Fethin ilmi, fethin imarı: İstanbul'un fethinin 565. yıl dönümüne dair

Ne yazık ki İstanbul hep yeniden fethedilecek. Her fethedense İstanbul'un fethinde bir imar cihadı ve ilmî üstünlük arayacak

İstanbul’un fethi hakkın bâtıla galebesinin eskimez bir emaresi,[1] ama hakk ve bâtılın konjektüre göre şekil değiştiren, çoğu kez tarihsel bağlamından kopartılıp siyasî bir alete dönüştürülen bir ikilik olduğu da unutulmamalı. Hakk burada salt gerçeklik ya da Allah değil, çeşitli dönemlerde Türk’ün yüceliğiyle, İslamcılık rüyasıyla ve hatta imar ve ilimle bile özdeşleştirilen çok anlamlı bir referans, çünkü fetih, Türklüğün ya da Müslümanlığın kendini nasıl görmek istediğiyle alakalı bir vizyon gösterisi. Bugün fetih demek, kimi söylemde Türk ırkının, kimindeyse Müslümanların türünü nasıl devam ettirdiğini anlatan bir varoluş hikâyesi, sadece bir beka meselesi değil, aynı zamanda gelişmişlik, teknik üstünlük, bilimsel dehâ, ahlak ve medeniyet göstergesi de demek.[2] Fetih hakkında yazılıp çizilenler, fethi askerî bir zafer yanında bir ilim ve imar atılımı da olarak görüyor. Fetih söylemi kendini meşru kılmak için ilim ve imarı bir aracı olarak kullanıyor.

Fethin ilmi

Fethetmek, yani bir yeri açmak nasıl ilimle ilişkilendirilir? Yüceltilegelen Rönesans’ın çağrıştırdığı anlamlara karşı bir öykünme bu: Remzi Oğuz Arık’ın Türk Dili dergisinin Fetih özel sayısında yazdığı gibi, hümanizma Fatih’le beraber dünyada bir yurt buldu, Atatürk’ün Türk inkılâbında olduğu gibi aklî ilimler naklî (yani dinî) ilimlere onun sayesinde üstün geldi.[3] Fatih hümanizmayı Selçuklu’dan Mevlânâ’lardan gelen bir gelenekle yoğurdu, böylece Doğu’yu Batı’yla birleştiren yeni bir sentez doğurdu. “İstanbul’u Türklüğe kazandıran” Fatih’in ilme ve tekniğe yatkınlığı kadar İstanbul’u ihya etmesi, Rönesans’a alternatif olan bu sentezin bir parçası.   

Fethin savaşkanlık çağrıştıran yan anlamlarından rahatsız olunmuş olacak ki Fatih ve fetih konularındaki yazılarda fethin “açtığı” şey bir insancıllık modeli ya da ilimlerin özgürleşmesi ve aklileşmesi olarak addedilmiş. Bu düşünce, dönemin 500. yıl kutlamaları vesilesiyle yapılan birçok yayında da mevcut. Fatih’in fethinin bilimsel bir merhale olduğu savı, aslında barbarlıkla itham edilen Türklerin bilinçaltındaki bir savunma mekanizması olabilir mi?

Fatih’in aklî ilimleri desteklediği doğru bir husus, Fatih en azından ilimin dinine ya da ırkına bakmadan her alanda hâmilik yapmış bir hükümdar. Ama dönemin ilmî çabasını sadece mutlak muktedire atfetmek, o toplumun ilme bakışı hakkında bize neler söyler? On beşinci yüzyıl müderrisleri, ilim adamları hakkında biyografik bilgiler veren Taşköprizâde’nin Şakâ’ikü’l-nu‘mâniyye’si ve Hoca Sadeddîn’in Tâcü’t-tevârîh’i gibi eserler, Sultan karşısında bile önünü iliklemeyen, “devlet kariyeri”nin karşısına “ilmin şerefini” koyan âlimlerin hayatlarını anlatırken “ilmî dehâ”yı Fatih’in fethine bağlamıyorlar, dönemin ilim anlayışının çeşitliliğine ve ilim adamlarının bilgisi ve tahkik gücüne dayanarak açıklıyorlar.

