“Haklar mı, o ne?” diye sormamak için notlar ve okunabilecek kimi çalışmalar

İnsan haklarına dair temel sorular, hak kategorileri ve başvurulacak temel kitaplar: "İnsan hakları kesinlikle sadece hukukçulara bırakılmamalı."

15 Temmuz 2021 13:30

İnsan hakları dediğimizde tüm insanları kastediyoruz: Tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlükleri. Yani ırk, ulus, etnik köken, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, tüm insanların yararlanması gereken haklar. Olması gereken bu haklardan yararlanmakta herkesin eşit olduğu bir dünya yaratabilmek. Durum böyle mi? Kısaca hayır. Yani bir anlamda insan hakları terimi bir ideali içeriyor. Bu terimi kullandığımızda bu alanda olanı değil, olması gerekeni dile getiriyoruz. Sorun daha buradan başlıyor.

Ama önce insan hakları kavramına tarihsel bağlamda bakalım. İnsan hakları kavramı insanlık tarihi boyunca var mı? Yine hayır. Hele insan hakları hukuku dediğimizde iyice yakın tarihlerdeyiz. 1700’ler sonrası yer yer bu kavramlar telaffuz edilmeye başlanıyor. 1200’ler İngiltere’sinde haklar hatta bunun bir belgesi vardı demeyin lütfen. Evet, önemli olmasına önemli, hem de çok önemli ama kısıtlı bir zümre için o. Ülke bazında kitlesel ve yaygınca uygulamalar ancak 20. yüzyılda. Büyük felaketler, özellikle iki dünya savaşı yaşanıyor 1900’lü yıllarda ama büyük toplumsal değişimler de gerçekleşiyor bildiğimiz gibi. Dünya savaşları, inanılmaz boyuttaki insan kayıpları ve büyük insan hakları ihlalleri modern insan hakları belgelerinin gelişiminin arkasındaki itici güç. Kadın hakları hareketi de kadının oy verme hakkını kazanmasında başarılı oluyor. Bu haklar evrensel olarak ilk kez 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi’yle hukuken düzenleniyor. 30 maddelik bir metin bu. Bildirinin imzalandığı 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanmakta. Hukuki anlamda bir anlaşma niteliğinde olmasa da, bildirgenin tüm üye devletleri bağlayan, Birleşmiş Milletler Şartı’nda yer alan “temel özgürlükler” ve “insan hakları” kelimelerinin anlamını tanımladığı kabul edilir. Bu nedenle İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler’in temel kurucu belgesi sayılır. Ayrıca uluslararası hukukta ilk kez bildirgenin önsözünde “hukukun üstünlüğü” terimi kullanılmıştır. Bu kavrama birazdan tekrar geleceğim ama önce hak kategorilerini bir gözden geçirelim...

Birinci kuşak haklar (kişisel ve siyasal)

Siyasi kaygıların önayak olduğu, 17. ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkan haklar. Bu yüzyıllar içinde, iktidarı elinde bulunduran devletlerin keyfi biçimde hükmedemeyeceklerini vurgulayan düşünceler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Halklar kendilerini ilgilendiren meselelerde etkili olmak istedi. Bu düşüncelerin sonucunda kişisel özgürlük ve bireyin devlet müdahalesinden korunması şeklinde iki temel düşünce oluştu ki bunlar negatif haklar olarak nitelenir. Negatif derken siyasal otoritelerin aleyhine hiçbir eylem ya da işlem yapmaması gereken haklardan bahsediyoruz. Bu birincil kuşak haklarının en belirgin özelliği özgürlük fikriydi. İlk grup haklar arasında, yaşama ve kişi güvenliği gibi haklarla birlikte, keyfi tutuklama, hapis ve sürgünden korunma, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde adil ve kamuya açık olarak yargılanma hakkı ile düşünce, vicdan, din, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri ve oy kullanma hakkı bulunur.

