Seramik sanatının Türkiye’deki önde gelen temsilcilerinden Füreya Koral’ın sanatı ve yaşamından kesitler, kapsamlı bir retrospektif sergiyle 18 Ocak’a kadar Akaretler Sıraevler’de izleyiciyle buluşuyor. Bu vesileyle serginin küratörleriyle konuştuk...
05 Aralık 2017 19:50
“İşte” diyor Károly Aliotti, “bu 1952 tarihli resim, onun verem tedavisi için İsviçre’deki Leysin Sanatoryumu’nda yattığı sırada yaptığı ilk çalışmalarından… Bakın, burada belli ki kendisini çizmiş, elinin ona özgü duruşunu fark ettiniz mi?” Resme biraz daha yakından bakmak için eğiliyorum. Aslında bir değil, üç kadın figürü var bu resimde ve sanki üçü de kendisinin farklı hâlleri gibi… Füreya âdeta kendi kendisiyle söyleşmiş bu resimde. Henüz ilk resimlerini yapan biri için ne kadar da zamanının ötesinde biri olduğunu fark ediyorum ve ona duyduğum hayranlıkla tanıma isteğim bir kat daha artıyor. Aliotti, Füreya Sergisi’nin üç küratöründen biri… Diğer küratörler Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy ile birlikte bizlere sergiyi gezdirirken bir yandan da bilgi veriyor.
Seramik sanatının Türkiye’deki ilklerinden olan Füreya Koral’ın bu kapsamlı retrospektif sergisi, Kale Grubu’nun katkılarıyla sanatseverlerle buluşuyor. 60'ıncı kuruluş yıl dönümünde projeyi hayata geçiren grubun kurumsal iletişim müdürü Zeynep Özler’e Füreya ile Kale Grubu’nu bir araya getirme fikrinin nasıl doğduğunu soruyorum. “60'ıncı kuruluş yıl dönümümüzde, Türkiye’yi seramik sanatı ile tanıştıran öncü ve yenilikçi sanatçımız Füreya Koral’ın retrospektif sergisini hayata geçirmekten büyük mutluluk duyuyoruz” diyerek başlıyor söze ve anlatıyor: “Kale Grubu olarak bu özel senemizi, çok özel bir projeyle kutlamak istedik. Yönetim Kurulu Başkanımız ve CEO’muz Zeynep Bodur Okyay’ın vizyonu, destek ve cesaretlendirmesi ile Kale ile çok örtüştüğünü düşündüğümüz bu fikri projelendirdik. Bugüne kadar yalnızca üretimi, büyümeyi değil, ürettiğimiz değerleri toplumla paylaşarak gelişmeyi hedefledik. Başta seramik sanatı olmak üzere kültürel mirasımızı sahiplenmekten ve sanatçılarımızı desteklemekten gurur duyduk. Türkiye’nin ilk çağdaş seramik sanatçılarından Füreya’yı, aramızdan ayrılışının 20'nci yılında anmak kadar anlamak ve anlatmak, serginin çıkış noktası oldu.”
Füreya’ya dair bugüne dek yapılmış en kapsamlı retrospektif serginin düzenlenmesi kararından sonra çalışmalara nasıl başladıklarını, ekip ve mekânın nasıl seçildiğini merak ediyorum. “Yaklaşık bir sene önce çalışmalara başladık. Füreya, en doğru isimleri projenin içine kendiliğinden çekti. İlk olarak Ayşe Kulin’in kapısını çaldık. Sağolsun, projeye çok inandı ve bizi Füreya’nın yeğeni Sara Koral Aykar ile bir araya getirdi. Sara Hanım, bizim en büyük şanslarımızdan biri oldu. Bize inandı, güvendi, tüm arşivini ve evini bize açtı. ‘Rastlantılara inanmam’ diyordu Füreya. Bu proje de rastlantı değil… Sanatla hayata tutunan, ‘Sanat hayatın içinde yaşamalı’ diyen Füreya’ya yaraşır bir şekilde, tam da yaşamın merkezinde bir sergi oldu. Küratörlerimiz titiz ve özverili çalışmalarıyla muazzam bir iş çıkardılar. Mekân bulma kısmı ise bizi çok zorladı. Mekâna da en az sergi kurgusu kadar özendik. Füreya’nın ruhuna uygun, karakteristik, herkesin ulaşabileceği kadar merkezi, eserlerinin hak ettiği değeri göreceği genişlikte bir mekân arayışındaydık. Tam da umutsuzluğa kapıldığımız bir dönemde Sıraevler’i bulduk. Sıraevler hem ana arterde yer alıyor hem de iç içe geçen ve sonsuzluk duygusu veren sürprizli odaları, nişleri, doğal dokusu ve ışık oyunlarıyla büyülü bir mekân. Füreya burayı istedi diye düşünüyoruz. Malum Elmadağ’daki atölyesinde ‘evleri’ hayata geçirirken Sıraevler’de Füreya evlerinin sergilenmesi tesadüften öte...”
