“Nesiller boyunca Kafka’dan esinlenerek yaratılan birçok eser oldu ve olmaya devam edecek. Kafka’nın eserlerinden ilham alınarak yaratılan tüm sanat eserlerinde ortak olan güçlü duygu yazın terminolojisine 'Kafkaesk' olarak geçer. Bu basit bir sıfat değildir, sinsi bir korkuyu ve Kafka’nın savaşını yüklenir.”
12 Ocak 2023 22:00
“Sonsuzluk yolunda nasıl böylesine kolayca ilerlediğine hayret eden birisi vardı; gerçekte hızla bayır aşağı yuvarlanıyordu.”[1]
Franz Kafka’yla aynı dönem yaşayıp onu tanıyanlar, belki çelimsiz ve korkak bulanlar, güvensizliğinde boğulduğunu düşünenler sonradan eserlerini okuduklarında ne hissetmişlerdir? Max Brod’a teşekkür mü etmişlerdir, yoksa yazı sanatının bir insanın iç dünyasını nasıl ebedi kıldığını mı düşünmüşlerdir? Belki de kendi Kafkalarıyla tanıştıklarında yazara içten bir selam göndermişlerdir.
Franz Kafka despot bir babanın gölgesinde güneş görmeye çalışan, boğulmamak için kelimelere tutunan, olağanüstü bir yazardı. Eserlerindeki yalnızlık, güvensizlik, korku ve kuşku ona babasından ölmeden kalan bir mirastı. Bu miras omuzlarında o kadar ağır bir yüktü ki, Babaya Mektup’unda psikolojik savaşının, babasının güçlü tavrı karşısında hissettiği acizliğinin ve korkuyla süren yaşamının alıntıları vardır. Kafka’nın bu suçluluk duygusu ve varoluş sancısıyla dolu serveti, bütün eserlerinde kendini gösterir. Yabancılaşma hissi onun satırlarından insana öyle bir bulaşır ki, uyandığımızda bir böceğe dönüşmemiz kaçınılmazdır.
Nesiller boyunca Kafka’dan esinlenerek yaratılan birçok eser oldu ve olmaya devam edecek. Ferit Edgü’nün Aforizmalar önsözünde söylediği gibi, herkesin bir Kafka’sı var. Edgü, “O içinde yaşadığı dönemin, o dönemin olaylarının değil, gelmiş geçmiş tüm zamanların yarattığı toplumsal mekanizmaların yarattığı yalnızlığı, anlamsızlığı betimlemiştir” cümlesiyle Kafka’nın güneşinin aydınlattığı karanlık tablodan söz eder ve Beckett hariç umutsuzluğun tüm eserlerinde egemen olduğu başka bir yazar olmadığını söyler. Bir umuda ihtiyacı olanlar belki de sadece bu yüzden Kafka’nın aydınlattığı satırlarda gezerler. Çünkü onunla birlikte karanlık ve tehditkâr bir gece yürüyüşünde umudun peşine düşmek, yalnızlığı eksilten ve yabancılaşmayı paylaşabilen büyülü bir alan yaratır. Kafka arkadaşça bir söz eder, sessizce elimizden tutar, tatlı bir bakışla o yabancılığa bizi de davet eder. Böylece mektubunda yazdığı satırlar yerini bulur:
“Sıcak bir sözcüğün, usulca elimden tutulmasının, tatlı bir bakışın istenilen her şeyi sağlayamayacağına inanmıyorum.”[2]
Kafka’nın eserlerinden ilham alınarak yaratılan tüm sanat eserlerinde aynı güçlü duygu vardır ve yazın terminolojisine “Kafkaesk” olarak geçer. Bu basit bir sıfat değildir, sinsi bir korkuyu ve Kafka’nın savaşını yüklenir. Gerçekten koparan ve uzaklaştıran yoğun içsel mücadelesini barındırır. Kafkaesk, sinemadan edebiyata kadar sanatın pek çok alanına sokulur ve sanat seyircisine Kafka’nın dünyasından bir söz bırakır:
“Dünyayla arandaki savaşımda, dünyadan yana ol.”[3]
Kafka bizi labirentlerden geçirir, tuğlalarla örülü duvarların önünde bekletir ve yolu bulmamız için bazen başa dönüp tekrar başlamamız gerekir.
