Hayatımın kitapları: Değinmece notlar

İyi okurluk tek bir toplumla özdeşleştirilemez, bir dünya kardeşliğidir. Zamanla ve mekânla sınırlanamaz...

14 Şubat 2019 09:30

Geçmiş Zamanın İzinde

Marcel Proust

Hayatımı kuran kitap. Üniversitede hakkında kocaman bir seminer dersi aldığım tek roman. Labirent benzeri bu kitaptan çıkış yolunu yıllarca bulamadım. Ama “içerideyken” çok şey öğrendim: Aşkın saplantı olduğunu, yaşamın yanılgıyla beslendiğini, sonun daima başlangıca bağlandığını ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını…

 

Deniz Feneri

Virginia Woolf

Beni romancı yapan roman. Aile yaşamının fay hatlarını en iyi gösteren kitap. Roman mimarisinde önemli ders. Hayatın özünü çok incelikle yansıtır. Unutulmazlardan.

Çocukluğun yazlık evi. Mutluluk. İlk derin yaralar. Ev de roman karakterlerinden birisi. Zamanı ele alışı sıra dışı. “Evdeki Melek” Woolf’un en önemli temaları arasında.

Erken kaybedilmiş bir anneye ağıt.

 

J. Alfred Prufrock’un Aşk Şarkısı ve Çorak Ülke

T.S. Eliot

Edebiyatla ilişkimde kilometre taşları. Lise hayatım bu iki şiiri çözmekle geçti. Önce ve sonra dedirtenlerden. Modernizmle ilk karşılaşmam. Sarsıcı. Hikâyelemeci, anlatımcı Anglo-Sakson şiiriyle ilk karşılaşmam. Aydınlatıcı. Demek şiir böyle de yazılabilirmiş. Peki ya bütün o alıntılar, göndermeler?  Önce ulaşılamaz bir anıt gibi görünür, sonra acı çeken, çok bilmiş bir ölü beyaz adam diye rafa koyarsınız. Arada ziyaret ettiğim, gençliğimin rafları.

 

Malte Laurids Brigge’nin Notları

Rainer Maria Rilke

Çok sevdiğiniz birini kaybettiğinizde okunacak tek kitap. Duino Ağıtları ile birlikte, yılda bir kere olsun, inanç tazelemek için yeniden okunmalı bence. En azından, ben öyle yapıyorum. Rilke daima kahramanlarımdan biri olarak kalacak. Onun meleğiyle, çok sonraları tanıştım. Melek arada bir uğruyor, güreşiyoruz.

 

Alemdağ’da Var Bir Yılan

Sait Faik

Yazı yazmayı beceremediğim zamanlar, bu kitapla kendime olan inancım geri gelir.

Herkesin bir Panço’su vardır. Gizli bir aşk mektubu mudur diye hep merak ederim. Bu konuda hiç inceleme yazılmamış olması ilginç. Dünya edebiyatının bir daha aşılamayacak doruklarından.

Mırıldandığım Öyküler

Julio Cortázar

Bu hikâyeleri, her birimiz bir rüyamızda mutlaka görmüşüzdür. Ben çok sık görüyorum. Epey geç okudum. Hikâye yazma isteğim ilk bu kitapla doğdu.

Tomris Uyar’ın mükemmel çevirisinin etkisi var mutlaka.

 

Beş Şehir

Ahmet Hamdi Tanpınar

Nasıl bir yerde yaşadığım konusunda kafam karıştığı zaman, herhangi bir sayfasını açmak yetiyor. Tek Tanpınar kitabı okunacaksa bu olmalı. Türkiye’de denemeciliğin doruklarından biri. Kaybolan ruhumuzun kasidesi.

“Belki de sadece aramak ve bütün kapıları çalmak kâfidir.”

 

Görünmez Kentler

Italo Calvino

“Yaşanmaz hâle gelen kentlere son bir aşk şiiri” demişti. Romanın ne kadar farklı yerlere gidebileceğini bu kitapla öğrendim.

Marco Polo’nun dünyada kalan cılız mutluluk izlerini aramak için yola çıktığını söylemesi, padişah karşısında bir manevra. Gerçekte para için çıkmamış mıydı yola? Çevrende ne kadar karanlık olduğunu anlamak için, gözlerini dört açmalısın, evet, uzaktaki belli belirsiz ışıkları seçebilmek için.


Ağustos Işığı

William Faulkner

Bu da başka bir ışık. Dinî bir vecd deyin, çaresizlik deyin, insanın içindeki karanlığı görmek için sembolik bir ışık deyin. Ne derseniz deyin, bu bir başyapıt. Üstelik benim roman şeklinde okuduğum en dehşet verici korku filmi. Sinemaya uyarlanması imkânsız, ABD’ye önce bir siyah, sonra da bir kadın başkan seçilmesinden daha imkânsız. Gene de belli olmaz.

