Ayşe Düzkan ve Arzu Karacanlar'la, “feminizm odaklı bir yayınevine neden ihtiyaç var”dan, yayıncılık piyasasının onları zorlayan dinamiklerine, kolektif bir yayınevi yürütmenin artı ve eksilerine uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik
10 Mayıs 2018 14:30
Yayıncılık dünyasında “görünenin ötesinde” olup bitenlere odaklandığımız yazı dizimizin ilk konuğu Edebi Şeyler olmuştu. Dizinin ikinci yayınevi ise kolektif bir ekip tarafından kurulan ve yürütülen Güldünya Yayınları. “Feminist teori ve politika kitaplarının yanı sıra dünyanın dört bir yanından kadın hareketi ve farklı feminist örgütlenme deneyimleri, kadın biyografileri ve tanıklık derlemeleri, kadın edebiyatçıların eserlerini ve kadın sanatçılar tarafından ya da onlar üzerine hazırlanmış kitapları” yayımlamak üzere 2014 yılında yola çıkan Güldünya Yayınları, piyasanın tüm zorlu şartlarına rağmen, bu sözünü gerçekleştirmeye devam ediyor. Yayıncılık, eğer çok satar kitaplar ve yazarlar üzerinden ilerlemiyorsanız, hiç de kolay bir uğraş değil. Fakat bağımsız ve alternatif yayınevleri, kolektif bir çaba ve elbette büyük bir tutkuyla Türkiye yayıncılık dünyasının silüetini değiştiriyor.
İlk kitapları Yoko Ono’nun 80'inci doğum gününe özel hazırlanmış Meşe Palamudu’nun çevrilerek okurla buluşmasının üzerinden geçen zamanda Güldünya Yayınları, dünyanın her yerinden feministlerin cümlelerini Türkiye’deki okurla buluşturmaya devam ediyor. Batı kanonunun dışında kalan eserleri Türkçeye kazandırmalarıyla da önemli bir açığı kapatan Güldünya Yayınları, kadınların kolektif çabasının yayıncılık dünyasında nasıl bir etki yaratabileceğinin en önemli örneklerinden.
Güldünya Yayınları’ndan Ayşe Düzkan ve Arzu Karacanlar ile, “feminizm odaklı bir yayınevine neden ihtiyaç var”dan, yayıncılık piyasasının onları zorlayan dinamiklerine, kolektif bir yayınevi yürütmenin artı ve eksilerine uzanan ayrıntılı bir söyleşi gerçekleştirdik.
Güldünya Yayınları’na gelene kadar ve hatta onunla eşzamanlı neler yaptığınızdan bahseder misiniz biraz?
Ayşe Düzkan: 1970'li yıllardan itibaren, çok genç bir yaşta sol siyasetin içinde yer aldım. 1980'li yıllarda kendimi feminist olarak tanımlamaya başladım. Türkiye'nin bilinen ilk feminist yayınevi olan Kadın Çevresi'nin ucundan tuttum, Feminist ve Pazartesi kolektiflerinde, ana akım ve muhalif medyada, birkaç yayınevinde çalıştım. Kapatılana kadar Özgürlükçü Demokrasi gazetesinde yazıyordum, kurulduğundan beri de Artı Gerçek'te yazıyorum.
Arzu Karacanlar: Ekonomi mezunuyum ama iş hayatım boyunca banka, sigorta, borsa üçgeni dışında kalabildim. Yayınevleri ve kitabevlerinde çalıştım, gençlik hareketi içinde yer almamla başlayan politik aktivitizm feminist hareketle tanışmamla birlikte kimliğimin bir parçası oldu, beni tanımladı, tamamladı. Üç yıldır Güldünya Yayınları kolektifi içindeyim, mültecilerle çalışan bir sivil toplum kuruluşunda da çalışıyorum, çeviri yapıyorum, oğluma, kendime ve kedime bakıyorum, onlar bana daha fazla bakıyor.
