James Joyce’un “çevrilemez” denilen Finnegans Wake adlı eserini Türkçeye çeviren Fuat Sevimay, “çetrefil ama keyifli” süreci anlatıyor. Üstelik, kitaptan tadımlık iki bölümle birlikte...
17 Aralık 2015 12:40
Dünya edebiyatının önemli ismi James Joyce’un eserleri Türkçeye çevrilmiş olsa da, edebiyatta bir doruk noktası olarak kabul edilen Finnegans Wake bugüne dek hep “çevrilemez” olarak anılmıştı. Üstelik yalnızca dilimize özgü bir durum da değildi bu, tüm dünyada yalnızca altı dile çevrilebilmişti. Sel Yayıncılık, çevirmen ve yazar Fuat Sevimay’la birlikte kolları sıvadı; İrlanda edebiyatı denilince akla gelen kuruluşlardan olan ILE (Irish Literature Exchange) ve Dublin Trinity College’daki Joyce uzmanlarından da heyecanlı bir onay alınca yola devam etti. Oldukça meşakkatli ama keyifli “proje”de –taraflar yalnızca bir kitap çevirisi değil proje olarak anmayı tercih ediyor- sona yaklaşıldı. Yakında okurla buluşacak olan Finnegans Wake’in çevirmeni Fuat Sevimay’dan çeviri sürecini dinledik, üstelik iki tadımlık bölümle birlikte...
Edebiyat dünyasında birçok isim, eser, ödül ve çeviri çeşitli yönleriyle tartışılabilir ancak, hemen herkesin üstünde mutabık kalacağı sayılı fikirlerden biri, İrlandalı yazar James Joyce’un edebî dehası ve açtığı çığırdır (ve kapadığı çağ). Ne var ki, bu büyük ismin, okur başta olmak üzere edebiyat dünyasının çoğu bileşenini ortaklaştıran bir yönü daha var: anlaşılmasındaki zorluk. Peki, gerçekten öyle mi? James Joyce’tan bahis açıldığında, Ulysses ve Finnegans Wake başta olmak üzere anlaşılmasının zorluğundan dem vurulması haklı bir tespit mi yoksa meselenin altında yatan başka gerçekler mi var?
James Joyce kitaplarını okumak, anlamak ve hatta onlar hakkında konuşmak, hepsinden önemlisi de çevirebilmek için öncelikle bu büyük ismi anlamak gerekiyor. Oysa biz genelde, hadi itiraf edelim, kolayı seven insanlarız. Herkesin önemle bahsettiği James Joyce’u okumamış olsak da hakkında üç beş laf etmekten çekinmeyiz. Belki de ilk sayfaları hariç okumadığımız ve okumayacağımız Ulysses’in, kütüphanemizin raflarında durması hoşumuza gider. Yayıncıların da iştahını kabartan bu hallere James Joyce yukarılarda kıs kıs gülüyordur muhtemelen. Bu büyük yapı ustasının istediği, tam da böyle bir haldir belki de: Edebiyatındaki olağanüstü ritmin nimetlerinden faydalanıp dilediğince derinlere inebilenlerle “mış gibi” hayatlarında debelenenler arasındaki gülünç çelişkileri açığa çıkarmak.
Beni Finnegans Wake’in büyülü dünyasıyla tanıştırıp, çevirisi üzerine çalışmaya iten yol, tam da bu nedenle öncelikle onun dilini, edebiyattaki amacını, derinliğini anladıktan sonra şekillendi. Eleştiri ve Deneme Yazıları’nı da çevirerek, kurgulayan yazar James Joyce’un dışında, İrlanda’nın siyasi ortamına dair fikirleriyle, diğer sanat dallarına yaklaşımıyla, başka yazarlar hakkındaki görüşleriyle ve gündelik yaşamdan aktardığı kesitlerle kanlı canlı, gerçek hayatın içindeki James Joyce’u tanıma fırsatı buldum. Hemen ardından, yarı otobiyografik bir eser kabul edebileceğimiz ve yine kendi hayatından kesitler taşımakla birlikte kurgunun ve dilin zirvesinde dolaşan Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi’ni (başlığı hakkında düştüğüm şerhle birlikte) çevirerek, büyük dehanın beyninin kıvrımlarında dolaştım. Kelime tercihleri, yarattığı atmosfer, ritmi ve daha birçok unsura karşılık Türkçenin büyülü dünyası…
Böylelikle sıra okunamaz, okunsa da anlaşılamaz, anlaşılsa da çevrilemez Finnegans Wake’i çevirmeye geldi. Bugüne dek yalnızca altı dile çevrilebilmiş bu kitabı elime aldığımda neye kalkıştığımın farkındaydım. Önceleri kendi kendimi denemekten, bu dev bulmacayı anlamaktan ibaretti büyük çabam. Fakat sonrası da geldi; elbette haddimi ve hududumu aşıyor muyum acaba, sorularıyla birlikte. İki buçuk yılın ardından geldiğim noktada ise şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: James Joyce’un yolunda dosdoğru ilerlemekteyim; nerede durduğumu ve bu çetrefil ama bir o kadar da eğlenceli kitapla nasıl bir ilişki içine girmem gerektiğini de bilerek.