Sergiye dair üzerinde dikkatle durulması gereken bir nokta da bunun yalnızca bir sergi değil, başka ayakları da olan özel bir proje olduğu… “Gelenek ile yeniliğin kesiştiği yerde duran bu değerli sanatçımızı tüm yönleriyle yeni nesillerle buluşturmak, bu topraklardan çıkacak nice Füreya’lara ilham vermek, seramiği ve tasarımı kitlelerle buluşturmak en büyük amacımız” diyen Özler, serginin açık kalacağı süre boyunca öğrenci ve okul ziyaretleri, atölye buluşmaları gibi etkinliklerle Sıraevler’in yaşayan bir mekân olacağını, sergi boyunca Füreya Buluşmaları düzenleneceğini hatırlatıyor. Farklı disiplinlerden isimlerin değişik yönleriyle Füreya’yı anlatacağı buluşmalarda ilham verici, zihin açıcı sohbetlerin yanı sıra, sergiye bir de yaklaşık 500 sayfalık bir sanatçı kitabı eşlik ediyor. Ayrıca bir de Kale Seramik Vakfı (KSV) bünyesinde oluşturulan Füreya Burs Fonu var. “Sergide sanatseverlerle buluşturacağımız, sınırlı sayıda üretilmiş el yapımı Füreya imzalı fincan, el yapımı defter ve posterlerin geliri Füreya Burs Fonu’na aktarılacak. Bu fonla seramik bölümünde okuyan genç kızlarımızın eğitimine destek olmayı hedefledik. Bir güzel yol kesişim hikâyesi de Mehry Mu çantalarının tasarımcısı Güneş Mutlu Mavituncalılar ile yaşandı. Mavituncalılar, Füreya’nın kuşlarından ve turkuazından ilham alarak çantalar tasarladı. Bu çantalar 8 Aralık’tan itibaren Zorlu Beymen mağazalarında satışa sunulacak” diyor Özler.
Bin beş yüz m2’lik alana yayılan sergide yalnızca Füreya’nın ürettiği seramik nesneler, tabaklar, porselenler ve duvar panoları değil; aynı zamanda fotoğrafları, kişisel eşyaları ile aile bireylerine dair belgeler de sunuluyor. Toplamda 200’e yakın eser, belge ve fotoğrafın yer aldığı sergide, Füreya’nın iç dünyası ve kendini gerçekleştirme hikâyesi de anlatılıyor. Bu kapsamda 40 yaşında seramikle bir anlamda yeniden doğan, sanatın dönüştürücü gücünü kendinde cisimleştiren Füreya’nın 1950’li yıllardan itibaren yaptığı tüm çalışmalar bir araya getiriliyor. Bunlar arasında mürekkeple yaptığı desenlerden litografilerine, seramik tabaklarından dış mekân panolarına, evler serisinden son çalışması olan Yürüyen İnsanlar’a birçok eser bulunuyor.
