Karantina günlerinde tarih okumak: Hem de kendi meşrebine göre…

COVID-19 salgını yüzünden eve mahkûm olup tarih okumak isteyenlere tavsiyeler… Nuray Mert her biri sıkıcı ve uzun olmakla beraber okunması elzem kitaplara değiniyor. ‘Ulu Hakan’dan, ‘Tek Adam’a, Rıza Nur’dan Mete Tunçay’a…

28 Mart 2020 17:21

Korona salgını yüzünden herkesin eve mahkûm olduğu şu dönemde bir kitap sitesinde yapılacak tek şey, okunacak kitap tavsiyeleri vermek. Netflix hastalığı devrinde kitap okumayı önermek biraz arkaik kalacak ama olsun, ben yine de yapacağım. Üstelik hoşça vakit geçireceğiniz kitaplar tavsiye etmeyeceğim, daha sıkıcı ama bence elzem okumalar tavsiyesinde bulunacağım. Çağrım, farklı ideolojik kamplara. Yok hayır, karşı tarafın yazdıklarını okuyun da demeyeceğim. Herkese kendi meşrebine göre bazı önerilerim olacak.

Ulu Hakan’dan Rıza Nur’a

Diyorum ki, mesela sağ, milliyetçi, İslamcı çevreler ‘Ulu Hakan’ Abdülhamid üzerine bir şeyler okusalar, zihinlerindeki (hayallerindeki) Abdülhamid ile gerçek Sultan arasındaki farklılıkları görme imkânı bulurlar. Bu döneme ait pek çok hatırat var, bunlardan biri, görece yakın zamanlarda yayınlanan, II. Abdülhamid devrinde uzun süre Paris Elçisi olan Salih Münir (Çorlu) Paşa’nın anıları: Geçmiş Zamanlar [1]. Salih Münir Paşa, hem konumu, hem de ailesi itibarıyla önemli bir isim; Vezir Çorlulu Ali Paşa sülalesinden, babası Abdülhamid devri nazırlarından Mirat-ı Hakikat yazarı Mahmud Celaleddin Paşa. Yani, kendi görüşleri o devrin, saraya sadık bürokrasisinin zihniyetini yansıtması açısından önemli. Osmanlı tarihi, kendi devrinin olayları, gözlemleri… Bunların yanı sıra, tabii en eğlenceli bölümler, o devrin saray hayatı ve genel atmosferine dair notları. Mesela, Sultan Hamid Paşa, Beyoğlu ve Galata’ya gidip yeni icat edilmiş şeyler, “hususi salonuna ve yatak odasına, yazıhanesine yakışır tuhaf şeyler buldurur, aldırırmış”. Bunlar arasında ‘Eolian’ denilen, “elektrik veya basamağının ayakla tahriki ile işleyen güzel sesli bir kanun” varmış, zamanın opera ve senfoni eserleri de bu çalgı ile çalınırmış. Batı müziğine düşkünlüğü bilinen Sultan, bu aletin siparişinde ısrarcı davranıp, Paşa’ya şöyle demiş;  

  “Senin halinden, tavrından, bakışından hissettiğime göre içinden diyorsun ki, çirkin bir vaziyette dağdağalı ve şerefimize dokunan bir iş ile meşgul iken bu adam çalgı ile müzika ile uğraşmaktan geri durmuyor… Fakat vükelamız hiçbir işin gerek teferruatına, gerek esasına ait kararları kendiliklerinden vermeyip benden sormayı adet edinmiştir. Bu hale göre muğlak ve pürüzlü devlet işleri hakkında doğru karar ve rey vermekliğim için ara sıra zihnimi devlet işleri ile münasebeti olmayan şeylerle meşgul ederek kafamı boşaltmalıyım, dinlendirmeliyim” (s.623)

Ayrıca, Abdülhamid çok sigara içermiş, âlâ tütünlerin yanı sıra, arada asker ve köylü tütünü sararmış.

II. Abdülhamid’e dair ezberlerin cazibesi yanında çok sıkıcı gelecek, biliyorum ama, dişlerini sıkıp, II. Abdülhamid’in dış siyasetini çok iyi anlatan Kemal Karpat’ın İslam’ın Siyasallaşması [2] adlı çalışmasını okusalar; Sultan’ın yedi düvele savaş açmak, Müslüman aleme nizam vermek tavrından ziyade, son derece ölçülü, ince bir diplomasiden yana olduğunu görecekler.

Sonra, Üstat Necip Fazıl’ı daha yakından okusalar diyorum; Benim Gözümde Menderes [3] adlı kitabının pek çok baskısı mevcut. Üstat, AKP’nin mirasçısı olduğunu gururla ifade ettiği Menderes’den ödenek alamayınca neler söylüyor, dahası onu, nasıl pısırıklıkla suçluyor, hatta giyim kuşamını nasıl küçümsüyor… Üstada göre Menderes nihayetinde; ‘ruhsuz’, ‘hedefsiz’ bir insandır ve bu nedenle başına gelenleri hak etmiştir.

