Kaleminden çıkan ilk cümleden bugüne değin Faruk Duman’ın doğa adına bir meselesi olduğunu görmek zor değildir. Yazdıkları, tek bir ruhun anlattığı olaylardır. O ruh da varlığı, huyları ve yüzleriyle doğanın ruhudur
02 Haziran 2016 13:57
“Aylık bir dergide okumuştum; eskiden buraları gölmüş. Bu topraklarda, yüzyıllar öncesinden kalma balık fosilleri bulmuşlar. Bu insanlık ölür. Toprağına da, suyuna da, ağacına da bakmazsa kesin ölür bu insanlık…”[1]
Faruk Duman öykülerinde, kurgu ve dilin ortak bir noktada buluşmasının nedeni, yazarın doğayla insanlık hâlleri arasında kurduğu ilişkidir. Öykülerinde, geçmişe, özellikle de çocukluğa özlem, âşık olma, kıskançlık, sır saklama, derin üzüntü, sınırsız mutluluk gibi insana ait hâller işlenir. Olaylar, doğayla iç içe, masum ve güvenli yerlerde olabileceği gibi huzursuz baskı ortamlarında da cereyan edebilir. Faruk Duman’ı farklı ve özel kılan şey elbette öncelikle kendi dilini yaratmış olmasıdır. Yazar, bazı yerlerde tek kelimeden oluşan cümleleri, yarım bırakılan yargıları ve zaman ekleriyle yaptığı oyunları ile öykü yazımında deneysel bir yol izlemiştir.
Yaratıp geliştirdiği dili ve üslubu, onun, doğadan yararlanma biçimiyle de yakından ilişkilidir. Birey psikolojisini yansıtırken derin ruh çözümlemeleri, iç konuşmalar gibi teknikler yerine doğadan yararlanması onu birçok yazardan farklı bir konuma oturtmuş, doğanın dil ile yekvücut olmasıyla öykülerinde doğallığı, dolayısıyla da canlılığı yaratmıştır. Yazarın ilk eserlerinden itibaren doğa, tüm imkânları ve çağrışımlarıyla okuyucunun edebiyattan almayı beklediği hazzı sağlamaktadır.
Kaleminden çıkan ilk cümleden bugüne değin Faruk Duman’ın doğa adına bir meselesi olduğunu görmek zor değildir. Bütün eserlerinde; suyuyla, ağacıyla, sisiyle, yağmuruyla ve hayvanlarıyla doğa, kahramanların yol arkadaşlarıdır. Eserlerini kronolojik olarak okuduğumuzda, doğayı kendisi olarak seven bir çocuğun/ delikanlının/ adamın anlattığı büyük bir anlatının bölümleri olan hikâyelerle, masallarla, romanlarla karşılaşırız. Yazdıkları tek bir ruhun anlattığı, farklı zaman ve mekânlarda gerçekleşmiş olaylardır. O ruh da bütün varlığı, huyları ve yüzleriyle doğanın ruhudur.
Faruk Duman’ın edebiyatın konusu olarak hayvanı ele alışına bakmadan önce “edebiyatta hayvan teması”nın üzerinde duralım. Geçmişten günümüze edebiyat ürünlerinde hayvan pek çok farklı şekilde yer almıştır. Yazarlar, serbestçe konuşabilmenin mümkün olmadığı hâllerde hayvanların özne ya da nesne olduğu metinlerde eğretilemelerle mesajlarını iletmişlerdir. Ayrıca hayvanlar, çağrışım imkânlarıyla, doğalarından gelen kimi niteliklerin metnin alt iletilerine ve atmosferine katkılarıyla, okurun hayal kurabilme imkânlarını da genişletir. Bu yüzden özellikle çocuklara yönelik pek çok edebiyat eserinde hayvanlar konuşur, anlatır ve yaşar.
Duman’ın öykülerinde hayvanlar, öykünün atmosferini belirleyen önemli bir unsurdur. Bazı metinlerde neredeyse bir öykü kişisi gibi anlatıya katılır, gerek kahramanları ve onların eylemlerini, gerekse anlatıyı biçimlendirir, etkiler, dönüştürür; öykünün kuruculuğunu üstlenir. Faruk Duman öykülerinde hayvanların, insanlık hâllerini, öykü kişilerinin ruhsal yapılarını sezdirmek işlevleri de vardır.
