Bir nesne olarak kitap reklamıyla mı, yoksa bir politik ideoloji propagandasıyla mı karşı karşıyayız? Bütün bu yaşadıklarımız feminist mi? Lansmandaki kekler glutensiz ve şekersiz mi?
Margaret Atwood, Damızlık Kızın Öyküsü romanını 1984 yılında Batı Berlin’de yazmaya başlar. Bir yandan Demir Perde ülkelerindeki kontrollü yaşamı gözlemlerken, bir yandan Soğuk Savaş esnasında Batı’nın sergilediği demokratik özgürlükler dünyası kampanyasının ardında gizli, kökeni 17. yy Puritanizmine dayalı dinci bir tehlikenin ortaya çıkmak için doğru zamanı kolladığını tespit eder ve bir karar verir. Romanda yazacakları daha önce mutlaka yaşanmış olacaktır. Sonuçta bu seçim, bir değişim değil, bir kaybediş hikâyesi ve geçmişe yönelen bir gelecek ortaya çıkarır. Belki de bu yüzden kitapla kurulan her ilişkinin bir karşı tezi var. Bu da günümüzün kutuplaşma üzerinden yürüyen siyasetine ve politik kabilesel varoluş konformizmine pek uygun. Konuşmayı kendine doğru çekiyor kitap.
Damızlık Kızın Öyküsü, yayımlandıktan yıllar sonra, Amerika’nın çeşitli eyaletlerinde ve dünyanın farklı ülkelerinde kadınların sahip oldukları üreme haklarını kısıtlayan ve kadınların isteği dışında düzenleyen kanunların çıktığı bir politik ortamda televizyon dizisine uyarlandı. Dizi o kadar etkileyici oldu ki, eldeki kurmaca malzeme, romanı aştı. Damızlık Kızın Öyküsü’nün bir devam romanına ihtiyacı yoktu ama dizinin ve dizinin doğurduğu tartışmaların vardı. Margaret Atwood’un The Testaments adıyla bir devam romanı yazdığı aylar önce duyurulmuştu. Sonra grafik tasarımcı Noma Bar’ın tasarladığı kitap kapağında, bu kez fosforlu yeşil bir pelerin giymiş yeni bir damızlık kızla karşılaştık.
Roman görülmemiş bir gizlilikle korundu. Söylentiye göre, yayınevinin bilgisayarları siber saldırıya uğramıştı. Atwood, Victoria Locket kod adıyla anılıyordu proje boyunca. Booker Ödülü jürisine gizlilik anlaşmaları imzalatılarak teslim edildi okuma kopyaları. Beklenen haber Booker Ödülü kısa listenin açıklanışıyla geldi. The Testaments listedeydi, hatta ödülün şimdiden favorisiydi. Lansman için Londra’nın seçilmiş olması tesadüf olamaz. İngiliz gazetelerinin hafta sonu eklerinde büyük bütçeli özel sipariş bir grafik tasarımla hazırlanmış romandan tadımlık bir bölüm ve bir tür büyücü bilge kraliçe gibi kostümler içindeki Margaret Atwood fotoğrafları eşliğinde bir söyleşi yer aldı.
O kadar gizliliğe ve tedbire rağmen, internet üzerinden alınan ön siparişlerin (ön sipariş bir kitabın yayımlanır yayımlanmaz çok satar sayılabilmesi algoritması için çok önemli bir veri) yanlışlıkla, hedeflenen 10 Eylül lansman tarihinden önce postaya verilmesi kitaba ilgiyi daha da artırdı. Normal kitapçılarda ise gece 12’de satışa çıkacaktı ve Margaret Atwood bizzat bir kitapçıda olacaktı. Anlatılanlara bakılırsa, Piccadilly’deki Waterstones kitabevi o gece kırmızı Damızlık Kız kostümü giymiş hayran-okurlarla birlikte ünlü yazarlar Jeanette Winterson, Elif Şafak, Neil Gaiman ve A.M. Holmes’u konuk etti ve o gece için özel olarak yeşil oje sürmüş Margaret Atwood ile söyleşiler yapıldı, romandan bölümler okundu. Olayı edebî Glastonbury, Atwood’u rock yıldızı diye tanımlayanlar oldu. Yenilen yeşil pelerinli Damızlık Kız süslemeli kekler sosyal medyada paylaşıldı.
