"Bu kitabı bir 'deneme' olarak değerlendirmek mümkün; Edward Said’i farklı perspektiflerden, farklı bağlamlarda ve farklı kavramlar odağında –özellikle eleştirel mahiyette– yeniden-yorumlama denemesi. Çokyönlü bir isme çoksesli bir armağan; onu anlama/yaşatma çabasına Türkiye’den nitelikli bir katkı."
13 Ocak 2022 17:39
Bir entelektüelin portresini çizmek; Said gibi çığır açmış isimler için –yaygın tanımlamalardan biriyle söylersem– “armağan-kitap” hazırlamak; inceleme, anı, makale, söyleşi, vb. türünde kuvvetli yazılardan oluşan bir seçkiye imza atmak kolay iş değil. Böyle bir çaba her şeyden evvel bu ismi gerçekten anlamış, hakkını vererek okumuş insanların varlığını zorunlu kılıyor. Sonra da bütüncül kavrayış ve yorumlama hünerini…
Türkiye’de hazırlanan akademik yayınlara ve bağımsız anı/portre/biyografi çalışmalarına baktığımızda –elbette çeviri eserleri de eklemeli buraya– hatırı sayılır bir listeyle karşılaşıyoruz; nitelik bakımından da küçümsenemeyecek bir seviyeye ulaşmış olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu çalışmaların son örneklerinden biri Edward Said hakkında. 2021 yılının son ayında, İthaki Yayınları tarafından Fırat Mollaer’in editörlüğünde okurla buluşturulan Edward Said’le Yeniden Başlamak–Entelektüel, Sürgün ve Şarkiyatçılık hacimli bir yazılar toplamı. Söz konusu Said olduğu için bu “hacim” beklenen bir durum olmakla birlikte, onun gibi öncü bir isme hakkının teslim edildiğinin de göstergesi. Kitabı bir “deneme” olarak değerlendirmek mümkün; Edward Said’i farklı perspektiflerden, farklı bağlamlarda ve farklı kavramlar odağında –özellikle eleştirel mahiyette– yeniden-yorumlama denemesi. Çokyönlü bir isme çoksesli bir armağan; onu anlama/yaşatma çabasına Türkiye’den nitelikli bir katkı.
Kitap Said ve Walter Benjamin’den yapılmış alıntılarla açılıyor. Fırat Mollaer’in bir sayfalık önsözünün ardından yine Mollaer tarafından kaleme alınmış “Mukaddime” başlıklı bölümle karşılaşıyoruz. [Mollaer’in doktora tezinde Edward Said üzerine çalıştığını hatırlatmalı.] Bu bölüm içeriğe dair birçok soruyu yanıtladığı gibi, kitabın çıkış noktasının anlamlandırılmasını da sağlamakta: “Edward Said’le yeniden başlamak”; peki ama neden yeniden başlamalı? Çünkü Said bugüne dek doğru tanındığı kadar yanlış da tanındı. Said’i “Said imajından” kurtarmak ve onu bugüne dek “belirlenmiş” tüm kimliklerden bağımsız, tamamen kişisel bir gayretle anlamak için farklı bir noktadan yeniden başlamamız gerekiyor.