Irkçılığın laneti hep üzerimizde. “Etimizde bir kıymık.”

Faulkner’ın en rahatsız edici romanı.


Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine

E.M. Cioran

Herhangi bir kitabını seçebilirdim. Ama burada “Bilinç ete batmış bir kıymıktan çok, saplanmış bir hançerdir” cümlesi var. Ayrıca “İnsanlar Tanrı’dan ne denli uzaklaşıyorsa din bilgisinde o kadar ilerliyorlar” cümlesi var.

Yanında -Sancho Panza gibi- Cioran benzeri bir karakteri, hatta Cioran’ın kendisini gezdiren bir roman kahramanının hikâyesi gibidir her birimizin hayatı.

 

Goethe: Şair ve Çağı

Nicholas Boyle

Benim için, 20'nci yüzyılın sonunda yazılmış en iyi biyografi kitabı.

Goethe bir anıt, bu biyografi de bir anıt. “Bir gün çıkıp gittiğimde, ansızın gideceğim” diyor Goethe. Kendini hapis hissettiği Alman kültüründe yine de bir ulusal hizmetkâr olarak yıllarını saymış, daha ulus bile yokken ortada- belki de o yarattı ulusu. Ansızın gittiğinde, dünyanın en güzel, en lezzetli kaçışını gerçekleştirmiş.

Nicholas Boyle, büyük bir devle boy ölçüşüp yenik düşmemiş. Biyografilerin anası.

 

İtalya Seyahati

Johann Wolfgang Goethe

Rüyalarının ülkesine incir ve üzüm yiyerek giriyor. Ansızın giderim dediği o kaçış, işte bu kaçış. Erken modernlik dünyasının son gerçek seyahati. Benim de yıllarca İtalya’yı görmeden İtalya hayal ettiğim zamanlarda sürekli açıp okuduğum kitap. Hâlâ açıp okuyorum, emin olmak için, acaba ben gerçekten İtalya’yı gördüm mü?

Günce severim, bu günce en sevdiklerim arasında. Belki de ilk sırada.

 

Günlük

Virginia Woolf

Yanlış söyledim, Woolf’un güncesi de at başı gider. Kaç defa okuduğumu ben de unuttum. Hâlâ fal açar gibi arada uzanır, bir sayfasını açarım.

“Babam ölmeseydi, yazar olamazdım, tek satır yazamayacaktım” diyor, yıllar sonra. Ve kocasını arıyor bir gün evde. “Leonard, galiba ilk cümleyi buldum.” Bayan Dalloway söz konusu. Yazarlık hayatını bundan daha iyi belgelemiş günce yok benim tecrübemde. (André Gide ve Albert Camus biraz yakınlaşır.) Romanda yarattığı devrimi nasıl adım adım inşa ettiğini satır satır izleyebilirsiniz.

Thomas Mann’ın günlüğü, Tolstoy’un günlüğü çok keyiflidir, ama ikisi de Woolf’la boy ölçüşemez.

 

Karamazov Kardeşler

Fyodor Dostoyevski

Bu üç erkek kardeşin (ve gayrimeşru olan dördüncünün) bir de kız kardeşleri varmış ve o benmişim. Öyle olsaydı, babayı ben öldürecektim.

 

Mektuplaşma

Gustave Flaubert ve Ivan Turgenyev

Mektupları her zaman çok sevdim. Artık mektup yazılmadığı için daha da çok seviyorum. Thomas Mann-Hermann Hesse yazışmalarını da çok sevmiştim, Nâzım’ın Piraye’ye mektupları, hepsi değerli okuma zamanlarıydı, ama bu ikisi arasındaki beklenmedik dostluk çok dokunaklıydı.

Duygusal Eğitim romanı ilk başta iyi karşılanmayınca, Turgenyev, arkadaşını teselli ediyor: “Unutma insanlar, senin kendine biçtiğin değerle ölçüyor seni. (…) Kitabın sadece bir düzine esaslı okuru cezbettiyse, bu bile yeterli.”

İnsanı gülümseten bir cümle.

 

Hadrianus’un Anıları

Marguerite Yourcenar

En bilinen kitabı olduğu için yazdım başlığa, ama hayatımın uzun bir dönemi Yourcenar’ın bütün kitaplarıyla baş başa geçti. Üç ciltlik anıları, yıllarca elimden düşmedi. Ateşler romanı beni sarstı. Hadrianus’u seçtim, çünkü tarihsel romanın yeniden ve gerçek doğuşu gibi gelmişti bana. Anıları “Sevgili Markus” diye başlatır, mektup şeklinde. İmparatorun varisi, Marcus Aurelius’tur bu. Düşünceler kitabı (bazı çevirilerde “Kendime Düşünceler”) bir süre benimle dolaşan, bilge imparator Marcus Aurelius. Yani romanın bende yarattığı bağlantılar çok zengin.