Yazarın ilk öykü kitabı Seslerde Başka Sesler’in ilk öyküsü olan “Sevgilimin Kır Atı,” Guggu Kuşu adlı bir bölümle başlar. Yazınında doğayı ve hayvanları bu derece etkin ve canlı işleyen yazarın ilk öykü kitabının ilk öyküsünün böyle açılıyor olmasının tesadüf olmadığını düşünmek istiyorum. Aynı kitaptaki “Islık Çeşitlemeleri” öyküsünde ön plana çıkan hayvan ise bıldırcındır. Gençliğinde bıldırcın avlamaya meraklı olan öykü kişisinin bıldırcın üretmenin, yani bir canlının başka bir canlıyı üretip satmasının sapkın bir durum olduğundan bahsediyor oluşu yazarın doğa-insan denklemindeki safını belli etmektedir.
Aynı kitapta yer alan “Ben de Seninle Geleceğim” öyküsünün yaşlı adamı asık suratlı, biraz da aksidir. Hayatı boyunca çalışmış didinmiş, ömrünün sonuna doğru yoksul bir çiftlik evi alabilmiş, “ancak ondan sonra belli belirsiz mırıldanmıştı[r]: Mutluyum.” [syf. 63] Karısı ise bu duruma anlam veremez, tatmin etmeyen bir hayatın sonunda nasıl mutlu olabilirler? Evlerinin yakınlarındaki sazlıktan gelen kurbağa seslerini dinleyen çift, zamanla bu sesten hoşlanmaya başlarlar. Bir sabah kocası gözlerinin içi gülerek ona “Gelsene sevgilim” deyince, kadın yıllar süren evliliklerinde hiç duymadığı bu sözler karşısında afallar ve buna bir anlam veremez. Adam üstelik ilk defa şarkı söylemeye de başlamıştır: “Kaptan bana da haber ver/ Demir alırken/ Ben de seninle geleceğim/ Bu sabah erken…” [syf. 64] Ertesi gün ise çekip gider. Kadına göre bunun tek nedeni kocasının içine bir kurbağanın girmesidir. Dağa doğrusu, doğanın sesi onu ele geçirmiştir.
Faruk Duman öykülerinde hayvanların insan psikolojisini etkilemesi sıklıkla görülen bir durumdur. Birçok öyküsünde bir hayvanla etkileşime geçtikten sonra karakterleri değişen öykü kişilerini görüyoruz. “Pancar Vagonları” öyküsünde de hayvanın dönüştürücü etkisine rastlarız. Bu öyküde kertenkele ve kurbağa, öykü kişisinin hâl ve hareketlerine etki ederek onu olmadığı kişilere dönüştürürmüştür. Aynı şekilde, “Atlar Sabırsızı” öyküsünde koşarken içine kanguru girmiş gibi hisseden öykü kahramanı, hayvani özelliklerin olumlu anlamda insana aktarılmasının bir örneğidir. “Bekir”de öykü kişisi hayatına güvercinler girdikten sonra onlara ait özellikler göstermeye başlar. Tedirgin, ürkek ve insanlardan kaçan bir kişi olur. “Burç” öyküsünde ise Hacı Efendi’nin avlamak için çırpındığı ve sonunda avlamayı başardığı pars, güç simgesidir. Zira Hacı Efendi, bu parsı avladıktan sonra hayvanın kudretini de içselleştirmiştir.
“Bir Beyazlığın Ortasında” öyküsünde öykü kişisinin, çocukluk çağlarında canını yaktığı ve bu yüzden pişmanlık duyduğu beyaz güvercin, derinlemesine bir yorumla insanın çocukluğunu yaramalasıdır. Beyazlığı ve ürkekliği ile güvercin, tedirginliği ve masumiyeti yansıtır. Gözümüzün önünde beliriveren güvercinin yarattığı fotografik pekiştirme Duman’ın sık sık kullandığı bir tekniktir. Öyküde anlattıklarını, okurun zihninde oluşturacağı görüntülerle destekleyişine bir diğer örnek, “Sır Saklayanın Öyküsü”nde bezginlik ve umutsuzluk hissi için kullanılan “su aygırı”dır. Yazar, anlattığı kişinin bezginliğini su aygırının görünüşü ile bağlar. Aynı öyküde “Öküze Özenen Kurbağa” masalının hatırlatılmasıyla anlatıcı, kişinin sakladığı sırlar nedeniyle aynı masaldaki kurbağa gibi şişerek patlayacabileceğini sezdirmektedir.