Millî Eğitim Bakanlığı'nın Fatih ve İstanbul'un Fethi adlı kitapçığı (1953), Tohum: Fetih Özel Sayısı (1961), Türk Dili Fetih Özel Sayısı (1953)Fetih ve ilim hakkında yirminci yüzyılda kaleme alınan neredeyse tüm yayınlar, eksiksiz olarak Fatih’in ilmi fethinden de bahseder. Bu görüşe karşı çıkan, hatta İslam’ın Batı karşısındaki “bilimsel gerikalmışlığı”nı Fatih’e bağlayan sadece Peyami Safa var. Hatta daha önce Türk İnkılâbına Bakışlar adlı kitabında[4] bu hususa değinen Safa, bu fikri yukarıda bahsi geçen Türk Dili dergisinin açılış yazısından sonra yer alan makalesinde tekrar ederek, Arık’ın fethin doğurduğu ilmi yücelttiği yazısına ironik bir tezat da oluşturuyor.[5]

Gazâlî’nin Tehâfütü’l-felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) adlı kitabı İslam düşüncesinin anahtar kitaplarından biri olarak bilinir. Gazâlî bu kitabında İbn-i Sînâ’nın kelamla sentezlediği Neoplatonist-Aristotelesci felsefesinin dine uygun olmayan Yunan düşüncesinden gelen savlarının zayıflığını ve yanlışlığını gösterir, onları çürütür. Popüler bir okumaya göre felsefenin etkisini İslâm düşüncesinde kısar, Yunan felsefesinin etkisini böylece İslam düşüncesinden tamamen siler. Fatih’in dönemin önemli âlimleri Hocazâde ve Tûsî arasında tertiplediği Tehâfüt münazarası, Safa dışındaki yirminci yüzyıl yorumcuları tarafından fetih neticesindeki ilmî üretimin en yüce örneği olarak gösteriliyor, ama buradaki ilmî münakaşayı ne kadar fethe indirgeyebiliriz ki?

Hazreti Fatih ve kılıcı, Resimli Tarih Mecmuası, 1953Tehâfütü’l-felâsife’yi ilmin fethiyle eşitleyen zihniyete karşı Peyami Safa’nın tarihsel okuması ise şunu savunur: Gazâlî’nin İslam akâidine uygun görüşlerini olumlayan Hocazâde ve Tûsî, Yunan düşüncesinden etkilenmiş İbn-i Sînâ’nın doktrinlerini reddederek İslam’ın gerikalmışlığına katkıda bulunur, olası bir İslam Rönesansı’nı engeller, çünkü böylece Fatih’in liderliğindeki Müslümanlar İbn Rüşd’ün akılcı felsefesi ve hür ilmi yerine kör taassubu seçmiştir. Peyami Safa’nın okuması hayli ilginç, çünkü yirminci yüzyıl cumhuriyet literatüründe fethi ilmi gelişmişlikle eşitlemeyen neredeyse hiçbir yorumcu yok. Safa ise tam tersini iddia ediyor, Fatih (ve Gazâlî) yüzünden İslam âleminin Rönesans’ı kaçırdığını söylüyor.

İlginç olduğu kadar bu okuma da bazı tarihsel eksiklikler barındırmakta. Her iki düşüncedeki sorun şu: Safa’nın geri kalmışlık argümanı da fethin açtığı ilim argümanında olduğu gibi âlimlerin ilmî katkısını yadsıyor: Hocazâde her ne kadar filozofların kozmolojisini reddetse de pozisyonunu kendi döneminin yenilikleri ve tartışmaları ışığında okumak lazım. Hocazâde felsefeyi tamamıyla reddetmiyor, tam tersi Gazâlî’nin savlarının zayıflığına dem vurarak felsefenin bazı argümanlarının geçerliliğini koruduğundan, kendi sistemleri içerisinde tutarlı olduğundan bahsediyor. Felsefe deyince on sekizinci yüzyılın aydınlanmacılığını anlamak saçma bir fikrisabit; oysa o dönem, felsefî düşünce ikmet adı altında devam etmekte, İslam düşünce tarihine katkılarda bulunmakta.