Yourcenar’ın bu romanla ilgili olarak, çok tanrılı dinlerin zayıfladığı, Hristiyanlığın henüz egemen olmadığı bir ara dönemde, insanlık gerçekten özgürdü, sözleri her düşündüğümde beni hâlâ çok etkiler.

 

Sevgili

Marguerite Duras

Hayatımdaki ikinci Marguerite. Bu romanda kaleme aldığı hikâye, kendi hayatından alınma. Oyun olarak, hikâye olarak ve en son roman olarak, defalarca yazdığı aşk hikâyesi, Avrupalı kadın-Çinli erkek arasında geçtiği için, dünyayı bölen bütün ayrımların kesiştiği, en derin fay hattını kaleme almıştır. Hiroşima Sevgilim adlı senaryosu aynı fay hattında bu sefer çifte sarmal şeklinde dolanıyor.

Onun Yazmak adlı nefis deneme kitabından şu cümle aklımda: “İnsan içinde bir yabancıyı barındırır: yazmak işte o yabancıya ulaşmaktır. Budur ya da hiçbir şey değildir.”


Alef

Jorge Luis Borges

Hayalimde bir İstanbul parkında Borges’le karşılaşmama sebep olan hikâye. Borges’i özetliyor bir bakıma. Karasevda Kitabı’nda yazmıştım, Alef sihirli bir küre, benim için edebiyatı, bütün sanatı temsil ediyor. Bu öyle bir nokta ki, orada bütün evren her açıdan görünüyor. Yarattığımız her şey, Alef gibi, bizi evrenin her noktasına bağlar.

Fantezi bu ya, her yazarın evinde br Alef durur diye hayal ederim. Hatta “Elif” adlı hikâyemi yazarken, onu görür gibi olmuştum.

 

Finnegan’ın Vahı

James Joyce

Her sene bir sayfasını okuyorum. Tuhaf bir takıntı. Her sene, mantığını anlar gibi olup tekrar elimden kaçırıyorum. Rüya unutmaya benziyor. Tadı bir başka.

Keşke, hiç değilse “duası” diye çevrilseydi.

 

Aylak Adam

Yusuf Atılgan

İçinde dolaşmayı sevdiğim, arada hatırlayıp tekrar okuduğum bir anlatı bu. Yalnızlığın senfonisi. Gençliğimin kurucu metinlerinden olduğu için, duygusal bağım var. Bütün o toplumsal gerçekçi, politik, millî, her neyse, tezli tuzlu romanların arasında ilk defa “Oh temiz hava!” dedirttiği için, yeri doldurulamaz.

 

Roman Teorisi

György Lukacs

Lukacs üzerine doktora yaptığım sırada, yazdığı her satırı okudum. Budapeşte’deki arşivine bile gittim, henüz komünizm zamanıydı. Bütün o çabadan geriye kalan iki kitap var bağlı olduğum: Ruh ve Form, bir de Roman Teorisi.

İngiltere’de Merlin Press tarafından basılan o yeşil kapaklı ciltlere baktıkça, hayatımın beş yılını görüyorum. Lukacs sosyalizme inanmasaydı daha iyi bir yazar olabilirmiş.

Çağdaş sanatın ikilemini ne güzel yazmış, daha 1914 yılında! “Sanatlar için artık önceden kabul görmüş bir bütünlüğe ulaşmak söz konusu değil. Dolayısıyla, ya her şeyi kapsayabilecekleri bir boyuta indirgeyecekler, ya da polemik yapar gibi, hedefledikleri şeye neden ulaşamayacaklarını anlatacaklar, ki o zaman dünyanın parçalı yapısını sanat biçemlerine taşımak zorunlu.” Yani, işte, insanın elinde Borges’in Alef’i yoksa, yapacak başka şey yok!

 

Açık Sırlar, Sevgili Hayat, bütün kitapları

Alice Munro

Yazdığı her satırı okudum. Sonra tekrar okudum. Tek bir hikâyede, romanlık kapsamda uzun ömür bölümlerini tek cümleyle aşmanın, zaman kaydırmanın ustası. 50’li yaşlarımın kurtarıcısı. Nobel’i aldığında sadece bir kadın aldı diye değil, o aldı diye bayram ettim. Woolf’tan sonra, ikinci kahramanım.