Duman öykülerinde “hayvan”ın öykü kişisi oluşuna en çarpıcı örnek “Av Dönüşleri”dir. Bu öyküde ne olduğu anlaşılamayan bir hayvandan söz edilir. Hayvan, ağacın dalları arasında yüzünü kapatmış şekilde durmaktadır. Öykü kişisi ne olduğunu anlayamaz. Aslında o, “hayvan” kavramının karşılığıdır. Av Dönüşleri kitabına ismini veren öykünün ilk bölümü olan “Hayvan”da ağacın korumacılığını ve doğa unsurlarının doğaya geri dönme arzularını açıkça görebiliriz. Öykü kişisi ağaç dallarının arasında bir hayvan görür. Hayvan, tüylerinin arasına aldığı başı ile uzaktan tanınamaz hâldedir. İlk bakışta onun ne tür bir hayvan olduğunu anlayamaz. Uzun süre düşündükten, inceledikten sonra hayvanın cinsini çıkaramayınca koşup arkadaşı Recep’e ve arkadaşlarına haber verir. Tüfekleri, saçmaları yüklenip yola çıkarlar. Öykü kişisi bu sırada hayvanı düşünmektedir: Oraya vardıklarında Recep tüfeğini hayvana yöneltip ateş edecek, hayvan belki birkaç dakika acı çekecek, belki vurulduğuna akıl erdiremeyecek de adım atmaya yeltenecek fakat az bir süre sonra yere düşecektir. Öykü kişisinin bu düşündükleri onun “hayvan”a karşı kötü niyetli olmadığını, belki de acıdığını düşündürmektedir. Ancak yine de merakı onu sonuna kadar götürecektir.
Faruk Duman öykülerinde hiçbir anlatıcı yahut asıl öykü kişisi doğaya karşı tamamıyla acımasız değildir. Öykülerinde hayvanlara zarar veren, hatta eziyet eden kişiler bulunsa da sonunda ya bu kişiler yaptıklarının cezasını öder yahut er geç bu davranışlarından pişman olurlar. Öyküde, kişilerin ne olduğunu bilmedikleri bir hayvanı öldürmek istemeleri insanın merakla karışık caniliğini de yansıtmaktadır. İnsanın keşfetmek arzusuyla doğayı ve onun unsurlarını tahrip etmesine de yol açmakta, bir anlamda kazancı kayba dönüştürmektedir. Bozulan yapı, kendi özünü kaybeder. Belki de bu nedenle öyküde anlatıcı ve arkadaşları vurdukları hayvanın ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemezler.
Duman, sık sık masalların bilinçaltımızda biriktirdiği hayvan imgelerinden de yararlanır. Nar Kitabı’nda bulunan “Karşılama” adlı öykünün Köpeğin Hikâyesi bölümünde anlatıcının, annesinin masallarından duyduğu kurda dönüşmesi böyle bir örnektir. Bu konuda daha çok anlatıcının dinleyen üzerindeki etkisi ön plandadır. Anlatma eyleminin büyüsü ana motiftir. Bu nedenle kurdun bir insanî duruma işaret ettiğini söyleyemeyiz.
Yabankeçisi avlamaya giden bir adamın anlatıldığı kısa bir öykü olan “Sur”da öncelikle öykü kişisinin ava gitmeden önce hazırlık yapışı tasvir edilir. Anlatıda sürekli tekrarlanan yabankeçisinin sesi metinde ritim ve ahenk yaratır. Gelmiş ve gelecek olan şeylerin duygusunu hissettirir. Öyküdeki bir diğer mesele de adamın kimse tarafından, hatta ava beraber gittiği Yusuf tarafından da anlaşılamadığıdır. Metinde aslen yabani olan bir hayvan üzerinden kişinin anlaşılamama sorunu işlenir.