Fethin ilimle ilişkilendirilmesi Peyami Safa’nın bu ayrıksı okuması dışında pek iyi örülmemiş bir kurgu. Fetih, Osmanlı’nın imparatorlaşması için kuşkusuz önemli bir merhale ama dönemin ilmî başarısı, kurumsal düzenlemelerde yatıyor. Öyle ki ilmin fethi, dönemin âlimlerinin tetkik ve tahkik yeteneklerinin bir ürünü; sultanın dehâsının salt bir sonucu değil.

Fatih ve 1953

Demokrat Parti iktidarıyla beraber Fetih kutlamaları Türkiye’deki tek parti idaresinden sonra gücü eline alan muhalif ideolojinin bir gövde gösterisine dönüşüyor: Bu gövde gösterisi tek taraflı değil, Yunanistan’da da aynı tarihte senelerce bir matem günü, dinî ve siyasî liderlerin katıldığı ulusal yas törenleri düzenleniyor.[6] 1953’te mukaddesatçı-milliyetçi dergiler tarafından ardı ardına yapılan fetih özel sayıları, aslında sadece marjinal dergiler tarafından değil, yazılı kültürün büyük bir kesimi tarafından, hatta devlet eliyle desteklenen, propagandası yapılan bir malzeme.

500üncü Fetih Yılı Şenlikleri Albümü, 1953Fethin 500. yıldönümü şerefiyle Mayıs 1953’te yapılan yayınlarda en çok öne çıkan söylem, İstanbul’un muhasarasının hamasî anlatımları, Türklüğü, savaş ve askerî idareyi merkeze alan okumalar[7] ve bu hamasî söylem fetih şiirleri antolojilerinde de mevcut.[8] Millî Eğitim Bakanlığı’nın okullar için hazırlattığı Fatih ve İstanbul’un Fethi (1953) adlı kitapçık en azından muhasaranın detaylarına odaklanmış durumda, fethin sözde mimarî ve ilmî yanlarından söz etmemekte. Aynı şekilde, Resimli Tarih Mecmuası, ilim ve sanat hakkında kısa makalelere yer verse da, askerî strateji ve savaş başarısını fethin temel söylemi olarak konumluyor. Resimli Tarih’in hemen ilk sayfasında Fatih’in kılıcının altında Hazreti Muhammed’in adı ve o kutlu hadisi yer alıyor. Bu yazıda “Hazreti Fatih” öne çıkmış, Fatih burada son peygamberin bir müridi,[9] ama Resimli Tarih’teki diğer yazılarda Fatih dinler üstü bir Türk hükümdarı ya da imparatoru olarak zikrediliyor, onun Türklüğü vurgulanıyor.

Mayıs 1953’te erken Cumhuriyet Türkiye’sine muhalif olan söylemin hâkim ideolojisi, bugün düşündüğümüzden daha az İslamcı bir söylemi benimsemiş gibi duruyor. Türk-İslam sentezi, daha o dönem İslam-Türk sentezine dönüşmemiş. Belki siyasî baskılardan olabilir ama dua, şehadet ya da tekbir sözcükleri dönemin yazılarında çok az geçen motifler. İslam tüm fetih söylemini kaplamış değil, Türklük daha ağır basıyor, çünkü burada Müslümanlığı temsil eden ulus, Türkler. Hatta bu motifler sadece şiirlerde (Yahya Kemal’in İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel[10] ve Eşrefoğlu Gökhan’ın Fetih’i[11]) geçiyor bile diyebiliriz.

Fatih, Hareket dergisinin Mayıs 1953 özel sayısında bir halife ya da İslam İmparatoru değil, “her Türk çocuğunun ebedî mürşidi olarak kalbimizde yaşayacak” bir Türk hükümdarı.[12] Büyük Doğu, Necip Fazıl’ın Ahmet Emin Yalman suikastı sonrası tevkife uğraması nedeniyle Mayıs 1953’te çıkmamış;[13] hatta Necip Fazıl’ın çok kötü kaçırdığı bir altın vuruş şansı bu. Bu anlamda, tek açık İslamcı söylem 1961’de yayımlanan Tohum dergisindeki “Süleymaniye Minberinden” adlı köşesinde yazan, bugün de adını ara sıra ihtilaflı meseleler etrafında duyduğumuz Ali Rıza Demircan’a ait. Demircan, fethin merkezine Kur’an’ı koyuyor, İslam’ın tüm fatihlerine mü’minler olarak sesleniyor.[14]

