Divan şairinin derdi, sevgilinin güzelliğini anlatırken modern edebiyatta olduğu gibi okurun kafasında canlandırabileceği bir insan imgesi çizmek değildir…
05 Ocak 2017 14:45
Güzellik denilince divan edebiyatında o yüzyıllarca anlata anlata bitirilmeyen sevgilinin güzelliğine dönüp bakmadan olmaz. Lakin güzel demem sizi yanıltmasın. Divan şairinin derdi, sevgilinin güzelliğini anlatırken, modern edebiyatta olduğu gibi okurun kafasında canlandırabileceği bir insan imgesi çizmek değildir; onun derdi sevgilinin acımasızlığını, ona duyulan özlemi ya da vuslatın sevincini, ona çizdiği yay gibi kaşlar, ok gibi kirpikler ya da şairin bahtı kadar kara saçlar üzerinden anlatmaktır. Sevgilinin kaşları boşuna yay değildir, o kaşlar ile yaralamıştır şairin kalbini; kirpikleri bir kılıç kadar keskindir ki onlarla delip geçmiştir şairin ruhunu…
Bir yüzi gül gonce-leb dil-dâr dersen işte sen
Sen güle bülbül gibi kim zâr dersen işte ben
“Gül yüzlü, gonca dudaklı bir gönül avcısı dersen, işte sen! Sencileyin bir gül uğruna bülbül gibi kim inler dersen, işte ben!”
Divan edebiyatı, 14-18. yüzyıllarda, halk arasında bir yere kadar yaygınlaşsa da saray ve etrafının, padişahların ve şairlerin hayatı kadar değerliydi. Aynı dönemde, paralel bir şekilde varlığını sürdüren halk şiiri ile arasında dağlar kadar fark vardır divan edebiyatının. O kadar ki bugünden baktığımızda 16. yüzyılda “Bana kara diyen güzel/ Kaşların kara değil mi? Dökülmüştür dal gerdene/ Saçların kara değil mi?” diyen Köroğlu ile Bâkî ya da Fuzûlî’nin aynı dönemde yaşadığını düşünmek bile şaşırtıcıdır. Güzelliği ele alan bu iki gelenekten divan edebiyatını ayrı bir yere koymamızın sebebi ise divan şiirinin en önemli konusunu aşkın dolayısıyla sevgilinin güzelliğini odağına alıyor olması. Divan şiirinden aşk konusunu çıkardığımızda neredeyse bütün divanların içi boşalır diyebiliriz.
Divan şairi için yazdığı beyitleri hayatıyla bir tutmak boşuna değil. Şairin karnının ne kadar doyacağı da, sarayda ne kadar önemli bir pozisyonda olacağı da -hatta hicivleri yüzünden I. Ahmet döneminde boğdurularak öldürülen Nef’î örneğinde olduğu gibi bazen ne kadar yaşayacağı bile- yazdığı beyitlerin ne kadar beğenileceği ile orantılıydı. Bu yüzden Divan şairi hem söz konusu şiirin yapısı itibariyle hem de kendisi için hayatı boyunca kusursuz mazmunu, beyiti ve mısrayı arar durur. Mazmunlar, yani bu kalıplaşmış benzetmeler üzerine inşa edilen,. dilin tüm imkanlarından yararlanarak oluşturulan Divan edebiyatı, sadece saray ve çevresi şairleri için ölüm kalım meselelerine varacak kadar önemli olmakla kalmamış güzelliğe de yeni bir tanım getirmiştir. Divan şiirinde bahsedilen nasıl bir sevgiliydi ki, kaşları yay, dudakları nokta, dişleri inci, saçları yılan oluyordu ve tüm bu özelliklerin hepsini birleştirdiğinizde gözünüzün önüne ortaya toplumsal güzellik algısına hiç de uymayan fantastik bir varlık çıkar. Bu varlık gerçeklikten öyle uzaktır ki Divan şairinin yarattığı güzel imgesini karşılayan bir insan gerçekte var olmuş mudur, bundan bile şüphe etmemize sebep olur. Hayatında gerçekten âşık olduğu biri olmuştur da onun için mi yazıyordur şair, yoksa sözü edilen sevgili şairin yüksek edebiyatının icrası için bir araçtan başka bir şey değil midir, bilinmez.
