Resimli Hikâye, Seçilmiş Hikâyeler, Adam Öykü ve Düşler Öyküler dergilerinin bıraktığı genişleyen boşlukta şu an dokuz öykü yayımı olmasına rağmen hâlâ boşluk seziliyor...
16 Haziran 2016 15:05
İlk sayısı Nisan 1975’te yayımlanan Öykü isimli iki aylık derginin sunuş yazısında Mustafa Balel, yetişecek kuşakların gözlerini açar açmaz soluk alacakları ve bilinçle yaratılmış bir öykü dünyasının özlemiyle şu ifadeyi kullanır: “Seçilmiş Hikâyeler dergisi günümüze dek işlevini sürdürebilseydi, belki yardımcı olabilirdi böyle bir dünyanın yaratılmasına.”1 Sözü buradan almamın nedeni; öykü dergilerinin varlıksal olarak uzayda kapladığı alan ve yayın hayatları son bulurken geride bıraktıkları genişleyen boşluk üzerine birkaç cümle sarf edecek olmamdır. Bununla beraber dergi, gazete ve fanzinlerden oluşan öykü yayımlarımızın tarihini ve oradan ise özellikle Gezi Direnişi sonrasında fanzin kültürünün yaygınlaşmasından yeni öykü yayınlarına kadar kısa bir değerlendirme yapacağım. Bu yazının odağına, öykü yayını oldukları bilgisini ismi ya da çıkış yazılarıyla deklare eden yayımları aldım. Notos ve Seçilmiş Hikâyeler gibi öykü dergisi olarak başlayıp sonra edebiyat dergilerine dönüşmüş yayımları da bu kapsamda değerlendirdim.
Boşluk kavramı, içi evrenle doldurulmamış uzay bölümü olarak karşımıza çıkıyor. Bu minvalde konumuzla ilişkilendirdiğim boşluğun algılanması, yani bir his uyandırması, iki sebebe dayanır. İlki; yakın özelliklerdeki bir varlığın kapladığı alanı düşünerek oluşan boşluk hissidir ki bu “doğal” boşluktur. Buna çağdaş edebiyatımızın başlarında, mizah, şiir, edebiyat dergilerinin, tezkirelerin ve tefrika mecmualarının yaygınlaştığı dönemlerde bir öykü dergisinin eksikliğinden kaynaklı boşluk hissi örneği verilebilir. Burada boşluğu “doğal” sıfatıyla pekiştirmemin nedeni henüz doldurulma girişimiyle ilişkilenmemiş olmasındandır. Boşluk yeni hissedildiği için doğaldır ve anlamlandırılmış ihtiyaca dönüşür. Bir süre ve gayretten sonra nesneye dönüşen bu ihtiyaca yeni bakışımlar eklemlenerek boşluğun genişlemesi ortaya çıkar. Bu da boşluk hissini uyandıran ikinci sebebi doğurur. Doldurulmuş ya da doldurulmaya çalışılmış olması boşluğu genişletir. Boşluk ilk hissedildiği andan daha farklıdır. Bir öykü dergisi boşluğunu hissedip önünde hiçbir örnek yokken bunu Resimli Hikâye dergisi ile ürüne dönüştüren Zekeriya-Sabiha Sertel’in ve önünde yayım hayatını sonlandırmış birkaç öykü dergisi örneği olan Adam Öykü dergisini hazırlarken Semih Gümüş’ün yaşadığı boşluk hissi aynı değildir. Çünkü eleştiri, öncüller ve zaman mefhumu, nesnenin konuşlandığı alana yeni bakışımlar eklemleyerek genişletir. Sürekli genişlemeye maruz kalır. Resimli Hikâye, Seçilmiş Hikâyeler, Adam Öykü ve Düşler Öyküler dergilerinin bıraktığı genişleyen boşlukta şu an dokuz öykü yayımının2 olmasına rağmen hâlâ bu alanda boşluğun seziliyor olması genişleyen boşluğa en güzel örnektir.
İlk mizah dergimiz olan Diyojen’in Türkçe yayımlandığı tarih 25 Kasım 1870, ilk edebiyat dergimiz Hazine-i Evrak’ın yayıma başlama tarihi 13 Mayıs 1881, şiirimizde geniş çapta etki bırakmış Servet-i Fünun dergisinin yayımlanma tarihi 27 Mart 1891, ilk öykü dergimiz olan Resimli Hikâye ise 1927 yılında yayıma başladı. Öykü yayımcılığının ürüne dönüşme sürecinin geç işlemesi, şüphesiz öykü türünün edebiyatımız için yeni olmasıyla da açıklanabilir. Resimli Hikâye dergisi, dil devriminden önce olduğu için Arap alfabesiyle çıkar ve 14 sayı sonra kapanır. Zekeriya ve Sabiha Sertel’in Resimli Ay dergisiyle aynı teknede kavrulan ve Behçet Bey’in editörlüğünü yaptığı bu dergide, Halit Ziya’dan Reşat Nuri’ye kadar pek çok öykücümüzün öyküleri yayımlanmıştır. Resimli Hikâye öykü yayıncılığımızın doğal boşluğuna konuşlanmış ilk dergidir. Öncesinde öykü dergisi olmadığı için varlığını şiir, edebiyat, bilim dergilerinin ya da başka dillerdeki öykü dergileri örneği üzerine geliştirmiştir. Bir sene sonra kapandığında ise, artık ardılları olacak öykü dergileri için var olmuşluğu bir örnek olarak ortada duracaktı.
