Johann Sebastian Bach’tan bahseden kitaplar

“Neden Bach bu denli önemli? İskender Savaşır’ın ifadesiyle, ‘Çünkü Bach’ın neredeyse her eseri, tek ve kişisel bir üslubun tezahürü değil, belirli bir alanda, uzun bir gelenek boyunca denenmiş bütün üslupların, araştırmaların, teknik olanakların kendine özgü ve emsalsiz bir sentezi.’”

30 Haziran 2022 12:30

“Bach üzerine kulaktan değil de yaratılarını inceleme yoluyla bilgi edinen bir kimse artık yaşamı boyunca Bach âşıklığından kendini kurtaramaz.”
Hüseyin Sadettin Arel

2009 yılının başlarıydı; 1995’te Açık Radyo kurulduğundan beri yapmakta olduğum haftalık müzik programlarından Klasik Batı Müziği dizisinde sıra baba Bach’a geldi. 2005 Mayısı’nda Gregoryen ezgilerle başlamıştım o diziye; üç buçuk senede 1300’lü yıllardan 1600 sonlarına gelmişim, kronolojik olarak bestecileri dinleye dinlete. Johann Sebastian Bach 1685’te doğup, 1750’de ölüyor: 65 senelik bir hayat. Ben o 65 seneyi 11 yılda alabildim, pazar sabahları 11.00-12.00 arası yayınlanan bir radyo programı eşliğinde ve hakkında yazılanları bulabildiğim ölçüde okuyarak. Bach, müziği ve zamanları hakkında hiç merakınız var mı? Cevap evet ise, işte o merakı giderebilecek birkaç öneri: Öncelikle Barok müzik hakkında iki leziz Türkçe kaynakla başlayalım. İkisi de son iki yıl içinde yayınlanan eserler; ilginç bir tesadüfle ikisi de yaklaşık yirmişer yıllık çalışmaların sonucu.

Aykut Köksal 2020’de Barok Dönüşüm: Müziğin Modernleşme Serüveni  başlıklı çalışmasını yayınladı Topos Yayınları’ndan; önsözde belirttiği üzere kitap, 1996’da Açık Radyo’daki 26 haftalık bir program dizisini takiben, 1997’de Ruhi Su Kültür Merkezi’nde verdiği 12 haftalık derslerin notlarından oluşuyor. Yalnızca bir müzik tarihi değil bu çalışma; enfes resimlerle de bütünlenen, meraklısı için elden bırakılamayacak bir başvuru kitabı. Başlangıcından Barok öncesine değin Batı müziğine genel bir bakış sunulan, bu tür müziğin modernleşme sürecinin ayrı ayrı İtalya, Fransa, İngiltere ve Almanya’da izlendiği, en sonunda da Georg Friedrich Haendel (ya da İngiliz vatandaşlığına kabulünden sonra kendi yazışıyla George Frideric Handel) ve Johann Sebastian Bach’la tamamlanan kısa ama yoğun bir kaynak... Bach bu çalışmada 178-203. sayfalar arasında yer buluyor; ancak gerek yaşamının evreleriyle gerek temel eserleriyle Bach’ı da mükemmelen özetliyor Aykut Köksal, bu noktaya kadarki Batı müziğinin diğer kısımları gibi. Sonsözde Mehmet Nemutlu’nun belirttiği gibi bir kılavuz metin bu çalışma, konuya yeni girişenden, çok daha ilgilisine kadar geniş yelpazede bir okuyucuyu ilgilendirecek olan.