Güldünya Yayınları’nın adını, 2004 yılında, ağabeyleri tarafından öldürülen Güldünya Tören’den aldığını biliyoruz. Bir kez de sizden dinleyebilir miyiz; yayınevinin isminin Güldünya olmasına nasıl karar verdiniz?
A. D.: Güldünya Yayınları'nın kolektifinde daha önce Pazartesi dergisini çıkartmış kadınlar var, dergiyi çıkartan Kadın Kültür ve İletişim Vakfı ile ilişkilenmiş kadınlar var, bir de yayınevi kurulduktan sonra katılan kadınlar var. Bir feminist yayınevi kurmaya karar verdikten sonra isim aramaya başladık, Devrim Gökçek arkadaşımız Güldünya'yı önerdi, beğenildi. Katledilmiş bir kadının adını olumlu bir şeyde yaşatmak fikri çok iyi geldi, ayrıca çok güzel bir isim Güldünya. Logomuzu ve vinyetimizi de kitaplarımızın ve ilanlarımızın grafiklerini yapan Mine Özalp yaptı.
Nasıl bir boşluktan ya da ihtiyaçtan doğdu Güldünya Yayınları fikri?
A.D.: Aslında birçok yayınevi feminist kitaplar basıyor ve güzel kitaplar da yayımlıyorlar. Ama akademinin feminist yayıncılığa yön verdiğini düşündük. Bir de küresel güneyden ve küresel doğudan çok az kitap yayımlanıyordu; hatta neredeyse hiç. Feminizmi sadece kuramdan ibaret, kuramı da akademiyle sınırlı görmüyoruz. Çoğumuzun feminist olmasında edebiyatın büyük katkısı vardır. Ayrıca, kadın sanatçıların, bilim insanlarının görünürlüğü de önemli. Farklı feminist pratikler de öyle... Bunları ele almaya çalışıyoruz.
Feminizmi sadece Avrupa ya da Amerika, yani Batı üzerinden değil de küresel güneyden ve küresel doğudan çıkmış kitaplar, çalışmalar üzerinden okumak neden önemli?
A.D.: Sadece feminizmi değil her türden politik akımı küresel güney ve küresel doğu üzerinden okumak birkaç sebeple önemli: Öncelikle değişim daha çok buralarda gerçekleşiyor. Düşünürken Batı'yı merkeze koymak bir tesadüf değil, bunun emperyalizmle ilgisi var çünkü Batı olarak tanımlanan ülkeler Avrupa'nın emperyalist güçleri ve Kuzey Amerika. Polonya'dan gelen metinler de "Batılı" sayılmıyor. Bunlar bütün dünya için geçerli ama bizim açımızdan Türkiye'nin bizatihi küresel güney ve küresel doğunun parçası olması da bunu daha önemli kılıyor. Lübnan'da, Rusya'da, Hindistan'da olup bitenler, buralarda üretilen teori, kendi gerçeğimizi anlama konusunda bize ABD'den ya da Hollanda'dan daha fazla araç sunuyor.
Kaç kişi, nasıl çalışıyorsunuz?
A.D.: Birlikte kullandığımız bir ofisimiz yok. Kararları birlikte aldığımız bir kolektifimiz var, özellikle de kitaplara birlikte karar vermeye çalışıyoruz. Buradaki kadınlar standlarda çalışmak, sosyal medyayı yürütmek gibi bazı işleri de üstleniyor. Bunun dışında hepsi part-time çalışan kadınlar var. Dağıtımdan Arzu Karacanlar, muhasebeden Sevda Öncü, tanıtımdan Mehtap Doğan, grafiklerden Mine Özalp sorumlu. Ben de günlük akışı yürütüyor ve bazı kitapları yayına hazırlıyorum. Ama editörlük desteği aldığımız da çok kitap oldu.
Bu kolektif kaç kişiden oluşuyor? Yayın programı belirlenirken kolektif bir karar mekanizmasının olmasının imkânları ve kısıtlamaları neler?