Söz konusu sevgilinin anonimliği ve gerçeküstü güzelliğine dair Hüseyin Gönel’in şu sözleri de divan şiirinde yaratılan sevgili tipinin nasıl yüzyıllar boyunca birbirinin neredeyse aynı ve olağan dışı benzetmeler üzerinden ilerlediğini vurgular niteliktedir: “Sevgili her şeyden önce anonim bir varlıktır. Bütün devirlerde, dönemlerde var olan bu imaj binlerce şairin katkısıyla oluşmuştur. Kaynağını gerçek hayattan alan sevgili tipi edebî açıdan teşbih ve mecazlarla yüceltilmiş ve bir güzellik timsali haline getirilmiştir. Bu yüzden yarı idealize edilmiş sevgili daha çok güzellik unsurları üzerinden anlatılır. Mesela ağzı vardır ama bildiğimiz insan ağzına benzemez, uzun boyludur ama kimse onun boyuna ulaşamaz, bakışlarıyla öldürür, yaralar, dudağıyla can verir, kaşları yay olur kirpik oku atar. Bu özelliklerle gerçeklikten ayrılır.” 1
Divan şairinin amacı, kusursuz güzeli yaratmaktır. Peki ama nasıl? Gerçekte kusursuz bir güzelliğin mümkün olmaması şairi hayal dünyasına yöneltir. Divan şiirindeki güzel, gerçekten kopuk idealize bir güzellikte çıkar karşımıza böylece. Sevgilinin boyunun daima servi gibi uzun, saçlarının kara ve ayaklarına kadar olması sevilen kişinin gerçek bir insandan ziyade soyut bir aşkın temsilini yansıtmasından kaynaklanır.
Menzil-i mâhdur ham-ı zülfi
Matla‘-ı mihrdür giribânı
Bâkî’nin “Saçının kıvrımı ayın yörüngesidir/ Yakası, güneşin doğuş yeridir” beyiti bize sevgilinin güzelliğini en abartılı bir biçimde ifade etmenin en güzel örneklerinden birini verir. Sevgilinin güzelliği yer kürenin de ötesinde benzetmelerle ancak tarif edilebilir.
Yaratılan imajlarla amaç sevgilinin her uzvuna bir anlam yükleyerek onu daha güçlü bir şekilde anlatmak ve bu soyut duyguyu, aşkı somutlaştırmaktır. Bu da divan şairlerinin abartılı tasvirleri benimsemesine sebep olmuştur. Bu abartının sebebi şairin en derin duygularını anlatmak için benimsediği bir yöntem olarak yorumlansa da divan şairinin aşkla olan ilişkisi çoğu zaman kusursuz mazmuna ulaşmaktan başka bir şey değildir. Sevgilinin hem âşık hem rakip ile olan ilişkisi, şairin hissettiği kıskançlık duygusu, çektiği büyük acı gerçek midir yoksa bu duyguların hepsi kusursuz mazmuna ulaşmanın ve idealize bir güzellik yaratmanın bir yolu mudur bundan hiçbir zaman emin olamayız.
Hasibe Mazıoğlu, sevgiliye dair abartılı benzetmelerle ilgili şu sözleri söyler: "Divan şiirindeki bu benzetmeler, birer araç olup duygu ve hayal gücünü artırmak için kullanılmıştır. Elbette servi kadar uzun bir insan olamaz, ancak uzun ve endamlı bir boyun düzgün serviye benzetilmesi, şairane güzel bir hayal yaratmanın aracıdır. Kirpiklerinin oka, kaşın yaya, saçın yılana benzetilmesi, bunların âşık üzerinde yaptıkları etkinin derinliğini anlatabilmek içindir. Eğer sanat gerçeğin bir kopyası olsaydı, Picasso'nun tablolarında yüzün yanında bacağın bulunması, kulağın kolda bitmesi veya boyun kol kadar uzun olması yüzünden bu tabloların sanat eseri sayılmaması gerekirdi. 2
Medârisde tahkîk-i mûy-ı miyânuñ
Dekâyıkdan ortaya atmış mebâhis
Fuzûlî’nin “Medresede kıl gibi ince belinin araştırılması, incelik konusunda ortaya birçok tartışma çıkarmış” beyiti yukarıda Mazıoğlu’nun bahsettiği gerçeğin kopyası olmayan güzelliğe en güzel örneklerden biridir. Elbette kıl kadar ince belli bir sevgili yoktur ama ona atfedilen bu olağanüstü özellikler onu eşsiz kılmanın da bir yoludur. Yani divan şairi kalıplaşmış, toplumsal bir güzelliğin peşinde değildir çünkü sözü edilen özelliklere sahip bir insan zaten yoktur. Bu yönüyle divan şiiri bu güzellik idealinin peşinden giderken güzellikle ilgili kalıp yargıları -elbette farkında olmadan- yıkmakta, masallardan, modern edebiyattan ve sanatın başka birçok dalından aşina olduğumuz, “dayatılan” güzelliği yeniden inşa etmemektedir. Bu