"Murathan Mungan kendi yalnızlık anlayışının çeşitlemeleriyle hazırlanmış bir derleme sunmuyor okurlarına. Tersine, bir kavramı tartışmaya açıyor. Erkek dünyasındaki yalnızlığa ilişkin çeşitli görüşleri, dönemlere göre değişen bakış açısını da karşılaştırabileceğimiz şekilde bir araya getiriyor."
21 Nisan 2022 19:00
“Kendisine öğretilmiş erkekliğin içinde tutuklu kalmış, bir türlü bunun dışına çıkamayan erkeklerin farkındalık bilinci tanımayan yalnızlığı en yaygın yalnızlık çeşitlerindendir” diyor Murathan Mungan son derlemesi Erkekler Yalnızlıklar için yazdığı önsözde. Erkekler Yalnızlıklar, başta farklı kuşaklardan, farklı çizgilerden kadın ve erkek yazarların öykülerinden oluşan bir derleme gibi görünse de, Mungan’ın başlı başına bir kitaplık oluşturmaya doğru yol alan tüm derleme kitapları gibi bildiğimiz tanımın içine sığmıyor. Derleme kitaplarda çoğunlukla yapılan, derleyen kişinin görüşlerini ve düşüncelerini şu ya da bu biçimde destekler nitelikteki yazıların bir araya gelmesidir. Bakış açısında bir bütünlük oluşturan öykü veya yazılar kitabı bitirdiğimizde bizi de belli bir görüşün doğrultusuna yaklaştırır, hatta tam katılmasak bile ele alınan başlıkta “bunun böyle” olduğuna ilişkin bir bilgi oluşur aklımızda. Murathan Mungan derlemelerinde olmayan, daha doğrusu bilinçle kaçınılan şeyin tam da bu olduğu görüşündeyim.
Yalnızlık erkek ya da kadın diye ayrılmadan da açıklanması zor bir kavram; “paylaşılmaz, paylaşılırsa yalnızlık olmaz” Özdemir Asaf’ın dediği gibi. Paylaşılamadığı için tarifiyle boğuşulan, modern edebiyatın hakkında en geveze olduğu konudur yalnızlık ve bireye mahsus bir duygu olduğu için de toplumda kadınların yalnızlıkları gerek kırsal kesimlerde gerek şehirde en başta aileyle kalabalıklaştırılan, pek alan bırakılmayan bir haldir. Dolayısıyla yakın zamanlara kadar sokaklara taşmaz, evin içinde büyür. Erkeklerin yaşamı da, yalnızlığı da en baştan sokaklarla, dışarıyla bağlantılıdır. Hele de kadınların iş yaşamında yaygın olarak yer almasının geç kaldığı Türkiye’de dışarısı o kadar erkeklere ayrılmıştır ki, evin içi bir yalnızlık, bir tek başınalık haline dönüşür. Memduh Şevket Esendal öykülerinden Orhan Kemal romanlarına varıncaya dek, emekliliğinde evin içinde bir yabancı gibi kalan babalarla karşılaşırız, nereye konacağı bilinmeyen bir mobilya gibi, biraz da emekliliğin getirdiği işlevsizlikle azalan otoriteleri onları evin içinde “kalabalık” olanın kendisine dönüştürür. Evin içi onun gölgesinde ama onsuz kurulmuştur ve şimdi işte bu dünya bir kediye açabildiği yeri babaya açmakta zorlanmaktadır.
Murathan Mungan
Benim tanıdığım en yalnız erkek dedemdi. Hayır, emekli değildi. Çocukluğumda henüz evlenmemiş iki teyzem ve anneannemle kocaman bir bahçenin içindeki kocaman bir evde yaşardı. O yıllarda Caddebostan’ın sahil kesimi, yazlıkçıların ardından kışın neredeyse boşalır, rutubetli bir soğuk tüm yaşamı teslim alırdı. Kalan az sayıdaki insan henüz televizyonun olmadığı o yıllarda misafirlikle oyalanırdı. İşte Nimet Hanım Teyze ile kızı Çimen Abla da gelince ev, yardımcımız Satı dahil herkesin kadın olduğu bir kalabalıkla dolardı. Dedem hariç… O tek bir erkek olarak salonda, apliğin ışığında otururdu. Neden evin kullanılmayan odalarından birini kendine bir oturma, okuma odası yapmazdı da, o salonun ıssız genişliğini tercih ederdi? Ferah mı gelirdi orası? Yoksa yetimlikle, yoksullukla başlamış hayatının sonraki yıllarında, yazdığı ve yayımladığı ders kitapları sayesinde eriştiği refahının elle tutulur gözle görülür bir kanıtı mıydı o koca salon? “İşte sonunda buradayım” deyip gurur mu duyardı, yoksa “Her şeyin sonu bu koca salondaki yalnızlık” diye mi geçirirdi içinden? Belki de sadece matbaanın mürekkebini, kâğıtçının parasını düşünür ya da biz çocukların milli bayramlar, Yerli Mallar Haftası gibi gerekli zamanlarda ezberleyip gırtlaklarımızı yırtarcasına okuduğumuz vatan, millet, Cumhuriyet ve Atatürk sevgisi taşan şiirlerinden bir yenisi kurardı kafasında. Bunların yanıtını hiçbir zaman bilmedim, bilemeyeceğim de. Hatta dedemi sevip sevmediğimi bile bilmezdim, öylesine kendi başınaydı ki… Çok sevmiş olduğumu öldüğünde anladım. Beni ne kadar etkilemiş olduğunu da meslektaşı olduğumda, yayıncılığı seçtiğimde… Bilse mutlu olur muydu? Herhalde olurdu. Aramızda öyküsü anlatılamayacak, adına neredeyse boşluk denebilecek çok güçlü bir bağ, bir yakınlık varmış meğer, çok sonra anladım. Birbirimize yabancılığımızın, birbirimizle yalnızlığımızın kilit sözcüğü buydu galiba, bölük pörçük, başı sonu olmayan anılarımız vardı, diğer dedemle olduğu gibi bir öykümüz yoktu.
