı özelliğinin, metnin dokusundaki humour (ince alay, nükte) olduğunu belirtmiştik. Bu konuya bilinçli bir dikkatle yaklaşan sanatçımız, “Denemelerimde humour vardır. Humour denemeyi okura sevdiriyor. Okurun bu ilgisi de, ister istemez, bir etkiye dönüşüyor. Ben humour’dan vazgeçmiyorum. Şiirlerimde de vardır. Gerçekte, bizim Türkçede pek alışılmamış bir şey bu. Mizah vardır da humour yoktur. O, mizahtan başka bir şeydir” sözleriyle deneme ve şiirlerindeki ince alayın altını çizer.
Gerçek bir “kelime hokkabazı” olan Salâh Birsel, her kitabında dilimize yepyeni sözcükler kazandırdı; sıradan görünen kimi sözcüklere inanılmaz bir parıltı ve renk kattı. Metinlerinde arada bir “Ey okur!” gibi ünlemlerle okuruna seslenerek sayfalar arasında varlığını duyumsatan Salâh Birsel’in denemeleri, tam anlamıyla bir okuma şöleni sunuyor; sohbet eder gibi, içten, şakacı, ironik tarzı, okuyanda tiryakilik yaratıyor.
“Özgür düşüncenin ülkesi” denemeye bilgilendirici, düşündürücü, keyifli bir yolculuk yapmak ve yeni ufuklara, yaratıcılığa yelken açmak istiyorsanız Salâh Birsel’in kitaplarına mutlaka uğrayın…