Sergi mekânının en dikkat çekici yanı, labirentimsi koridorlardan oluşması. Bu koridorlarda dolaşıp ara sıra da beklenmedik sürpriz küçük mekanlarla karşılaşırken, Füreya’nın hayatında dolaştığım hissine kapılıyorum. Sergi ana mekânı iki bölüme ayrılmış. Bunlardan birinde Füreya’nın kişisel yaşamı ve aile bireylerine dair bilgi ve belgeler sunulurken labirentimsi bir yol gibi uzanan diğer mekânda ise hem sanatçının ürettiği çok çeşitli eserleri görüyor hem de bir anlamda Türkiye’deki çağdaş seramik sanatının gelişimini de izlemiş oluyoruz. Özellikle İsviçre’de verem tedavisi gördüğü sırada ürettiği ilk desen örneklerinden başlamak üzere her bir eserde döneminin ötesinde bir farklılıkla karşılaşıyor ve hâlâ tazelik içeren bu eserlerin güçlü söyleminden etkileniyorum.
Bu etkileyici ve bence her anlamda “yaşayan,” âdeta kalp atışları duyulan sergiyi gezerken gördüğüm hemen her eseriyle Füreya’ya dair anılarım canlanıyor birer birer. Onu hiç fark etmeden hafızamda yer etmiş, şehre mal olmuş eserleriyle anımsamaya başlıyor ve gerçek sanatçının kim olduğuna dair o kadim soruyu da aslında yanıtlamış oluyorum farkında olmadan. “Gerçek sanatçı hiç kuşkusuz, farkında olmadan kendi benliğimizde yaşamaya başlayan, eserlerini gördüğümüzde bize ait bir parçaymış kadar tanıdıklık hissi yaratandır...”
Daha küçük bir kızken ve şehrin sokaklarında dolaşırken tanımıştım Füreya’yı… Harbiye’deki Başak Sigorta ve Ziraat Bankası duvar panosunun yanından geçerken, Unkapanı İMÇ duvarındaki “öpüşen kuşları”nı zihnime kazırken, Elmadağ’daki Divan Pastanesi’nin arka duvarında yer alan kuşları bana göz kırparken… O, hep zihnimin derinliklerine ulaşıyordu aslında. Tam da hakiki bir sanatçının yaptığı gibi eserleriyle hayatın içinde öylesine bir doğallıkla bütünleşmişti ki ben farkında bile olmadan o bana ulaşıyor, beni dönüştürüyor ve etkiliyordu. Çünkü o, sanatın müzelere hapsolmaması gerektiğini düşünen ve eserlerinin “yüksek sanat” simgesi olarak görülmesine karşı çıkan hakiki bir sanatçıydı.
Onu bilinçli olarak tanımamsa çok daha sonra gerçekleşti. Ayşe Kulin’in kaleme aldığı Füreya biyografisi aracılığıyla… Bu kitap sayesinde o seramik panoları yaratan ellerin hangi yollardan geçerek onlara hayat verdiğini gördüm bir anlamda.
Kulin, kitabında yalnızca bir sanatçının nasıl evrildiğini anlatmıyordu. Kültürel hayatımıza önemli etkileri olan köklü ve değerli bir aileye mensup Füreya’nın hayatını arka planda hem bu ailenin birbirinden renkli üyelerinin (Şakir Paşa, Fahrelnissa Zeid, Aliye Berger, Cevat Şakir Kabaağaçlı) yaşam öyküleri hem de Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından -Atatürk’ün ve yakın çevresinin hikâyesi de dâhil olmak üzere- 20'nci yüzyıl sonuna uzanan toplumsal tarihimizle birlikte aktarıyordu.
