Herkesin terk ettiği mahallede kalanlar vardır. Hulki sanki orada kalandı, mahalleyi bekleyen o çocuk-adamdı...
13 Nisan 2017 13:53
Hulki ne tatlı adamdı! Onu tanısanız, yitirdiğiniz bir sokak arkadaşınızı bulmuş gibi olurdunuz. Sizden birkaç yaş büyüktür, hatta belki ağabeyinizin arkadaşıdır aslında. Herkesin terkettiği mahallede kalanlar vardır. Hulki sanki orada kalandı, mahalleyi bekleyen o çocuk-adamdı. Anlatmaya doyamayan, küçük-büyük demeden herkese göre bir masalı, öyküsü, anlatacak bir şeyi olan, hem çocuk hem adam.
Şairdi, öykücüydü, romancıydı, denemeciydi, sözlükçüydü, bir de iyi bir reklam yazarıydı. Birinci ve ikinci kuşak edebiyatçı reklam yazarları, Türk edebiyatının ve şiirinin en özgün ve öncü adlarıdır aynı zamanda. Ferit Edgü’den Ege Ernart’a, Egemen Berköz’den Süreyya Berfe’ye, Hulki Aktunç’tan Güven Turan’a. Üçüncü kuşak ise Sina Akyol, Mustafa Irgat, Ahmet Güntan, İzzet Yasar’dan Oğuzhan Akay’a, Mehmet Günsür’e, Seyhan Erözçelik, Doğan Yarıcı, V. B. Bayrıl’a kadar uzanan bir edebiyatçı reklam yazarları kuşağıdır. Perihan Mağden, Yıldırım Türker adlarını da unutmamak gerek. Ersin Salman ise hem reklam yazarlığı hem de yazdığı şiirlerle kuşaklarüstü özel ödülü haketmiş bir ustadır.
Sina Akyol’un şirin, hem de ‘şiirin’ kitabından mülhem, Lokmanla Geçen Şen Günlerim, “Hulki’yle Geçen Şen Günlerimiz” diye bir kitap toplansa yeridir. Zira Hulki’yle hemhal olmuş herkesin bildiği gibi, Hulki bir şenliktir. Nasıl bilirdiniz diye sorulduğunda şen bilirdik dememiş olsak da, iyi olduğu kadar şen olduğunu da eklemek gerekir.
Bir de nereden bilirsin sorusu var. Hulki “Yeni Ufuklar” dergisinde yazmış 1968’de ama, ben ilkin 1971-1975 arası 20 sayı çıkan, ‘Tahiri’ yönelimli “Türkiye Defteri” dergisinde karşılaştım onunla. Naci Çelik, Taylan Altuğ ile birlikte derginin kurucularından. Selim İleri’yi de hatırlıyorum o dergiden, tabii en çok da Kemal Tahir’i, onun sözlerini. 1977’de yayımlanan Gidenler Dönmeyenler’i severek okudum, ilk baskısı hala kitaplığımdadır. Sonra Bir Çağ Yangını (1981) romanını.
Sanırım bu romanı okumadan önceydi, ODTÜ’de öğrenciydim ve o yıllarda Hürriyet’ten önce ve çoğunlukla Cumhuriyet’te çıkan ‘metin yazarı aranıyor’ ilanlarından biri dikkatimi çekmişti. O ilanı da, başvuruma gelen yanıt mektubunu da saklıyorum, ama nereye sakladığımı bilmediğim ya da bulamadığım için, ne ilan metni ne mektubun içeriği tam aklımda.
Sosyoloji bölümünü akademisyen olmak için seçmiştim, olmazsa ‘metin yazarı’ olurum diye düşünüyordum. O yıllarda reklam yazarı kavramı yoktu henüz, metin yazarı diye geçiyordu. Sanırım 3. sınıftaydım ve Cumhuriyet’te çıkan Manajans’ın metin yazarı ilanına deneme için başvurdum. Bir süre sonra, ODTÜ 2. Yurt adresime Manajans logolu bir zarf geldi. Başvurumun ilgilerini çektiğini, benimle İstanbul’a gittiğimde görüşmekten mutluluk duyacaklarını belirten bir mektup çıktı içinden. İmzanın üstündeki ad Hulki Aktunç’tu. Hayli sevindiğimi hatırlıyorum. Başvurumda neler yazdığımı hiç hatırlamıyorum. Hulki’nin imzasıyla gelen yanıt mektubunu kaybetmedim ama nereye koyduğumu da hatırlamıyorum. Tabii gitmedim, hem öğrenciydim hem de olup olamayacağını denemiştim ya, bu yeterliydi.
Manajans, reklam sektörünün hem kurucularından hem de öncülerinden olan bir ajanstı. Ciddi bir ajans. Egemen Berköz, Hulki Aktunç gibi şairler, Vural Sözer gibi yazarlar çalışıyordu. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, Ankara’dan İstanbul’a geldim, bir süre burada kaldım. Hulki de Manajans’tan ayrılmış ve Yaratım reklam ajansının kurucularından olmuştu. Yerleri de Cağaloğlu’nda Piyer Loti sokaktaydı, eskiden Varlık dergisinin de olduğu, sevdiğim sokak. Belki Ankara duygusu verdiği içindir bana. Hulki’yle tanışmak için gittim, Yıldırım Türker de çalışıyordu ve Mekap olabilir, bir spor ayakkabısının reklamıyla ünlenmişlerdi.