Necip Fazıl’ın kendi ifadesi ile:

“O, tek kelime ile büyük ruhi ve fikri bakımdan hedefsiz bir insandır, kafire olduğu kadar mümine de rüzgârın estiği göre nefret veya muhabbet dağıtmakta hiçbir kayıt sahibi değildir ve böyle olduğu içindir ki, bütün gayretleri hedefsiz kalmaya mahkumdur ve öyle olmuştur.” (s .306).

Necip Fazıl’a göre, Menderes, ‘Üniversite hadiseleri’ dediği, İstanbul’da Üniversite gençlerinin yürüyüşü karşısında

Bir buçuk ölü yerine 150 ölü verdirilseydi, ortada bir hükümet bulunduğu anlaşılır ve hiçbir şey olmazdı.” (s. 428)

Mustafa Kemal ve İnönü ile ters düştüğü için sağ/muhafazakâr/ İslamcı çevrelerin baş tacı ettiği, Almanya’da basılıp Türkiye’de gizlice elden ele dolaşan hatıratının baş tarih referanslarından sayıldığı Rıza Nur’un hatıratını [4] baştan sona kaç kişi okumuştur bilemiyorum. Ben sadece, en masum gözlem ve görüşlerinden biri olan İnönü’nün eşi için söylediklerini hatırlatayım. Rıza Nur Mevhibe hanımı pek taşralı buluyor:

“Bir türlü şapka giydiremedik… Dünya görmemiş. Sade bir okuyup yazıyor. Gayet Müslüman. Beş vakit namazını kılıyor. Pek namuslu bir hanım… BUNLAR TABİ ONUN İÇİN MEZİYET… bir kelime Fransızca bilmiyor. Misafirlerle konuşamıyor. Erkek içine çıkamıyor”. (s. 1208)

Nutuk, ‘Tek Adam’ ve Kılıç Ali

Listeyi uzatmak, çok uzatmak mümkün ama biz kararında bırakalım. Ulusalcılara da önerilecek çok şey var; üstelik şu aralar Atatürkçülük konusunda fazlasıyla öne çıkıyorlar ama yine de daha geniş bir yelpazeyi göz önünde bulundurmakta fayda var. Yok, kaç tanesi Nutuk’u okudu, ne anladı, demeyeceğim. Ama, ciddi bir tarih bilgi birikimi gerektiren bu metni okumayı göze alsalar diyeceğim, bu sayede ‘Atatürkçüyüm’ deyip geçmeden meselenin ne kadar karmaşık olduğunu daha iyi kavrarlar. O dönemi ve meselelerini kavramak açısından karşı metinleri değil, Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam kitabını [5] okumalarını tavsiye ederim. Aydemir, kitabın girişinde o tarihte bile “Atatürk bahsinde biz daha şimdiden ya kelime Atatürkçülüğü, ya hafıza ve hatıra nakli Atatürkçülüğü, ya heyecan Atatürkçülüğü diyebileceğimiz yollarda bölünmüşüzdür” diye şikayet ediyor. Kitabında Mustafa Kemal’i o dönemin koşulları içinde anlatmayı deniyor. Kuşkusuz, tarihi dönem, akım ve kişilikler hiçbir zaman tam tarafsız biçimde anlatılamaz, ama o dönemlerin tanıklarına, velevki meşrebimize daha yakınlardan olsun, kulak vermekte fayda var. Bu konuda dönemin Kemalist tanıklarının hatıratlarının hepsine göz atmakta fayda var. Anti-Kemalistlerin en nefret ettiği şahsı, ‘Kel Ali’ diye bilinen Süleyman Asaf Emrullah’ı önerelim: Kılıç Ali’nin Anıları. [6]

Şöyle diyor Kılıç Ali:

“Mahkeme heyetinin oturduğu yerin arkasında yine büyük bir levha ile ‘İstiklal Mahkemesi, Mücadelesinde, Yalnız Allah’tan korkar’ yazısı asılıydı.”  (s. 370);

‘Biz çok demokrattık, asmadık, kesmedik’ demiyor İstiklal Mahkemeleri için; Fransız ve Rus İhtilal mahkemelerini örnek aldık ama o denli şiddet kullanmadık diyor. Sonra ekliyor:

“Fakat itiraf etmeliyim ki bizim mahkemelerimiz de o kadar yumuşak değil, biraz sertçe, ağır değil, oldukça süratli idi” (s. 373)

Siyasi mahkemelerle bunca başımızın dertte olduğu bir dönemde ‘sert ve süratli’ ne demektir, bir kez daha düşünelim.      