Tek değil, birden çok hayat yaşamış bir kadın... Önce köklü ve varlıklı bir ailenin ferdi olarak geçirilen ayrıcalıklı yıllar ve edinilen yüksek bir hayat görgüsü, ardından hayat standartları düşen bir ailenin gururlu fertlerinden biri olarak her türlü zorluğa karşı yaşam mücadelesi… Âşık ve kırgın bir kadın… Eşi Kılıç Ali sayesinde Atatürk’ün en yakın dost meclisinde yer alan, kültürel birikimi, görgüsü ve zarafetiyle gıpta edilen örnek bir Cumhuriyet kadını… Ölümün eşiğine kadar gelen, ciğerleri hasta bir kadın… 30’lu yaşlarının sonunda sanatla küllerinden yeniden doğan bir kadın… Seramik gibi o dönemde ülkemizde pek de tanınmayan bir sanat türünün öncüsü bir sanatçı… O sanatı mimariyle birleştirerek tüm şehrin yaşamına sokan, genç sanatçılar yetiştiren eğitimci bir ruh… Ve son olarak tüm yaşamıyla bir rol model ve ilham kaynağı olan özel bir insan…
Ayşe Kulin imzalı Füreya biyografisi, kapak tasarımı da yenilenerek özel ciltli formatıyla yeniden yayımlandı. Ancak Zeynep Özler’in de belirttiği gibi bu sergi için çok özel bir kitap hazırlandı. 475 sayfalık, kapsamlı bu kitap yalnızca sanatçının sergide yer alan eserlerini bir araya getirmekle kalmıyor, kimi onun yaşamına tanıklık da etmiş olan aralarında Alev Ebüzziya Siesbye, Candeğer Furtun, Rabia Çapa, Zeynep Oral, Ferit Edgü gibi isimlerin de bulunduğu çağdaş sanat dünyasından isimlerin yazıları ya da görüşlerini de bir araya getiriyor. Yeğeni ve manevi kızı Sara Koral Aykar’ın Füreya’ya yönelik yazdığı özel bir mektupla açılan kitapta, serginin küratörleri ve kitabı da hazırlayan Karoly Aliotti, Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy’un metinlerinin yanı sıra, Prof. Dr. Gül İrepoğlu’nun Füreya’nın özel bir anıya sahip "gül" broşunun nesiller boyu süren ilginç öyküsünü kaleme aldığı yazı da yer alıyor.
Aliotti, Şaşmazer ve Aksoy, kitabın çıkış noktasını ve diğer yayınlardan farkını şu sözlerle açıklıyorlar; “Füreya Koral özelinde karşılaşılan en kritik konulardan biri, sanatçının Şakir Paşa Ailesi etrafında örülü bir anlatıma sıkışarak, sanat tarihi yazımında kavramsal bir diskur dâhilinde yeterince değerlendirilememiş olmasıydı. Sergiye eşlik eden bu yayının çıkış noktası bu sorunun üzerine gitmek olsa da, değindiğimiz kaynak eksikliği sebebiyle kimi zaman aldığımız sonuçlar eksik kaldı. Buna karşılık, bu yayın sayesinde ailesi, dostları, meslektaşları ve sanat alanından isimlerin Füreya Koral’la ilgili anı, görüş ve değerlendirmelerini sergi araştırmaları sırasında elde edilen tüm görsel malzemeyle aynı yerde toplayarak sanatçıyı farklı açılardan değerlendirme fırsatını yakalamış olduk.”
Doç. Dr. Ahu Antmen ise kitapta yer alan yazısında “Füreya Koral henüz hayattayken yazılıp çizilenlerin yankıları ve etkileri, ölümünün üstünden 20 yıl geçmesine rağmen bugünlere ulaşır. Zaten kırılgan bir dalda uğraş vermiş bir sanatçının bugüne kalan kültürel tortusu olarak nitelendirilebilecek bir 'Füreya miti’ diyebiliriz buna,” diyor ve ekliyor: “Sanatçıdan geriye kalanların pek çoğu ise ne yazık ki karşılaşmaların çok zor olduğu özel koleksiyonlarda ya da mekânlarda yaşıyorsa yaşıyor; herkese açık mekânlarda karşılaşılabilecek örneklerse, ne yazık ki hak ettikleri değeri görmüyor.”
Ne mutlu bize ki ölümünden 20 yıl sonra, ona dair yapılmış bu özel sergi sayesinde bu örneklere yakından bakma şansına sahip oluyor, ulaşamadıklarımıza dair ise bilgi sahibi oluyoruz. Şimdi, söz sırası bu sergiyi hayata geçiren üç isimde... Károly Aliotti, Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy, Füreya sergisini anlatıyor.