Ertesi akşam Margaret Atwood Londra Ulusal Tiyatrosu sahnesinde bir söyleşiye katıldı. Bina dev bir yeşil pelerinli Damızlık Kız görseliyle dışardan ışıklandırıldı. Biletleri aylar öncesinden tükenmiş bu söyleşi, canlı olarak Britanya, ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’da 1500’den fazla sinema salonunda yine biletleri tükenerek gösterildi. Bu, Marvel filmi etkisi demek.
Edebiyatın böyle panayırlaşmasını, bir yazar etrafında neredeyse kişilik kültü yaratılmasını bir oturuşta hazmetmek kolay değil. Üstelik, ânında sahip olmaya odaklı tüketim bağımlılığıyla, bir kurtarıcıya duyulan ihtiyaç, biraz da bir gruba ait olmanın dayanılmazlığı birleşince, üzerine yorum yapmak iyice karmaşıklaşıyor. Bir nesne olarak kitap reklamıyla mı, yoksa bir politik ideoloji propagandasıyla mı karşı karşıyayız? Bütün bu yaşadıklarımız feminist mi? Lansmandaki kekler glutensiz ve şekersiz mi?
Öte yandan şöyle düşünelim. Bir roman çıkmış bu kadar konuşuluyor. Bir edebiyatçı, 80 yaşında bir kadın, kendini dinletiyor. Time dergisinin kapağında lepiska saçlı erkek siyasetçiler yerine kıvırcık saçları beyazlamış bir yazar tahta geçmiş bize ümit veriyor. Her şey daha çok kitap satılsın, dizi daha çok izlensin diye yapılmış reklam kandırmacası mı? The Testaments ilk hafta 100 binin üzerinde satmış ilk duyumlara göre. Damızlık Kızın Öyküsü’nde her şey kadınların çalışmasının ve kendilerine ait banka hesaplarının olmasının yasaklanmasıyla başlıyorken, kadın yazarın edebiyattan para kazanmasını eleştirecek miyiz? Peki, Margaret Atwood hakkında konuşurken aslında neden konuşuyoruz?
Yıllar önce, edebiyat mezunu bir reklam yazarı olarak bana verilen ilk iş bir deterjan reklamı olmuştu. Yapmam gereken, kısaca lekelerin söküp atıldığını, derinlemesine temizliğe ve beyazlığa kavuşulduğunu belirtip, lafı “Persil, iyi akşamlar diler!” diye bitirmekti. Bu anlamsızlığa bir anlam vermemi sağlayan ve belki de reklamcılığa devam etme kararı aldıran, Roland Barthes’in deneme kitabı, Türkçeye Çağdaş Söylenler olarak çevrilen Mythologies oldu. Koskoca Barthes, kitaptaki denemelerden birinde deterjanlardan söz etmeyi kendinden aşağı görmüyor ve deterjan reklamlarındaki söylemlerin yaşadığımız hayatın mitolojilerinden olduğunu ilan ediyordu. Margaret Atwood da Damızlık Kız kostümünü 1940’lardan kalma Old Dutch marka bir deterjan ambalajından almış. Bu tesadüften esinlenerek, edebiyattan popüler kültüre, oradan politik söyleme uzanan Damızlık Kız fenomenini Barthes yardımıyla bir çağdaş mitoloji gibi ele alıp incelemeyi deneyeceğim.