yönüyle divan şairinin idealize bir güzellik yaratmaya çalışırken toplumsal güzellik algısını yıkan, tıpkı Picasso tablolarında olduğu gibi o bilinen güzeli yapıbozuma uğratan bir tarafı olduğunu söylemek, ancak bugünden yapılabilecek bir yorumdur. Elbette şairin toplumsal güzellik algısıyla da güzelliğin idealize edilmesiyle de bir derdi yoktur. Fakat yine de günümüzden baktığımızda çıkan sonuç, divan şairinin sevgilinin güzelliğine dair yazdıkları alt alta konulup çizilen bir güzelin ideal güzelle yakından uzaktan ilişkisi olmayan bir insan resmi ortaya çıkarmasıdır. Bu noktada Nedîm tasvir ettiği güzelin gerçekte var olmadığını düşünmekte de pek haksız değildir:
Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm
Bir peri suret görünmüş, bir hayal olmuş sana
Bu ideal güzellikteki sevgili sadece fiziksel özellikleriyle değil narin, nazenin ve umursamaz olmasıyla da bilinir. Bu yönüyle klasik edebiyattaki sevgili, rakip ve âşık arasında yarattığı çekişmeye ya da âşığa yüz vermemesine ve ona türlü işkenceler etmesine rağmen tıpkı Cumhuriyet dönemin roman karakterleri gibi ruhsal olarak veremli bir inceliğe ve zayıflığa da sahiptir. Şaire bin bir türlü zalimlik yapan bu sevgili bir taraftan da korunmasız ve incinmeye müsait bir kırılganlığa sahiptir. Bu benzetmeler, şairin bakış açısına göre şekillenirken dönemin güzellik algısını yansıtmaktan da uzak değildir. Sevgili öyle her an ulaşılabilecek biri değildir, gel dersin gelmez, aşkına karşılık vermez, verse de her an gidecekmiş gibidir. Döneme göre düşünüldüğünde bunları yapmayan, kolayca elde edilebilen ve âşığına hemen karşılık veren sevgili zaten o kutsallaştırılan güzelliğe yakışmaz. Bu yönüyle divan şiirinde sevilen bir taraftan şaire acı vererek aktif bir konumda dururken diğer taraftan da edilgen bir kişiliğe büründürülerek ona atfedilen o güzelliğin gücü onun “gelmeyerek, karşılık vermeyerek” elde edilen bir şeye dönüştürülür.
Divan şiirinde aşkın dolayısıyla sevgilinin yerine dair Mehmet Kaplan şunları söyler: Aşk, âşık ve maşuk odağında kendine ait bir aşk kurgusuyla karşımıza çıkan divan şiirinin baş aktörü şüphesiz sevgilidir. Güç, kuvvet ve otorite sahibi, sultanların dahi kapısında beklediği sevgili bu yönüyle divan şiirinin de sultanı sayılır. Bu özelliği ile birlikte makamı gökler katında, güzellikte bir benzeri olmayan, ulaşılmaz olduğu için âşığın hayaliyle yetindiği soyutlanmış bir tiptir. Sevgilinin âşığa karşı acımasız oluşu, sürekli cevr ü cefa etmesi, âşığı ah ve gözyaşı içinde bırakması ise bu kurgunun bir başka yönünü oluşturur. Bu aşk kurgusu âşığı olgunlaştırma eksenindedir. Gerçek hayattaki hüviyetinden sıyrılmış edebî esere göre şekillenmiş bu aşk kurgusu ve “tipler aynı zamanda edebî eserlerin anahtarı olma görevini de üstlenirler.” 3
Güzellik ideali ve yaratılan güzellik demişken çokça tartışılan divan şiirinde sevgilinin çoğu zaman cinsiyetinin belli olmaması, şiirlerin hem erkek hem kadın sevgililere yazılması cinsiyetsizliği konusuna da değinmek gerekir. Divan şairinin tasvir ettiği güzelliğin hem erkek hem kadın olabileceği, sevgiliye dair herhangi bir cinsiyet atfedilmiyor olduğunu açıkça görsek de birçok eski edebiyat araştırmacısı, divan şairinin güzel erkek sevgilisi için şiirler yazma ihtimalini reddeder. Hatta şairin sevgilisinin, cinsiyetine dair bir şey söylenmemesinin sebebini, güzellik idealine yani en başta sözünü ettiğimiz kusursuz mazmuna ulaşmak olduğunu söylerler. Oysa birçok örnekte, özellikle şehrengizlerde, erkek sevgiliye duyulan aşk da divan edebiyatında yer alır. Bunun en bilinen örneklerinden biri ise Nedîm’in aşağıdaki beyitleridir:
İzn alıp cuma namazına deyu mâderden
Bir gün uğrulayalım çerhi sitemperverden
Dolaşıp iskeleye doğru nihan yollardan
Gidelim servi revânım yürü Sadabâd’a.