Füreya’ya dair bir sergi hazırlama fikri size ilk sunulduğunda ne düşündünüz?
Açıkçası daha öncesinde bu kadar kapsamlı bir çalışma yapılmadığı için projeyi kabul etmeden önce aramızda uzunca istişare ettik; bu işin hakkını vermemiz için gerekli zaman, malzeme ve iş birliklerini tarttık. Neticede bu sergide yapacağımız her yanlış veya eksik sadece bize değil, Füreya’ya da mal olacaktı. Kale Grubu da bu durumun farkındaydı ve gerekli tüm desteği verdiler.
Çalışmaya başlarken serginin ana fikir/ fikirlerini nasıl belirlediniz ve daha sonra nasıl ilerlediniz? Sergi için nasıl bir "hikâye" kaleme aldınız?
Füreya bugüne kadar az ele alınmış bir sanatçı olduğu için bizim Füreya’yı anlatmadan önce anlamamız, onu tanımamız gerekiyordu. Bu sebeple önce en yakınlarının kapısını aşındırdık. Kızı gibi sevdiği yeğeni Sara Koral Aykar, uzun yıllar galericisi olmuş yakın dostu Rabia Çapa, meslektaşı ve en yakınlarından Candeğer Furtun, atölyesindeki en genç yardımcılarından Tüzüm Kızılcan veya bugüne kadar Füreya hakkında yapılan neredeyse tüm çalışmaları borçlu olduğumuz Ferit Edgü, bizden ne bilgilerini ne de vakitlerini esirgediler. Füreya’yı biraz olsun tanımaya başladıktan sonra, asıl yapmamız gerekenin mikrofonu onlara uzatmak olduğunu, Füreya’nın onlardan duyulmasının daha iyi olacağını düşündük. Bize bu projede düşen görevin daha ziyade koordinatörlük olması gerektiği kanısına vardık.
Aslında serginin temelini oluşturan kitabın ekseni de Füreya’yı tanıyan tüm bu isimlerin katkılarıyla Şakir Paşa Ailesi, bağımsız kadın kimliği ve seramik üretimleri olmak üzere üç ana başlık üzerine oturtuldu.
Füreya, duvar panolarına başlamadan önce uzun uzun eserinin üstünde yer alacağı duvarı izler ve duvarın konuşmasını beklermiş. Siz de benzer şekilde onun eserlerinin sizinle “konuşmasını” beklediniz mi?
Bu projenin birçok noktasında bazı akıl almaz tesadüfler aracılığıyla aslında Füreya’nın bize destek olduğunu ve yardım elini uzattığını hissettik açıkçası.
Serginin konseptini nasıl özetlersiniz?
Henüz 18 yaşında, Notre Dame de Sion’da okurken yaptığı bir ödevde Füreya, aslında tek bir ben olmadığını, insanın zaman ve koşullarla değiştiğini, fakat bir yandan da öz’ünün tek olduğunu yazmış. Dış’ın sürekli değişiyor, fakat iç’in hep bir. Çok genç yaşta kaleme aldığı bu sözler aslında onu özetliyor. Füreya hakkında okumaya başlayınca, hemen farkına varıyoruz ki tek bir Füreya yok: Büyükada’daki çocukluk yıllarında köklü bir Osmanlı ailesinin kızı, Cumhuriyet döneminde gerçek bir cumhuriyet kadını, Avrupa yıllarında gerçek bir Avrupalı, sanata gelince ise gerçek bir bohem. Ama hepsinin arkasında tek bir Füreya yatıyor: Hür, cesur ve bağımsız bir kadın.
Mekân nasıl seçildi ve sergi konseptiyle nasıl bütünleştirildi?