Fethin imarı

500'üncü Fetih Yılı Şenlikleri Kolajı- Fatih'in sandukası, protokol  ve mahyaTarih yaşanılanın değil, hatırlanmak istenenin nasıl hatırlandığıyla ilintili, çünkü imar aynı zamanda bir zihin inşaatı, hafızanın nasıl güncellendiğiyle de ilişkili. Türk milliyetçisi-mukaddesatçı düşünceden İslamcılık’a kadar fetih fetişizmi geniş bir siyasî yelpaze tarafından destek görmüş. Bugün baktığımızdaysa, fethin dinî motifleri daha belirgin, (geçen seneye kadar) Türk kimliği daha arka plana çekilmiş durumda, sentez Türk-İslam değil, İslam-Türk sentezi. Zaten bu sentezin nüveleri de bu şenliklerde, yani fetih nostaljisinin fetişleştirilmesinde yatıyor. Dönemin İstanbul valisi ve belediye başkanı Fahrettin Gökay’ın düzenlediği kutlamalarda, yeniçeriler ve mehter takımı ilk kez sahneye çıkmış durumda, ama yeniçerilere Mehmetçik de katılmış, kız izciler, yerel kıyafetler giymiş diğer kız öğrencilerle beraber. Burada sadece İslami karaktere değil, Türklük ya da Türkiye karakterine de çok vurgu var.[15]

Fatih Sultan Mehmed’in çeşitli vakfiyelerinde, İstanbul’un alınışı “küçük cihâd” (cihâd-ı agar) olarak nitelendirilirken, İstanbul’un isti’mârı ve akabinde kurulan din ve eğitim kurumlarıysa “büyük cihâd” (cihâd-ı ekber) olarak anılıyor.[16] İstanbul’un imarı üzerine kurulu bu “büyük cihâd” algısı, Menderes hükümeti zamanında da canlandırılmış ve böylece 25 sene kadar Ankara’nın gölgesinde kalmış eski payitaht İstanbul, Menderes döneminde artık büyük bir dönüşüm geçirmekte. Sadece surların etrafından ya da Boğaziçi sahilinden geçirilen yollar değil, İstanbul’un tarihî yarımadasında açılan iki büyük cadde Vatan ve Millet Caddeleri bu büyük cihadın da bir parçası. Demokrat Parti’nin imar propagandası olarak basılan İstanbul’un Kitabı (1957) adlı kitapçık, Vatan Caddesi’ni Fatih’in türbesine açılan bir yol olarak görüyor.[17] İstanbul’un ihyası, bir anlamda onun fethi. Öyle ki Atatürk Kültür Merkezi yıkılırken aynı anda yükselen Taksim Camii’nde bile fethin imarını görmek mümkün. İstanbul her muktedirin kendi meşrebince şekillendirdiği bir “yol geçen hanı” ya da “eğlence parkı” durumunda.

Ne yazık ki İstanbul hep yeniden fethedilecek. Kanal İstanbul’un tamamlanmasıyla bir adaya dönüşecek. Her fethedense İstanbul’un fethinde bir imar cihadı ve bir ilmî üstünlük arayacak. Aslında fethedilen sadece devamlı kendini yenileyen hafızamızdan ibaret. İstanbul, Türklerin vatanı oldukça bu yeniden doğuş miti çok farklı şekiller alacak, acayip ideolojilere bürünecek. Dönemin siyasî karakteri nasılsa, o karakterde heyula gibi karşımıza dikilecek. Belki bundan uzun yıllar sonra, bugünkü bilişim devrimi bile, zihinlerimizdeki bu sahte fethin berraklığını kaybetmiş nostaljisiyle açıklanacak.