Resimli Hikâye dergisinin kapanmasından 20 yıl sonra yayımlanan Seçilmiş Hikâyeler dergisine kadar öykü yayımcılığımızda kuvvetli bir hareketlenme olmaz. Bu süre, boşluğu büyütmüş ve bir öykü yayınını edebiyatımız için birincil ihtiyaca dönüştürmüştür. Öyle ki, Memduh Şevket Esendal, daha geniş kapsamlı bir edebiyat dergisi çıkarmayı düşünen Salim Şengil’e: “Şengil, sen öykücüsün. Boşver edebiyat-sanat dergisini. Yalnız öykülerden oluşan bir dergi çıkar.3” diyerek Şengil’i öykü dergisine yönlendirir. Böylelikle 10 sene boyunca varlığını sürdürecek olan Seçilmiş Hikâyeler dergisi ürünleşir. “Salim Şengil tarafından 1947- Temmuz 1957 tarihleri arasında birinci seride 47, ikinci/yeni seride 66 olmak üzere toplam 113 sayı neşredilen, başlangıçta yalnız hikâye türüne yer verse de yayımlandığı dönemin değişen sanat anlayışına duyarsız kalamayarak hikâyenin yanında diğer türlere de sayfalarını açan, özellikle toplumcu gerçekçi sanat anlayışını benimseyen 1950 kuşağı hikâyecilerinin kendilerini ifade edebilmelerine ve İkinci Yeni şiirinin gelişmesine imkân sağlayan Seçilmiş Hikâyeler Dergisi4” kapandığında ardında devasa bir külliyat ve genişleyen boşluk bırakır.
Metnin başında Öykü isimli derginin sunuş yazısından alıntıladığımız cümlenin protasisi5 yani “Seçilmiş Hikâyeler dergisi günümüze dek işlevini sürdürebilseydi” şartı genişleyen boşluğa dikkat çekiyor. Benzer protasisler, öykü yayınlarının sunuş yazılarında ya da genel yayın yönetmenlerinin yazı ve söyleşilerinde sıklıkla karşımıza çıkıyor. Kuşkusuz Adam Öykü dergisi öykü yayıncılığımızda boşluğu en geniş miktarda kaplamış ve kapanınca da boşluğunu en fazla hissettirmiş, bu boşluğu oyarak genişletmiş bir yayındır. Sonrasında çıkan dergiler Adam Öykü’nün bıraktığı boşluğu bir nebze de olsa doldurmaya talip olduklarını çekinmeden dile getirmişlerdir. Adam Öykü’nün 2005’te yayın hayatına son vermesinden sonra Milliyet’teki söyleşisinde şu soruyla karşılaşıyor editörü Semih Gümüş: “İmge Öyküler, Adam Öykü'nün boşluğunu dolduracak mı?” Adam Öykü’nün 10 yıl boyunca genel yayın yönetmenliğini yapmış olan Semih Gümüş, bu soruya temkinli bir protasisle yaklaşarak cevap verir: “Adam Öykü bir boşluk bırakacaksa, bunun İmge Öyküler tarafından doldurulacağına inanıyorum.” Çünkü Gümüş’e göre Adam Öykü misyonunu tamamlamıştı. Hâl böyleyken ve dergi henüz yeni kapanmışken boşluğun, 10 yıllık yoğun çalışmanın içinde yer alan editörü tarafından hemen sezilmemiş olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim yaklaşık bir buçuk sene sonra Notos Öykü dergisiyle tekrar dergi yayımcılığına dönünce o boşluğu daha iyi görebilmiştir, çünkü dışarıdan görebileceği uygun bir süre geçmiştir. Notos Öykü’nün ilk sayısının sunuş yazısında şu ifadeyi kullanır: “Adam Öykü öykünün dünyasını ayakta, umutları canlı tutabiliyordu. On yılın hemen sonrasında aramızdan ayrıldığı zaman bıraktığı boşluk doldurulmaya çalışıldı elbette.6” Artık Adam Öykü’nün bıraktığı “boşluk” birinci ağızdan da beyan edilmişti. Bu bağlamda amaç da kesinleşmiştir ve nihayetinde Gümüş yeni dergiyi şöyle tarif eder: “Notos Öykü, Adam Öykü'nün bıraktığı boşluğu doldurmayı amaçlıyor elbette.” İlk 12 sayısı Notos Öykü olarak yayımlanan derginin yeni şeklini 13'üncü sayıda şöyle duyurur Semih Gümüş: “Artık logosu NOTOS biçiminde. Çünkü öykü dergisi olma niteliğini korurken, daha çok edebiyat dergisi olacak. Böylece yeni okurlar kazanmaya, sınırlarını daha genişletmeye, hiçbir zaman vazgeçmediği satış hedeflerine ulaşmaya çalışacak.7”