Gövdesinden önemli parçalar budanmış bir ağaç gibiyseniz, şöyle dallarım, şöyle yapraklarım vardı benim, diye ağıt yaktıysanız, kimsenin evladı değilseniz artık, âşıksanız, boşandıysanız, ne bileyim, yaşıyorsanız işte, Alice Munro’nun herhangi bir hikâyesine uzanın, yeter. Hayata inancınız tazelenir.

 

Lila, Gilead ve diğerleri…

Marilynne Robinson

50’li yaşlarımın diğer kurtarıcısı. Onu keşfetmek en sarsıcı, en iyileştirici deneyimdi.

Eğer her dindar insan bu kadın gibi dindar olsaydı, dünya kurtulurdu, dedirtti bana. Üslûbu benim dünyamı değiştirdi. Daha ilk romanı Gölün Evi bir başyapıt.

Barack Obama ile belki tek ortak noktamız, ona hayranlık. “Korku” adlı denemesindeki demokrasi tanımı her okulda okutulmalı.

 

Melekler Şehri

Christa Wolf

Onu önce, 50 yıl boyunca tuttuğu “Yılda Bir Gün” adlı günce çalışmasıyla tanıdım. Ardından Medea romanına hayran oldum. Sonunda Melekler Şehri’ne ulaştım.

Stasi muhbiri olduğu iddiası patlak verince yıkılan yazarın, Los Angeles’ta kendini toparlamaya çalıştığı bir yılın romanı mı diyelim, belgeseli mi, önemli değil. Kendiyle ve dünyayla hesaplaşan, saldırı altında bir kadının, çok katmanlı, eşsiz anlatısı.

“Melekler şehrinde derim yüzülüyor. Altında ne olduğunu bilmek istiyorlar. (…) Hayal kırıklığı içindeler, bir canavarın iç organlarını bulacaklarını ummuşlardı.”

 

Babanın İmhası, Babanın Yeniden İnşası

Louise Bourgeois

Çağdaş sanatta en büyük kahramanımın otobiyografisi.

“Hayatım boyunca hep aynı şeyi söylemek istedim. İç tutarlılık sanatçının sınavıdır.”

Aynı şeyi hep farklı biçimlerde söyleyebilmesi, onu öncesiz, sonrasız, eşsiz bir sanatçı kılmış. “Yazabildiğiniz her şeye katlanabilirsiniz” diyor. Çizerek ve yazarak, kendi yolculuğuna tanıklık etmiş.

Otobiyografi okumayı çok severim. Bu otobiyografi henüz aşılmadı.

 

Rus Edebiyatı Dersleri

Vladimir Nabokov

Benim de mezun olduğum Amerikan üniversitesinde 1940’lı yıllarda verdiği derslerin notları. Bu kitaptan çok şey öğrendim. En önemlisi, Nabokov burada “iyi okur” yahut “nitelikli okur” dediği kişiyi tanımlıyor. “Büyük bir sanatçının yarattığı bütün roman karakterleri arasında, en iyi olanlar okurlarıdır.”

İyi okurluk tek bir toplumla özdeşleştirilemez, bir dünya kardeşliğidir. Zamanla ve mekânla sınırlanamaz. Sanatçıları her defasında diktatörlerden, ahlakçılardan, zevksizlerden, politik doğruculardan, polisten, sansürcülerden ve kendini beğenmiş ukalalardan kurtaran kişidir iyi okur. İşin eğlencesine takılmaz, özüne gider.

Bazen zaaflarıma yenilsem bile, hâlâ iyi okur olmaya çalışıyorum.

 

Tuhaf Bir Erkek

Leylâ Erbil

Son romanıyla en çok sevdim onu. Garip bir şiir-roman. Bütün romanları belki bu noktaya doğru gidiyordu. Sitüasyonist bir romancı. Dramatik iç monologlarla, sıradan hayatın yüzeyindeki durgun suları karıştıran, katmanlı bir eleştirel ses. Dönüştürücü olmak isteyen, politik bir ses. Birçok romanında “gorgo” adını verdiği, her dönemde yeniden ortaya çıkan diktatör figürü, bu romanında da sahnede. Sonra da şaşırtıcı bir iyimser mesajla, beni sarstı.

“Şu da var / bütün acılara karşın / hayat/ içimizde bir nota bırakır ya..

En bitik günümüzde / direnme notasını / bir zarfa mı koyar …

Umut / altın kafesinden / çıkıverir / dolaşır tepemizde.”

 

Bu liste kolay bitmez. Bitmesin de. Kim bilir ne değişiklikler geçirecek. “Ancak sevdiğimiz şeyler, bizimle birlikte değişirler ve değiştikleri için de hayatımızın bir zenginliği olarak bizimle beraber yaşarlar” demişti Tanpınar. K24’ün kaçıncı yaşı olacak kim bilir. Aramaya ve bütün kapıları çalmaya devam edecek.