 

 


[1] Abdülmuhsin es-Sebili, “Fetih ve Gernçlik Gününde Sivas’ta toplanan mahşerî kalabalığa hitap eden MSP Umûmî Reisi Erbakan: ‘İstanbul'un Fethi Hakkın Batıla Galebesinin Eskimez Bir Sembolüdür!..’”, Sebil 230 (5 Haziran 1980): s. 9.
[2] “İlim, ahlâk, fazilet, iman, adalet ve şecaat gibi vasıfları şahsında bir araya getiren Sultan Fatih, Allahın sevgilisinin adını taşıyan bu büyük Türk...” (Faruk Demirtaş, “İstanbul'un Fethi ve Manevî Kaynakları”, Büyük Doğu 29 (18 Eylül 1959): s. 11). Süheyl Ünver’in Osmanlı’daki ilmî müesseler hakkındaki çalışmalarından Fâtih dönemine ait bilgileri derlediği kısa yazısı için: “İstanbul'un fethinin manası”, İslâm Medeniyeti 10 (Mayıs 1968): s. 14. Ünver burada Fatih’in eğitim ve imar politikalarına değiniyor, dönemin âlimlerini ve ilmini bu dönemde kurulan müesselerle ilişkilendiriyor (Bu makalelerin temini adına İlmi Etüdler Derneği’nin (İLEM) İslâmcı Dergiler Projesi’ne teşekkür ederim). 
[3] Remzi Oğuz Arık, “Fetihten Önce, Fetihten Sonra”, Türk Dili II.20 (1 Mayıs 1953): ss. 473-82.
[4] Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar, (İstanbul: İnkılap, 1958), 143-5.
[5] Peyami Safa, “Rönesans Ortaçağ İslam Felsefesi ve Fatih”, Türk Dili II.20 (1 Mayıs 1953): ss. 483-85.
[6] Orhan Koloğlu, “50 Yıl Boyunca Fatih ve Fetih”, Tarih ve Toplum 39.233 (2003): 10-19.
[7] Mayıs 1953’te yayımlanan bazı Fetih özel dergi ve kitapçıkları: Köy Postası (sayı 106) ve Yeni İnci dergileri, Salahaddin Güngör’ün Fatih’in Büyük Zaferleri (İstanbul: Şaka Matbaası, 1953) ve Cahid Okurer’in Büyük Fetih (İstanbul: İstanbul Fetih Derneği, 1953) adlı kitapları.
[8] İsmail Aykanat ve Turgut Karabacak, Fetih ve Fatih Şiirleri Antolojisi, (İstanbul: Kültür Basın Yayın, 1995).
[9] Harb Okulunda Öğretmen Ragıp Akyavaş, “Hazreti Muhammed – Hazreti Fatih”, Resimli Tarih 4.41 (Mayıs 1953): ss. 2217-9.
[10] Tohum: Fetih Özel Sayısı 61 (Mayıs 1961): s. 30. Yahya Kemal’in Müslümanlık vurgusuna (“Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına”) karşın aynı dergide yer alan Arif Nihad Asya’nın “Fetih Marşı” şiirinde İslâm’dan eser yok (s. 31).
[11] Eşrefoğlu Gökhan’ın üçlüklerinin son dizeleri: “râyet - râyet büyüyen”, “İbadet - ibadet büyüyen”, “Cennet – cennet büyüyen”, “Âyet – âyet büyüyen”, “Şahadet - şahadet büyüyen” (Hareket 7 (Haziran 1953): s. 2). Eşrefoğlu’nun aynı sayıdaki “Fatih” adlı diğer fetih şiirinde İslâmi referanslar yok denecek kadar az.
[12] “Büyük Atamız Fatih”, Hareket 7, s. 3.
[13] Altan Öymen, “Suikast, Vatan gazetesinin kendi başyazarına karşı kendi “tertib”i mi?”, Radikal, son görüntülenen tarih 4 Kasım 2008. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/altan-oymen/suikast-vatan-gazetesinin-kendi-basyazarina-karsi-kendi-tertibi-mi-907015/.
[14] Ali Rıza Demircan, “Büyük Fetih”, Tohum: Fetih Özel Sayısı 61, s. 35-7.
[15] 1953’teki Fetih kutlamalarının fotoğrafları için: 500üncü Fetih Yılı Şenlikleri Albümü (İstanbul: Hadise Yayınevi, 1953).
[16] Fatih Mehmet II Vakfiyeleri, s. 32, vr. 37 ve “Fâtih Sultan Mehmed’in Ayasofya Vakfiyesi”, s. 259, vr. 11.
[17] İstanbul’un Kitabı, (İstanbul: Turizm Müdürlüğü, 1957), ss. 23-6. Bu kaynağı bana öneren Prof. Sibel Bozdoğan’a çok teşekkür ederim.