Diğerlerine göre daha uzun bir öykü olan “Köpükler Masalı”nda karşımıza çıkan “at” da Duman’ın öykülerinde önemlidir. Efsane/masal kültürü atın etrafında bir soyluluk halesi yaratmıştır. Prenslerin, kralların ve savaşçıların yağız atları vardır. “Köpükler Masalı”nda da at, binicisiyle özdeşleşerek sahibine bir soyluluk aşılar. “Belki kendi teniydi biraz, atının renginde. Yele, bu yüzden yitmişti. Onun esmer parmakları da. Gösteriş, ne yapsındı, kendiliğinden vardı onda.”[syf. 28] Öyküdeki puhu kuşları ise metne bir karamsarlık havası vermektedir. Onların sesi–derinlerinden gelir bu ses– ağaçları ürpertip ışıkları titretir. Puhu kuşu ile öykü kişisinin karamsarlığını yoğunlaştırır anlatıcı. İnsanların hayvanlarla özdeşleşmesi, onların nitelikleriyle kaynaşması Duman’ın öykülerinde dikkati çekici bir izlek oluşturuyor. Bu öyküde de Prenses'in içine kül rengi bir kedi girmiştir. Bu umursamaz ve keyifli kedi, kitabın ilk öyküsü olan “Kedi’çin Masal”da Zeynel’in parmağını kapıp ormana doğru giden kedidir. Duman, böylesi bazı ilmeklerle öykülerini birbirine bağlamaktadır. Buna göre Faruk Duman’ın yazdığı bütün eserlerin tek bir anlatı olduğunu da ileri sürmek mümkün. Bu motifler ve ilmekler bir araya getirildiğinde yazının başlarında sözünü ettiğim o “ruh”un da keşfedilebileceğini düşünüyorum.
Bu tür tekrarlanan motiflerden biri de “geyik”tir. “Göz” öyküsünde anlatıcı, uykusunda geçmiş güzel günlerle ilgili “eski bir orman” görür. Eski arkadaşları ile birliktedir. Kar yağmış, orman buz kesmiştir. Ormanda geyikler, ceylanlar vardır, yolda bir geyik görürler. Onu takip etmeye karar verirler ancak kahraman bundan sonrasını hatırlayamaz. Geyiğin, Duman’ın öykülerinde genellikle anneyi temsil ettiği söylenebilir. İlk kez kendisini bu öyküde ciddi bir şekilde hissettiren geyik-anne özleştirilmesi, yazarın sonraki öykülerinde de görülmeye devam edecektir. “Kar Altında” öyküsünde, evdeki kilimin motiflerinde bulunan ceylanların –anne- sesleri kayıp kuşlara –çocukluk- benzer, onlar konuşmaz da öterler. Atlar kişnemez, ağız uçlarında gurbet acısıyla küllenmiş inlemeler bulundurur.
“Tüfek” öyküsünde anlatıcının annesinin ördüğü halının deseni iki ceylandır. “Ağaçların altında, kırmızı gözlü iki ceylan vardı. Birbirlerine bakan bu iki ceylanın, ana-oğul olduklarını söylerdi annem.” [syf. 120] “Burç” öyküsünde de anlatıcı, ormanın içinde zor durumda kalınca, annesine benzettiği kınalı bir geyik görür. Bu noktada “… ne de olsa durup ormanın merhameti ile yetişmiş” [syf. 63] diyerek ormanın özündeki merhamete de vurgu yapar. Anlatıcı ormandan kurtulmak için geyiği takip eder, geyik ona yol gösterir. Delikanlı bu noktada annesinin de bu geyik gibi ona önderlik ettiğini ve annesinin yolunu kendi yolu gibi algıladığını söyler. Geyikler “Ömre Zarar Kavil” öyküsünde de çıkar karşımıza. Bu öyküde kuşlarla sözleşme yapan Ziya, hayvanların hâkim olduğu bir atmosfer içinde yaşar. Ziya, artık diğer insanlar gibi değildir. Güvercinler onu değiştirmiş, bir parça kendilerine benzetmiştir. Ziya’nın evindeki kartal suretleri ile bezenmiş sedir, onun güzel, kudretli günlerinin sembolüdür. Ziya bu sedirde oturur. Halının üzerindeki geyik deseni ise –anne değil- bir oğul olarak Ziya’nın kendisidir. “Ziya bunda ipekle nakşedilmiş bir adamdı, usul bir geyik olmuş, otururdu sükunetle.” [syf. 102] Öyküdeki tüfek –baba- daima pencereden dışarıya, dağlara, dağlardaki ceylanlara doğru bakar. Bu durum doğanın babayı çağırması, onun aklını çelmesi ve bu nedenle ailesiyle ilişkilerini aksatması olarak yorumlanabilir. Başka kadınlar olarak yorumlamak da mümkündür. “Tabi, tüfeğin mağrur ve tehditkar duruşundan olacak, bu ceylan yüzlerinde daha çok, insanın kalbini çizen bir korkuydu sezilen.” [syf. 121] Tüfeği baba ve ceylanları da anne-oğul olarak okursak bu satırların baskıcı bir babayı ve onun otoritesinden korkuyu ifade ettiğini iddia edebiliriz. “Böylece çoğunlukla annemdi, ana-oğul bu ceylanların sebebiymiş gibi kalkar, bir suçluluk duygusu ile giderdi.” [syf. 121] Bu satırlar annenin, zalim bir kocaya düşmesinden ve çocuğunu da o zalimin eline mahkûm etmesinden dolayı duyduğu suçluluğun yarattığı hüznü belirtmesinin yanı sıra, Duman’ın öykülerindeki anne-oğul/ geyik-ceylan denkliğini gözler önüne sermesi bakımından önemlidir.
