Bugün artık soru şudur: Polemik, tarih sahnesinde bulunma imkânlarını yitirmiş midir; ki yitirmiş olsa gerektir. Bunun için gerekli “taraflar” epeydir tasfiye olmuşa benzer...
30 Mayıs 2019 10:00
Tam da Orhan Koçak’ın "polemikler" üst başlığıyla bir metin yayımlatmasının üzerine, polemik hakkında düşünme imkânı bulabileceğimiz ileri sürülebilirdir. Kitap bağlamından kalkışarak ama esasen polemik yürütmenin mümkün olup olmaması hakkında bir düşünme bu.
Koçak, kitabın girişine Akif Kurtuluş’un Daktilo Yazıları’na dayandırdığı bazı makaleleri koyarak, aslında bize konuya ilişkin bir imkânı mı gösteriyor, yoksa polemiğin imkânsızlığını mı, tam da. Çünkü bahse konu metinler, Koçak’ın ilk makalelerinde üzerine ve üzerinden konuştuğu metinler, geçen yüzyılın başında karara bağlanmış bir meseleyi, proletkült hareketinin tasfiyesi ve tasfiye etrafında konum ve tutum almaları incelemeyi içeriyor.
Yeni bir dünya kurmaya bütünüyle inanılabildiği, büyük insan kitlelerinin; doğal olarak pek çok insan tekinin yeni dünya idealini gerçekleştirmek için mücadeleye girmekten ve hayatını bu amaç etrafında harcamaktan çekinmediği zamanlardır. Söylenen sözlerin politik sonuçları vardır. Muarızların söylediklerinin de. Doğal olarak hayat bu sözlerin bazılarını zaman içinde yanlışlayacak ya da doğrulayacaktır. Ancak tarihin o ânında muarızlar, sözleri için ölecek kadar sözlerine gömülmüşlerdir.
Bu, nasıl mümkündü ve artık neden mümkün değildir? İlkin, insanlığın kurucu zamanlarını belirlemek zor olmasa gerek. Yükselen yeni sınıfın, burjuvazinin ürettiği insan olma biçimi, ilerlemeye, bilime, entelektüel gelişmeye yönelik açlık ve ilgisi, birkaç yüzyıl önce başlamış ve sürüyordur. Bu, bir insan tipi olarak bir gelecek projeksiyonunu mümkün bulan, bu uğurda fikrî çatışmalara girmekten çekinmeyen (doğal olarak farklı bilme tarzları üretiliyordur ve bunların oluşturduğu okulların taraftarları, birbiriyle çelişen bazı görüş ve düşünmelere sahiptir) belli bir toplum yorumuna, insan yorumuna sahip bireylerdi.
Bunun karşıtı olarak, sosyalizm de bir süredir etkin bir eylem ve düşünme okulu, verili dünya karşısında tutum alma okulu olarak etkinliğini sürdürüyordu elbette. Sosyalist düşünme biçimi de kendi insan olma-eyleme ve düşünme biçimini üretmişti. Bazen bu iki büyük kampın öncü ve ideologları, bazen burjuva aydın entelektüel ve sanat çevreleri, birbiriyle çelişen görüş ve düşünceleri kamu önünde ileri sürerek muarızını etki altına alma ya da bu tartışmaları takip eden geniş insan yığınlarını etkileme yöntemi olarak, muarızına üstünlük kurma ve kendi dünya yorumunu etkin kılma adına polemik yürütüldü sürekli.
Sosyalist okul için de benzer şeyler geçerli. Sadece sınıfsal konumlar değil, bunun farklı yorumları, bir sınıfın içindeki çeşitli tabakalaşmalara tekabül eden düşünme, anlama ve yorumlama tarzları, kendi taraftarlarını ve fikir önderlerini öne getirecekti ve getirdi de. Böylece polemik, politik bir etkinlik olarak güçlü biçimde yürütüldü.
Sanat okulları için de benzer biçimde, birbirinden farklı sanat yorumları etrafında polemiklerin sürekli olarak gündemde olduğu, tarafların polemikten çekinmek şöyle dursun, bunu üstlendikleri ve sürdürmeye can attıkları bir vakıa.