Füreya her ne kadar soylu ve köklü bir aileden gelse de, son derece sade ve modern bir kadın olmayı her zaman başarmış. Akaretler Sıraevler de aynı şekilde, Osmanlı döneminde Dolmabahçe Sarayı çalışanları için inşa edilmiş tarihî bir mekân olmakla beraber, çok sade ve modern bir yapıya sahip. Ayrıca birbirine açılan odalardan oluşan uzun bir aksa sahip olması da anlattığımız hikâyenin kronolojik kurgusunu yaratabilmek açısından bize faydalı oldu. Böylece Füreya’nın üretimindeki gelişimi ziyaretçilere adım adım gösterebildik. Son olarak giriş kapısından içeri girdiğinizde hayat hikâyesinin bulunduğu bölümü üretimlerin bulunduğu bölümden ayırabilmek de mekânın bize sağladığı önemli bir fırsattı.
Üç küratör olarak aranızda nasıl bir iş bölümü yaptınız? Kimler hangi başlıklardan sorumluydu?
“Birimiz ikimiz, ikimiz birimiz için” felsefesiyle güzel bir ekip çalışması çıkardık. İster istemez hepimiz her konuyla ilgilendik elbette. Her birimizin farklı yönleri kimi zaman farklı noktalarda daha çok konuşmuş olsa da neticede birbirimize yaslanabileceğimizi ve güvenebileceğimizi bilmek önemliydi.
Sizi en çok zorlayan meseleler neler oldu?
Sergiyi kurmadan önce, henüz araştırma aşamasında fark ettiğimiz en büyük zorluk, sanat tarihi yazımındaki eksiklerle ilgili oldu. Füreya gibi ailesi ve dostlukları anlamında kültür hayatının tam ortasında bulunmuş, arka planda kalmamış bir sanatçının dahi kimi eserlerinin takibi yapılamıyor. Aynı şekilde küçük eserler bir tarafa, büyük otellere ya da kamusal alanlara yapılmış devasa panoların dahi izi sürülemiyor. Bir yerde yazılıp sonra her yerde tekrar eden kimi tarih ve bilgi hataları da yeni yayın hazırlayan kişiler için büyük bir tehlike.
Hiç beklemediğiniz şekilde kolayca ilerleyen bölümler de oldu mu?
Bu tür geniş kapsamlı sanatçı sergilerinde araştırma süreci keyifli olduğu kadar sancılı geçer. Bu sergideyse beklenenin tersine hayatına Füreya’nın değdiği herkes bize çok destekçi oldu.
Bu süreçte kimlerle çalıştınız?
Hazırlık sürecinde birçok noktada yardımcımız olan Sara Koral Aykar, Rabia Çapa, Candeğer Furtun, Ferit Edgü’nün yanı sıra kitap tasarımında Joelle İmamoğlu, mekân tasarımı anlamında ise Nevzat Sayın fikirleriyle katkıda bulundular. Ara Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi tüm arşivi bize açarak serginin tamamlanmasını sağladı, zira onlar olmasaydı sergi son derece eksik olacaktı. Projenin koordinasyonu ve sergi tasarımı konusunda ise Karşılaşmalar ekibi ile her an yan yana çalışarak harika bir işbirliği gerçekleştirdik.
Füreya’nın sizi kişisel olarak en çok etkileyen ya da şaşırtan eserleri hangileri oldu? Favorileriniz var mı?
Araştırma sürecinde Füreya’nın daha önce hiç görmediğimiz birçok eseriyle karşılaştık. Favorilerimiz ise sadece aile arşivindeki dia’larda ve Ara Güler Arşivi’nden çıkan fotoğraflarda görebildiğimiz, maalesef bugüne ulaşmayan kimi erken dönem eserleri, litografileri ve tabakları oldu.