Peki, nedir bu zorlu yolun taşları, çakılları, engebeleri, inişleri, çıkışları ve varmakta olduğu son? James Joyce’u anlamaktan zaten bahsettik. Ya sonra? Kendi diliniz. Dilimiz, Türkçe. Finnegans Wake ile hemhâl olurken Türkçenin size sunduğu imkânların ve çıkardığı zorlukların farkında olmak. Eklemli yapısı, ses ahengi (misal İrlanda dilinde de büyük ve küçük ünlü uyumu olduğunu bilmek, kimileri bilmiyor!), kelime haznesi, öğelerin dizimi ve daha pek çok ayrıntı. Sonra, James Joyce’un Finnegans Wake ile ne yapmaya çalıştığını anlamak. Ulysses ile edebiyatın zirvesine ulaştım, artık edebiyatın da üstünde bir şey yapmalıyım, diyen ustanın sesini duyup, dar kalıpları aşabilmek. Önceki eserlerinde bolca kullandığı üç noktayı neden terk ettiğini ama neden bolca soru işareti kullandığını algılamak. Ardından, Finnegans Wake’in rüyası içinde yürürken bir şeylerden vazgeçmeniz (aksi takdirde kimi çevirilerde olduğu gibi, buyurun kakafoniye!) ama buna karşılık, kendi dilinizde daha fazlasını kazanmanız, Joycevari kelimeler üretmeniz gerektiğinin farkında olmak. Ama buraya dikkat! Joycevari kelimelerin eğlenceli şakalar, “güldürüklü” bileşimlerden ibaret olduğunu sanıp, böyle bir yanılgının içinde de boğulmamanız gerekiyor. O kelimeler “hoşluktan” çok daha fazlasına hizmet ediyor. Zira Finnegans Wake’i değerli kılan, bu kelime ve deyimlerin yardımıyla yaratılan motif ve leitmotif’lerin oluşturduğu olağanüstü örümcek ağı. Kimileri ise bunları, laf ola beri gele üretilmiş argo silsileleri zannediyor. Böyle yaklaşmadığınız zaman, Avrupa’nın adının Ortadoğulu Fenike tanrıçasından geldiğini, Fenike adının ise Finnegans Vakası’nın önemli unsurlarından Phoenix Park ile ilintisini, bu parkın aslında biraz da cennet bahçesi olduğunu, o bahçedeki düşüşün cennetten, kuleden, duvardan ve fazla içmekten kaynaklanan düşüşle ilişkisini ve buna benzer daha binlerce bağlantıyı ıskalamıyorsunuz. Yeter ki doğru çeviri okuyun.
Finnegans Wake, döngünün ve silsilenin metnidir. Svevo’dan (Finnegans Wake’in bir bölümü tamamen Svevo romanlarına göndermedir) el alan ve başkalarına el veren Joyce. Göğü bin bir kez gürleten Joyce. Dön baba dönen insanlık tarihi. Bilinç akışının öncüsü Sterne’in Tristram’ının, Ibsen’in büyük ustasına karışan ayak izleri. Entelektüel gurura dair muhteşem bir satir. Zira James Joyce’un da dediği gibi, Finnegans Wake’te çok eğlence var.
Tüm bu çeviri sürecinde, Sel Yayıncılık için yapılan Finnegans Wake çeviri projesi kapsamında İrlanda Kültür Bakanlığı bünyesindeki ILE’nin (Irish Literature Exchange) ve Dublin Trinity College’ın davetlisi olarak beş ay süresince Dublin’de bulunma şansı elde ettim. James Joyce’un edebiyatı üzerine uzman profesörlerle tanışıp, konuşup, tartışarak doğru yol üzerinde olduğumu duymakla daha da cesaretlendim. Daha önce yapılmış çevirileri ve kaynak kitapları bolca inceleme imkânı buldum. Ama en önemlisi, Joyce’un arşınladığı yollarda yürüyüp, Finnegans’ın kahramanlarının nefesini hissettim. İşte o kahramanlardan, ilahi bereketin kaynağı Anna Livia (veya Dublin’in Liffey nehri) ile dertleştik bir gün. Nehiryatağında taşıdığı damlaların denizleri aşıp boğazın sularına karışacak olmasının heyecanını yaşıyordu. Ve ben de, bu eğlenceye çok yakında Türk okurunu da ortak edebilmenin heyecanı içindeyim şimdilerde. Buluşmak üzere…
3.1 - 4.16
…nehiryatağında, Havva ile Âdem’i geçip sahilin keskin ucunda körfeze kıvrılır, emrisakin ve yılankavikusvari bir döngüyle bizi yine Howth Cebelhisarı ve Efradına ulaştırır.