A.D.: Aklıma pek bir kısıt gelmiyor, imkânlar daha fazla sayıda insanın öneride bulunması ihtimali tabii. Farklı faktörleri farklı kişilerin hatırlatması da bir imkân. Ayrıca farklı işleri bizzat yürüten insanların fikrinin kararın parçası olması da iyi.
Bağımsız ve belli bir alana yoğunlaşmış bir yayınevi olmanın en önemli zorlukları nedir?
A.K.: Bağımsız ve belirli/sınırlı bir alana yoğunlaşan bir yayınevi olmanın temel zorluğu, tüm yayınevleri için verili koşullarda geçerli sorunları daha ağır hissetmek.
Yayınevleri için fiziksel dağıtım zorlayıcı bir konudur. Bizim gibi yayınevleri için daha da büyük bir sorundur çünkü fırsat eşitsizliğinin en yoğun yaşandığı alanlardan biri dağıtımdır. Kitaplarınızın yaygın dağıtımı için, kitabevlerine ulaşması, rafa çıkması için sık ve yüksek adetlerde satılan kitaplar basmanız gerekir. Kitaplarınızın yüksek adetlerde satması için, dağıtıma müdahale edebilecek etkinin olması gerekir. Bağımsız yayınevi olduğunuz için dağıtımcıyı/dağıtım ağını etkileyemezsiniz, böylece kitaplarınız kitabevlerinde bulunmaz, böylece daha az satarsınız. Böylece büyüyemezsiniz, bu kısır döngü devam eder.
Kitaplarınızın duyurusunu/ tanıtımını yapmak zorlayıcı başka bir konudur. Bağımsız yayınevi bütçesi sınırlı yayınevidir, bütçeniz sınırlıysa reklam yapamazsınız, profesyonel halkla ilişkiler uzmanlarıyla çalışamazsınız. Bunun için etkin ve uzman kişilerle çalışmadığınızda, sayıları zaten çok sınırlı kitap ekleri/kültür-sanat yayınlarında yer almanız zorlaşır.
Kitap basım adetleri zorlayıcı başka bir konudur. Belirli bir alana yöneldiğinizde, okuyucularınızı da sınırlarsınız. Bu sizi, daha düşük adetlerde basmak zorunda bırakır. Düşük baskı yüksek maliyet anlamına gelir. Bir kısır döngünüz daha olur.
Kitap fuarlarına katılıyor musunuz? Görece daha küçük yayınevlerinden birçok şikâyet duyuyoruz: yer sorunu, kira sorunu vs.. Sizin açınızdan sorunları nedir kitap fuarlarının ve tabii size katkıları?
A.K.: Kitap fuarlarına katılamıyoruz, çünkü Türkiye'de kitap fuarları sektörün büyümesi, iletişim, işbirliği olanaklarının değerlendirilmesinden çok, yayınevlerine yılda bir kez nakit akışı desteği sağlamak amacını güder. Bu nedenle düzenleyici kurumların kâr beklentisinin yüksek olduğu organizasyonlardır. Yine aynı nedenle, bütçesi yeterli olmayan bağımsız yayınevleri yer alamaz, yer aldığında da okuruna ulaşabileceği ve ticarî açıdan sürdürülebilir bir gelir elde edeceği salonlarda yer alamaz.
Türkiye'de feminist yayıncılık dediğimizde aklınıza hangi yayınevleri geliyor? Bugün Türkiye'de bir feminist yayıncılık geleneği var diyebilir miyiz? Dünyada, takip ettiğiniz kadarıyla, feminist yayıncılık hangi noktada ve tarihsel süreçte bu yayıncılar feminist harekete nasıl katkılar sağladılar?