Sergi kapsamında yayımlanan kitapla ilgili nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Sergiye eşlik edecek yayında yalnızca bizim yazacağımız bir yazının değil; Füreya’yı farklı yönleriyle anlatan birkaç yazının olacağını en baştan kararlaştırmıştık. Bu nedenle ilk olarak Ahu Antmen’den Füreya’nın kadın kimliği, Necmi Sönmez’den büyük dış mekân panoları ve Büke Uras’tan mimari-seramik işbirliği bağlamında birer yazı rica ettik. Candeğer Furtun’un Füreya ile tam 33 yıl önce yaptığı ve bizimle paylaşmayı kabul ettiği beş altı saatlik söyleşiyi bir miktar kısaltarak kitaba dâhil ettik. Sara Koral Aykar’ın, Gül İrepoğlu’nun, Alev Ebüzziya’nın yazıları; Mehmet Tüzüm Kızılcan’ın Serra Yentürk ile, Rabia Çapa ve Zeynep Oral’ın Özlem Altunok ile yaptıkları söyleşiler; Füreya’nın mektupları, çizimleri ve başka birçok malzeme daha kitapta yer aldı. Açıkçası tüm projede en çok vakit alan iş kitabı tamamlamak oldu. Bunun nedeni çok fazla yazılı malzeme olmasının yanı sıra, ummadığımız kadar çok fotoğrafın ve eserin -projenin yapılacağının duyulmasıyla giderek daha da sıkça- karşımıza çıkmasıydı. Yüzlerce eseri ve fotoğrafı gruplamak, anlamlı bir bütünlük içinde verebilmek epey zaman aldı. Bu kitap da, daha fazla değilse bile, en az sergi kadar kürate edildi diyebiliriz.
Çıkış fikri olarak onu diğer yayınlardan ayıran özellikleri neler oldu? Nasıl bir konsept öngördünüz?
Kitabı henüz en başta, tasarım aşamasında Füreya’yı en iyi şekilde yansıtmak için onun ruhuna, üretimlerine uygun malzemeler kullanmak istediğimizi biliyorduk. Bu nedenle malzeme ve renk seçimlerinde seramik sanatının dokunsal doğası etkili oldu. Kitabın tasarımcısı Okay Karadayılar yalnızca bu proje için özel bir font üretti. Bu font seramik karolardan esinlendi ancak sergi logosunda bu font çok daha serbest, el yazısına benzer bir fontla birleştirilerek Füreya’nın hem daha köşeli, sert görünümlü hâlini hem de serbest, yaratıcı ruhunu yansıtan bir tasarıma dönüştü. İçerik anlamında ise serginin kurgusuna benzer şekilde, Füreya’nın çocukluğundan gençliğine, ilk üretimlerinden büyük ebatlı panolara geçişine ve son olarak mimarî yapılar için ürettiği devasa panolardan kuş evleri serisine kronolojik bir çizgiyi takip ettik.
Sergiyi ziyaret etmek isteyenler için neler önerirsiniz?
Sergiyi giriş noktasından iki bölüme ayırdık: Sol kapıdan girdiğinizde hayat hikâyesinin ele alındığı alana; sağdan girdiğinizde ise eserlerinin olduğu alana geçiyorsunuz. İki tarafın da birbirine gölge etmeden, ayrı ayrı algılanmasını istedik. Ziyaretçinin aslında hangi taraftan başladığı önemli değil- fakat bizim naçizane tercihimiz giriş metninin duvarı sarmalamasından kendini belli ediyor olabilir.
Bu sergi sonrasında Füreya sizin için ne ifade ediyor? Kendi kişisel hikâyelerinizde nasıl etkileri oldu?
İtiraf etmek gerekirse, sondan geriye doğru bakınca, projeye başlarken Füreya’yı ne kadar az, hatta ne kadar yanlış tanıdığımızı, ne kadar önyargılı yaklaşmış olduğumuzu fark ettik. Fakat daha da önemlisi, bu sergi vesilesiyle çok ders çıkardığımızı düşünüyoruz: Örneğin, Fahrelnissa Zeid, Aliye Berger ve Füreya arasındaki sıkı bağı ve kenetlenmeyi, zor günlerindeki koşulsuz yakınlıklarını düşündükçe bu projeden çıkacak dersler olduğu aşikâr. Ama daha da önemlisi, Füreya’dan cesarete ve gerçekleştirmek istediğiniz şeyler için bedel ödemekten kaçmamaya dair çok net dersler çıkardığımız kesin.