Fleur Jaeggy’nin erkek kardeşiyim

"Jaeggy herkesin kolaylıkla benimseyeceği, el üstünde tutacağı türden bir yazar değil. İtalyancanın en soğuk, insanı tecrit edilmiş, etrafı kapalı metinlerinin yazarıdır Jaeggy. Bir benzeri daha var mıdır? Jaeggy Zürihlidir ama bir dünya şehri sayılan Zürih Türkçeye çevrilen her iki kitabında da pek yer tutmaz. Daha içe kapalı St. Gallen kantonunun paralelinde olan Appenzell’dir onun yazar olarak ilgisini çeken ana mekân."

17 Kasım 2020 19:34

Fleur Jaeggy’nin Disiplinli Güzel Günler adlı novellasından sonra XX’in Erkek Kardeşiyim adlı öykü derlemesi de yine Şemşa Gezgin’in Türkçesiyle Eylül ayında Can Yayınları tarafından neşredildi. Jaeggy İsviçre, Zürih doğumlu. Epeyce bir süre İtalya’da yaşadığı, Adelphi Yayınevi’nde editör olarak çalıştığı da hepimizce malum. Düşünce hayatının önemli bir bölümü edebi eylemine temel oluşturan İsviçre’de geçmiş. Linguistik açıdan her ne kadar İtalyan yazarıysa da, yazısının biçimi, içeriği değil İtalya’da, İsviçre’nin İtalyan kantonlarında dahi kurulacak türden metinler bütünü değil.

Yapıtları Türkçeye gecikmeli de olsa kazandırılıyor ama bu Jaeggy’nin bir dünya yazarı olduğu, her yerde dolu dolu okunurken memleketimizde ıskalandığı anlamına gelmiyor. Hiç öyle kendimizi, yayıncılarımızı yok yere dövmeyelim. Hani hasbelkader dünyanın neresine giderseniz gidin, kütüphanelere, kitapçı vitrinlerine üstünkörü bakın, Andrey Platonov’la da karşılaşırsınız orada, Elena Ferrante ile de. Yazarımızın bu tür bir pazarı yok, olacak gibi de görünmüyor, öyle bir isteğinin olduğunu da sanmıyorum. Ama tabii şöylesi bir sürprize de açık olabiliriz: Bir kitap ekinde bir yazı çıkar, içe kapalılık Jaeggy metinleri üzerinden enine boyuna sorgulanır ve bu yazılar ilgi görür, tartışılırsa, kuşkusuz yazarımız Türkiye’de de ilgiyle karşılaşabilir.

Yusuf Atılgan’ın çok okunmasını hatırda tutarsak eğer, dışarıdan da bu tür sürprizlere açık olmamız icap eder. Üstelik Jaeggy adı üzerinde, bir kadın yazar. Kız çocuklarının, kadınların yaşamaları, yaşayamamaları, mekân içinde boğulmaları onun temel yazı sorunsalı. Günümüzde Türkiye; Belarus, Polonya, Macaristan gibi Avrupa ülkeleriyle birlikte kadınların en çok konuştuğu, konuşulduğu, susturulduğu, öldürüldüğü ülkelerden biri. Haliyle kadın yazısı da burada bir karşılık bulacaktır. Bulmalıdır.

Jaeggy’nin yapıtlarının Türkçede yayınlanması sonrası şöyle bir yanılgı yahut hayıflanma da oluştu gördüğüm kadarıyla. Sanılıyor ki 1940 doğumlu yazarımız 1960’lardan beri yazıyor da, Türkiye’de geç fark edildi. Yok ama tam olarak sanıldığı gibi değil; hayatının geç döneminde eserler veren yazarlardan biri Jaeggy. Disiplinli Güzel Günler için şu söylenebilir: 1989’da İtalyanca yayınlanan “uç bir metnin” (Sizi saygıyla selamlıyoruz Sayın Ece Ayhan Çağlar) 2019’da, yani 30 yıl sonra Türkçeye kazandırılması o kadar da geç sayılmaz. Jaeggy’nin Ingeborg Bachmann, Thomas Bernhard, Oliver Sacks gibi yazarlarla eskiye dayanan dostluğu da bu yanılgıyı besliyor olmalı. O güzel fotoğraflar, fotoğraflardan okuduğumuz o ışıltılı dostluk (özellikle Bachmann ile) yazı dostluğunun ötesinde, yazar-yayıncı ilişkisi de olabilir. Bir tür entelektüel yakınlığa da dayanıyor olabilir. Özellikle Thomas Bernhard ile edebi formları, dünyaya bakışları hakikaten çok yakındır.