Akademisyen olamadım, 1 yıl kadar asistanlık yaptıktan sonra, Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesinden istifa edip 1983’de reklam yazarı olarak Ersin Salman’nın Ajans Ada’sında çalışmaya başladım. Sonra İşte Yaşlandım dediği gibi Gülten Akın’ın, sonra işte 25 yıl kadar çalıştım. 4 yıl Ajans Ada, 17 yıl Admar, 4 yıl da Oksijen reklam ajansında. İyi insanlar ve iyi patronlar dediğim, sırasıyla Ersin Salman, Muammer Öztat ve Şule Hacıalioğlu ile 25 yıl su gibi geçti. Hissiyatım tam olarak budur. O yüzden kendimi sanki 25 değil de, 5-10 yıl çalışmış gibi hissederim.
En uzun süre çalıştığım, pek çok yazar, şair arkadaşımın da beni ortağı sandığı Admar’ın patronu Muammer Öztat’la ağabey-kardeş gibi olmuştuk. Çok iyiniyetli ve dürüst bir insandı. Reklam sektöründe de çok sevilirdi. Reklamcılar Derneği’nin kuruluşunda da görev üstlenmişti. Hulki’yi de tanır ve severdi. Hulki’nin de ortağı olduğu Yaratım FCB reklam ajansı Osmanbey’e taşınmıştı o yıllarda. Benden 1-2 yıl sonra reklamcılığa başlayan Vural Bahadır Bayrıl ve Seyhan Erözçelik’le “Şiir Atı” dergisini çıkarıyorduk. Hulki de bizi zaman zaman Şişli’de bir kebapçıya öğle rakısına davet ediyordu. Geniş bir yerdi, arka masalardan birine oturuyor, rakıları içip sigaraları tüttürürken şiirden, edebiyattan konuşuyorduk, reklamdansa asla!
Bir gün ajansa telefon etti Hulki, benden bir ürünün reklamı konusunda destek istiyordu. Benim de hep olduğu gibi yoğun olduğum bir dönemdi, ‘tabii, ama ne zaman?’ dedim, çok acildi. Sonra patronum Muammer beyi aradı, izin istedi, o da verdi ve ben Hulki’nin projesine yardım etmek için, 3-4 öğlesonu Yaratım ajansa gittim.
Marka ETİ, ürün de Etiföy. Sanıyorum Yaratım’ın müşterisi değildi, belki de ajans işi almak için bir konkura hazırlanıyordu. Hulki, ‘Eti’ adından yararlanarak, kelime oyunuyla içinde Eti’nin geçtiği deyimler, durumlar oluşturuyor ve bunları tv filmlerine, radyo spotlarına, cıngıllara, ilanlara taşımak istiyordu. Benden isteği de bunları birlikte geliştirmemizdi: Eti saadeti, Eti daveti, Eti lezzeti, Eti hürriyeti, Eti marifeti, Eti sohbeti, Eti memnuniyeti, Eti rekabeti, Eti muhabbeti, Eti düeti, Eti memleketi, vb. kavramlar.
Arada bir, yazmaktan sıkıldığımda ya da eski bir dergiyi, yazıyı ararken, çoğumuz gibi ben de aradığımı değil, aramadığımı buluyorum ve sanırım yine çoğumuz gibi aramadığım şeyi bulduğım için daha çok seviniyorum. Bir bölümünü sarı saman kağıda elyazımla yazdığım, bir bölümünü de daktilo ile yazıp Hulki’ye faksladığım çalışmaları buldum yakınlarda.
İlk filmi, açış filmi olarak 30 saniye süreli düşünmüşüz, ve adını da “Eti Kuarteti” koymuşuz. Filmde bir aile var. Baba bateri solo, oğlan mızıka, kız mandolin, anne piyano çalıyor…Film böyle başlıyor. Sonra da daha kısa süreli, 15’er saniyelik devam filmleri düşünmüşüz. “Eti sohbetine doyum olmaz!” cümlesiyle biten Eti Sohbeti, “Eti davetine katılın!”la biten Eti Daveti, ve sonunda “Eti hasreti mutlu sonla biter!” cümlesi olan Eti Hasreti filmleri.
Bu kadar değil. Abartmışız, Eti Vaziyeti, Eti Merhameti, Eti Adaleti ve hatta Eti Küveti diye reklam filmi bile yazmışız. Fakslar benden gittiğine göre bu filmleri ben yazmış olmalıyım ya da Hulki’yle konuşup son hallerini vermiş olmalıyım. Yalnızca birinin, “Eti Küveti” filminin senaryosunu yazayım: “Perdeleri çekili bir banyo küveti. Fakat su sesi gelmiyor. İçerden keyifli bir şarkı duyuluyor. Perde hızla açılıyor. 14-15 yaşlarında bir oğlan, giyimli, keyifli, küvete uzanmış, elindeki ürünü iştahla yiyor. Dış ses soruyor, “Hey n’apıyosun burada?”. Oğlan elindeki ürünü göstererek, “N’apiim öyle lezzetli ki, başka yerde rahat rahat yedirmiyorlar!’ diyor.” Devamı da var ama, bu kadarı yetsin.
Sonuç ne oldu, bilmiyorum. Konkuru kazansalar haberim olurdu. Biz Hulki’yle, lezzetiyle, sohbetiyle, muhabbetiyle 3-5 gün çalıştık ya, benim için işin saadeti bu oldu. Şimdi Hulki Aktunç hasretiyle oturup yazmam bundan.