A.D.: Dünyada takip edebildiğim kadarıyla farklı dönemler oldu. Örneğin, 1970'lerde Batı'da hareket yükselmişken, yayınevlerinin bir kısmının kitapçısının da bulunduğu, bir buluşma ortamı olduğu bir dönem var. Şimdi aynı etkinliğin olduğunu sanmıyorum ama böyle bir konuda kesin şeyler söylemem güç. Bence dergiciliğin katkısı daha büyüktür. Türkiye'de kendini feminist olarak tanımlayan üç yayınevi oldu bildiğim kadarıyla, 1980'lerin, farklı işlevleri de olan, ilk feministlerin örgütlendiği Kadın Çevresi, Ayizi ve Güldünya. Ama örneğin Sel, Metis gibi yayınevleri de birçok önemli kitabı yayınladı.
Ne kadar sıklıkla kitap yayımlayabiliyorsunuz? Bu sıklığı belirleyen en temel etkenler neler oluyor, malî şartlar mı, ekibin çalışma gücü mü, yayınlamaya değer kitap bulmak ya da bulmamak mı?
A.D.: Yayımlanmaya değer çok kitap var, orada bir sıkıntı yok. Bizi maddi koşular ve ekip sınırlıyor.
A.K.: Hedefimiz/isteğimizle gerçekleşen arasındaki makasın kapanması en temel hedefimiz oldu. Amacımız ayda bir kitap çıkarmakken, bu süre dört aya çıkabiliyor. Belirleyici etmenler, çeviri süresinin tarafımızdan kontrol edilememesi ve ağırlıkla planlanan sürenin çok dışına çıkılması, beklenmedik ekonomik dalgalanmaların yarattığı satış krizleri nedeniyle kitap baskısını erteleyebilmemiz ve tabii küçük bir kolektif olarak birden fazla kitabın hazırlık sürecinin bizim için yönetilmesi zor bir iş yükü yaratması.
Biraz da yayınladığınız kitaplardan bahsedelim. “Teorik kitapların yanı sıra kadın sanatçılardan kitaplar ve edebiyat da olacak. Bunların hepsinin kadınların kurtuluş ve özgürlüğüne katkıda bulunduğuna olan inancımız ve kadınların siyaset dışı alanlarda gerçekleştirdiklerinin de feminizmin bir parçası olduğuna dair düşüncemiz bu tercihte rol oynuyor” demiştiniz yola çıkarken. Bu kategoride Güldünya Yayınları etiketiyle hangi kitaplar buluştu okurla?
A.D.: İlk kitabımız Yoko Ono'nun Meşe Palamudu oldu. Bizi tanıtan kitaplardan biridir, diğeri de tabii Sassa Buregren'in yazdığı Küçük Feministin Kitabı. Sassa'nın bir kitabını daha yayımladık, Feminizme Devam, önümüzdeki günlerde yeni bir kitabı daha dağıtıma çıkacak. Bu Senin Bildiğin Peri Masallarından Değil de, aynı kategoride bir kitap oldu; yani çocuklara yönelik ama farklı yaş gruplarından okurun ilgisini çekebilecek türde kitaplar. Teorik olarak üç önemli kitabımız var; Srila Roy'un derlediği Yeni Güney Asya Feminizmleri, Handan Koç'un yazılarını topladığı Muhafazakârlığa Karşı Feminizm ve Hilary Klein'ın Compañeras’ı. Yeni Güney Asya Feminizmleri, en azından beni yayıncılık yapmaya teşvik etmiş kitaplardandır, Compañeras ise Zapatista kadınlarının Kürt kadınlarınınkine çok benzeyen deneyimini aktarmasıyla önemli bir kitap, Muhafazakârlığa Karşı Feminizm ise çok güncel bir meseleye Türkiye'den cevap aramasıyla önemli, yakında bir başka telif kitabımız geliyor; Feryal Saygılıgil'in Novamed grevini anlattığı Bir Kadın Grevi. Gülbahar Kültür'ün Bir Yangının Külünü... adlı romanı Türkçede, iki kadının aşkını anlatan ender kitaplardan biri olmasıyla önemli. Türkiye'de kadın hareketinin çok tartıştığı özsavunma konusunu ele alan Hayır Hayır Demektir de gurur duyduğumuz kitaplardan. Maxim Februari'nin erkekliğe geçiş sürecini anlattığı İnşa Halindeki Erkek de bu konuda Türkçedeki ender kitaplardan biri. Ama yazıldıktan yıllar sonra bulunan ve İngilizce dışında sadece Türkçe yayımlanan Costa Brava'yı, Cezayirli Hawa Djbali'nin şaşırtıcı romanı Siyah Yaseminler'i, Filistinli Hûlud Hamis'in yazdığı Hayfa'nın Kırık Parçaları'nı, Jessica Schiefaur'in Oğlanlar'ını, Kathryn Evans'ın ödüllü romanı İçimdeki Diğerleri'ni unutmak haksızlık olur. Tabii İki Kere İntro: Patti Smith ile Yolda'yı da...
