"Ortak yaşanmışlıkları olmaksızın, aynı kavramlarla inşa edilmiş güzergâhta, aynı karanlıktan mustarip bir yazar ile bir ressamın ortak üretimini tecrübe ediyoruz sergiyi gezerken. Kıraathane’nin mekânı, yani sergiye ev sahipliği yapan bina ve muhit ve hatta içinde bulunduğumuz mevsim de Cahil’in etkisini daha bir çarpıcı yapıyor."
15 Aralık 2022 23:00
Bir oyunla başlayacağım söze. Kara kutudan bir kelime çekip zihnimizde yaptığı çağrışımları sıralayacak olsak, kelimemiz de “cahil” olsa…
Pek çok kavram gibi, cahillik de farklı farklı kavramlar ve olgular silsilesine kapı açar: Toy, eğitimsiz, bön, hadsiz, ölçüsüz, edep yoksunu, aymaz… Liste uzayıp gidebilir. Ferit Edgü’nün aforizmaları ve Ercan Arslan’ın resimlerinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan Cahil kitabı da bu tür kavramlar ve olgulara imalar içererek “cahil” ve “cahilliğe” dair imgeler üreten bir eser. Ercan Arslan’ın halen Kıraathane İstanbul’da sergilenmekte olan resimleri, bu iki sanatçının ortaklığının görselliğe aktarılmış hali üzerinden kavramları sorgulamak, bu kavramlarla kendi ilişkimizi keşfetmek için az bulunur bir imkân sunuyor.
Şimdi tekrar oyuna dönelim. Kimdir bu cahil? Sergiyi gezip ardından da 208 sayfa boyunca Ferit Edgü’nün cahille hemhal oluşuna şahit olunca, cahilliğin hangi türünü anlattığını fark ediyorum. Bu çalışmaya konu olan cahil, aymaz bir cahil. Şöyle ki, söz konusu olan, tahsil ve terbiye ile yok edilebilecek bir durum değil. Tam tersine tahsil, terbiye ve her türlü erdem ve inceliği yutup yok eden, hadsiz, açgözlü ve edep yoksunu bir varoluş biçiminin tasvirleriyle yüz yüze geliyoruz. Üstelik aymazlığın yer yer kibirle karıştığı vurgusu da dikkatten kaçmıyor:
“Cahil kuşku duymaz. Hele kendinden, hiç.”
“Cahil koşarken düşer, ama o hâlâ koştuğunu sanır.”
“Cahil, elinde büyüteç, kendisine dev aynasında bakar.”
“Cahillerin gözleri enselerindedir. Hep arkalarını görürler.”
Buradaki mesele eğitim veya eğitimsizlik değil. Cahil, pekâlâ eğitim görmüş, ansiklopedik manada bilgiye erişimi tam ve hatta malumatfuruş biridir. Fakat görünen o ki, ezberlediği bilgiyi içselleştirmek gibi bir derdi yoktur. Kitaptaki aforizmalar ve görseller, aymazlık dediğimiz varoluş biçiminin tahsil, terbiye ve sosyal statüyle yok olmadığına vurgu yapıyor. Tam tersine, sosyal statünün yükselmesi ve iktidar alanının genişlemesine bağlı olarak perçinleşip arsızlaşabiliyor bu aymazlık hali. Karanlık kusan bir canavarlar güruhu yaratıyor. Ferit Edgü’nün bu karanlığa savurduğu sözler birer gülle veya zehirli oklar gibi savrulurken, aslında eserin yarattığı bu güçlü atmosferin yazarla ressamın işbirliğinden kaynaklandığını belirtmek lazım. Kelimeler ve figürler birbirini tamamlıyor. Aymazlıkla karışmış kibrin ve karanlığın resmini yapmak az iş değil.