Adam Öykü’den beş ay sonra, Nisan 1996’da yayın hayatına başlayan Düşler Öyküler dergisinin sunuş yazısında editörü Özcan Karabulut şöyle sesleniyor edebiyat ortamına: “Geçtiğimiz aylarda bir öykü dergisi yayın-yazın hayatımıza katıldı. Bundan mutluluk duyuyoruz. Evet, niçin bir öykü dergisi, hatta niçin iki üç daha fazla öykü dergisi olmasın? Öykü dergileri niçin yaşamasın ve niçin öykü yazını canlı bir ortamı sürdürmesin?8” Buradaki “Niçin iki üç daha fazla öykü dergisi olmasın?” şiarı şu sebepten önemlidir: İlk defa edebiyatımızda birden fazla öykü dergisinin gerekliliği gür sesle dile getirilmiş oldu. Düşler Öyküler dergisinin çıkmasıyla beraber boşluğun artık birden çok ürünün varlığına zemin olduğunu ve bununla daha da bir genişlemeye gittiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bununla beraber öykü yayıncılığımızın “çok dergili” bir yola girmesi, “demokratikleşme” söylemlerini de beraberinde getirmiştir. Düşler Öyküler kültürü üzerine kurulan ikinci dergi olan İmge Öyküler’in birinci sayısında Özcan Karabulut “Öykü edebiyatı ortamının demokratikleşmesine” dikkat çekerken Notos Öykü’nün ilk sayısının sunuş yazısında ise Semih Gümüş “iktidar odaklarından bağımsız, dik durabilmeyi” amaçlayan bir dergi hassasiyetini belirtir.
Düşler Öyküler dergisinin “Çıkarken” başlıklı sunuş yazısında “Yazın-sanat dergileri öyküyü sürgüne gönderdi. Gazeteler sütûnlarında öyküye yer vermiyor. Yayınevleri romana yöneldi, öykücüleri roman yazmaya zorluyor” ifadesi dönemin öykü ortamının sıkıntılarını dile getiriyor. 1998 yaz mevsiminde yayın hayatına başlayan Üçüncü Öyküler dergisinin sunuş yazısında Kadir Yüksel ise “Öykü sürgünden döndü, dergilerde daha çok yer alıyor artık. Yayınevleri daha çok öykü kitabı yayımlıyor.9” diyerek öykü dergilerinin algı yıkan başarısından söz eder.
Bugün öykünün gelip edebiyatımızın merkezine oturmasında 1927’de Resimli Hikâye ile başlayıp günümüze dek süren tüm öykü yayınlarının büyük emeği olduğu su götürmezdir. Aynı zamanda Düşler Öyküler dergisiyle başlayan öykü günleri kültürü edebiyatımıza ciddi bir katkı sağlamıştır. Yine bu derginin eylemliliğinden gelişen Öykü Forumları bugün tüm dünyada kutlanılan 14 Şubat Dünya Öykü Günü'nü doğurmuştur. Bu kültür üzerine sırasıyla Düşler Öyküler, İmge Öyküler, Dünyanın Öyküsü ve 14 Şubat Dünyanın Öyküsü dergileri inşa edilmiştir. Şubat 2014’te ilk sayısı yayımlanan 14 Şubat Dünyanın Öyküsü dergisinin, “Hikâyemiz hem çok eski, hem de çok yeni” başlıklı sunuş yazısında Özcan Karabulut dergiyi öncülleriyle şu şekilde temellendirir “Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da, öykü edebiyatı ortamının canlandırılmasına, öykü edebiyatı ortamının demokratikleşmesine yapacağımız katkı, herkesten önce ve herkesten çok, bizim kendimizden beklentilerimiz arasındadır.10” Yine aynı yazıda Karabulut “Gezi Direnişi’nin sadece toplumsal yapıda değil, edebiyatta da bir yenileşme hareketi yaratabileceğini, biat kültürünün yarattığı duvarları yıkabileceğini” öngörür. Eylül 2012’de yayın hayatına İnan Çetin editörlüğünde başlayıp 15'inci sayıyla Faruk Duman editörlüğünde devam eden Sarnıç Öykü, yeni editörlü ilk sayısını Gezi Direnişi sırasında katledilen Ali İsmail Korkmaz’a adayarak direnişi selamlar ve editörü “Yeni Bir Öykü İçin” başlıklı sunuş