Kafka’nın yarattığı dolaylı ya da dolaysız mekânların alegorisi bizi hep düşüncelere gebe tutar. Kafka anlamları mekânlara taşır ve bu mekânların havasında nefes almamızı sağlar. İklim kötüleşir, hava kararır ve böylesi bir günü zifiri gece olarak tasvir ederek “Dava”yı olumsuz bir sona hazırlar. Mekânların taşıdığı metaforik öğeler ve söylemler farkında olmadan içimizde öyle bir duygu inşa eder ki, yıkılması ve unutulması mümkün olmaz. Tüm zamanlar boyunca bu mekânların atmosferine her sanat dalından farklı renkler eşlik etti. Günümüz sanatçıları da bu mekânlara elbette uğramadan geçmez.
Franz Kafka’nın Dönüşüm romanında Gregor Samsa’nın kozası olan odaya giren sanatçılardan biri kendini hikâye anlatıcısı olarak tanımlayan Andrew Cranston’dur. Resmindeki özneyi hiçliğe hapsetmeyi ve onu sonsuz bir kurguda asılı bırakmayı seven ressamın tekrar eden temalarından biri, edebi eserlerdeki odalardır. Bu tema çerçevesinde geliştirdiği çalışmalarında Gregor Samsa’nın yatak odasına girmemesi beklenemez. Klostrofobiyi hissettiren renkleri ile Cranston, Kafka’nın Dönüşüm’ünün ikinci versiyonunu 2007 yılında tamamlar. Baştan çıkarıcı anlatı tarzı, resimdeki katmanlı yapı Kafka’nın yarattığı yabancılaşma ve kopuş alanına bizi nazikçe sürükler. Kafka, odayı bir sığınak olma özelliğinden çıkararak kısıtlayan ve kurtulmak istenilen bir mekâna evriltir. Romandaki herkesle birlikte oda da dönüşür ve yalnızlığa hapseden bir mekân şeklini alır. Andrew Cranston, Samsa’yı kapıya yaklaştırarak mekânsal bu kaygıyı iletir. Kapı deliğinden bakan babaya Cranston’ın Kafka’sı belki de şu soruyu soruyordur:
“Fırlattığın elmanın verdiği acıyı hiç düşündün mü?”
Andrew Cranston, Dönüşüm, 2007
“Bu dünya için kendini paralaman gülünç.”[4] Tetsuya Ishida, Kafka’nın aforizmalarından biri olan bu sözü defalarca okumuş olabilir. Çünkü o tüm insanlığın acısını hisseden ve her fırça darbesinde bunu sorgulan bir ressamdır. Japon çağdaş sanatının değerli isimlerinden bir olan sanatçı 2005 yılında, kariyerinin başında, oldukça genç bir yaşta ölür. Ondan geriye sıra dışı tarzıyla modern dünyanın tek tip insan yüzüne yansıttığı birbirinden değerli iki yüz civarında eser kalır. Resimlerindeki otomat bakışlı makineye dönüşen karakterleri, kapitalist modernitenin insanlık dışı bulduğu güçleri karşında ezilen ve kafese kapatılan sosyal gerçekliği anlatır. “Ne çizeceğimi düşünürken gözlerimi kapatıyorum,” der Ishida:
“ve kendimi doğumdan ölüme kadar hayal ediyorum. Fakat sonra ortaya çıkan; insanlar, toplumsal acı, ıstırap ve bunun getirdiği kaygı, yalnızlık gibi beni aşan şeyler…”
Tetsuya Ishida, Restless Dream (1996)
Ishida’nın kuşkusuz en sevdiği yazarlardan biridir Kafka ve Gregor Samsa’ya referanslarını açıkça vurgular. Restless Dream’de yarı insan yarı böcek vücuduyla genç bir çalışan görürüz. Karıştırdığı çöp kutusu, dönemin Japon ekonomisinin kötü gidişatını anlatan bir metafor olsa gerektir. Ishida’nın resimlerinde mekanize dünyayı yaratan güçlere ve modern yaşamanın saçmalığına gerçeküstü bir eleştiri vardır. Sanatçının Kafkaesk tavrı tüm eserinde aynı açıklıkla görülür. Sanatına sakladığı, yabancılaşma, sonsuz endişe ve şüphecilik, klostrofobi ve paradoksal yalnızlık duygularını taşıyan figürleri onun varoluş sancısının parçalarını oluşturur. Tetsuya Ishida’nın Kafka’sı, boğucu sisteminin tozuna, yalnızlığa ve o mekanik acıya her resminde aynı yüzden bakar.