“Elinizdeki kitabın amacı, bu çığırın mahiyetini yeniden tanımlamak ve Said düşüncesinde potansiyel olarak var olan ama yaygın imajlarında tıkanan damarlara cansuyu taşımak. Herhalde üzerinde en fazla düşünmemiz ve cansuyu taşımamız gereken mevzu, Said’in eleştirel düşüncesinin popülerlik bulutu içinde silikleşen niteliğidir. Bu düşünce, kendisine tanınırlık sağlarken bir Said istismarına da yol açan Şarkiyatçılık (Oryantalizm) temasından çok daha kapsamlıdır. Kültürel mobilizasyon yaratma aracına indirgenmesi Said’e ve okuruna yapılabilecek en büyük kötülüktür.” (s. 11)
Seçkide yazılarıyla yer alan her bir yazarın Said’i “doğru anlamak” amacına hizmet ettiğini hissediyor okur. Her birinin Said’in beslendiği kaynakları, işaret ettiği noktaları yahut fikirlerinin bileşenlerini es geçmeden/hesaba katarak hareket ettiği aşikâr. Bu da Edward Said’le Yeniden Başlamak’ın bir boşluğu doldurma girişimi olduğunu gösteriyor aslında. Esra Can, Güneş Ayas, Mete Akbaba, Özge Özkoç, Pınar Tarcan, Pınar Yurdadön, R. Radhakrishnan, Rumeysa Köktaş, Tuğba Ekinci, Tuncay Birkan, Umut Kaya, Yusuf Ekinci, Yücel Bulut gibi isimlerin katkılarıyla inşa edilmiş seçki, farklı sahalara mensup araştırmacılara hitap edecek çeşitlilikte. Örneğin “Türk Oryantalizmi: Arabesk Müzik Tartışmaları” kitabın en ilgi çekici başlıklarından biri. Madun Çalışmaları, Post-kolonyalizm tartışmaları gibi ilgili okura/araştırmacılara doğrudan hitap eden yazıların yanında, meraklı –yaygın tabirle “genel”– okuru yakalayacak yazılar da var. Said’in metinlerini Türkçeye kazandıran isimlerden Tuncay Birkan’ın Edward Said ile gerçekleştirdiği söyleşinin bulunduğu kitabın kapanış bölümü, Said’in –Bahar Şimşek tarafından Türkçe çevirisi yapılan– “Sartre’la Karşılaşmam” başlıklı yazısı, yahut Haşim Özpolat’ın Türkçeye aktardığı, Esra Can, Fırat Mollaer ve R. Radhakrishnan arasında geçen diyaloglar bu bağlamda öne çıkan yazılar olacaktır. Kitaba Said’in çalışmalarıyla Said ve Oryantalizm hakkında yapılmış çalışmaların listesinin eklenmiş olması ise hem okurlar hem araştırmacılar için bir kolaylık.
Oryantalizm, Post-kolonyalizm, Filistin, Doğu-Batı, politika, kültür, tarih, edebiyat, müzik… Said denince bu duraklara uğranacağı tahmin edilebilir. Üstbaşlıklar da bu duraklardan hareketle oluşturulmuş. Fakat bu kitabı özel kılan, “eleştiri” kavramını ön plana çıkarıyor oluşu. Türkiye’de belirli aralıklarla gündeme gelen “Edebiyatımızda neden eleştiri yok?” tartışmasına paralel bir fikirden besleniyor yazılar. Dolayısıyla kitap, bir imajı yıkmanın mümkün olup olmadığını, özellikle önyargının/yanlış yargının doğruya, negatif algının pozitife dönüp dönemeyeceğini sorguluyor; dolayısıyla hem olumlu hem olumsuz anlamıyla eleştiri fikrinin peşine düşüyor. Said’in de vurguladığı gibi, eleştiri denen “şey”in hep yeniden başlamayı gerektirdiğini şiar edinerek:
“Eleştiri, başlamayı, yeniden başlamayı, sürekli tekrar tekrar deneyimlemeyi sağlar; gücü de otorite yaratmak ya da ortodoksi üretmekten değil, aksine, zorlayıcı olmayan ve komünal amaçlara sahip, özbilinçli ve yerleşik bir faaliyeti teşvik etmekten gelir.” (s. 15)
Ve algının ne denli “şahsi” olduğunu da unutmamalı. Kitapta da belirtildiği gibi, Said’i yorumlamak hiçbir zaman saf yorum/kuram meselesi olmamıştır. Said’le yeniden başlamanın da Şark’tan ve Said’den çok kendi dünyamızla ilgisi vardır.