Roland Barthes, burjuvazinin dikkatini felsefeden ve entelektüel düşünceden uzaklaştıran reklam ve medya yüzünden, politik mesajın, bir kültürel tüketim aracına dönüştürülmesi üzerine yazmış denemelerini. Reklamda ve haber medyasında estetik ve sanatsal bir değer görmese de işlevlerini, çağdaş mitler yarattıklarını kabul edecek kadar önemser. Burada kullandığı yöntem, görselleri bir dil gibi inceleyerek politik ve toplumsal anlamlarını deşifre etmek. Roland Barthes okurken akılda tutulması gereken bir şey var. O, her zaman edebiyat üretmek, yazar olmak istemiştir. Bir taraftan da en üst mertebede gördüğü içgüdüsel yetenekte bir yazar olamadığı için, prensiplere ve teoriye bağlı bir yaratıcılığı kurmaya, formülleri ve yöntemleri kusursuzlaştırmaya çalışır. Mitolojiler kitabındaki denemelerin başarısı da içindeki bu ikilikten gelir. Çünkü, Barthes’in gözünden baktığımızda görürüz ki, entelektüel olarak burun kıvrılması gereken popüler kültür; belli bir formülü izleyerek, görsel ve sözsel şifreleri doğru kullanarak, edebiyata ve felsefeye ait olması gereken ampirik etkiyi geniş kitleler üzerinde kurmayı başarıyor. Barthes kendini bu çağdaş mitoloji kurma vakasını tespit eden ama bu mite kanmayan olarak konumluyor.
Margaret Atwood ve Damızlık Kız fenomeni karşısında kafa karışıklığı hissetmem normal bir tepki aslında. Aynı anda hem edebî bir eser hem popüler kültür şifrelerini kullanan Barthesvari çağdaş mit olarak politik bir ağırlık taşıyor. Şüphesiz mitin keyfi oluşmadığını, yazarın en az edebî eser kadar iradesi dâhilinde olduğunu belirtemek lazım. Mit, metafor içerse de aslında saklayacak bir şeyi yoktur. Mit, görsel malzemeyi (Barthes’in gösteren dediği), taşıdığı ya da toplumun zihninde yarattığı anlamdan (gösterilen) feyzalarak bozar. Artık o görseli asla olduğu gibi görmeyiz, o görselin ilk ortaya çıkış ânı ve hikâyesi silinir. Hatta zamanla, zihinde yarattığı anlam da gittikçe sadeleşir ta ki birkaç kolay ve karmaşık olmayan özelliğe indirgene kadar. Barthes’e göre, mitin gücü ve riski buradan kaynaklanır. Bu nedenle mitler ve taşıdıkları politik ve ideolojik anlam, entelektüellik karşıtı aşırı sağ popülistlerce hem kendi çıkarları için kullanılır hem karşı düşünceye saldırmak için.
Damızlık Kız gibi gösterene dönüşmüş bir edebî kahraman, gösterilene kültürel ve politik olarak maruz kalmış okurun sırtından yorum yapma yükünü alır. Mite dönüşmüş bir edebiyat eseri artık okunarak değil, algılanarak tüketilir. Okuma eylemine artık ihtiyaç kalmaması, mitin kurgulayıcısı yazarın işinin gösteren yaratmakla bitmediği, gösterilen üzerinde de iradesinin olması demek. Böylece mitin tüketicisi okur miti tamamen gerçek, hayatın ta kendisi, hatta kendi deneyimiymiş gibi kabul etmek yönünde kullanır iradesini. Mit denen fenomeni böylesine apaçık görmek, gizemini kaldırmak bir aydınlanma hissi yaratacaktır. Ne kadar çok kişi aynı şekilde görürse, mit o kadar doğal gidişatın kabullenilmiş bir parçası olur. Mit, Barthes’e göre, gerçeğin kontrolünü ele geçiren bir dildir.