İkinci kuşak haklar (ekonomik, sosyal ve kültürel)

Sanayileşme ve işçi sınıfının gelişmesi ile kimi haklar için mücadeleler başladı. İkinci kuşak haklar insanların temel ihtiyaçları ve nasıl birlikte yaşayıp çalışacağı ile ilgilidir. Eşitlik, yaşam için gerekli sosyal, ekonomik ürün ve hizmetler gibi olanakların güvence altına alınması düşüncesine dayanır. Bu hakların kullanımı için öncelikle bireylerin iktidara karşı talep ediminin gerçekleşmiş olması ve iktidarın da bu istek edimine karşı olumlu bir edim ile karşılık vermesi gerekir; bu nedenle de bunlar pozitif haklar olarak nitelenir. Bu haklar bireylerin tek başına talepleriyle kullanabilecekleri haklar değildir.

Üçüncü kuşak haklar (kolektif haklar veya uzlaşma hakları)

20. yüzyılda, özellikle ikinci yarısında üçüncü kuşak haklar kavramı kullanılmaya başladı. Bu haklar sadece devletin tek taraflı çabası ile gerçekleşmesi mümkün olmayan, hem devletin hem de bireylerin karşılıklı etkin çabaları ile ortaya çıkması mümkün olan haklar. Pek çoğu için siyasi sınırlar ötesi çabalar ve/veya düzenlemeler gerekli. Bu haklara örnek olarak çevre hakkı, barış hakkı, gelişme hakkı gösterilebilir. Üçüncü kuşak, birinci ve ikinci kuşak haklarının gerçekleştirilmemesinin önündeki engelleri farklı kavrayarak ortaya çıktı. Bu hakların temelinde olan düşünce, toplumun kolektif haklarını kapsayacak dayanışma fikridir. Üçüncü kuşak haklar sivil ve sosyal hakların ötesine geçen haklar olarak da bilinir. Bu haklar bütün toplumun haklarını vurgular.

Dördüncü kuşak haklar

İnsan hakları hukuku resmî literatüründe henüz bu başlıktaki gibi bir hak tanımı ve tasnifi yok. Bazı düşünürler “insanlık onurunun korunması” hakkını dördüncü̈ kuşak hak olarak nitelemekteler. Bu konuda “bilimin kötüye kullanılması sonucu insanlık onurunun korunması” gibi bir tanımlama yapılmakta ve buna “insan kopyalanması” örnek olarak gösterilmekte. Modern çağın bir sonucu olan teknolojik ve bilimsel gelişmelerin yarattığı tehditler neticesinde ortaya çıkıyor dördüncü̈ kuşak haklar. Kişisel verilerin korunması hakkı da mesela bunlar arasında. Bu hakkın temelinde, kişiliğin serbestçe geliştirilmesini de sağlayan mahremiyet kavramı bulunmakta. Malum, mahremiyetin anlamı bilişim teknolojilerinin yarattığı tehditler sonucunda farklılaşmış̧ durumda. Bu bakımdan kavrama yönelik özellikle yargısal içtihatlar değişen mahremiyet kabulünü göstermek adına önem taşıyor.

Bilim ve teknolojideki ilerlemelere göre anlaşılan bu kategori haklarda çok ilaveler görülecek. Boşuna Minority Report (Azınlık Raporu) ya da Altered Carbon (Değiştirilmiş Karbon) gibi bilimkurgu kitapları yazılmıyor, dizileri ya da filmleri çekilmiyor. Suç ihtimallerinin önceden hesaplanabildiği, güvenliklileştirilmişdüzenler oluşturmak üzere mahremiyetin hiçe sayıldığı distopyalardan dehşet duymaya gerek yok hepimizin her an, her şekilde izlendiği günümüz dünyasında. Mahremiyet ve benzeri hakları korumaya verilecek mücadeleler, yanılsamayla uzak görünen Altered Carbon dünyasının eşitsizliklerinin, uçurumlarının önüne geçilebilmesinin de adımları.

