"Annesinin ölümüne dair hissettiklerini anlattığı 'annen yok, kimsen yok' videosunun herkesi bu kadar etkilemesinin sebebi oradaki sahicilikti, kendi yarasını herhangi bir şov aracına dönüştürmeden spontan bir şekilde paylaşabilmesiydi. Doğan Cüceloğlu’nun yazdıkları yaşamaya devam edecek. Damdan düşmenin utanılacak, sıkılacak bir şey olmadığını, yaranın dönüştürülebilir olduğunu bizlere sürekli göstererek…"
17 Şubat 2021 19:58
Bir insanın önce yazdıklarıyla tanışmak, onun kelimelerini iç dünyanızda mayalamak, hatta o kişinin haberi olmasa bile onun yazdıklarının etkisiyle hayatınıza yön verecek bazı kararlarda bulunmak… Bazı kişilerin böyle işlevleri vardır hayatımızda, çok kıymetli karşılaşmalardır onlar. Doğan Cüceloğlu, benim için o karşılaşmalardan biridir. Onun yaşamın anlamını, insan doğasını kısaca psikoloji bilimini fildişi kuleden çıkarıp, entelektüelize etmeden, sıkıcı terimlere indirgemeden sadeleştirerek insanlara ulaştırma çabasını hep büyük bir keyifle takip ettim. Sadelik, tevazu ve sahicilik… Bu üç kavram tüm bilgilerden daha kıymetliydi benim için. Doğan Cüceloğlu’nun yazdıklarında da hep bunların izini gördüm.
Meslek seçimimi yapmadan önce onun kitaplarıyla çoktan tanışmıştım. Önce Savaşçı kitabı sonra İçimizdeki Çocuk, sonra diğerleri… Öğrenci olduğum yıllarda okuduğum İstanbul Üniversitesi’nde bir seminer vermişti. Orada kendisiyle tanışma fırsatı bulmuştum. İlk dikkatimi çeken içten ve rahat tavırlarıydı. Anadolu insanını çok iyi bilen ve bunu psikolojiyle çok iyi harmanlayan tespitleri vardı. Mesleğe başlamamın üzerinden bir süre geçmişti ki hocanın Canan Dila’yla yaptığı nehir söyleşi kitabı yayımlandı: Damdan Düşen Psikolog. Burada bir parantez açacağım (bu yazıyı okuyan meslektaşlarım beni çok iyi anlayacaklardır), psikoloji eğitimi almak demek önce kendinizi deşmek demek, orada birçok şeyle yüzleşmek demek. Var olan yaralarınızı kanırtmak demek. Öğrendiğiniz tüm psikopatolojileri önce kendinize yontmak demek. Yapılan bazı mesleki araştırmalara göre psikoloji okumayı tercih etmiş kişilerin çoğu, bu mesleği aslında kendilerini iyileştirme niyetiyle seçiyor. Dolayısıyla oldukça çetin bir süreç, o kadar güle oynaya yaşanmıyor. Kendi karanlığınızla temas etmeye istekli olacaksınız ki başkalarının karanlığında dolaşabilme cesaretiniz olsun. Ancak bir yandan da toplumun, psikoloji eğitimi almış kişilerden beklentisi çok yüksek; sürekli sakin kalabilmeniz, güçlü olmanız, her daim aklı selim olmanız gerekiyormuş gibi… Bundan dolayıdır ki bir “psikolog” prototipi var aslında: Sakin konuşan, duygularını kontrol etmekte oldukça başarılı, her daim bakımlı, hayatla ve kendisiyle ilgili her şeyi halletmiş, mutluluğun sırrını çözmüş, karşısındakini çat diye anlayan, tuzu fazlasıyla kuru biri… Bu imajı sahiplenen, sahiplenmek zorunda kalan ve sürekli bir dizi setindeymiş gibi yaşayan meslek kişileri de var elbet.
Damdan Düşen Psikolog, bir psikoloğun ruhsal olarak nerelerden geçtiğini, nerelerde tökezlediğini, acılarını, hatalarını, başarısızlıklarını, karşılanmayan ihtiyaçlarını, yaşadığı yoksunluklarla nasıl baş ettiğini, psikolog olma yolunda nerelere uğradığını göstermesi açısından çok ilham verici. O kitapta Cüceloğlu’nun psikolog prototipini gerçek bilgiyle ve bilgelikle nasıl altüst ettiğini gördük; bu sayede yarasıyla, acısıyla, nereden geldiğiyle oldukça barışık birini tanıdık. Damdan düşmek, bunun farkında olarak yaşamak ve ifade etmek ne kadar önemli...
Kendisiyle yapılan bir söyleşide Damdan Düşen Psikolog kitabının adına ilişkin şunları ifade ediyor:
“Başımdan çok şey geçti. Bu başlık durumu çok iyi ifade ediyor. Her şeyi bilen, burnu büyük, egosu yüksek profesör doktor Doğan Cüceloğlu yerine, damdan düşmüş ve düşe düşe gerçeklerin farkına varmış, kavramış birisi olmak gerçeği daha çok yansıtıyor bence. Gerçekten yaşanmış olaylardan bir öğrenilmişlik var bu kitabın içinde ve gerçeğe daha çok uyuyor.”
Irvin Yalom'un, “Sadece yaralı bir iyileştirici gerçekten iyileştirebilir” sözünü hatırlatıyor bu bana. Doğan Hocanın da içeriden, kendi özünden gelen bilgiyle hepimizi bu kadar etkilediğini ve birleştirdiğini düşünüyorum.
Onun ardından yazılıp çizilen, söylenen cümlelerde herkeste müthiş bir bizdenlik hissi yaratmış olduğunu gördüm. “O bizden biriydi” cümlesiyle anılmak ne kadar kıymetli...
Annesinin ölümüne dair hissettiklerini anlattığı “annen yok, kimsen yok” videosunun herkesi bu kadar etkilemesinin sebebi oradaki sahicilikti, kendi yarasını herhangi bir şov aracına dönüştürmeden spontan bir şekilde paylaşabilmesiydi. Hepimiz oradaki çocuk Doğan’ı gördük. O içindeki çocuk’la öyle güzel temas etmişti ki o duyguyu bizlere de geçirebildi.
Yine kendisiyle yapılan bir söyleşiden alıntı:
“Eğer bir insan, ‘ben kendi yaşamımda vardım, ben hayatı tribünlerden seyretmedim, sahadaydım, toz toprak oyun devam etti. Kar, yağmur yağdı ama her şeye rağmen oyun devam etti. Ben öptüm öpüldüm, gol attım, gol yedim ama bir curcunaydı ki, yaşadım ve hep oradaydım’ diyebiliyorsa işte bu yaşam başarısıdır. Üç tane kelime, ‘anlamlı bir hayat’, ‘coşkulu bir hayat’, ‘güçlü bir hayat’”.
Doğan Cüceloğlu’nun yazdıkları yaşamaya devam edecek. Damdan düşmenin utanılacak, sıkılacak bir şey olmadığını, yaranın dönüştürülebilir olduğunu bizlere sürekli göstererek…
•