Başa dönersek… Robert Walser’in kimi önemli yazarlarca Almancadan, İngilizceden çokça okunmasına, yazılara, günlüklere not düşülmesine rağmen bunca geç Türkçeye gelmesini ve okuruna henüz tam anlamıyla kavuşamamasını da düşünürsek, Jaeggy için gecikmiş sayılamayacağımızı görürüz.

Jaeggy herkesin kolaylıkla benimseyeceği, el üstünde tutacağı türden bir yazar değil. İtalyancanın en soğuk, insanı tecrit edilmiş, etrafı kapalı metinlerinin yazarıdır Jaeggy. Bir benzeri daha var mıdır? İtalyanca bilmiyorum, çevirmeni Şemsa Gezgin’e sormamız gerekir ama bence yoktur, zordur. Jaeggy Zürihlidir ama bir dünya şehri sayılan Zürih Türkçeye çevrilen her iki kitabında da pek yer tutmaz. Daha içe kapalı St. Gallen kantonunun paralelinde olan Appenzell’dir onun yazar olarak ilgisini çeken ana mekân.

Her yazarda az çok olan, ya da olmasını bekleyebileceğimiz çok meşru bir hırs vardır onun da metinlerinde. Öncelikle “siz neyi anlattığımı anlayamasanız bile ben öykümü yine de size anlatacağım” der gibidir. Sabrınızı, sinirinizi sınar. Sağda solda okuduğumuz, birbirimize anlattığımız, anlatabileceğimiz öykülere meyletmemiştir bir kez. Eşcinselliği anlatacaktır, kardeşe duyulan aşkı anlatacaktır, ama pornografiden çekiniyordur. Yaklaşıp yaklaşıp duracaktır. Metinde yazılandan fazlasını okurun kurmasını, anlamasını bekliyordur. Kapalılığının yanında öfkelidir de. Üstelik öfkesinde Leyla Erbil gibi –deyim yerindeyse diyelim– ikiyüzlü de değildir. Farklı insanlar, farklı yapıtlar oluşturmaz. Hesabı kendisiyledir. XX’in Erkek Kardeşi, Disiplinli Güzel Günler’de anlatılan öyküyle hesaplaşıyordur. Öykünün çehresi karamsardır, kötü ve hatta ölümcüldür. Aydınlığı ise yazarın günümüzün ana akım edebiyat kuramlarının dışına çıkmasında ifadesini bulur. Jaeggy tıpkı Marguarite Duras gibi yazarın ölümü klişesine, Roland Barthes ve ona yakın edebiyat düşünürlerine meydan okuyordur. Yazar yaşıyordur; onun da hayatı, öyküsü vardır; hatta aynı zamanda editördür de. Bir yazı nasıl yazılacak, dilinden ironiyi de eksik etmeden bunu okuryazar okurla paylaşacaktır. Sıradışı bir metni yazmasının bir nedeni de editör olarak aynılıktan bıkmış olmasıdır denebilir. Jaeggy metninde ilginç bir profil çizer. Kendinden, çocukluğundan verir, ailesini işler, yazarımızın otobiyografisini kısmen bizimle paylaştığını sezeriz ama buna mesleği, editörlüğü dahil değildir. Yeni bir yazı için kendini harcıyor gibidir. Yazı sıcak olmak zorunda değil, aşk değil, kardeşlik değil. Yaşadığımız dünya pek de büyülü bir yer değil. Bütün bunları metninde söyler ama kaldığı yer edebiyattır, edebiyat dışına çıkmamak üzere yapar yapacağını. Yazarın ölümü klişesine katılmıyor, ama sözünü de yazar olarak söylemiyordur. Onun metinlerinde Tanrı anlatıcı doğal olarak yoktur, çünkü öleli çok olmuştur. Bir bilgiç anlatıcı da yoktur.