Yalnızlığın kadın olsun erkek olsun herkes için bir öyküsüzlük olduğunu düşünmem biraz da dedemden kaynaklanıyor galiba. Ele avuca gelir, başkalarına anlatılabilir bir bütünlüğü kurmanın olanaksızlığı… Rastgele karşılaşmaların gerisinde, karşılaşılan kişide de, kendimizde de anlatılmayan, paylaşılmayan bir boşluğun olduğunu bilmek ve bu boşluk üzerinden anlatmak… ya da susmak. Bu modern edebiyatın, daha da doğrusu öykünün en çok kullandığı yöntemlerden biridir. Özellikle Hemingway, Carver, Cheever gibi modern Amerikan öykücülerinde zirveye tırmanır bu tutum. Öte yandan, bir hikâyenin anlatılıp yine de her şeyin anlatılmayanda kaldığı öyküler de vardır ki, bence zirvesini Çehov’da, özellikle Öylesine Bir Öykü’de görürüz.
Ama bunlar benim yalnızlık üzerine görüşlerim. Dolayısıyla Erkekler Yalnızlıklar’da kendime yakın bulduğum öyküler yalnızlığa buradan yaklaşan öyküler oldu, hikâyesiz olanlar. Hani anlatıldığında arkasında klasik anlamda büyük öyküler barındırdığını duyumsatan ama aslında modern çağda artık bir öykü olmaya yetmeyen anlarımızın anlatımı. Modern çağın insanı bir öykü olmak yerine bir anlatıcı yapan gerçeği. Zanaatlar dünyasından sanayi dünyasına geçerkenki değişimimiz.
Öte yandan yalnızlık bu mudur diye sorulabilir. Yoksa bir uyumsuzluk mudur, kalabalık içinde “başkası” olarak kalmak mıdır? Bir öyküden artmak mıdır? Yaşamın eskimiş bir öğesine dönüşmek midir? Akan bir selin kenara attığı çerçöp gibi! Yoksa zor bir zamanda başkalarına ulaşamayıp bir başına kâbuslarınla mı boğuşmaktır? Yoksa kendine bir öykü kurgulamak, boşlukta bir başkasına dönüşme, daha doğrusu bir başkasını kurgulama çabası mıdır? Ya da belki ilişkilerin, dostlukların iyi niyetlere karşın süreksizliği midir? Yoksa sadece bir mesajın bile gelmediği bir telefon mudur? Hepsi de yalnızlıktır kuşkusuz. Bizi biz yapan da kendi yalnızlığımız zaten. Yalnızlığın temellinde yatan şey bu farklılıklarımız.
Kitapta yer alan öykülerin her birinin yalnızlığa ne denli farklı açılardan yaklaştığı göz önüne alınınca, Erkekler Yalnızlıklar’ın bildiğimiz anlamda bir derleme olmadığı daha iyi anlaşılıyor. Murathan Mungan kendi yalnızlık anlayışının çeşitlemeleriyle hazırlanmış bir derleme sunmuyor okurlarına. Tersine, bir kavramı tartışmaya açıyor. Erkek dünyasındaki yalnızlığa ilişkin çeşitli görüşleri, dönemlere göre değişen bakış açısını da karşılaştırabileceğimiz şekilde bir araya getiriyor. Tartışma sözcüğünü seçmemin nedeni de bu. Öyküler birbirini tamamlamak üzere değil, birbirinden farklı görüşleri dile getirmek üzere söz alıyorlar. Dolayısıyla da okura yalnızlığın ne olduğunu anlatıp öğretmek yerine, “Yalnızlık nedir peki?”, daha da doğrusu “Benim yalnızlığım neye benzer?” sorusunu tüm ağırlığıyla bırakıp bitiyor. Paylaşılırsa kendisi olmayan şey üzerine paylaşmadan anlattığımız bunca şey bizi tanışık kılıyor belli ki…
•