"İnatçı, küçük ama her cadı gibi bilmiş –hatta zaman zaman fazlasıyla kendini beğenmiş– ama hızlı öğrenen, empati kurabilen, akıllı ve hepsinden önemlisi, iyi bir cadı Şeroks. Onunla 20 yıl önce tanıştık..."
23 Aralık 2021 11:00
İnatçı, küçük ama her cadı gibi bilmiş –hatta zaman zaman fazlasıyla kendini beğenmiş– ama hızlı öğrenen, empati kurabilen, akıllı ve hepsinden önemlisi, iyi bir cadı Şeroks. Onunla 20 yıl önce tanıştık Masallar Ülkesi’nde; çok sevdik. Büyük Tuzak’ta yeni maceralarını bir solukta okuduk, sonra biraz özletti kendini. Barış Odaları’nda hasret giderdi bir kısmımız. Bir kısmımız her ne kadar çok sevse de, Küçük Cadı Şeroks’a zaman ayıramayacak kadar büyüdü o arada. Neyse ki ben çok büyüsem de çocuk kitapları okumayı sevenlerdenim. Dolayısıyla uzun yolculuğunun duraklarında onu beklemeyi seviyorum. Sevgili yazarın alt mesajımı not ettiğini umarım, çünkü az sonra okuyacağınız gibi, o da özlüyor Şeroks’u (sanırım)…
Sevgili yazar demişken, çocukların çok sevdiği Şeroks’u anıp yaratıcısı Aslı Der’den söz etmeden olmaz tabii. Aslı Der felsefe eğitimi almış ve Küçük Cadı Şeroks ile başlayan yazarlık kariyerinde elbette bu eğitimin izlerini sürebiliyoruz. 2022 Astrid Lindgren Anma Ödülü’ne adaylığı ve şimdi de Şeroks’un 20. yaşı nedeniyle, 20 yıldır çocuklar ve gençler için düşünen, yazan Aslı Der’le sohbete bahane yarattık. Ama madem bir yaş dönümünden söz ediyoruz, sohbete geçmeden adını anmamız gereken biri daha var; Şeroks’u beline kadar kırmızı saçlarını örtemeyen kocaman şapkası ve yıldız desenli elbisesiyle resmederek, çocukları ona birkaç adım daha yaklaştıran Huban Korman. Bir çocuk romanı kahramanı, yazarı kadar çizeriyle de yaşam buluyor ne de olsa.
Evet, artık başlayabiliriz…
20 yıl önceye dönelim. Şeroks karakterini nasıl yarattın? En baştan beri bir seri kitap mıydı, yoksa yazarken oraya mı evrildi?
Aslı Der: Küçük Cadı Şeroks kitabım yayınlanalı 20 yıl oldu, ancak Şeroks karakterinin hayatıma girişi, yani bir anlamda onunla tanışmamız 24. yılını bitirdi. Neredeyse çeyrek asırlık olduk. Süpürgesine atlayıp gökyüzüne doğru fırlayan küçük bir cadıyı ilk kez hayal ederken, aslında kendimi, kaynağını tam da bulamadığım sıkıntılardan kurtarmak, düş dünyamda biraz olsun rahatlamak istiyordum. Değil seri, kitap olması bile aklımda yoktu. Günışığı Kitaplığı ile tanışmasaydım, yollarımız kesişmeseydi belki sadece hayal kahramanım olarak kalacaktı; iyi ki buluştuk, birlikte çalıştık. İlk kitaptan sonra yeni bir Şeroks olmaz dedim, ama sonra içinde onun olduğu başka bir kitabı yazma düşüncesi ağır bastı. Özledim Şeroks’u. Üçüncü kitap da özlemle çıktı, belki şimdi dördüncüsü olur, neden olmasın…
Her yazar kitaplarının beğenilmesini, elden ele dolaşmasını, baskılarının çoğalmasını hayal eder. Nitekim Şeroks birkaç kuşağın kahramanı olmayı başardı, bundan sonra da öyle olmaya devam edecek belli ki. Nasıl hissettiriyor bu durum?
Bir kitabın içinde kaybolmak, dış dünyaya kendini kapatıp, okuduğun kitabın içinde kendi gerçekliğinden sıyrılıp başka bir dünyaya/yaşama yolculuk etmek hayatım boyunca başıma gelen en büyülü deneyim diyebilirim. Benzer duyguları yaşayan Şeroks okurları olduğunu düşünmek çok güzel, heyecan verici benim için.
Soldan sağa: Aslı Der, Huban Korman ve Şeroks
Çok sevilen kitapların sinemaya ya da sahneye uyarlandığına şahit oluyoruz Batıda. Hepsi de iyi olmuyor bu uyarlamaların, ama bu iki yapıt birbirini destekleyerek okuyucu/izleyici kitlesini çoğaltıyor. Türkiye’de, hele de çocuk kitaplarında henüz böyle bir yaklaşım yok, ama eminim sen hayalini kurmuşsundur bunun.
Doğrusu, böyle bir hayali birkaç kez kurdum, ancak olmazsa olmaz bir durum ya da heyecandan yüreğimi ağzıma getirecek bir düşünce değil benim için. Belki de kitabını okuyup filmini sevemediğim, filmini izleyip kitabıyla hayal kırıklığı yaşadığım örnekler bana böyle hissettiriyor. Bir taraftan da, bunların maliyeti yüksek projeler olduğunun farkındayım; içimdeki aşırı gerçekçi Aslı, “kötü bir iş olacağına hiç olmasın” deyip hayalimi sonlandırıyor.
Çocuklar buluşmalarda Şeroks’la ilgili düşüncelerini paylaşıyorlar seninle. Var mı bizimle paylaşmak isteyeceğin birkaç anekdot?