Levi-Strauss, mitin özünü yitirmeden çevrilebilir, özetlenebilir, indirgenebilir, genişletilebilir oluşundan söz eder. Mit, sarmal bir hikâye biçimidir. Anlattıkça kendi etrafında dolaşarak büyür ve yayılır. Damızlık Kız miti sarmalının halkalarını, orijindeki romandan sonra gelen film, opera, bale, çizgi roman uyarlamaları, dizi uyarlaması, Damızlık Kız’ın markalaşarak tüketim ürünlerine dönüşmesi, Damızlık Kız’ın politikleşerek protesto ajanına dönüşmesi, Damızlık Kız’ın feminist sembole dönüşmesi, nefret nesnesine dönüşmesi, hayran kitlesi yaratması, haberleştirilmesi, sosyal medyada içerikleştirilmesi, Margaret Atwood’un devam romanını yazması, romanın tanıtılması, tanıtımın politikleşmesi, tanıtımın gösterileştirilmesi, tanıtımın tüketimi ve devam romanının diziye uyarlanması oluşturuyor. Levi-Strauss’un sarmal dediği, günümüzde transmedya hikâye anlatıcılığı olarak devam ediyor.
Aslında Margaret Atwood’un neden bir devam romanı yazdığını anlıyorum. Hem yayınevinden hem dizinin prodüktörlerinden gelen ticarî bir baskı vardır eminim. Liberal bir otorite figürü olarak sesini devam ettirmek istiyordur Damızlık Kız simgesi üzerinden. Ancak bence, dizinin yönetmeninden kostüm tasarımcısına ve oyuncularına kadar farklı yaratıcıların devreye girmesinin ardından; okurların Damızlık Kız’ı sokaklara, pazarlamacıların olur olmaz ürünlerin ambalajları üzerine taşımasının üzerine, yarattığı evrenin ve karakterlerin kendinden daha fazla uzaklaşmaması için yazdı romanın devamını. Salinger, Holden Caulfiled’ın yaşlılığını anlatan bir “devam” romanı yazan bir adamı mahkemeye vermek ve roman kahramanının onu yaratan yazara ait olması gerektiğini savunmak zorunda kalmıştı.
Margaret Atwood, “sonunda hepimiz hikâyeye dönüşeceğiz” der. Bütün bu tanıtım gürültüsünü susturup ve Damızlık Kız imgesini bir süreliğine unutup metne döndüğümde, Atwood’un, asıl önemsediğinin elden ele, ağızdan ağıza dolaşarak kaybolmayan hikâyeler olduğunu anlıyorum. Anlatıcıları ölse de, tarihin önemsiz tanıkları olsalar da, bir vakitler ünlü ve önemli olsalar da geriye kalan hikâye olacak. Eğilim Damızlık Kızın Öyküsü ve devamı The Testaments romanlarını feminist distopya olarak kanonize etmek ve pazarlamak olsa da, iki roman da aslında “tanıklık” edebiyatına örnek. Atwood bu durumu arkeolojik yazarlık olarak tanımlıyor bir söyleşide: Romanın içine tanığın hikâyesini gömmek ve keşfedilmesini geciktirmek. Offred, hikâyesini içinde bulunduğu koşullara göre kayıt altına alıyor, bu kaydın bir gün birileri tarafından bulunacağına ve kendisine inanılacağına dair umudu var. Okurunu arayan her hikâyenin geleceğe inancı vardır. Böyle düşününce Offred, Anne Frank’e çok yakın bir yerde duruyor. Devam romanı The Testaments ise Lydia Teyze ve Offred’in iki kızının ayrı ayrı tanıklıklarından, gizlice kayıt altına aldıklarının ortaya çıkmasından oluşuyor.
Damızlık Kızın Öyküsü serisinde Atwood’un başarısı, kadın tanıkları edebî kahramanlığa yüceltmesi ve onların sözüne değer vermesi. Tanıklar, olayları ve yaşadıkları tarihi değiştiremese de, hikâyeyi geleceğe aktarmayı başarmalarındaki gücü kutsuyor Atwood. Günümüzde kadınların yaşadıkları şiddeti anlatacak cesaretlerinin ortak temsilcisi hâline gelen #MeToo hareketi bu nedenle, Atwood’un tanıklığa ve hikâyenin aktarılmasına yüklediği önemle romanla özdeşleşti bir bakıma. Trump başkan seçildikten sonra Amerika’da düzenlenen Kadın Yürüşü’nde “Margaret Atwood’un yazdıkları edebiyat olarak kalsın!” diye bir slogan göze çarpıyordu. Ama haklarını arayan ve kaybetmek istemeyen kadınların, Guy Fawkes maskesinden sonra en etkili protesto kostümü olan Damızlık Kız pelerinini romanın sayfalarından sokaklara taşımaktan rahatsız oldukları söylenemez.