Hayvan teması açısından dikkate değer bir öykü olan “Sencer ile Yusufçuk” kullanılan teknikler, anlatım düzlemleri arasındaki geçişler ve diğer metinlere yapılan göndermeler ile oldukça kompleks bir metindir. Öykünün baş kişilerinden olan Yusuf’un yusufçuk kuşu ile söylenmemiş bir bağı bulunması, davranışlarının kuş ile benzerlik göstermesi görülebilir. Bu anlatıda doğa ve hayvanlarla ilgili kullanımlar genel edebiyat algısı doğrultusunda kullanılmıştır. Örneğin kuşlar özgürlüğü ve sonsuzluğu çağrıştırmaktadır. Bunun yanı sıra, Duman’ın ilk öykülerinden itibaren sıklıkla kullanılan “kertenkele” diğer metinlerde olduğu gibi bu anlatıda da çocuğa oyuncak, arkadaş ve sırdaştır.
Hayvanlarla birlikte çocuklar ve çocukluk dönemi de Duman’ın öykülerinde temel bir izlektir. Baykuş Virane Sever’in sekiz öyküsünün altısında anlatıcı çocuktur. Masumiyetlerini yetişkinler kadar yitirmemiş çocukların bakış açıları, Duman’ın doğa, orman ve hayvan çerçeveli öykü dünyasına pek yakışır. Önceki eserlerinde olgunlaştırdığı ve ustalaştığı diliyle, yarattığı ruhun serüvenine yeni öyküler eklediği bu kitap başlı başına bir incelemeyi hak etmektedir. Seslerde Başka Sesler’in ilk öyküsünde başlayıp Sencer İle Yusufçuk’ta olgunluğunun zirvesine yaklaşan doğa-çocuk birlikteliği burada artık usta bir öykücünün kaleminden çıkmaktadır.
Faruk Duman öykülerinde, kurgu ve dilin ortak bir noktada buluşmasının nedeni, yazarın doğayla insanlık hâlleri arasında kurduğu ilişkidir. Olaylar, doğayla iç içe, masum ve güvenli yerlerde geçtiği gibi huzursuz baskı ortamlarında da geçer. Faruk Duman’ı farklı ve özel kılan şey elbette öncelikle kendi dilini yaratmış olmasıdır. Yazar, bazı yerlerde tek kelimeden oluşan cümleleri, yarım bırakılan yargıları ve zaman ekleriyle yaptığı oyunları ile öykü yazımında deneysel bir yol izlemiştir. Öykülerinde sağladığı akıcı ve kendine has anlatım, onun, doğadan yararlanma biçimiyle de yakından ilişkilidir. Birey psikolojisini yansıtırken derin ruh çözümlemeleri, iç konuşmalar vb. teknikler yerine doğayı kullanması onu birçok yazardan farklı bir konuma oturtmuştur. Aynı zamanda doğanın, diline adeta işlemesiyle, öykülerinde doğallığı, dolayısıyla da canlılığı korumuş, kendine has akıcı bir anlatım yaratmıştır.