İlk anda aklıma gelen bir anekdot yok doğrusu, ama 20 yıldır okullarda Şeroks’u okumuş öğrencilerle programlar yapıyorum; Şeroks üzerinden edebiyat, felsefe konuşma fırsatı buluyoruz. Çocukların hayata bakışlarını, ülkemizin ve dünyanın 20 yılda yaşadığı değişimleri bu sorular üzerinden gözlemleyebiliyorum. Şeroks’un hikâye içinde yaptığı/yapmadığı eylemleri içeren sorular özellikle ilgimi çekiyor. Böylesi soruları soran okurun kendini kahramanın yerine koyduğunu, bir açıdan kendi yaptığı/yapmadığı eylemleri sorguladığını görebiliyorum. Edebiyat kendimizi tanımak için çok değerli bir araç; okurlarla yaptığım buluşmalardan yıllardır hep bu hisle ayrılıyorum.
20. yaş başka dillere, başka ülkelere kapıyı da aralar belki. Var mı bu konuda çalışmaların?
Şeroks başka dillere, başka ülkelere, başka coğrafyalara son sürat uçsun isterim elbette, ama bunun kolay olmadığını, yayınevim Günışığı Kitaplığı’nın bu konuda pes etmeden çalıştığını biliyorum.
Aslı Der’i kariyerinin başında fantastik romanların yazarı olarak tanıdık, sevdik. Şeroks serisi tamamlanmadan gelen Tehlikeye 3 Yolculuk ve Kayıp Rüyacı da fantastik maceralardı ve okuyucusu bol romanlar oldu tıpkı Şeroks gibi. Ardından gelen iki gençlik romanın –Defne’yi Beklerken ve Darmadağın– ile son kitabın Denek E.E.E. ise gerçekçi kurgular. Günümüzün dünyasına, kahramanlarına ve onların güncel, gündelik sorunlarına odaklı. Fantastikten gerçekçi kurguya geçiş sürecin hakkında neler söyleyebilirsin? Bu değişimin okuyucun üzerinde etkisini gözlemleyebilme şansın oldu mu?
Edebiyat yolculuğumun başlangıcına dönüp baktığımda, neyi, nasıl yazacağıma değil de, içinde bulunduğum dünyayı kendime nasıl anlatacağıma odaklandığımı görüyorum. Yazmanın benim için anlamı, paylaşıma açık bir eser oluşturmaktan çok, yaşadığım hayat içinde anlam bulma yolculuğu. Bazen fantastik, bazense daha gerçekçi bir kurguyla ortaya koyuyorum bu arayışı. İki tür arasında özellikle yapılmış bir geçiş olmadı hiç; üzerine kafa yorduğum konuları kendime nasıl hikâye ettiğim, kurgunun gerçekçiliğini belirledi.
Fantastik romanlarımı daha çok 8-12 yaş grubu okuyor, diğer kitaplarımın okurunun yaş grubu biraz daha büyük. İki okur grubu arasında gözlemlediğim en büyük fark, sanırım gerçekçi romanla ilgili sohbet ettiğimizde soruların daha ciddi oluşu. Fantastik maceralar üzerine konuşulması daha kolay kitaplar, sonuçta içinde yaşadığımız dünyada bir gerçekliği yok. Konular ciddi bile olsa, birebir okurun başına gelme ihtimali olmadığı için okuru korunaklı bir alanda tutabiliyor. Defne’yi Beklerken ve Darmadağın’da işler değişiyor, okur o korunaklı alanı terk etmek zorunda kalıyor. Bunun bir etkisi olduğunu, “ya benim de başıma gelirse” sorusunun metni okurken bambaşka duyguları da yaşattığını düşünüyorum.
2022 Astrid Lindgren Anma Ödülü (ALMA)’ne Türkiye’den aday gösterilen yazarlardan birisin. Bu ödüllerin edebiyata katkıları konusunda ne düşünüyorsun?
Okul programlarında çocukların bana sıklıkla sorduğu bir soru var: Yazarlık nasıl bir iş? Genelde çok kısa cevap vererek başlıyorum: Yalnız bir iş. “Yalnızlığı sevmiyorsanız, tek başınıza kalmaktan, kendi düşüncelerinizin içinde çırpınmaktan, bir başınıza çalışıp çabalamaktan hoşlanmıyorsanız yapılacak iş değil” diye ekliyorum. Bence çalıştığınız alan ne olursa olsun, çabanızın hedefi bir ödül olmak durumunda değil, ancak yaptığınız işi, ortaya koyduğunuz eseri, özellikle bu konuda çalışan, üreten insanların görmesi, takdir etmesi sonsuz bir yüreklendirme sağlıyor; yalnız üretiyor olsanız da tek başınıza olmadığınızı, değer verdiğiniz kişilerin de sizi ve üretiminizi gördüğünü hatırlatıyor.
ALMA, hayal kuruyor olsam, o hayalin içinde kalbimi pır pır attıracak bir ödül. Çocukluk yıllarımdan beri hayranı olduğum yazar Astrid Lindgren’in anısına verilen bu ödüle aday olmak bile yeterli benim için. Değer verdiğim insanlar tarafından yazar olarak eserlerimle görüldüğümü, fark edildiğimi hissettim bu adaylıkla, mutlu oldum. Özellikle kendimi, yaşadığım ülkeyi ve dönemi her zamankinden çok sorguladığım bir dönemde bana yeniden üretme cesareti verdi.
Bir klasik soruyla bitirelim o halde. Yeni proje(ler)…
Çok okuduğum, çok fazla konuyu aynı anda takip ettiğim, kendimi yeni şeyler öğrenmeye her zamankinden daha aç hissettiğim bir süreç yaşıyorum. Damla damla süzülüp yeni bir hikâyeye dönüşecekler, yakında umarım.
•