yazısında muktedire karşı sözcüklerin ve öykünün gücünü Gezi Direnişi’nin kodlarıyla şöyle anlatır: “Ben şimdi size, 'korkacaksın,' 'titreyeceksin,' 'yıkılacaksın' gibi üç küçük sözcük söylesem, sözcüklerin, öykülerin gücü hakkında az şey mi göstermiş olurum11” Sözcüklerin gücünü Cumhuriyet tarihimizde belki de en fazla hissettiğimiz zaman Gezi Direnişi'dir. 2013 Gezi Direnişi sırasında duvarlarda şiirin hâkimiyeti görülse de etkisini daha çok öyküde göstermiştir. Direnişten dört ay sonra yetmişin üzerinde Gezi Direnişi kitabı yayımlanırken bunların dördü öykü, biri ise şiir seçkisiydi. Ama asıl etkisini yayımcılık alanında göstermiştir. Yeni dergi ve fanzinler ortaya çıkarken öncesinde var olanlar da etki alanını genişletmiştir. Editöryal kadrolar Gezi Direnişi'nden sonra hızla gençleşmiştir. Post Öykü, Askıda Öykü, Öykülem dergileri bunlara örnek olarak verilebilir. Galepera Öykü Fanzini ise etki alanını genişletmeyi başarmıştır.
Bugün edebî hassasiyetle varlığını sürdüren öykü yayımlarının yanında, içinde öykünün de yer bulduğu popüler dergiler de mevcut. Bunların ilki 1951 yılında yayıma başlayıp bir sene varlığını sürdüren Resimli Hikâyeler dergisidir. Sertellerin 1927’de çıkarmaya başladığı Resimli Hikâye dergisi ile karıştırılmalıdır. Bugün bu alanda faaliyet sürdüren ve sayıları hiç azımsanmayacak dergiler var. Satış rakamları iştah kabartıcı. Edebî bir derginin ulaşamayacağı, belki sadece hayal edebileceği satış rakamlarına kolaylıkla ulaşabiliyorlar. Bu yayınları görmezden gelmek gibi bir durum söz konusu değil. Doğru da olmaz, kanaatindeyim. Umberto Eco’nun bu sözü bu alandaki fikirlerimi özetler niteliktedir. “İnsan ‘yazın’a güvenmiyorsa, pop kültürüne güvenmelidir en azından.12” Tabloid gazete yani 43×28cm ebatlarında gazete formatında yayımlanan, içinde öykünün de olduğu ama genel ağırlığı popüler kültüre ivmelenen, mizah ve görsel ürünlere de geniş yer veren bu dergilerin okur kazandırmadaki başarısı ayrıca önemli. Ama edebî hassasiyetlerle sürdürülen öykü yayımlarının da varlıklarını koruyabilmeleri için reklam ve destekçi gibi konularda özellikle tolere edilmelidir.
İlk sayısı 1 Şubat 1924’te çıkan Resimli Ay dergisinin, Zekeriya Sertel tarafından kaleme alınan çıkış yazısı bize, popüler ve edebî dergilerin asırlık ayrışmasını gösterir: “Bizde şimdiye kadar iki şekil dergi çıkmıştır. Bunlardan birincisi, sayısı az bir okuyucuya hitabeden mecmualardır, yazılar yazarın edebi zevkine göre yazılır. Bir de ikinci sınıf mecmualar vardır ki, bunları para kazanmak ve şöhret sağlamak emeliyle kitapçılar ve amatörler çıkarırlar. Resimli Ay ne birinci ne de ikinci zümreye dâhildir. Bizim hedefimiz okuyucuların, okuma ihtiyaçlarının doyurmak ve memleketimizde gerçek bir halk dergisi kurmaktır.13”
Bu asırlık çekişmenin sonucu olarak şunu söylemek mümkün: Kâğıt işlerinin, matbaaların, dağıtımcı şirketlerin, bayilerin, yayınevlerinin, yazarların, okurların yani kısacası, total olarak yayımcılık sektörünün her zaman popüler yayımlara yönelimi olacaktır. Bana göre asıl sorun yayınevlerinin reklam verirken özellikle popüler dergileri düşünmesi, edebî yayımları ihmal etmesidir. Yani neden yayınevleri reklam için edebiyat dergilerini öncelemez? Zekeriya Sertel’in yukarıdaki sunuşta, gerçek bir halk dergisi dediği türe en yakın yayımlar bugünün fanzinleridir. Son soru: Neden yayınevleri reklam için bir fanzini hiç düşünmezler?