Okurla aranız nasıl? Sosyal medyadan da olsa birebir iletişiminiz oluyor mu okurla? Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Size "şu kitabı da yayımlasanız keşke" gibi istekle gelenler oluyor mu?
A.D.: Kitap önerisi çok geliyor, içlerinde değerlendirdiklerimiz de oldu. Fuarlarda, kitap sattığımız başka mecralarda bize bağlı, bütün kitaplarımızı bilen okurlarımız olduğunu görüyoruz. Okurumuzun yayıneviyle ilişkisi biraz bir dergiyle kurulan ilişkiyi andırıyor.
Sosyal medyanın bugün yayıncılık için de önemi malûm. Okurunuza ulaşmak için verimli bir şekilde kullanabiliyor musunuz online mecraları?
A.D.: Sosyal medyayı iyi kullanmak belki profesyonellik gerektiriyor ama bizim de sıcak bir ilişkimiz var. Hatta Takılma Kültürü'nün kapağını yapan Özge Yağmur'la Twitter üzerinden tanıştık. Özellikle yazılı basın kitaba bu kadar az yer verirken, genellikle de reklamverenlerin kitapları tanıtılırken bizim için sosyal medya ve tabii internet yayıncılığı çok önemli.
Yayıncılık dünyasıyla arası nasıl Güldünya Yayınları'nın? Türkiye'de yayıncılar arasında bir dayanışma olduğunu düşünüyor musunuz?
A.D.: Yayıncılık dünyasının çok içinde olduğumuzu söyleyemeyiz. Bütün yayıncılar arasında değil ama belli yayınevlerinden dayanışma gördük, biz de göstermeye çalışıyoruz.
Gelecek yayın programınızda hangi kitaplar var?
A.D.: Sassa Buregren'ın Küçük Okur İçin Demokrasinin El Kitabı haftaya kitapçılarda olacak. Küçük Feministin Kitabı ile Türkiye'de büyük ilgi gören Buregren bu kitabında demokrasi meselesini her yaştan insanın anlayabileceği bir biçimde ele almış. Demokrasiyi bu kadar konuştuğumuz bir dönemde özellikle genç okurun ilgisini çekeceğini umuyorum. Çocuğuma, genç arkadaşıma demokrasiyi nasıl anlatırım diye düşünenler için yararlı olacak bir kitap ve tabii güzel bir hediye. Sırada Feryal Saygılıgil'in Bir Kadın Grevi var. Feryal Saygılıgil, son zamanların dikkat çekici feminist yazarlarından, Novamed greviyle ilgili gözlemleri hem sınıf hareketi hem de kadın hareketleriyle ilgilenenlerin dikkatini çekecektir. Suriyeli Samir Yazbek'in Tarçın Kokusu adlı romanı yayına hazırlanıyor. Ve bir de klasik var; Shulamith Firestone'dan Cinselliğin Diyalektiği.
Son olarak nasıl bir yayıncılık dünyası hayali kuruyor Güldünya Yayınları?
A.D.: Her şeyden önce okurun bütçesinin daha geniş olduğu bir dünya. Standa gelip birçok kitap beğenip alamayan o kadar çok okurumuz oluyor ki.
A.K.: Okurlarımızın kitap almak ve onu okumak için daha çok zaman, para ve kafa dinginliği bulabilecekleri bir ülke!