Tam da bu noktaya gelmişken, bu kez, anti-Kemalizm konusunda İslamcılar ile uzun süre balayı yaşayan sol liberal ve demokratlara da bazı tavsiyelerde bulunalım. Kemalist resmi tarih sorgulanmasın diyecek biri değilim, ancak liberal tarih yazımcılığının, ciddi ve özgün bir sorgulama yerine sağ/muhafazakâr/İslamcı alternatif tarih yazımı ekseninden hareket ettiğini düşünürüm, yazarım –ama konuyu dağıtmayalım. Kitap tavsiyesi konusuna geri dönelim ve bu kesime, Mete Tunçay Hocamız’ın, kendilerine öncülük eden eseri tekrar okumayı önerelim; Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması. [7]

Tunçay, Halifelik konusunda, “Burada halifelik korunabilir miydi?” diye bir soru sorabiliriz deyip cevabını şöyle veriyor:

“Bunun gerisinde İslam’dan bir tutumun etkeni olarak yararlanmayı sürdürmek, girişilecek devrimlerin daha demokratik bir çerçeve içinde yapılanmasını sağlamak olanağı gibi düşünceler vardır. Dış ilişkilerimizde de, halifelik öteki İslam ülkelerinin bize bakışını olumlu yönde etkileyebilirdi…  Osmanlı Halifeliğinin örneğin bir Cihat-ı Mukaddes ianının hiç işe yaramadığı, resmi tarihimizde biraz fazla vurgulanmıştır…” (s. 69)

Hoca’nın “örneğin bir Cihat-ı Mukaddes ilanı” dediği, Birinci Cihan Harbi’dir, üstelik onda da gerçekten sorumluluk halifenin değil, İttihat ve Terakki öncüleri ve bilhassa Enver Paşa’nın ve Alman müttefiklerinindi. “Bir cihat-ı Mukaddes ilanı”, milyonlarca can alan bir Harbin parçasıydı. Halifenin kendisi değilse de, hilafet’in siyasetle ilintilendirilmesinin sonuçları ortadaydı, ama Hoca’ya göre;

“Halifeliğin korunmasının kurumsal bir olanaktan öte bir anlamı yoktur (…) Mustafa Kemal Paşa ve çevresinin kafalarındaki çağdaşlaşma modeli, amaçladıkları ve amaçlarına erişmenin biçimi yönünden, laikliğe demokrasiden daha büyük bir yer vermekteydi.” (s. 69-70)

Laiklik konusunda da, eski mevcut katı laiklik siyasetini takip etmeyen, laikliği doğrudan demokrasi ile karşıt olarak gören Hoca, ‘Halkçılık’ tasladığı halde, bu konuda bilindik ‘dindar halka karşı olmak’ ezberini bozuyor: “Gerçekten, Kemalist laiklik Halkçılıktan öylesine uzaklaşmıştı ki, günümüzde bir sağcı yazarın o zihniyet hakkında söylediklerini yalanlamak kolay değildir,” deyip Sadık Albayrak’ın, Şeriatten Laikliğe [8] başlıklı eserine gönderme yapıyor. Daha neler diyor, neler… Ne kadar katılırsınız bilemiyorum.

Hepsi çok sıkıcı gelirse veya ben bu yazının muhatabı olacak bir mahallenin üyesi değilim, ayrıca dünyanın geldiği şu hale ilişkin bir şey okumak istiyorum diyenler için ise Teknopolis’i [9] öneriyorum.


[1] Salih Münir Çorlu, Geçmiş Zamanlar: Sultan II. Abdülhamid’in Paris Sefir-i Kebirinin Diplomasi Yazıları ve Hatıraları, Kitabevi Yayınları, 2. baskı, 2013, 767 s.

[2] Kemal Karpat, İslamın Siyasallaşması: Osmanlı Devleti'nin Son Döneminde Kimlik, Devlet, İnanç ve Cemaatin Yeniden Yapılandırılması, Timaş Yayınları, 2013, 780 s.

[3] Necip Fazıl Kısakürek, Benim Gözümde Menderes, Büyük Doğu Yayınları, 1993, 496 s.

[4] Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Naşiri Heidi Schmit, Deutcschland, Altındağ Yayınevi, Beyazıt/Beyaz Saray, 1967, 4 cilt, 2005 s.

[5] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Remzi Kitabevi, 2003, üç cilt, 1437 s.

[6] Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, hazırlayan: Hulûsi Turgut, İş Bankası Kültür yayınları, 2016, 796 s.

[7] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması, Tarih Vakfı Yurt yayınları, 2015, 532 s. (Yazıdaki alıntılar Yurt Yayınlarının 1981 baskısından yapılmıştır.)

[8] Sadık Albayrak, Şeriatten Laikliğe, Sebil yayınları, 1977.

[9] Mustafa Arslantunalı, Teknopolis: Akıllı Makineler, Dağınık Zihinler, İletişim Yayınları, 2019, 445 s.

 

GİRİŞ RESMİ:

 

1908 yılından bir kartpostal: Solda Jön Türkler ve sağda Doğu halkları, Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik isimli kadınlar, Sultanın simgelediği "Türk Devleti"nin çevresinde. Kartpostalın altında da Fransızca olarak şunlar yazıyor: Konstantinopolis'ten selamlar! Yaşasın Kanun-i Esasi! Özgürlük, Kardeşlik, Eşitlik...