Yeryüzünde yaşamın milyonlarca, insanların yerleşik düzene geçmesinin on küsur bin yıllık tarihini düşününce, hakların hukuki olarak varlığının olsa olsa 400 yıllık mevcudiyeti bakımından epey gelişme yaşanmış diye görülebilir ama içinde gittikçe artan ve karmaşıklaşan pek çok soru içeren bir alan bu. Yalnızca birkaçını atalım ortaya:

Haklar insanlarınkiyle sınırlı olabilir mi?

Tabii ki hayır. Başta yerküreyi paylaştığımız hayvanlar olmak üzere farklı hak kategorileri mevcut. Hayvan hakları savunuculuğunun uzun bir geçmişi ve kazanımları var, ancak yeteri kadar yol alınamamasının en önemli nedenlerinden biri, kullanılan kavramlar. Nitekim bu alanda en ufuk açıcı çalışmalardan birini ortaya koyan bağımsız araştırmacı ve yazar Sue Donaldson ve Ontario Queen’s University siyaset felsefesi profesörü Will Kymlicka hayvan haklarını doğru bir çerçeveye oturtmanın koşulunun bu konuda liberal, demokratik, temel adalet ve insan hakları ilkeleriyle doğrudan ilişkilendirilebilecek yeni bir perspektif geliştirmek olduğunu ileri sürüyorlar. Bu doğrultuda 2011’de ilk yayınını yaptıkları Zoopolis’in amacı, siyasal toplumun doğasını ve ona ilişkin vatandaşlık, adalet, insan hakları fikirlerini kavramsallaştırırken, hayvan meselesini merkezine alan yeni bir çerçeve ortaya koymak. Bu yaklaşımla, öncelikle sundukları Evrensel Temel Hayvan Hakları ilkelerinin alanını, vatandaşlık kuramını kullanarak genişletiyorlar. Uygulamalarında evcil(leştirilmiş) hayvanlar, vahşi hayvanlar, eşiktelik durumundaki hayvanlar ayırımı kullanmaktalar. Şu günlerde “Hayvanları Koruma” sorunlu kavramsallaştırmasıyla kanuni düzenleme sürecine giren Türkiye uygulamasını bir tarafa bırakın, meselenin etik ve siyaset felsefesi boyutlarıyla nasıl ele alınması gerektiğinin göstergesi bu çalışma.

Eleştirel Hukuk Çalışmaları Hareketi nedir?

İnsan hakları ve hukuk alanlarında gerek kuramsal temelli gerek uygulamalar üzerinden yükselen çok itirazlar mevcut. 1977’de A.B.D. Wisconsin Üniversitesi’nde düzenlenmiş bir konferansla temelleri atılan bu hareket, çağdaş hukuk doktrinini ve uygulamalarının ‘Batı’ merkezli, bu toplumların politik vizyonunu yansıtan, tek sesli ve ayırımcılığı doğuran/destekleyen/devam ettiren uygulamaları haiz olduğu kabulleriyle, her zaman ve her durumda halihazırdaki hukuk düzeni ile hukuk normlarının eleştirilmesi ve yeniden anlamlandırılması yönünde çalışmakta. Liberal hukuk modelinin çeşitli kurumları ve kavramları (mülkiyet, sözleşme, haklar gibi) kullanarak kapitalizmin yerleşmesine ve devamına hizmet ettiği gibi meseleleri dert ediyorsanız, takip edilmesi gereken kaynaklar Eleştirel Hukuk Çalışmaları Hareketi içinden yükselen seslerin çalışmaları olabilir. Özellikle İngilizce literatürde çok sayıda çalışmaya konu olmuş bu hareketin izlerine Türkçe literatürde rastlamak memnuniyet verici. 2006’da iki çalışma yayınlanıyor bu konuda; Kasım Akbaş imzalı Hukukun Büyübozumu: Eleştirel Hukuk Çalışmaları Hareketi ve Sururi Aktaş imzalı Eleştirel Hukuk Çalışmaları. 2016’da da Şefik Taylan Akman imzalı Hukuk ve Politika İlişkisi: Hukukun Ekonomi Politik Analizi ve Liberal Hukuk Düzeninin Eleştirisi.