Politik, estetik, etik, ekonomik kategoriler çerçevesinde fikrî mücadele; elbette böylesi keskin kenarlı fikirlerin bulunmasını ön gerektirir bu ve bu fikirler etrafında öbeklenmiş insan kitlelerini ve bu fikirlerin öncülerini de doğal olarak.
Koçak’ın dâhil olduğu kuşak içinse, polemik bütünüyle mümkündü ve bunun tarafları mevcuttu. Ama esasen böylesi bir “ruh iklimi”nden söz açmak gerek; çatışmaya girmekten çekinmeyen ve sözlerinin haklılığından bir an bile kuşku duymayan bir içsellik tarzına sahip olmaktı polemiği mümkün kılan. Edebiyat ve siyaset, kültür ve ekonomi gibi insan toplumunun alanlarına dair farklı görüş, düşünce ve eleştirme biçimlerinin taraftarları, birbirleriyle çekinmeksizin mücadele etmeyi sürdürüyor, bunu kamu önünde yapmayı bir görev addediyordu.
Bugün artık soru şudur: Polemik, tarih sahnesinde bulunma imkânlarını yitirmiş midir; ki yitirmiş olsa gerektir. Bunun için gerekli “taraflar” epeydir tasfiye olmuşa benzer. Artık varsa bile böyle taraflar, kimseyle açıktan bir mücadele yürütmeyi bir yöntem olarak bellemez. Aslında, verili “ruhsal iklim” ve onun ürettiği içsellikler için polemikten ziyade kaypak bir diyalog mümkündür artık. Koçak, bu durumdan şikâyetçi olmalıdır ki sık sık “herkesle iyi geçinmek” hakkında eleştiri getirir; belli ki kendisi herkesle iyi geçinmeye pek bir paye vermemektedir. O, polemik yürütmeyi, akarsuda yaşayan balıkların etinin diri olması gibi, fikrî dirilik için gerekli buluyordur; mücadele, geliştirir. Ve fakat tekrar, elbette bunun için muarızlar gerekir. Ve bunun için bir fikrî okuldan yana, başka fikrî okullara karşı olmak ve bunun uğruna mücadele etmeyi göze alacak bir içsellik de.
Aslında Koçak da polemiği bütünüyle mümkün görmüyor olsa gerektir ki iki makalesinde polemik meselesini tartışmaya açar. Bunlar, polemik hakkındaki düşünmelerdir bir bakıma; bu tür, sürme zeminine sahip midir?
İçsellik dedik, polemiği mümkün kılan tarzda içselliklere sahip olmak ve yakıtı bulunmak. Geçmişte bu içsellik, yakıtını, dünyanın değiştirilebilir olduğuna inanan ve nihayetinde onu gerçekten de değiştiren siyasal-politik görüşlerden ediniyordu. Sosyalizm, vazettiği yeni dünyayı ve bu dünyanın insanını pratikte de kurmaya ve uygulamaya girişecek kadar etkindi. Gerçi nihai planda, böylesi polemiklerin içerdiği, büyük fikirler ileri sürebilmiş zihinlerin getirdiği teorik kavrayışların tekrarı biçimindeydi en çok ancak, yine de bu, polemiğin mümkün olması için yeterliydi; kaldı ki, polemiklere taraf olan fikirlerin sahipleri, birbirleriyle de polemiğe girmekten geri kalmamıştı ve süren, bir bakıma, bu polemiklerin uzantılarıydı.
Taraf olmak, belli bir okulda taraf bulunmak, bu okulun görüş ve düşüncelerinin dünyayı değiştirmeye muktedir olduğuna duyulan katî inanç; böylece bu görüşlere bağlanmak, birtakım muarızları fikrî bakımdan, bazen aslında belagatle yenmeyi imkânlı kılıyordu. Bu bize, bir tür monologu veriyor. Kendi içinde düşünme geliştirme için gerekli olan iç konuşmayı, değerlendirme ve genel fikirlerden iyi kötü kişiselleştirilmiş fikir biçimlerine, hiç değilse söyleyiş biçimlerine sahip olacak kadar bir iç konuşmayı ve tefekkürü. Sonuç olarak konuşanlar, başkalarınca üretilmiş dünya görüşleri ve bunun yorumları olsa bile, taraflar, iyi kötü kendi fikrî tutunumlarına sahip olmalıydı polemiği sürdürebilmek için.