Aydın Büke ve İpek Mine Sonakın’ın Müziği Yaratanlar: Barok Dönem başlıklı ortak çalışması ise 2021’de Epsilon yayınlarından çıktı. Bu çalışma da bir yandan Barok müziğin tarihini dönemin siyasal ve sosyal yapılarıyla ilintilendirerek sunuyor okuyucuya, öte yandan da dönemin öne çıkan yapıtlarını inceliyor. Tarihsel anlatıyı Aydın Büke, eser incelemelerini İpek Mine Sonakın üstlenmiş. Bu çalışmada da İtalya, Fransa, İngiltere’de yaşanan müzik süreçleri XVII. ve XVIII. yüzyılların ilk ve son yarılarına ayrı ayrı odaklanılarak irdelendikten sonra, bu zamanlarda Almanca konuşulan ülkelerdeki ilgili gelişmeler ele alınıyor. Johann Sebastian Bach’a 480 sayfalık bu kitapta 102 sayfa ayrılmış; gerek Bach ve müziğine daha derinden bir dalış yapmak gerek seçilmiş kimi yapıtlarının tekniğine vâkıf olmak için çok yararlı bir çalışma Müziği Yaratanlar: Barok Dönem. Çalışmanın bir özelliği de her bölüm için hazırlanmış, kitap içine yerleştirilmiş QR kodlarıyla hemen ulaşılabilen çalma listeleri: İncelenen yapıtların tümünü dinlemesine olanak sağlıyor okuyucunun. Bu özellik, özenle seçilmiş görseller ve nota tahlilleriyle de tamamlanınca hem gözü hem kulağı ve tabii ki zihni tatmin edici bir eser çıkmış ortaya.

Neden Bach bu denli önemli? İskender Savaşır’ın ifadesiyle, “Çünkü Bach’ın neredeyse her eseri, tek ve kişisel bir üslubun tezahürü değil, belirli bir alanda, uzun bir gelenek boyunca denenmiş bütün üslupların, araştırmaların, teknik olanakların kendine özgü ve emsalsiz bir sentezi”. Nitekim daha 1802’de, bu niteliklerin de altı çizilerek Johann Sebastian Bach’ın ilk Almanca biyografisi yayınlanıyor (İngilizce olarak da ilk kez 1820’de): Johann Nikolaus Forkel’in Johann Sebastian Bach: His Life, Art and Work adlı çalışması. Forkel, Bach’ın ölümünden yaklaşık bir buçuk yıl önce doğmuş, profesyonel kariyerini müzik çalışmaları üzerine inşa etmiş, bugün büyük ölçüde yalnızca Bach monografisiyle tanınan bir kişi. Johann Sebastian Bach: His Life, Art and Work, Bach’a müzik dehaları arasında yer veren ilk eser. Bu büyük yeteneği Forkel, Almanca konuşulan topraklardaki nüfusun daha henüz yeni yeni filizlenmekte olan milli hislerini körüklemeye araç kılıyor; Luther’den sonra Bach Almanya’dan yükselip sınırları aşan ilk ses olarak niteleniyor. Nitekim Wagner’e göre de “Bach ile Alman Ruhu yeniden doğuyor”. Forkel çalışmasının önsözünde ve bitiş paragrafında Bach’ı henüz oluşmamış Alman ulusunun müjdecisi olarak sunmakta. Zamanına göre epey erken ve dolayısıyla ilginç tespitler bunlar, hele ki Alman siyasi bütünleşmesinin 1870’leri bulduğu göz önüne alınacak olursa. Eserin yayınlanmasıyla, Bach’ın ölümüyle başlayan ‘unutulmaya yüz tutma’ olgusu zamanla siliniyor; arka arkaya eserleri basılıyor. Berlin Sing-Akademie’nin şefi Carl Friedrich Zelter, Bach’ı “Tanrı’nın bir işareti, berrak ama açıklanamaz” diye niteliyor. Zelter’in öğrencisi Mendelssohn’un, Aziz Matta Pasyonu’nu 1829 Martı’nda, yani Leipzig’de ilk icra edilmesinden tam 100 yıl sonra Berlin’de yöneterek seslendirtmesi, Bach’ı tekrar sahnelere taşıyor.

Bach hakkında kapsamlı çalışmaların öncüsü, Albert Schweitzer’in kaleminden çıkan iki ciltlik bir biyografi. İlk olarak 1905’te, Fransızca yayınlanıyor bu eser; 1908’de Almanca genişletilmiş basısı çıkıyor. Bu yapıt 1911’de Almancadan İngilizceye çevriliyor, bu arada Schweitzer metinde bazı değişiklikler ve eklemeler de yapıyor; yani İngilizce metin çalışmanın en son hali aslında. Kim bu Albert Schweitzer derseniz, şahsen benim ‘idol’ olarak nitelendirdiğim kişilerden biri; Alsas’lı bir ‘hezarfen’, yani çok ama çok yönlü biri: teolog, org virtüözü, müzikolog, yazar, felsefeci, tıp doktoru… 1875’de Fransa sınırlarındaki Kayserberg-Vignoble’da doğuyor, 1965’te Afrika’da çalışırken Gabon’da ölüyor. 1952 Nobel Barış Ödülü Schweitzer’e veriliyor insanlık için yaptığı fedakârca çalışmalardan ötürü. Luther’ci inanca sahip bir din adamı Schweitzer öncelikle, Hıristiyanlık teolojisine müthiş eleştirel katkılar yapmış olan. Din ve müzik hakkında ilk bilgilerini, yine bir din görevlisi olan babasından öğreniyor. Yetiştiği küçücük bir köy olan Gunsbach, aslında Protestan ve Katolik cemaatlerin yan yana, ancak ayrı ayrı var olduğu bir mekân; köyün küçük kilisesi bu iki inanç grubu tarafından paylaşılıyor. Bu müthiş hoşgörü ortamı belli ki Schweitzer’in ahlakı, insanlığı ve düşünsel enginliğinin oluşmasında çok etkin olmuş. Çok küçük yaşta org çalmaya başlıyor; ilk formel yükseköğrenimi Strasbourg Üniversitesi’nde Protestan teolojisi üzerine. Bu arada piyano ve kontrpuan eğitimini de uzmanlarından alıyor. Doktorasını Sorbonne Üniversitesi’nde Kant’ın Dinsel Felsefesi üzerine tamamlıyor. 1905’te yine Strasbourg Üniversitesi’nde, ama bu kez 1913’e dek sürecek olan tıp eğitimine başlıyor. Bu arada, müzik ilgisi Bach üzerine bir biyografi yazacak kadar ilerlemişken, Bayreuth Festivali’ne de bizzat katılmasına neden olan Richard Wagner hayranlığı da o zamanlar Strasbourg’da ikamet eden Cosima Wagner ile dostluğunu derinleştirmesine vesile oluyor. Schweitzer, 1912’de Yahudi tarihçi Harry Bresslau’nun kızı Helene ile evlenip, şimdi Gabon topraklarında yer alan o zamanki Fransız kolonisi Ogooue Nehri kıyılarındaki Lambaréne’da bir hastane inşa edip çalıştırmak üzere Batı Afrika’ya gidiyor. Eşi Helene de anestezi uzmanı; beraberce Afrika’daki ilk dokuz aylarında 2.000 küsur hastayı tedavi ediyorlar. 1918’de ciddi sağlık sorunlarıyla Strasbourg’a dönüyor Schweitzer çifti. İyileşme sürecinde Albert Schweitzer medeniyet ve etik üzerine yoğunlaştırdığı çalışmalarını 1920’de iki ciltlik bir kitaba dönüştürdüğü gibi, 1922’de bu konuda Oxford Üniversitesi’nde Dale Anma konferanslarını veriyor, bir yandan da Gabon’daki hastane hizmetleri için maddi kaynak sağlamak üzere kendisinin de icracı olduğu konserler düzenliyor. Schweitzer, 1924-1927, 1929-1932, 1935-1937, 1939-1948 yılları arasında sürekli Gabon’da sağlık hizmeti sunmakta. 1952’de aldığı Nobel Barış Ödülü çerçevesinde kazandığı 33.000 doları da Lambaréne’da bir cüzzam merkezi kurmaya vakfediyor. 1952’den ölümüne kadarki mücadelesi Albert Einstein, Otto Hahn ve Bertrand Russell ile nükleer testler ve nükleer silahlar aleyhine çalışmalar sürdürmek şeklinde sürüyor.

Albert Schweitzer

Albert Schweitzer, J. S. Bach adlı eserinin ilk cildinde Bach’ın sanatının köklerinden başlayıp, ondan önce bestelenmiş koraller, kantatlar ve pasyonları gözden geçirdikten sonra yaşamındaki ayak izlerini izlemeye başlıyor. Doğduğu Eisenach’dan Leipzig’e ulaşan döneme kısa bir bakış atıp, Leipzig’deki gelişmeleri ve Bach’ı fiziki özellikleriyle, tabiatıyla, mesleki gezileriyle, dostlarıyla, sevmeyenleriyle, kısacası geniş bir yelpazede irdeleyen bir incelemeye koyuluyor. Sanatçı olarak da, hoca olarak da tahlil ediyor Schweitzer, Johann Sebastian Bach’ı. Ölümünü, ölümüyle başlayan ‘unutulmaya yüz tutma’ ve ‘yeniden dirilme’ olgularını da okuyucuya sunuyor. Birinci cildin geri kalanı ve ikinci cilt Bach’ın eserlerini nerdeyse teker teker didiklemesine hasredilmiş; hevesli bir Bach dinleyicisi için –müzik tekniğinde uzman olmasa bile– vazgeçilmez bir kaynak Albert Schweitzer’in Bach biyografisi.

Türkçede de Bach üzerine yazılmış incelemeler mevcut. Gültekin Oransay tarafından kaleme alınmış ve İzmir’de Küğ Yayınları tarafından basılmış 1986 tarihli Bach Kılavuzu benim elimdekilerin en eski tarihlisi. Oransay’ın çalışmasının ilk bölümü, Hüseyin Sadettin Arel’in Bach’ın yaşamöyküsü üzerine 1948 nisan-ekim aylarında Musiki mecmuasının 2-8. sayılarında yayınlanmış altı bölümlük bir yazı dizisine ayrılmış. Kitabın geri kalanında Bach’ın başlıca eserleri incelenmekte. Oransay’ın çalışmasının en önemli katkısı Arel’in incelemesini okuyucuya topluca ulaştırmış olması.

Hülya Tarcan’ın Pan Yayınları tarafından basılmış 1987 tarihli Johann Sebastian Bach Üzerine bir Çalışma’sı yaklaşık 100 sayfalık bir kısa inceleme. Tarcan, Bach’ın yaşamı ve eserlerini özetleyip bunlar hakkındaki kimi yorumları aktarmanın yanı sıra, Bach’ın oğullarına ve çalışmada adı geçen müzisyenlere ilişkin kısa bilgiler de sunuyor. Çalışmanın son bölümünde de bazı müzik formları hakkında genel bilgilere yer verilmiş. Tarcan’ın önsözde de belirttiği üzere, büyük ölçüde konservatuar öğrencileri için yazılmış yardımcı bir kaynak Johann Sebastian Bach Üzerine bir Çalışma.

Erdoğan Okyay’ın Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayınları tarafından 2000 yılında basılmış Johann Sebastian Bach: “O bir dere değil, o bir deniz” başlıklı çalışmasının başlığı, Bach’a böylece hayranlığını ifade eden Beethoven’dan alıntı. Okyay bestecinin yaşam öyküsünü aktarırken, yer yer ayrı bir renk sayfalara basılı olarak Johann Mattheson (1717 ve 1728; s. 43), Philipp Spitta (s. 44), Jehudi Menuhin (s. 63-64), Johannes Brahms (s. 65), Clara Schumann (s. 66), Claude Debussy (s. 67-68), Albert Schweitzer (s. 87-88), Friedrich Rohlitz (1798; s. 121), Berlin Haberleri Gazetesi (1747; s. 122), Robert Schumann (s. 137-138), Johann Nicolaus Forkel (1802; s. 139-140), Arnold Schönberg (s. 140-143), Anton Webern (s. 144) ve Hermann Hesse (s. 151-152) tarafından Bach hakkında kaleme alınmış metinlerden alıntılara yer veriyor. İlginç görsel malzemelerle ve kaliteli baskısıyla öne çıkan bu çalışmaya daha da özellik katıyor bu metinler; ama keşke Nâzım Hikmet’in 1958 tarihli Bach üzerine o enfes şiiri de bu çalışmada yer bulsaydı…

Aydın Büke’nin Bach: Yaşamı ve Eserleri  başlıklı, Kabalcı Yayınları tarafından ilk baskısı 2001 yılında yapılan ve daha sonra Can yayınları tarafından basılan çalışması ise Türkçede besteci hakkındaki en kapsamlı eser. 500 sayfaya yakın bu kitabın ilk bölümünde olabildiğince ayrıntılı bir şekilde Bach’ın yaşamı aktarılıyor. Çalışmanın, bestecinin eserlerinin incelendiği geri kalan kısmı bir başvuru kitabı niteliğinde. Kısmi ve özel bir müzik eğitimi almış ve fakat klasik müziğe, özellikle de Barok türüne gönül vermiş biri olarak ben Aydın Büke’nin eser tahlillerinden şahsen çok yararlandım. Bach’ın her eserini dinleyişimde Bach: Yaşamı ve Eserleri elimin altındaydı. Bach hakkında Türkçe tek bir çalışma okuyabilirim diyorsanız, tavsiyem bu kaynağı edinmeniz.

Ama İngilizce bir biyografiye de varım demeniz halinde John Eliot Gardiner’ın Bach: Music in the Castle of Heaven adlı ve 2013 tarihinde Vintage Books tarafından yayınlanan çalışması müthiş! Gardiner günümüzün en önde gelen orkestra şeflerinden – yalnız Barok müzikte değil, çok geniş bir yelpazeye yayılan icralarıyla… Monteverdi Korosu ve Orkestrası (the Monteverdi Choir and Orchestra); Lyon Operası Orkestrası (l’Opéra de Lyon); İngiliz Barok Solistleri (the English Baroque Soloists); Devrimci ve Romantik Orkestra (Orchestre Révolutionnaire et Romantique) hep onun kurduğu müzik grupları. Yukarıda Albert Schweitzer’den bahsettim, yine bir diğer çok yönlü insan John Eliot Gardiner: Formel eğitiminin bir parçası Cambridge (King’s College) Üniversitesi’nde tarih, ama müzik eğitimi de çok boyutlu olarak paralel ilerliyor; Paris’te ünlü müzik eğitmeni, piyanist, orgcu ve orkestra şefi Nadia Boulanger ile bile çalışıyor. Albert Schweitzer’den bir idolüm diye bahsetmiştim ya, ikincisi John Eliot Gardiner (toplam üçün sonuncusu da Talal Asad). Bach: Music in the Castle of Heaven, 629 sayfalık çok yoğun bir kaynak; Gardiner yalnız müzik değil, sosyal bilimlerdeki müthiş birikimini de ortaya koymuş bu çalışmasında. Gardiner’ın Bach ile ülfeti ilginç bir şekilde başlıyor: Bach’ın ender portre tablolarından birinin aslına aile evinde bakarak! Önce Dresden Sarayı ve sonradan da Leipzig Belediye Meclisi resmî ressamı görevlerini üstlenmiş olan Elias Gottlob Haussmann, 1746 ve 1748’de Bach’ın iki portresini resmetmiş; bunlardan çok daha iyi korunmuş olarak günümüze ulaşan ikincisi, II. Dünya Savaşı sırasında güvenle saklanması amacıyla Gardiner’ın ebeveyninin Dorset’teki evine bırakılıyor. Bırakan, Almanya’yı terk etmek zorunda kalmış Walter Jenke isimli Yahudi bir müzik eğitmeni. Bu resim 1950 yılından beri Princeton’daki William H. Scheide Kütüphanesi’nde; ama Gardiner Bach’ın bakışları altında büyümüş oluyor… John Eliot Gardiner, çalışmasına Aydınlanmanın eşiğindeki Almanca konuşulan topraklardaki siyasi gelişmeleri, dinî ve siyasi görüşleri, kültürü, sanatı, hatta bilimleri inceleyerek başlıyor; ardından Bach genlerinin izine düşüyor. 1685 müzik tarihi bakımından ilginç bir yıl; Domenico Scarlatti, Johann Sebastian Bach ve Georg Frideric Handel o yılın rekolteleri. Aynı ‘ekipten’ addedilebilecek olan Fransız Jean-Philippe Rameau onlardan iki yıl önce, Johann Mattheson ve Georg Philipp Telemann da 1681 doğumlu. Bu altılı Haydn, Mozart ve sonrakilerin yolunu açanlar Gardiner’e göre; tek tek bu ‘1685 sınıfı’ olarak adlandırdıklarını ve yarattıkları etkileri inceliyor. Buradan inancın mekaniğine, yani Luther’ci olmanın Bach, kişiliği ve sanatındaki yansımalarına dalıyor; ‘uslanmaz’ diye nitelediği kantorun meslek hayatındaki çekişmelerini ve hayat mücadelesini anlatıyor. Gardiner’ın kitabının geri kalanı, Bach’ın eserlerinin yaratıldığı bağlamları da didikleyerek yaptığı analizler. Entelektüel derinliğiyle ve sunduğu bilginin yoğunluğuyla müthiş bir eser John Eliot Gardiner’ın Bach: Music in the Castle of Heaven adlı biyografisi.

Johann Sebastian Bach denince, bestecinin yaşayan en önemli uzmanlarından biri, aralarında Princeton, Columbia ve Harvard üniversitelerinin de yer aldığı bir dizi akademik kurumda öğretim üyeliği ve Leipzig’deki Bach Arşivi’nde 2001-2014 yılları arasında direktörlük yapmış olan Christoph Wolff. Wolff’un Bach üzerine iki önemli eseri var: 2000 yılında Norton’dan ciltli, 2001 yılında Oxford University Press’ten kâğıt kapaklı olarak çıkan biyografisi Johann Sebastian Bach: The Learned Musician ve 2020 tarihli, W. W. Norton & Co. tarafından yayınlanan Bach’s Musical Universe: The Composer and His Work. Biyografide Wolff, Bach’ın yaşamını doğumundan başlayarak ölümüne kadar izliyor. Kitabın sonunda ek olarak kronolojik bir dökümle Bach’ın yaşamı, ayak bastığı yerlerin bir haritası, Bach’ın yaşadığı zamanlardaki para ve yaşam masrafları hakkında bilgiler, Luther’ci kilise takvimi ve Bach’ın eserlerinin listesi yer alıyor. Gayet derli toplu, fakat Gardiner’in çalışmasının entelektüel büyüleyiciliğinden yoksun bir kaynak Johann Sebastian Bach: The Learned Musician. Wolff’un Bach üzerine ikinci kitabı Bach’s Musical Universe: The Composer and His Work çok daha renkli bir çalışma. Kitabın girişindeki, Haussmann’ın Bach tablosundan hareketle ve kartvizit metaforu kullanarak çizdiği portreyi, Bach’ın eserlerinde polifoninin önceliğiyle yaygınlığına bağlaması Bach’s Musical Universe: The Composer and His Work’un, Johann Sebastian Bach: The Learned Musician’a nazaran daha yaratıcılık vaat etmesini sağlıyor. Bunun ardından Bach’ın öldüğü 1750’deki çeşitli kaynaklarda yer alan eserlerinin dökümüyle müzikal bir evrenin anlatısını ortaya koyma çabasına girişiyor. Wolff’un bu çalışmasının omurgasını Johann Sebastian Bach evreninde yer alan eserlerin tahlilleri oluşturmakta. Benim zevkime göre yine de epey kuru, ama tabii ki gayet değerli bu çalışması da Christoph Wolff’un.

Açık Radyo’da 11 seneye varan Johann Sebastian Bach üzerine programlarımı hazırlarken en fazla Richard D. P. Jones’un, Oxford University Press tarafından sırasıyla 2007 ve 2013 yıllarında yayınlanmış iki ciltlik The Creative Development of Johann Sebastian Bach: Music to Delight the Spirit adlı çalışmasından yararlandım. Bu eserin ilk cildi bestecinin 1695-1717, ikinci cildi 1717-1750 yıllarını kapsıyor. Bach’ın bestelerini kronolojik bir sırayla inceleyerek Jones, bestecinin yaratıcılığının nasıl geliştiğinin izlerini sürüyor. İlk ciltte Bach’ın önce erken yaşlardaki besteleri, daha sonra da Weimer’daki olgunlaşma dönemindekiler irdeleniyor. İkinci cildi Bach’ın Cöthen (1717-23) ve Leipzig (1723-50) yıllarına hasretmiş Jones. Müziğe gönül verenler ve amatör icracılar kadar öğrencilere, araştırmacılara ve profesyonel müzisyenlere de yararlı bu kaynak. Bach hakkında çok çeşitli biyografiler mevcut, bestelerini inceleyenler de bol elbet; ancak Jones’un çalışması gayet kapsamlı ve derinlemesine işliyor Bach’ın müziğini, böylece belirli eserlerine odaklanmak isteyenler için de, bir besteci olarak gelişme sürecini de kavramaya çalışanlara da yararlı oluyor.

Oxford University Press’ten çıkan bir diğer Bach incelemesi de Eric Chafe’in 2014 tarihli ve J. S. Bach’s Johannine Teology: The St. John Passion and the Cantatas for Spring 1725  başlıklı eseri. Bu çalışma yalnız müzik çalışmaları yapanları değil, teoloji alanındakileri de ilgilendiriyor. Eric Thomas Chafe aslında özellikle Bach üzerine çalışmalarıyla tanınan bir müzikoloji profesörü, ancak bu eseri Bach’ı teolojik olarak da derin bir okumanın ürünü. Chafe araştırmasına, Bach’ın bence en muhteşem eserlerinden Aziz Johannes Pasyonu’nun iki versiyonuna ayrı ayrı odaklanarak başlıyor. Bu arada pasyonlar, müzikte, Hz. İsa’nın çektikleri ve özellikle çarmıha gerilişi konusunda Kutsal Kitap’taki anlatılar üzerine kurulmuş besteler. Bach’ın malum, iki pasyonu var: Hz. İsa’nın acılarını İncil’in Yuhanna ve Matta kitaplarında anlatıldığı gibi dile getiren eserler. Johannes Pasyon ilk kez 7 Nisan 1724 günü Leipzig’deki Nikolai Kilisesi’nde seslendirilmesinin ardından, 1725 paskalyasında bir kez daha seslendirildi. Bu kez mekân St. Thomas Kilisesi idi ve Bach yapıt üzerinde bazı değişiklikler yapmıştı. İşte Chafe bu eseri yalnızca müzikal açıdan değil, teolojik olarak da inceleyip Bach’ın yaratıcılığında dinin yerini, özellikle de Yuhanna’cı teolojinin İncil’in diğer kitaplarında yani Matta, Markos ve Luka’daki anlatı ağırlıklı yaklaşımdan farklarını ortaya koyarak sorguluyor. Chafe’in araştırması Bach’ın 1725 baharı için bestelemiş olduğu kantatlara da uzanıp, bir yandan Bach’ın bestelerinin gerisinde yatan karmaşık müzik kuramlarını, öte yandan bu besteleri yapmasında muhtemelen etkin olan zamanın Luteryen literatürünü ortaya koyuyor. Yalnızca müziğe değil, teolojik meselelere de ilgili olan; dinsel inanışın yaratıcılık sürecindeki katkılarının bir örneğinin müthiş bir akademik beceriyle didiklenmesini merak edenler için çok yoğun, derin, aydınlatıcı ve şaşırtıcı bir metin J.S. Bach’s Johannine Teology: The St. John Passion and the Cantatas for Spring 1725.

Bach hakkında Türkçeye çevrilmiş olan keyifli bir kaynak da Armand Farrachi’nin, aslı 2004 yılında Éditions Gallimard’dan Derniére Fugue  adıyla yayınlanmış çalışması. Fransızca aslından Heval Bucak’ın çevirdiği bu biyografi 2008 yılında Can Yayınları’ndan çıktı. 60 sayfalık bu kitapta Farrachi çok hoş bir dil yakalayarak hem bir insan hem bir sanatçı olarak çiziyor Bach portresini. Edebi tadı olan, ama kısa bir yapıtla bilgi vermeyi de başaran bir kaynak isterseniz, Farrachi’nin Bach: Son Füg’ü ideal; kitapta yer alan dönemin gravürleri ve resimler de cabası…

Bach’ın, döneminin hatta belki de tarihin en önemli aktörlerinden Büyük Friedrich ile 1747’deki görüşmesinin, dolayısıyla da en önemli eserlerinden 1079 eser sayılı Müzikal Sunusu’nun öyküsünün çok leziz bir anlatıya dönüşmesini merak ederseniz James R. Gaines’in 2005 tarihli Evening in the Palace of Reason: Bach meets Frederick the Great in the Age of Enlightenment’ı edinin lütfen. Müzikal Sunu (Musikalisches Opfer) Bach’ın, Büyük Friedrich tarafından kendisi için çalınan bir temadan yola çıkarak son derece zekice tasarladığı müzikal bilmeceler. Yapıtta yer alan fügleri Bach, başka hiçbir yapıtında yapmadığı biçimde ‘ricercar’ olarak adlandırmış; oysa evet, yine kontrpuan hâkim ricercar denen kompozisyonlarda, ama 1700’lü yıllarda yerini füge bırakmış durumda. Peki o zaman Bach neden bu nitelemeyi tercih etmiş? Cevap yapıtın başına Latince olarak yazmış olduğu “Regis Iussu Cantio Et Reliqua Canonica Arte Resoluta” (Kralın verdiği tema ve diğerlerinin kanonik olarak geliştirilmesi) cümlesinde saklı: bakın baş harflere – çıkan ‘ricercar’. Bach, ithaf yazısında da, Kral Büyük Friedrich’in do minör tonundaki temasını yapıtın “en soylu kısmı” olarak tanımlıyor. Gaines zorlu bir işe girişmiş ve fakat müthiş bir eser çıkarmış ortaya. Friedrich boşuna ‘büyük’ diye anılmıyor; yalnız Prusya ve Avrupa siyasi tarihindeki rolüyle değil, Aydınlanma düşüncesinin Almanca konuşulan topraklardaki etkisinin yayılmasındaki katkısıyla da çok önemli bir aktör. Ağırlıklı olarak bir Friedrich ve dönem tahlili Evening in the Palace of Reason: Bach meets Frederick the Great in the Age of Enlightment; ancak Bach’ı anlamak için de büyüleyici bir kaynak.

Johann Sebastian Bach, Büyük Frederick ve kraliyet ailesinin huzurunda, org başında. 7 Mayıs 1747. (Hermann Kaulbach, 1846 – 1909)

Stony Brook Üniversitesi’nde 1981’den 1997’ye kadar Bach Arya Festivali gerçekleştiriliyor; bu 17 yılda yalnızca müzik icra edilmiyor, seminerler, konferanslar, toplantılar da düzenleniyor. Bu etkinlikler neticesinde ortaya çıkan eser, Carol K. Baron’un derlemiş olduğu, 2006 yılında University of Rochester Press’ten çıkan Bach’s Changing World: Voices in the Community. Kitap Baron’un okuyucuyu Bach’ın dünyasını yeniden gözden geçirmeye davet eden, dünya tarihinin bu kritik dönemindeki dönüşümleri ve değişimleri ortaya koyan kapsamlı makalesiyle başlıyor. Bach’ın miras aldığı dinsel ortam; o dönem Leipzig’deki güncel yaşam ve değerler, Bach’ın Leipzig’de ortasında kalmış olduğu siyasi çekişmeler, bestecinin o günler Leipzig’indeki kültürel siyasalardaki konumlanması, Leipzig’deki kilise törenlerinde kantatın yeri, o dönemde kentteki kahvehane kültürü ve tabii Bach’ın Kahve Kantatı bu derlemede yer bulmuş ilginç çalışmalardan birkaçı. Ayrıca kitapta Johann Kuhnau’nun 1710 tarihli “Dinî Metinlerin Düzenlenmesi Üzerine bir İnceleme” ve Gottfried Ephraim Scheibel’ın 1721 tarihli “Günümüzde Kilise Müziği Hakkında Kimi Düşünceler” başlıklı metinlerine de yer verilmiş. Kuhnau günümüzde ağırlıklı olarak besteci olarak bilinen, Leipzig’deki Aziz Thomas Kilisesi’nin Bach’tan önceki kantoru; Bach, onun ölümüyle bu göreve atanıyor. Scheibel ise 1783-1843 yılları arasında yaşamış Alman teolog ve Kadim Luther’ciler grubunun lideri. Derlemedeki tüm bu katkılarla Bach’ın zamanlarındaki ortama siyasi, sosyal, kültürel, sanatsal, hatta ekonomik boyutlarıyla vâkıf olunabiliyor.

Bach okumalarım artık bitti diyebilir miyim? Tabii ki hayır! Benim henüz okumadığım, ama haklarında Armağan Ekici’nin K24’teki “Bach’ın İzinde İki Kitap” başlıklı 3 Mayıs 2018 tarihli yazısına rastladığımda heveslendiğim iki kaynak var şimdi sırada; bunlar hakkında lütfen sayfasına başvurun. Ah, bir de denkleştirebilsem de, Philipp Spitta'nın (1841-1894) hayatının eseri, üç ciltlik Bach incelemesini edinebilsem; o da bir gün olur elbet!

•