Sokaktaki kırmızı pelerinli sıradan kadınlar sadece performatif bir feminizm sergilemiyorlar. Dünyanın pek çok şehrinde özellikle mahkemelerin ya da parlamentoların önünde ortaya çıkan, gri beton binalara karşı kırmızı Damızlık Kız kalabalıkları, aynı zamanda romandaki tanıklıklara inandırıcılık kazandırıyor. Tecavüz sonucu hamile kalan kadının kürtaj hakkını elinden alan bir yasaya karşı protestoda karşımıza çıkan kırmızı pelerinli Damızlık Kız imgesi, hiçbir şey söylemeden dile ve gerçek hayata geliyor: “Ben kadınların üreme haklarının ve beden otonomilerinin elinden alındığı teokratik faşizm olasılığından geliyorum.”
Kadın anlatıcılar, güvenilmez tanık olarak kurgulandığında, edebiyat kadın karakterleri iki kere kurbanlaştırmış olur. Eğer Offred sadece bir roman kahramanı olarak kalsaydı, tanıklığının doğruluğu hakkındaki yargı, romanın sonundaki akademisyenlere ve onların muğlak hislerine bırakılacaktı. Dizi uyarlamasının görsel hikâye anlatımı, okura sağlandığından çok daha fazla fırsatla izleyiciyi ikna ediyor. Bu ikna gücü, Damızlık Kız kostümünü bir gösteren olarak daha ileriye taşıyor. Bu kırmızı gösterenle karşılaştığımız yer bir politik protesto da olsa, yeni kitap tanıtımı da olsa mitin etkisi altına giriyoruz.
The Testaments, hem romandaki hem dizideki hikâyeyi devam ettirecek. Ama transmedya hikâye anlatımında, her mecranın kendine ait bir otonomisi ve evreni var. Her mecra, bir diğerine yeşermek üzere tohumlar atıyor, cevaplanmak üzere sorular bırakıyor, ortaya çıkmak üzere sırlar saklıyor. İlk romanda yan karakterlerden biri olan Lydia Teyze, dizi uyarlamasında oyuncu Ann Dowd tarafından kendine özgü zengin bir katmanlılıkla canlandırılmasaydı, kötücüllüğü böylesine grafik şekilde işlenmeseydi, Atwood, The Testaments’ta bu karaktere bir nevi “tövbe etme” fırsatı vermeyi seçmeyecek, bu karakterin yazdıklarının tanıklık olarak sayılmasını istemeyecekti. Atwood’un kadın karakterleri sadece tanıklıkla, hikâyeyi geleceğe taşıma gücüyle süper kahramanlaştırması, tanıklığı tek başına bir direniş ve başkaldırı olarak kurgulaması çoğu kadının özdeşleşebileceği bir yaklaşım.
Damızlık Kız bir gösteren. Kostümü çeşitli dinî sembol taşıyor. Kırmızı rengi doğurganlığı simgelediği kadar günahkârlığı da anlatıyor. Bütün vücudu örtüyor, hareketi ve beyaz bone yüzünden çevreyi görmeyi zorlaştırıyor. Kostümü giyenin kimliğini saklarken bir taraftan da kırmızı rengiyle her yerde göze batıyor. Özellikle iklim felaketiyle doğurganlığın azaldığı karlarla kaplı Gilead’da. Kırmızı âdet kanı rengiyle kadınların sadece üreme aracına indirgenerek toplumda bir sınıf oluşturmasının simgesi. Bu kostümün içinde bireyselliğe yer yok çünkü bu kadınların çalışma, okuma, serbestçe dolaşma hakları yok.
Politik protestoların gösteri yanına fazlasıyla uygun düşüyor Damızlık Kız. Sessiz, kuralları çiğnemeyen ama habere ve sosyal medya paylaşımlarına dönüştüğünde son derece etkili bir dili var kırmızı pelerinlerin.