*
Eleştiri, Said edebiyatında da oldukça mühim bir konumdaydı. Said bir eleştirmenin bir kurgu yazarından çok daha büyük bir rolü olduğuna inanıyordu. Çünkü dünya düzenine ancak eleştirmen-entelektüellerin müdahale edebileceğini düşünüyordu. Gerçi Timothy Brennan’ın hazırladığı ve 2021’de yayımlanan Said biyografisinden [Places of Mind: A Life of Edward Said] öğrendiğimize göre Said de kurgusal metinler kaleme almıştı; iki yarım kalmış roman, reddedilen bir kısa öykü ve en az 20 şiir. Brennan, Said’in roman yazmaya çalıştığını en fazla –”belki”– bir veya iki kişinin bildiğini düşünüyor…
Eleştiri meselesine dönersek, Said’in metinlerinin bugün dünyanın her yerinde, akademilerde okutulduğunu/kaynak gösterildiğini görüyoruz; bunda Said’in eleştiriye verdiği değerin tesiri var kuşkusuz. Said’in eleştirel tavrı politik duruşuna da yansıyordu. Onun bu konuda örnek alındığını, figürleştirildiğini biliyoruz; kitapta da bunu yansıtan satırlar mevcut. Yusuf Ekinci şöyle diyor yazısında:
“Said’in sürgün-entelektüel tipi, bugün hâlâ iktidarlara karşı etik mesafeyi korumak ve ‘yeryüzünün lanetlileri’nin sesine ses olma sorumluluğu taşıyanlar için bir kılavuz işlevi görüyor. Bu sesi kısmak için çabalayıp duranlar elbette her yerde görev başında. Fakat hatırlatmak gerekir ki, insanın erdem ve haysiyetine, dahası ‘adil şahit’ tutumuna yakın olan, her şartta hakikati milletinin/devletinin bekasına kurban eden aydın tavrı değil; Said’in sürgün, yabancı, yersiz-yurtsuz ve evrensel ilkeler çerçevesinde tanımladığı entelektüel tavırdır.” (s. 54)
Edward Said’in entelektüel duruşunu politik duruşundan ayrı düşünemeyiz ve her ikisini de eleştirel bakışından… Bu iç içeliği kitapta yer alan birçok yazıda hissediyoruz, fakat zannederim ki, mevzubahis durumu en iyi örnekleyen cümleler Said’in kendi dilinden dökülenler:
“– Şu anda bireyin özgürlüğü ve bağımsızlığı üzerinde en büyük tehdidin hangisi olduğunu düşünüyorsunuz?
– Eleştirel farkındalık yokluğu (dolayısıyla ortodoksi ve dogma) ve sansürün mevcudiyeti (dolayısıyla ifade özgürlüğündeki sınırlamalar).” (s. 476)
“– Eğer bir yasa geçirebilseydiniz bu ne olurdu?
– Filistin halkına dönüş hakkı veren bir yasa.” (s. 476)
*
Said hem yayın dünyasında hem de akademi dünyasında varlık göstermiş bir isim. Kitapta onun akademik çalışmalara esin kaynağı oluşundan ve 2000’li yıllardan itibaren Oryantalizm üzerine yapılan akademik çalışmalardan bahsedilmesi, ikinci kanadın unutulmadığını gösteriyor. Akademide, edebiyat kadar tarih problemleriyle de ilgili olan Said’in tarihyazımı ve özellikle içinde bulunduğumuz çağı birçok yönden anlamaya ve aydınlatmaya fayda sağlayacak post-modernizm fikirleri/eleştirilerinin tartışılması, kitabın bir başka olumlu niteliği. Onun postmodern duruma karşı sergilediği şüpheci tavır ve “meta-anlatılara inanılmazlık” fikrine karşı mesafeli duruşu, “Edward Said bir post-modernist miydi?” sorusu hâlâ gündemdeyken muhakkak “doğru” analiz edilmeli.
Ve müzik, Said’in bir diğer sevdası. Kitapta Güneş Ayas’ın altını çizdiği gibi, müzikle Said kadar derinden ilişki kurmuş çok az isme rastlarız:
“Said, ciddi müziği entelektüel hayatın ayrılmaz bir parçası olarak gören entelektüeller neslinin son örneğidir. Daha doğrusu, kendi çağından çok, İkinci Dünya Savaşı öncesinin entelektüeller nesline aittir.” (s. 403)
Said’in müzik bilgisi yazılarında da kendini gösterdi elbette. O, müzik üzerine ciddi anlamda kafa yordu, onu eleştirinin nesnesi olarak gördü, yazının konusu haline getirdi. Bu eğilim, politikayla ilişkilendirilebilir mi? Güneş Ayas’ın Said’de müzik ve politikanın izini sürdüğü yazısında bu soruya yanıt bulmak mümkün.
Said’in sözleri bugün hâlâ yankılanıyor. Bahsettiği kötülükler hâlâ güçlü; eğildiği problemler çözüme kavuşmuş değil; eleştiri yoksunluğu devam etmekte. Bıraktığı miras çok değerli; artık onunki gibi bir miras bırakmak oldukça zor, onunki gibi bir kariyer inşa etmek de… Edward Said’le Yeniden Başlamak-Entelektüel, Sürgün ve Şarkiyatçılık ise bu mirastan pay almak için iyi bir “başlangıç”.
•