Kavramlarla kurduğu cüretkâr ilişkilere ilaveten, Edgü’yü ayrıcalıklı kılan bir başka konunun da eserlerindeki görsellik olduğunu söyleyebiliriz. Bilenler bilir, herhangi bir resim veya figür içermeyen bir görselliktir söz konusu olan. Sadece kelimelerle ve onlardan daha büyük boşluklarla inşa edilmiştir. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimine başlayıp daha sonra Paris’e giden Edgü yazar kimliğiyle üretmeyi tercih etmiş. Abidin Dino ile kurduğu sıkı dostluğa dair duyduğum her hikâye, kendisinin ve temsil ettiği kuşağın farklı derinliklerini görmemi de sağladı. Bir tarafta askerlik vesilesiyle gittiği Hakkâri’nin bir dağ köyündeki fedakâr öğretmen, diğer tarafta can dostu sanatçılarla dayanışma içinde, sanatın ve entelektüel hayatın gelişip kökleşmesinde elzem gördüğü kurumları inşa etmek için mücadele veren bir yoldaş. Eserlerindeki izleği de düşününce, bu çetrefilli süreçte kendisinin bilgi ve iktidar kavramlarıyla kurduğu ilişkiye dair tahminler yürütüyorum.
Cahil kitabına konu olan varoluş biçimleri, Edgü’nün erken dönem eserlerinde karşımıza çıkan durumlardan çok farklı. Burada tanımladığı cahil, Hakkâri’ye tayin olan öğretmenin olanca gayretiyle okuma yazma öğretmek için çabaladığı, bilgiyle yoğurulmaya müsait çocuklar ve onlardan daha cahil ve eğitimsiz ebeveynleri değil. Okuma yazma bilmek bir tarafa, nüfus dairesinde kaydı bile olmadan ömrünü tamamlayan, oradan oraya savrulup haksızlığın ve hoyratlığın her türlüsüne maruz kaldıktan sonra, atlara seyislik yaparken yaşama dair bilgeliği ve feraseti keşfeden Çakır hiç değil. Edgü’nün bu erken dönem eserlerinde dillendirdiği kahramanlar ve hikâye kurgusu yer yer sert bir mizaç sergilese de, bir nebze umut ve bireyler arasında kurulabilecek güçlü bağlarla ayağa kalkabilme ihtimalini barındırırdı. Hiç umulmadık şekilde yolları çakışan, hikâyeleri iç içe geçen sıradışı kahramanların dünyası, aydınlığıyla, karanlığıyla, başka yolların, başka dünyaların mümkün olduğunu hatırlatırdı. Bu son eserinde ise tamamen farklı bir cahil karakterizasyonuyla karşı karşıyayız. Karanlığı kutsayan, kibri ve iktidarı büyüdükçe içi koflaşan bir aymazlığın 686 hali tanımlanmış ve yer yer görselleştirilmiş. Bu eserde, kesişen yollar yeni ihtimallere açılmıyor. Zira aymazın yolu kiminle kesişse, onu kibriyle ve karanlığıyla boğduğu için büyük bir öfke fışkırıyor kitaptan. Hayatın biriktirdiği bir öfke.