Damızlık Kız mitinin baskınlığının gözlerimizi kırmıza boyuyor. Hikâyeyi ve edebiyat eleştirisini eksiltiyor. Margaret Atwood’un Gilead’da kurduğu kadınlar arası hiyerarşik zorbalıktan, güç gösterisinden, sadakat-hizmet ve boyun eğme baskısından ve siyah ırkı tamamen yok saymasından çok fazla söz ettirmiyor. Komutan eşleri, Damızlık Kızlar, Teyzeler, Marthalar, ekonomik eşler, Jezebel denilen seks işçileri, “kadınolmayan” diye anılan toksik kolonilere sürülen işçi mahkûmlar olarak önce ayrıştırılp sonra sınıflanan kadınlar birbirine güvenmiyor. Bazıları bu ideolojiye, kadınlara biçilmiş bu rollere inanıyor. Bazıları kendi sınıfını diğerlerine işkence yapmak ve cezalandırmak için kullanmaktan hoşlanıyor. Romanın bugünkü feminizmler ve kesişimsellik üzerine söyleyebileceği çok şey varken, en güçlü silahı olan Damızlık Kız imgesinin kurbanı oluyor. Popüler feminizm endüstrisi bu imgeyi sahiplenirken basitleştiriyor. En sevdiği şey karmaşık olmayan simgelere saldırmak olan aşırı sağ ideoloji, Damızlık Kız’ın pelerinin sırtına yerleştirdiği kolay hedef üzerinden feminizme ve kadın haklarına saldırıyor. Barthes’in çağdaş mitler hakkında yaptığı tespitler bir bir gerçekleşiyor.
Politik söyleme yayılan Damızlık Kız feminizmine karşı saldırı, aralarında kurulan transmedya hikâye anlatıcılığı bağlantılarından dolayı romana yönelik bir eleştiriye dönüşüyor. Siyah kadınlar köleliği ve ırkçılığı yaşamışken; bazı İslam ülkelerinde kadın sünnetinden çocuk gelinlere, kadının şahit sayılmamasından çalıştırılmamasına uzanan baskılar ve dini kurallar varken; romanda Batılı, eğitimli, ekonomik özgürlüğü olan, liberal kadınların haklarını yitirmesinde bırakın distopya, üzülecek bir şey bile görmeyen bir yaklaşım var. Zizek Bey, kadınlara hâlinize şükredin diyor. Rahat hayat çok sıkıcı geldi de böyle kendinize köktendinci ortamlar yaratıp başkalarının acısını izleyip eğleniyorsunuz bakıyorum diyor. Buna Lacan jouissance der, diyor. (1)
Sorun Damızlık Kız mitinin karikatür bir feminist imgeye indirgenmesinde değil. Uzun zamandır sosyal medya üzerinden politik tartışma zaten böyle yürüyor, Barthesvari çağdaş mit dilini kullanıyor. Trump örneğin, karşısına hangi aday çıkarsa çıksın pantolon ceketli Hilary Clinton rakibiymiş gibi davranacak. Çünkü Trump da Hilary de tıpkı Damızlık Kız gibi popüler politik mitten daha fazlası değil.
Hiç düşündünüz mü bu mitin içinde hangi kadın sınıfından olmak kaderiniz olurdu? Gilead kadınlarından mı, kırmızı pelerinli protestocu mu, yoksa yazar ve yaratıcı Margaret Atwood mu?
Büyük ihtimalle The Testaments çok satacak. Margaret Atwood kazancının bir bölümünü insanların öldükten sonra gübre olarak doğaya geri dönebilmelerini legalize etmek için uğraşan bir oluşuma bağışlayacağını açıkladı. Damızlık Kız kostümü Smithsonian Amerikan Tarih Müzesi’nde sergilenecek. Hepimiz bir gün hikâye olacağız.
(1)https://www.independentturkish.com/node/72376/yazarlar/margaret-atwoodun-eseri-başka-insanların-acısından-keyif-alma-ihtiyacımızı