Bu, bir zihin oluş tarzı veriyor bize. Bugün artık tasfiye olduğunu ileri sürmek mümkün bunun. Polemik yürütülemiyor çünkü monolog bulunmuyor. Kendi içinde tartışmalı konuşma, kendi içinde derinleşerek düşünmede kalma, kendi içinde kararlı birtakım inanma-dayanak noktaları edinerek hiç değilse büyük ideoloji makinelerinin üzerinden kendiliğe varma; bağlanacak bir fikrî çerçeveye sahip bulunma.
Koçak için mümkün olan, bugün artık neden mümkün değildir? Masaya, tartışmaya davet edeceği, buna gerçekten hazır olan ve bundan kaçınmayacak figürler, edebî-estetik içerik üreten ya da bunlar hakkında fikir serdeden zihinler elbette vardır ama polemik gibi kamu önünde yapılacak keskin tartışmalar için taraf olacaklar kalmış mıdır? Muarızını hızla nezakete davet etmeyecek, kanı dökülse de geri çekilmeyecek, büyük arzu ve inançla dolu figürler. Koçak belli ki böylesi bir figür ve bu onun kuruluşunda mevcut. Fakat polemiği mümkün kılacak muarızlara sahip midir? Kendi monologuyla içsellik kurmuş sadece o olmamalıdır, elbette pek çok başkaları da bulunacaktır ama bir polemik için gereken şu inanç yakıtı nerededir? İki çelik kılıcın çarpışması gibi kıvılcımlar saçacak enerji boşalım ve atakları nerededir? Herkesle dost olmayı kabul etmeyi şahsına hakaret sayacak figürler hâlen tarih sahnesinde bulunuyor mu?
Bu kaymanın anlaşılması gerekir. Polemikten “diyaloga” , herkesin birbiriyle iyi geçinme esası üzerinden içeriksiz, inanmasız, çıkara dayalı ilişkileri sürdürmesinin esas olduğu yeni toplumsal zihinsel bu aşamaya geçişin anlaşılması gerekir. Birbirini “gözetmenin” ve polemik yürütürken sakınmasızca kamu önünde söylenenlerin küçük gruplar içinde “dedikodu” seviyesinde söylenmeye geçilmesinin sözüm ona dinamiklerinin.
Koşullayan şeyler vardır elbette ve koşulların değişmesiyle ilgilidir bu. Ancak basitçe maddi koşullarla açıklanamayacağı aşikârdır çünkü polemiğin acımasızca sürdürüldüğü, fikirlerin savaş meydanlarında çarpıştırılmasından kaçınılmadığı zamanlarda da maddi koşullar bugünkünden ileride olmasa gerektir. Fakat koşullar karşısında tutum alma dinamikleri değişmiş, büyük fikir okullarının taraftarları artık kalmamış, düşünme ikliminin, tavır ve tutum alma ikliminin değişimiyle birlikte kendiliğinden tasfiyeye uğramıştır. Ve nihayet, aslında içselliklerin büyük fikrî okulların pozisyonları tarafından işgali ve kurulmasından, tarihsel ufkun kapandığı ve sonsuza kadar ilerlemenin kapitalist tarzda süreceği “fikrine” geçildiği zamanlarda, artık tarafların tasfiye edildiği ve ileriye doğru değişim ve kurucu mücadelenin bütünüyle sekteye uğradığı zamanların içselliği olarak, mücadele figürlerinden uzlaşma ve zihnî pelteleşme figürlerine, bu yeni içselliğe geçilmiştir, değişen budur.
Doğal olarak, bu dinamikler etrafında düşünmek ayrı bir mesai gerektirir. Orhan Koçak’ın kodlarına kazınmış polemik yürütme refleksinin sürmesi ilginç ve üzerinde durulmaya değerdir. Nitekim kitapta, elbette sadece proletkült tasfiyesi etrafında yürütülen polemiklere atıflar vb. den çok başka tartışma başlıkları da vardır. Kitabın, bu bakımdan ilginç olduğunu söylemeye gerek bile yok. Yeni çağın “değerleri” bakımından üzerinde düşünülmesi gerekenlerden birisi de şu olabilir: neden Orhan Koçak, tasfiye olan bir kuşak-zihin olma biçiminin temsilcisi olarak, aranıyor ve kendisine sürekli başvuruluyordur?