Günümüzde eleştirel hukuk teorisi çalışmaları içerisinde insan hakları eleştirisinin sesi nasıl duyuluyor?

Haklar, mücadelesi ile meşakkatli bir alan. Hukukun kamu düzeninin koruyucusu olduğu, bunun olumlu/olumsuz yönleriyle düşünülmesi ve eleştirelliği gerektirdiği bir olgu ama hak savunusu her zaman için bir mücadele alanı; dozu, şiddeti ne olursa olsun. Böylelikle eleştirellik insan hakları alanında hukuka nazaran daha kısıtlı; mücadelenin saygınlığı eleştirel yaklaşımı gölgeleyebiliyor. Yine de bu alanda çok değerli katkılar eksik değil. Londra Üniversitesi, Birkbeck College’da profesör ve halihazırda Yunanistan parlamentosunda siyasetçi olan Costas Douzinas, hukuk ve özellikle insan hakları alanında çok önemli bir isim. Douzinas’ın insan hakları eleştirisi, neo-liberalizmin insan haklarını tarihin ve ideolojilerin sonu olarak sunmasına verilmiş bir karşılık. İnsan hakları fikrinin egemen ideoloji tarafından bir araç olarak kullanılabileceğini göstererek, tüm çalışmalarında bu yapısal ilişkiyi bozuma uğratma çabasını sürdürüyor Douzinas.

Özellikle The End of Human Rights (İnsan Haklarının Sonu) ve Human Rights and Empire: The Political Philosophy of Cosmopolitanism (İnsan Hakları ve İmparatorluk: Kozmopolitizmin Siyasal Felsefesi) başlıklı çalışmaları insan hakları alanına çok değerli eleştirel katkılar sağlayarak besleyen yapıtlar. Yazarın çalışmalarını Türkçeye kazandırmakta büyük katkıları olan Kasım Akbaş ve Rabia Sağlam’ın bir derlemesinden de bahsetmek şart bu noktada: Douzinas’ın farklı yerlerde yayımlanmış makaleleri Hukuk, Adalet ve İnsan Hakları: Eleştirel bir Yaklaşım başlığıyla bir araya getirilip çevirmenlerin sunuşlarıyla bir incelemeye dönüşmüş.

Şeyla Benhabib’in Buhran Çağında Haysiyet: Zor Zamanlarda İnsan Hakları başlıklı çalışması eleştirel insan hakları literatüründe defalarca altı çizilmesi gereken bir katkı. Sofistike analizleri ve haysiyete uygun önerileriyle Benhabib’in çalışması yalnızca bugünü düşüncede layıkıyla kavramıyor, bu meselelerde derdi olanlara eylemsel yollar da gösteriyor.

Hak kuramcılığı yalnızca hukukçulara mı bırakılmalı?

Kesinlikle hayır! Bu soru aslında, ne yazık ki Türkçede yalnızca tek bir eserinin çevirisi olan İngiliz felsefeci Bernard Williams’dan bahsedebilmek için bir bahane. Lafı uzatmadan, tek bir eserine gönderme yaparak, insan hakları ve görecelilik hususunda çok derinlikli bir bakış açısı ve tahlile ulaşmak isteyen varsa, Williams’ın 2003’teki ölümünden sonra 2005 yılında yayınlanmış olan In the Beginning Was the Deed adlı eserini öneririm. Tabii ki bu hususta vereceğim tek isim Williams değil ama onun hakkında bir yorum yazısı vasıtasıyla bir başka dev felsefeci: Martha Nussbaum. Nussbaum’un yazısı Reading Bernard Williams başlıklı bir derlemede yayınlanmış. Adalet deyince ilk akla gelen kuramcılardan Nussbaum, ama trajediler, umut ve adaleti Williams üzerinden okumak apayrı bir lezzet. Darısı Türkçenin başına…

 

 

KİTAPLAR: