Şerhh şiir ve eleştiri dergisinin yedinci sayısının dosya konusu: John Berger. Dosyadan tadımlık bir bölüm yayınlıyoruz...
Editörün notu: Nitelikli ve bağımsız edebiyat dergiciliğini destekleyen K24, Şerhh Şiir ve Eleştiri Dergisi'nin yedinci sayısının dosya editörü tarafından hazırlanan giriş yazısını tadımlık olarak yayınlıyor. Dosya, Berger külliyatına dair yeni tartışmaların ve okuma pratiklerinin önünü açma temennisi taşıyor. Derginin internet sitesine ve satış noktalarına buradan ulaşabilirsiniz.
John Berger’ın yazınsal serüvenini bir çırpıda özetlemek her ne kadar mümkün olmasa da Berger’ın metinlerinin belki de en çarpıcı özelliği okurunu birlikte düşünme pratiğine davet edişiydi. Bu pratiğin en açık ifadelerinden birini ilk kez 1992 yılında yayımlanan Keeping a Rendezvous kitabının başlangıcında okur için yazdığı notta bulmak mümkün.1 Berger bu notta kitap boyunca farklı sanat yapıtlarıyla diyalog içerisinde izini sürdüğü şehirlerin, karşılaştığı hikâyelerin okur nezdinde de karşılık bulmasını bir temenni olarak vurgular.2 Okuruyla bir ortaklık kurma daveti olarak da okunabilecek bu not, Berger’ın bu kitap da dahil olmak üzere muhtelif metinlerinde, söyleşilerinde kendi yazınsal serüvenini hikâye anlatıcılığı mefhumu ile ilişkilendirmesini gündeme getirir. 1984 yılında Marxism Today’de yayımlanmış mülakatında olduğu gibi, Berger sanat hakkında yazdığında, kendi kimliğini kaybederken başkalarının hikâyelerine açılma fikrinden güç aldığının altını çiziyordu ve kendisini hikâye anlatıcısı olarak takdim ediyordu.3
Berger’ın okurunu davet ettiği pratik öncelikle, anlatan/seyreden ve yazar/okur arasındaki mesafeyi aşındıran bir eşitlik fikrinden güç alıyordu. BBC için hazırladığı Görme Biçimleri programının gücü örneğin, Batı resim tarihinin “unique” örneklerinden reklam imgelerine kadar görme rejiminin politik varsayımları/boyutları/paralellikleri üzerine düşünürken, her okurun/seyircinin bir “spectatorship” yetkisine sahip olduğu fikri üzerine temelleniyordu. Berger tıpkı Walter Benjamin’in sanat yapıtının tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebildiği ve uzman ile amatör arasında varsayılan aktif/pasif ayrımının kaybolmaya yüz tuttuğu bir çağda “her okurun bir authorship”4 yetkisine sahip olabileceği iddiasını dile getirdiği gibi, okuruna paylaşılabilir bir yetki sunuyordu. Tesadüf değil, programın sonunda Berger, program boyunca gösterdikleri ve anlattıklarının asıl yetki sahibi olan izleyenlerin kendi deneyimleri ile yargılanabileceğinin altını çiziyordu.5 Ya da Berger, kendi deneyimi ile bir köylünün deneyimini karşılaştırdığı Hikâye Anlatıcısı denemesinde, her iki deneyimin zihinsel eşitlik fikrinden güç aldığını ve hem köylünün hem de kendisinin zamanın tarihçileri olduklarını belirttiğinde bir başlangıç anına işaret ediyordu.6 Bu iki örnekte olduğu gibi Berger’ın denemeleri hem sanat yapıtlarına odaklandığı zaman hem de hikâye anlatıcılığını pratik ettiği zaman öğretilebilir değil, paylaşılabilir alanlar/deneyimler yarattı. Berger’ın bu sebepten dolayı özellikle fragmanter yapılı denemelerini ve okuruna davetini, görmenin/anlatmanın yollarının nasıl olacağına dair açıklama getiren kılavuzlar olarak değil, okurunu ve seyredenini pasif bir durumdan aktif bir konuma dönüştüren metinler olarak da değil, daha ziyade tıpkı Jacques Rancière’in farklı metinlerinde dile getirdiği gibi görmenin/öğrenmenin zihinsel bir eşitlik anından başladığı kabulü, fikri ve duygusuyla okumak gerekiyor.7