Yazar olarak metne dahli, Disiplinli Güzel Günler’de bitiremediği öyküyü tamamlamak üzere yeni kurmacalar oluşturmak düşüncesiyle çalışmaktır. Burada yazar kimdir, öykü nasıl anlatılır, anlatan kişi öyküye nasıl dahil olmalı, aynı öyküden ne şekilde çekilmelidir ve benzeri sorulara en güzel öykülerinden birinde, XX’in Erkek Kardeşiyim’de cevaplar arar. Öykü estetiğinden taviz vermeden yapar bunu. Bu açıdan "Tropik Ülkeler" öyküsüne de bakılmalıdır. "Siyah Dantel Vualet" öyküsüne de… Kitabını tamamlıyor, yazmaya devam ediyordur. Ciltler halinde değil de, novellasını öykülerle tamamlayarak… İki kaygıdan kaynaklanıyor olabilir bu. Birincisi tekrardan kaçınıyordur, ikincisi öyküsünü anlatma ihtiyacını atlatamamıştır. Onunla birlikte yaşayan bir düşünceyi tüketmek üzere kaleme sarılıyordur.

İsviçre Almanyası üzerinden, dağları güzel ama ıssız, gölleri çevresinde insanlar yokmuşçasına temiz, şehirleri akşam belli bir saatten sonra yaşam belirtisi göstermeyen bir mekân üzerinden metin oluşturacak olursanız eğer, ister istemez oranın gerçekliğine göre hareket edersiniz. Ayrıca bu sizin yazı eğiliminize de denk düşen bir memleket olmuştur demektir. Jaeggy eserlerine kendinden verdiği, sıklıkla karakterleri üzerinden kendiyle de uğraştığı için metinlerini incelerken ona da dönüp bakmanın ısrarla doğru olacağı bir yazardır.

Kendisi nasıl bir kimsedir? Disiplinli Güzel Günler ve XX’in Erkek Kardeşiyim, hakkında tam fikir vermese de bir şeyler hissettirir size. Appenzell nasıl bir yerdir, o bahiste de yazarımız her ne kadar ‘Aptallar için İsviçre Almanyası Gezi Rehberi’ yazmamış olsa da 'içeriden' öyküler anlatır.

Genellikle İsviçre, buna çoğumuzu bir Akdeniz şehri sıcaklığıyla sarıp sarmalayan Cenevre de dahil, özellikle Appenzell, intiharın yoğun olduğu yerlerdir. Ülkede beş yıl kalan çokça ölüme şahit olur. Bu ölümler sadece duyulmakla kalmaz; bizdeki gibi, “filan kişi ölmüş, Allah rahmet eylesin” türünden değildir oranın serzenişleri de; daha gözün vicdanıyla ilintilidir; işte ceset karşınızdadır. Hiç görmediğiniz biri, medeniyete “beni de bir gör, tanı” diyor gibidir. Camdan atlamıştır; kanı, bağırsağı yerlerdedir. Bir daha o düştüğü yerden geçmek istemezsiniz, cesedini çiğnemek istemezsiniz ama o sokaktan arabalar geçer, o noktada göçmen çocukları oyunlar oynar, hayat her yerde olduğu gibi o küçücük lanetli bölgede de devam eder.

Doğrusu bana çok zor geliyor böylesi bir hayatı da, anlatıyı da oluşturabilmek. Jaeggy’nin iki kitabını da belki de bu yüzden okudum. O hatırlamak dahi istemeyeceğiniz bir yaşama halini, üstelik en radikal, sağcı mekânlardan birinde, uçlara taşıyarak kaleme alıyor.