Tetsuya Ishida, Hamamböceği
Günümüz sanatçılarının etkileyici Kafka sunumlarından biri ise Max Streicher’in Metamorphosis eseridir. Havanın gücüyle canlandırdığı formları balonlarla hayata geçiren sanatçı, 2008 yılında Castellani Sanat Müzesi’nde kabuğu üzerinde sırtüstü yatan dev bir böcek sergiler.
Sütunla sabitlenen böcek kendini kurtarmaya çalışırken yakalanmıştır. Böceğin izleyeni de kendi gibi o alana sıkıştırmasını sağlayan Streicher, Kafkaesk yankıyı böylece bütün mekâna taşır. Streicher odasına hapis olan Gregor Samsa’yı insanların içine ve görünmemesi mümkün olmayan büyüklükte yerleştirir. Bu heykel Streicher’in Kafka’sının çaresizliğe ve insanın zayıflığına olan vurgusu olabilir mi? Kafka’nın “İnsanlarla iç içe olmak, insanı kendini gözlemlemeye teşvik eder”[5] aforizmasını bu dev böceğe bakarken düşünmek başka bir anlam kazanmaz mı?
Max Streicher, Metamorphosis. Dung Beetle, 2005
Kafka hayranı olan pek çok sanatçıdan biri de kuşkusuz Peter Kuper. Kafka’nın her okur için benzersiz bir yol haritası sunduğunu vurgulayan sanatçı, yakın zamanda çıkan Kafkaesk çizgi romanında kendi Kafka’sını en iyi bildiği yöntemle anlatır. Kafka’nın on dört hikâyesini, çizgilerin dünyasına güçlü ve büyüleyici bir yorumla taşır Kuper.
Kafkaesk bir adaptasyon değil, adeta Kafka öncülüğünde yaratılan özgün bir sanat eseridir. Kafkaesk, Kuper’ın ilk Kafka yolculuğu değildir üstelik. 2004 yılında The Metamorphosis çizgi romanı ile kendi Kafka’sının ince mizahından da söz eder.
Kafka’sını keşfedenlerin en iyi bildikleri yöntemle, yazara derin ve içten bir selam yolladıkları şüphesiz... Üstelik bu selam dünün tekinsiz, bugünün tehditkâr iklimden sunulan zamansız Kafkaesk bir selamdır. Çünkü insanın kendi Kafka’sını keşfetmesi kaçınılmaz bir dönüşüm yaratır.
•
MERAKLISINA NOTLAR:
1- Kafkaesk’in Türkçe versiyonu Metis yayınlarından geçen yıl çıktı. Metamorphosis ise epey eski; Yurt yayınlarından çıkmıştı... Peter Kuper’ın harika işleri için kendi sitesine bakabilirsiniz.
2- Max Streicher’ın diğer heykellerini de görmek için buraya tıklayınız.
3- Andrew Cranston dünyasını ayrıca ziyaret etmek isteyenler için bir Instagram hesabı...
4- Tetsuya Ishida’nın hayranı olacağınız diğer eserlerinin bir bölümü ise artnet.com sitesinde...
5- Yazarken Arctic Monkeys’in yeni albümü The Car çalıyordu...
NOTLAR:
[1] Franz Kafka, Aforizmalar, çev. Osman Çakmakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 19. baskı, s. 37.
[2] Franz Kafka, Babaya Mektup, çev. Regaip Minareci, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 19. baskı, s. 5.
[3] Franz Kafka, Aforizmalar, çev. Osman Çakmakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 19. baskı, s. 53.
[4] A.g.e, s. 44.
[5] A.g.e, s. 76.