Berger bir yandan kendi yazınsal serüvenini hikâye anlatıcılığı mefhumu ile okuruyla ortaklaştırmaya çalışırken bir yandan da kendinden menkul modern bir yazar fikrini de reddediyordu. Gerçekten Berger nasıl bir yazar işlevi sunuyordu bize? Nikos Papestergiadis’in altını çizdiği gibi Berger’ın eleştirel çabası romantizm, modernizm, hümanizm, realizm ve marksizm gibi farklı düşünsel ekoller ile temas halindeydi: örneğin sanat yazıları realizm ve modernizm güzergâhında seyreylerken, felsefi/politik görüşleri hümanizm ile marksizm arasında mekik dokuyordu.8 Papestergiadis, Berger metinlerinin bu çok yönlü dip akıntıların etkisinden dolayı katı, belirli kodlarla tanımlanamayacağını, aksine yazarın özellikle sanat eleştirileri dikkate alındığında yazma metodunun bu farklı ikilikler arasında akışkanlık kazandığını vurguluyordu.9 Benzer biçimde kendisini hikâye anlatıcısı olarak tanımlayan Berger’ın yazarlık işlevi de modern bir yazar olma gerçeği ile romantik bir anonimleşme arzusu arasında geziniyordu. Berger 1972 yılında Booker Prize ödülü için yaptığı konuşmada, modern bir yazar olarak ödül almaya değer görülmesinin ne anlama geldiğinin farkındaydı. Bu ödülün ekonomik hukuksal ve politik veçheleriyle modern bir “author” varsaydığının farkındalığıyla Berger, ödülü ironik biçimde kendi yazarlığını ve tekilliğini oluşturan bir kültüre rağmen aldığını vurguluyordu.10 Bütün yazınsal serüvenini ve hayatını da ayrıcalıklara sahip batılı bir yazar olmanın yükünden kurtulmanın arayışlarına adamıştı Berger. Başkalarının hikâyelerine açılma çabası hem politik gayesinin bir sonucuydu hem de anonim olmaya çalışan “Don Kişotvari” bir arzunun, romantik bir yazar arzusunun sonucuydu. Bir tür ikilik olarak görünebilecek bu durum, ressam, sanat eleştirmeni, şair, romancı, sinemacı, denemeci gibi başka kılıklara bürünmüş hikâye anlatıcısı John Berger’ın ve metinlerinin paradoksu kadar gücünü de oluşturuyordu.
şerhh’in John Berger’a adanmış bu dosyasının temel güdüsü hem birbirinden farklı portrelere sahip Berger külliyatını hem de kendisinin yazarlık serüvenini eleştirel bir gözle yeniden okuma ve değerlendirme arzusundan ileri geliyor. Dosyada yer alan üç yazı yaşamının farklı tarihsel momentlerinde ürettiği yapıtlara odaklanarak üç farklı Berger imgesini bize sunuyor. E. Osman Erden dosyanın ilk yazısında, ilk kez 1965 yılında yayımlanan, yayımlanmasını takiben polemiklere/tartışmalara neden olan Picasso’nun Başarısı ve Başarısızlığı kitabını inceliyor; bu kitap özelinde Berger’ın sanat eleştirmenliğinin başarısı ve başarısızlığı üzerine düşünüyor. Bu kitabın bilimsel bir sanat tarihi incelemesi olmasından ziyade, hem Berger’ın politik dünya görüşünü Picasso üzerinden yansıttığı eleştirel bir metin olduğunu öne sürüyor hem de Berger’ın İngiliz sol sanat yazarları geleneği etkisindeki eleştirmenlik yıllarının bir portresini sunuyor. Sabri Gürses dosyanın ikinci yazısında, sadece bir Berger okuru olarak yıllara yayılan deneyimlerinin izlerine odaklanmıyor; daha da önemlisi 1970’li yıllarda yayımlanan Yedinci Adam ve Görme Biçimleri metinlerini karşılaştırıyor ve Berger’ın yazarlık paradoksunu örnekleyen eleştirelliği kadar birbiriyle çelişen farklı seslere sahip olan bu iki metnine mercek tutuyor. Gürses metninin sonunda, bugün Görme Biçimleri’nin nasıl alımlanması gerektiğinin üzerinde duruyor. Gaye Çankaya Eksen ise John Berger’ın “bizimle aynı dünyada yaşamış olduğuna inandığımız biri” olma duygusundan hareketle, yazarlık serüveninin son yıllarında yayımladığı Bento’nun Eskiz Defteri aracılığıyla Spinoza ile hayatının tümüne yayılmış düşünsel münasebetine dair titiz bir incelemede bulunuyor. Eksen, özellikle Berger’ın “Avrupalı aydın sorumluluğu”nun bütün hayatını ve yazınsal serüvenini kateden etik/politik anlamlarına odaklanarak, yazarın Spinoza fikriyatı ile temas noktalarını aralıyor; Berger’ın “kötü bir Marksist” ama iyi bir hikâye anlatıcısı olarak da düşünsel portresini gözler önüne seriyor. Dosyaya katkılarından dolayı üç yazarımıza da teşekkür ederiz. Bu dosyanın Berger külliyatına dair yeni tartışmaların ve okuma pratiklerinin önünü açmasını temenni ederiz.