Şu söylenebilir: 2020 yılı itibariyle 80 yaşındaki yazarımız sadece Türkçeye değil, Almancaya da hayli geç çevriliyor. Bildiğim kadarıyla en önemli yapıtlarından biri olan Proleterka’nın Almanca baskısı yok, Disiplinli Güzel Günler’in ilk baskısı ise Die seligen Jahre der Züchtigung adıyla, taa 1996 yılında, Berlin’de yapılıyor.

Bir yandan da insanın lanetini anlatırsanız, onun kendine bile itiraf etmek istemediği kötülüğüyle yüzleşirseniz bunun bir cezası olur, bu suskunluğa şaşırmamalı demek istiyorum.

Jaeggy’nin anlatıları için memleketi Zürih’i değil de Appenzell’i seçmesi birçok açıdan manidar. İsviçre kıta Avrupası’nda kürtajın en geç kabul edildiği ülkelerden biridir. Appenzell İsviçre içinde sonuncu kantonlardan biridir. Yine kadınların seçme-seçilme hakkının da en geç tanındığı kantonlardan biridir Appenzell. Ve tabii, bolca referandumun yapıldığı “Döner Kebaba Hayır” kampanyasının da alnının akıyla çıktığı bir yerdir. Bozulmak istemez, özünü korumakta kararlıdır. Bir kadın yazar için bundan daha zor bir memleket, bundan daha ilginç bir yazı mekânı olabilir mi? Dünyayı o kadar da gezip göremediğim için bilemiyorum. Ama bu kapalılık, bu kendiyle övünme hali, ‘Biz bize yeteriz Appenzell’im!’ demenin palavradan öte bir gerçeklik olduğu, inanca dönüştüğü bu memleket, kendi içeriden eleştirisini de elbette doğuracaktır. Bir yerde hiç yabancı yoksa, kanton dinî sektlerden, tarikatlardan geçilmiyorsa, Zürih’e, Basel’e, Bellinzona’ya gittiğinizde, fabrikalarda çalışan, tamamına yakını yabancı işçileri görüp tanıdığınızda durup düşünürsünüz, fazlasıyla üşürsünüz sanırım.

Jaeggy’nin eserleri sağın, konservatizmin doya doya yaşandığı, kıran kırana eleştirildiği İskandinavya’da niçin bu denli okunuyor, mekâna dair bu hatırlatma bir şeyler ifade edebiliyordur belki. Atlattığınız belaya dair dönüp bir düşünürsünüz, “Neydi bu yaşadığım?” dersiniz; demez misiniz? En azından İskandinavya’da deniyor olmalı.

Burada hiç devrim olmamış, karşı-devrimin zoruyla burun buruna gelinmemiştir; ciddi bir açlık yaşanmamıştır; ne menem bir şeyse şu refah, arttıkça insanlar birbirinden tecrit edilmiştir; dostluk mu? Aman, onlar zaten günün birinde birbirini aldatıyorlardır. İnsan ilişkileri tel tel çözülmüştür. Haliyle buradan bir At Çalmaya Gidiyoruz dahi çıkmayacaktır. Ama burada yaşamanın dayanılmaz ağırlığı da bir gün artık dile gelecektir. Jaeggy’nin Türkçeye çevrilen iki eserinin temel izleği de budur işte.

Disiplinli Güzel Günler’in girişinde de okuduğumuz gibi, Jaeggy, Robert Walser’den, onun Jacob von Guntan’ından haberdardır. Selamlar da onu. Ama bu büyük yazardaki ironiye, gelişmeye, modernist bir yazı anlayışıyla modern kapitalizme karşı çıkma heyecanına Jaeggy pek kapılamaz. Mekânı çok daha dardır. Bir yatılı okula hapsedilmiştir Disiplinli Güzel Günler. Üstelik pencereler de karartılmış gibidir. Walser’de dolup taşan kent sokaklarını, at arabalarını gözlemleyen, kent kalabalığından bunaldığını hisseden erkek çocuklarını bulamayız bu anlatıda. Tıkanmışlık vardır, bütün bir hayat boğuntu halini almıştır artık.

 

GİRİŞ RESMİ:

Fleur Jaeggy ile Ingebor Bahcmann, Viyana, 1970.