Küçük bir kartopu

“Dijital hafızanın insan hafızasından çok daha hacimli olduğu, ve değil binlerce yüz binlerce gazeli taşıyabileceği malûm, bunun faidesi çok elbette. Ama insan hafızası bağlam ve toplumsal dürtülerle birebir alakalı, hassas bir hazine.”

21 Ocak 2021 19:00

Kışa benzemeyen kış günlerinin ardından gelen karlı havalara yakışacak bir eğlencelik, bir scherzo niyetine:

Ne zamandır Osmanlı dünyasında âlimlerin şairlerin ve sair okurların kitaplarıyla resmedildiği örnekleri topluyordum. Daha araştırmanın başlarında, çoğunun açıklık yerlerde, bağda bahçede, kırda bayırda ellerinde veya önlerinde kitapla tasvir edildiğini fark edince her türlü çalışmama vesile olan bir şaşkınlık yaşadım, hayret parmağım ağzıma düştü kaldı. Sevgili dostum, kitap tarihi çalışanların piri Zeren Tanındı Hanım’a armağan olarak yakında yayınlanacak kitaba “yeşil okuma” üzerine bir yazı yazdım. Bu arada kitapların elden ve gözden geçirildiği mekanları daha iyi anlamamızı sağlayacak metinleri de devşirmeye koyuldum. Tesadüf bu ya, İstanbul’a ve Bursa’ya 2021’in ilk karı düşerken Hoca Sadeddin Efendi’nin Tācü’t-tevārīh’inde şu güzelliği okuyordum.

Molla Alaeddin Ali bin Yusuf ibn Molla Şemseddin el-Fenārī (ö. 1497/98), çeşitli ilimleri tahsil etmeğe çok “hırsı” olduğundan gençliğinde Acem beldelerine gider. Herat Semerkand ve Buhara’da uzun yıllar geçirdikten sonra vatan muhabbetiyle diyar-ı Rum’a döner, önemli görevlerin ardından emekli olur ve asıl memleketi olan Bursa’ya yerleşir. Ama çalışmayı bırakmaz.

“Cuma ve Salı günlerinden gayri günlerde ders verip önceliği faziletlerin yayılmasına önayak olmak ve tek düşüncesi Cenab-ı İzzet’e yönelmek idi.  Üç mevsimi Bursa yaylasında bina etdiği menzilde ikamet ederek ve ders vermeğe devam ederek geçirir, kış mevsiminde şehre gelirdi. Zaman olurdu ki kar yağardı, o hâlâ yayladan inmemiş olurdu. Hatta bazı ögrencileri şöyle anlatır: bir gün yaylada ders sırasında bir kitaba müracaat etmek lazım oldu. Kitabı eline alınca gördü ki [üzerine yağan] kardan ağarmış, ‘soğuk yaradılışlı ak çehreli bir mahbuba benzemiş’ dedi.”[1]

Kitaba yakın yaşamanın çoğu zaman tabiattan uzaklaşmak ya da aman kopmayayım diye bu uğurda gayretkeşlik etmek anlamına geldiği bir çağın okurlarına sunulur.

...

Kitap ve mekân demişken, Fenarizade Alaeddin Ali'nin biyografisinin hatırlattığı bir şey daha var: âlimlerin ve meraklıların muazzam ezber dağarcıkları sayesinde günümüz teknolojilerinden önce de bir çeşit "sanal kitabın" mümkün olduğu ve bunun kapalı mekânlara bağımlılığı azalttığı. Edebiyat bahislerinde her sanat türü için Farsçadan uygun örnekler zikretmesine şaşıran ögrencisine şunu anlatır:

"Acem diyarındayken gördüm ki ögrencilerin adetidir, her gün ikindi namazından sonra toplaşır aralarında şiir müzakere ederler. [Buna gıpta etmemek mümkün mü? ck] Bunlar benim o zamanlarda hıfz ettiğim şiirlerdir. Acem'den döndüğümde saymıştım, hafızamda on bin gazel vardı."

Böbürlenme ise dahi pes. Bende binlerce gazelin pdf'si var, demekle aynı şey mi? Bence değil. Dijital hafızanın insan hafızasından çok daha hacimli olduğu, ve değil binlerce yüz binlerce gazeli taşıyabileceği malûm, bunun faidesi çok elbette. Ama insan hafızası bağlam ve toplumsal dürtülerle birebir alakalı, hassas bir hazine. Ne alet bulundurmanıza gerek var, ne de yüz yüze sohbetin en tatlı yerinde parmaklarınızı klavyeye gözlerinizi ekrana kaydırmaya. 

Bursa'da 1490'larda kaç kitap, kaç kitaplık vardı, sorusunun cevabını nasıl vereceğiz şimdi?

Solda, Fenari torunu Molla Alaeddin Ali’yi (oturan) gösteren bir minyatür. Sağdaki minyatürde ise mesirede okuyan bir çelebi ve arkadaşları: Molla kaplıcaya gitmiş de öğrenciler dağıtmış olmasın?

[soldaki TSMK, H.1263, Şakayık Tercümesi’nden; sağdaki 1610 civ., TSMK, B. 408, y. 28a. (Bağcı ve diğ., Osmanlı Resim Sanatı, 232, fig. 192)].

 

NOTLAR


[1] Biyografi 1862 baskısının, 2.cilt, 501-03, sahifeleri arasında yer alıyor; alıntı 502-03. Benim okuyuşum, İsmet Parmaksıẓoğlu’nun son derece kullanışlı ve başarılı sadeleştirmesinden biraz farklı oldu.