“Cuma namazına diye izin alıp anneden/ Bir gün uğurlayalım sitemkâr yüzleri/ İskeleye doğru dolaşıp ıssız yollardan/ Gidelim servi boylum yürü Sadabad’a” dizelerinde erkek sevgili de yine servi boyludur. Güzellik idealinin kadın ya da erkek sevgili fark etmeksizin aynı kalıplar ile işlendiğini görmek bizi yine divan şairinin sevgilinin güzelliğinden çok şiirin güzelliğine odaklandığını gösterir. O kadar ki bu amaç kadın ve erkek güzelliğini bile eşitlemiş, kadın ya da erkek sevgiliyi aynı mazmunlar, aynı benzetme ve kalıplar ile tariflemeyi de beraberinde getirmiştir.
Divan şiirinde âşık olunan kişinin cinsiyetinin çoğu zaman belirsiz olmasını Hüseyin Gönel şöyle yorumlar: “Bu durum sevgilinin kadın veya erkek olmasından ziyade ideal bir formu yansıtmasından kaynaklanmaktadır. İdeal form ise insan güzelliği üzerine bina edilmiş, stilize edilerek tabiatta olmayan, eşsiz ve benzersiz bir yapıya dönüştürülmüştür. Sevgili bahsedilen insana ait özellikleriyle (boy, yüz, göz vb.) resmedilse ortaya çıkacak tablo çok farklı olacaktır. Kaldı ki güzellik unsurlarının benzetilenlerinin çokluğu böyle bir resmin çizilmesine imkân vermeyecektir. Ya da her resimde farklı bir tablo ortaya çıkacaktır.” 4
Kusursuz güzeli yaratmak üzere yola çıkan divan şairlerinin yolu ister istemez benzer bir rotadan geçer. Sevgiliyi tasvir etmek için kullanılan mazmunlar zamanla o kadar kalıplaşır ki yay olmayan bir kaşı, ok olmayan bir kirpiği, yılana benzemeyen bir saçı düşünmek mümkün olmaz. Âşık ya da şairin kim olduğu fark etmez, divan edebiyatında eser vermiş herkesin sevgilisi ya da hayalindeki sevgilisi aynı gibidir. Servi gibi uzun boyludur, yanakları gül rengidir ve beli kıl kadar incedir. Burada idealize edilen bir başka özelliğin de gençlik olduğunu söylemek gerekir. Divan şiirinde sözü edilen sevgili “kusursuz güzel” olmasını fiziksel özelliklerinin yanı sıra gençliğine de borçludur. Bu idealde dönemin toplumsal güzellik algısını yansıtan bir taraf da vardır. Güzellik, gençlik dolayısıyla tazelik ile birlikte anılmış, divan şairinin sevdiği kişi kadın olsun erkek olsun fark etmez güzelliğinin en önemli sebeplerinden biri de sevilenin gençliği dolayısıyla uçarılığı, şaire yüz vermemesi ya da hem şaire hem rakibe yüz vermesi olmuştur.
Gören ebrûlar üzre pîçişin ol kâkül-i zerdin
Sanır zerhall ile âyet yazılmış rûy-ı şemşîre
Nedîm’e göre sevgilinin “Kaşlarının üstündeki sarı kâkülü, kılıcın yüzüne altınla yazılmış ayettir.” Elbette yine sevgilinin saçı şaire/âşığa zarar verecek bir nesnedir. Tam da burada sarı saçlı sevgili tasvirinin nadirliğini de belirtmek gerekir. Sevgili imgesi o derece kalıplaşmıştır ki yeşil göze ya da sarı saça rastlamak pek de mümkün değildir. Sevgilinin saçının uzunluğu ya da rengiyse onun ne kadar güzel olduğundan ziyade o güzel saçları nasıl bir silah olarak kullandığıyla ilgilidir. Divan şairi için makbul olan bir diğer sevgili özelliği de uzun saçtır.
Divan edebiyatında işlenen güzellik, birbirinin benzeri mazmunların arka arkaya sıralandığı, beşerî aşkı dile getirmekten ziyade ideal güzelliğe ulaşmanın ön plana çıktığı, daha önce kullanılmayan bir manzum ile yaratılan beyitin ustalık göstergesi olduğu bir yapıya sahiptir. Sevgilinin her parçasını ayrı bir şekilde ele almak, ağzını, gözünü, kaşını, ayva tüylerini ya da saçını kişiselleştirmek onu soyut bir imge olmaktan çıkararak ona bir varlık atfetme imkanı vermiştir. Böylece dört yüz yıl boyunca edebiyatı etkisi altına alan divan edebiyatındaki sevgilinin güzelliğine bugünden bakıldığında sevgili karikatürize bir güzelliğe sahipmiş gibi gelse de kusursuz beyiti inşa etme amacına en doğru şekilde hizmet etmiştir diyebiliriz.