Kendine ait bir adam: Jean-Louis Trintignant

"Bu asla devrinin adamı olmayan adam içinde yaşadığı kültürün bir veçhesini, çağlar boyu damıttığı bir özü taşır ve iletir gibiydi..."

23 Haziran 2022 12:30

Duygularımızı düşüncelerimiz mi sanıyoruz yoksa düşüncelerimizi mi duygularımız? Kararlarımızı bu yanlış ya da tartışmalı ‘sanmalar’ üzerinden veriyor, sonra da bunlardan doğan sonuçları aklımıza mı uyduruyoruz? Eric Rohmer’in Maud’la Geçen Gece filmi, Fransız sinemasının zaman-ötesi filmlerindendir; inançlı Katolik bir erkek kahramanı vardır ve bu adam bir ayin sırasında gördüğü sarışın kadının hayatının kadını olduğunu karar verir. Ama filme adını veren öbür kadına, esmer ve ateist Maud’a duyduğu çekim de barizdir. Bu çekim biz seyircileri çoktan ikna edecek kadar karşılıklıdır ama filmin kahramanı, hiçbir zaman bir kilisede evlenmeyeceğini söyleyen ‘Maud’la geçen gece’ boyunca ‘Maud’la bir gece geçirmemeyi’ başarır. Önce bir koltuğun üzerinde, sonra bir battaniyeye sarınmış olarak, sonra ne kadar denese de istediğine ulaşamayan Maud’un yanında, yatakta. ‘Erden’ kalarak.

Maud’la Geçen Gece’deki erkek rolünü oynayan Jean Louis Trintignant geçenlerde öldü. Film büyük ölçüde onun ve (filmdeki favori filozofu Pascal’in) başarısıdır. Trintignant böyle rollerin belki de tek adamıydı ve sinemada bu rolleri oynayacak başkası yoktu. Sinemada zaten böyle roller de fazla yoktu. Suskun, kendini ele vermeyen, verdiğinde de ruhunda gizlenen duygu çağlayanlarını vs. görme beklentimizi reddeden sahici ‘ıssız adam’ rolleri. Bir tek Fransız sinemasında, o da yönetmen Rohmer’in filmlerinde vardı bunlardan; cinsellik ve dindarlık da dahil olmak üzere her şeyi tartışmayı seven, ‘ahlaki hikâye’, ‘darb-ı mesel’ sıfatlarıyla nitelendirilen, ayrıca mükemmel diyaloglarıyla ve iyi kurulmuş hikayeleriyle seyirciyi de sürükleyen filmler.    

Bernardo Bertolucci'nin Konformist'inde (1970)

Jean-Louis Trintignant’ın dudaklarının çevresinde hem derin bir hüzün hem hınzır bir gülümsemeye benzeyen bir şey uçuşur, bazen dudaklarını gererek gülümsediğinde köpek dişleri görünür, onun mükemmel bir seri katil rolü oynayabileceğini düşündürürdü. Bir iki casus rolünde bunun kenarından da geçmemiş değildi.   

Çağdaşlarıyla karşılaştırıldığında tekti. Şimdilerde çok mutsuz olduğunu sık sık dile getirmeyi seven Alain Delon gibi bir ‘ten adamı’ ya da Godard filmlerinden macera filmlerine zıplayan bir Belmondo değildi. Öte yandan devrinin tensellikte marka olan kadın oyuncusu Brigitte Bardot ile çektiği Ve Allah Kadını Yarattı filminde Bardot ile büyük aşk da yaşamıştı, döneminin ‘felsefe’cisi Godard’la ise tek bir film bile yapmadı. Ayrıca Amerikan sinemasından gelen tekliflerin hiçbirine de yüz vermemiş.

Bu asla devrinin adamı olmayan adam içinde yaşadığı kültürün bir veçhesini, çağlar boyu damıttığı bir özü taşır ve iletir gibiydi; ketumluk, zihinsellik, bunların ardında gizlenen ‘ben’, kendi kurallarıyla oynayacağına yemin etmişlik ama ‘kendi’ denen şeyin içinde nefes alınıp verilen ortamın damgasını taşıdığı iması.

Claude Lelouch'un Bir Kadın Bir Erkek'inde (1966) Anouk Aimée ile.

Eğer on dokuzuncu yüzyılı yirminciye bağlayan yıllarda Türkiye’de doğmuş ve yaşamış olsaydı –ama tabii yaşamamıştı, iyi ki de kimsenin aklına gelmedi–  ondan çok iyi bir Tanpınar adamı olurdu, insan paralel bir evrendeki Yaz Yağmuru’nda, Huzur’da gözünün önüne getirebiliyor onu. Nitekim, bazen bu ketumluktan büyük, beklenmedik bir romantizm de doğardı! 70li yılları çalkalayan Claude Lelouch’un Bir Kadın ve Bir Erkek filmi gibi…

Trintignant’ın en Trintignant olduğu birkaç filmi sayacak olursak; muhafazakârlığın adının faşistlik olarak konulduğu Bertolucci’nin Il Conformista’sı, muhafazakârlığın adının ‘hayatını bir hata olarak yaşamış olmak’ olarak konulduğu Kieslowski’nin Üç Renk: Kırmızı’sı ve muhafazakârlığın adının doğrudan doğruya kötülük olarak konulduğu – Trintignant’ın kendi kötülüğüne denk bir kötülüğün ancak küçük torununda bulunduğuna inandığı için ondan kendisini öldürmesini isteyen kötü kalpli zengin dede rolü oynadığı– Haneke’nin Happy End’i.

Herkesin muhafazârlık tartışması yapmayacak kadar an’ın içinde, güncel, hip, şık, şimdi’de göründüğü zamanımızda böyle bir ateşten gömleği sırtına geçirecek bir oyuncu var mıdır acaba?