Aşk ozanı Bay Tristram daha, Kuzey Armorika’dan kalkıp güv’ertesinde patlayan dalgalarla kanalı geçip, Küçürek Evropa’nın bu sıska kıstağını kasıktıdarına katayazmak için, yineyeniden ayak basacakmışken: ne daha ummanın akıntılarıyla sürüklenen kıdemli bıçkıcıların taşakları, Laurens Kentinde mumbraları duble götüren kıtıpiyozların gözlerinde büyümüşken: ne de topatrağın bağrından asasıyla ateş çıkartanın yalazlarının çıtırtısı, mişem mışım dolananı da taftiz edileni de iman ile körüklemişken: kör kuru İshak, kamışının dölüyle avulanup da tutub tepetaklak yere serilmemişken: ve çifte kızlar Vanestela, aşk oyunları oynadıkları sviftin peki yekvüjoet dekana diş bileyip, henüz daha elma gibi ikiye yarmamışken. Jhem veya Shen, babalarının koca kayığı ark ışığında mayalanmış ve ebemkuşağının doğuya bakan kızıl ucunun kutsuya değdiği yerkürede görülmüştü.
***
418.11
Güldü de güldü pisliğin larvamavrasına
Helecanlı Çemkirge, pes sesten girmeye tırstı lafına.
Özür dilerim, yüce Kararınca, dedi Çemkirge, ağlayarak,
Evinde rahatın yerindedir umarım, aziz kardeşim dalyarak.
Peri’ye Bit’e polka öğret, Arıcık da şekerleme göster
Ve bilesin ki Vespatilla, şişkoları ısıtmak ister.
Zamanında çaldıysam da kaval, şimdi katılayım hesaba,
dedi, Moyhamlet’e hoş sada Dağına da mirhiba!
Tepenizde uçuşanlar öbek öbek, varsın olsun dolunayın;
Kavakyeliyle sarhoşum, n’olurdu azcık da ben dolanayım.
Size sitemimdir, bir dostun attepiği hediyesi olarak kabuyrun,
Harcamamın ödülüdür senin tasarrufun.
Öpüpoklanmış yosmaları tutup atmak yerine bana bağışlasanız
Ve zaten Culex ile Pulex gibi, değil miyiz ki ekiz?
Aşk meskeninde utançlakucaklı terimiz,
Bunlar Homo Vulgaris’i deli eden iki ikiz.
Gökyüzüne kanat çırpmadı mı kartalakileus
Ki sebebidir, Griffin gibi olduğumuz
Kazara düş’en Adem hikayesi bitip de aranmayınca
Katlandıkları acılar kalp sancısı olmadı mı onlara?
İster miydik böyle ayıplanmayı, ikimiz de doğru,
Nolan’gırdayıp boşa gitmiş ve Brunay maviye dönmüşken.
Şimdi bu hanımlar sizi moklayıp beni şıralamak peşinde koşar
Zira herşey olacağına varır, karı terk edecekse boynuzu takar.
Şimdi benim taktiklerime kulak verin ki hepsi kayda değer;
İti’mat edin bene sağlığınıza verdiğimden değer.
Kaale alın zaar gana bildiğim var da şah’sen böyle mi tevazu olmuş
Ki görüyorum tüm göğsünüz Tot’tan aşağa nişaneyle dolmuş.
Ben’denizin kahkahalayla gülüneşi dünyamda
Zor rastlanır böylesi’ki kirik zımbırtalara.
Yiğğ’itliğiniz dillere destan, yazdıklarınız şaheser,
(Şu Karıncaşlık türkünüzü de bi Çemkireydiniz ne var!),
Dünyaçağında bir dahisiniz, soyunuz bilinç’altında kaynata be her’dem!
İyi ama, Yüce Salmartin, neden zamanın tadını çıkarmıyorsunuz madem?
Sağıla babayı soğula nağmeyi ve’be ruhi holo kastın adıyla. Alaynıza’men.