Sadece Ferit Edgü değil, diğer pek çok yazar ve sanatçının yaratıcılık serüveninde, içinde yaşadıkları dönemin toplumsal ve siyasi koşulları ve çağdaşı olan diğer yazar ve sanatçılarla ilişkilerinin önemli bir yeri vardır. Ferit Edgü’yü Mavi Akımı’nı kurduğu çağdaşları ve her birinin hayat serüveninde yürüdüğü çetrefilli yolları düşünerek ele alınca, öncelikle Paris gelir akla. Pek çok yazar ve sanatçının estetik ve ideolojik tavrının oluşumunda etkili olmuş bir şehir Paris. Paris ve muhtelif Avrupa şehirleri ve bu şehirlere gönüllü ve gönülsüz sürgünler neticesinde meydana çıkan ortak payda, kendi ülkelerindeki toplumsal yaşamın ve sanatın kurumsallaşmasına dair bir tavır üretme gayreti. Ferit Edgü’nün Abidin Dino ile kurduğu güçlü dostluk ve dayanışma bağlarının da bu tür düşünce duraklarından geçtiğini duyuyorum Edgü’yü tanıyanlardan. 1936 doğumlu, dolayısıyla artık aklı eren bir çocuk olarak İkinci Dünya Savaşı’nı görmüş olan Ferit Edgü’nün, yüzyılın bütün çalkantılı dönemlerinden, yani Soğuk Savaş, ‘80’lerin siyasi ve toplumsal çelişkileri ve takip eden yıllar boyunca ne tür çetrefilli yollardan geçtiğini az çok tahmin edebiliriz. Dahası, böyle süreçlerde yazar ve sanatçıların çağdaşlarıyla ilişkilenme biçimleri ve süreçlerinden ortaya çıkan kavram ve imgelere de az çok aşinayızdır. Kıraathane İstanbul’da Elvin Eroğlu ve Burak Fidan’ın küratörlüğü ile hazırlanmış olan Cahil sergisi ve Everest Yayınları’ndan çıkan aynı isimli kitapta tanık olduğumuz ilişki ise çok daha farklı ve bu yüzden ilgi uyandırıyor.
Çocuk yaşta Maraş’tan Berlin’e göç etmiş ve hayatı boyunca da orada yaşamış olan Ercan Arslan’ın Ferit Edgü ile kurduğu estetik ve kavramsal ilişki neticesinde iki sanatçının yürüdüğü ortak yol insanı meraklandırmayacak gibi değil. Avrupa’da göçmen olmak, Berlin’de göçmen olmak meseleleri, bilgi, cehalet ve aymazlığa dair neler neler çağrıştıracaktır bu satırları okuyanlara. Evet, Aydınlanma, Rönesans, Sanayi Devrimi ve daha nice entelektüel ve siyasi değişim ve dönüşümlerin çıkış noktası olan Avrupa şehirlerinde göçmen olanlar da aymazlık ve cahillikten türeyen karanlığın binbir türlüsüne maruz kalmıyorlar mı? Bu açıdan bakınca, ortak yaşanmışlıkları olmaksızın, aynı kavramlarla inşa edilmiş güzergâhta, aynı karanlıktan mustarip bir yazar ve bir ressamın ortak üretimini tecrübe ediyoruz sergiyi gezerken. Kıraathane’nin mekânı, yani sergiye ev sahipliği yapan bina ve muhit ve hatta içinde bulunduğumuz mevsim de Cahil’in etkisini daha bir çarpıcı yapıyor.
Ferit Edgü’nün zehir zemberek bir dille tanımladığı cahillik hallerinde ve Ercan Arslan’ın resimlerinde dikkat çeken bir başka unsur da cahile atfedilen cinsiyet vurgusu. Büyük, mübalağalı erkek imgeleriyle tanımlanıyor cahil. Nihayetinde “Kadın cahil daha azdır” diyor Edgü. Buradan kadınlık, iktidara erişim meseleleri ve feminizme dair bir değinme beklemediğimi belirterek bu ve benzeri konuların okurların yorumuyla zenginleşeceğini hatırlatmak isterim.
Son olarak bir uyarı notu düşmekten de kendimi alamıyorum. Sürekli maruz kalmaktan ötürü istemeden içselleştirdiğimiz, kavramları savrukça kullanma ve kabullenme haline dair bir uyarı bu: Her cahili ve “cahil” ithamıyla sağa sola saldıran herkesi, hele de bilgiçlik ve aymazlıktan birer karikatüre dönüşmüş zât-ı muhteremi aynı terazide tartma sevgili okur. Bilmediğimiz, kolayca göremediğimiz bir eşik var ki, büyük zahmetlerle edinilen bilgi ve donanımı etkisiz hale getirip dev cüsseli aymazlar üretebiliyor.
“Cahil, kendisine cahil diyenlere çok kızar.”
•
GİRİŞ RESMİ:
Cahil serisinden, 30x42 cm, kâğıt üzerine akrilik ve mürekkep, 2022.