Bu vatanın kasaplarına her dönemde büyük bir özgürlük verilir, onlardan hesap alınamaz; bu ülkede faşiste asla faşist denilemez. Ama masumlar, daha yerdeki kanları bile kurumadan terörist ilan edilir...
14 Ekim 2015 14:00
Ülkemizin eski valilerinden Rafet Küçüktiryaki’nin bir mektubu ortaya çıkmıştı, kim anımsar bilmem; şöyle yazmıştı bir zamanlar:
“1976 yılının Ocak ayında Malatya Beylerderesi olayından sonra, Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi Kızılbaş’a kan kusturdum. Yavuz Sultan Selim’den sonra en büyük Alevi Kızılbaş düşmanı benim, bunu ispat ettim ve ispat etmeye de devam edeceğim. (…) Beni hiçbir kuvvet yerimden söküp atamaz, ne Başbakan ne Cumhurbaşkanı ne de bir başkası. (…) Beni silah kaçakçılığıyla suçlayanlara şunu söylemek isterim ki: Ben, Bulgaristan üzerinden gelen komünist silahlarla Alevi kasaplığı yürütmüş adamım.” (13.12.2012 Malatya Flaş Haber)
İşte Emniyet Müdürü olarak vatandaşın canını, malını, namusunu emanet ettiğimiz adamlardan birinin zihniyeti buydu. Kimse de bunlar nasıl sözler diyerek hesap sormamıştı, eski İçişleri Bakanlarından Abdülkadir Aksu “deli saçması” diyerek bu lafları gürültüye getirmişti.
Oysa şimdi, günümüzde birileri “C” dese, “Cumhur… dedin” diyerek hapse atılıyor.
1980 yılında Mamak Cezaevi’nin avlusunu kim hatırlar? Olsa olsa bu ülkede yaşayan, askeriyle subayıyla tutuklusuyla en fazla beş yüz kişi. Ben onlardan biriyim. O avluda ölümüne dayak atılanlardan biri. Birtakım alçak adamlar, kanımıza ekmek doğrarken o yerde sürünen, kanlar içinde yuvarlanan, ağzından burnundan kanlar gelen, bir hafta sırt üstü yatamayan kişilerdenim. O taşların toprakların dili olsa da söylese: Bir albay, o Raci Tetik denen adam, nasıl bir kinle ve nasıl bir kasaplık duygusuyla bize böyle saldırmıştı? Bizler birer tutukluyduk, o ise –tutuklu bile olsak- bizi korumakla görevli bir kişiydi; hayır, kuzular kasaplara emanetti, bu ülkede hukuk ne işe yarardı, şantaja mı yoksa hileye mi, yoksa adalet duygusunu incitmeye mi?
Hukuk neye yararsa yarar ama hakikatte başka bir şeye yaradığı açıktır: Sanırım şu sıralarda da en çok hukuksuzluğa yaramaktadır.
Bu vatanın kasaplarına her dönemde büyük bir özgürlük verilir, onlardan hesap alınamaz; bu ülkede faşiste asla faşist denilemez. Ama masumlar, daha yerdeki kanları bile kurumadan terörist ilan edilir, PKK’lı diyerek ölümlerine sevinilir. IŞİD’li caniler Ankara’yı kan gölüne çevirir, olay yerine her şey bittikten sonra gelen polis, soluk alamayacak durumdaki yaralıların üstüne su sıkar, gaz bombası atar.
Malatya Valisi, Mamak Cezaevi komutanı ve günümüzün polisi hangi ortak kumaştan kesilmiştir de böyle yapar? İnsan bırakın kamu düzenini sağlayan kişi olmayı, açık düşmanına böyle yapar mı? Biz Çanakkale’de yaralılarını ve ölülerini toplayan düşman askerine yardım eden askerlerin torunları değil miyiz?
Göz göre göre ateş çemberinin ortasına girdik: Döne döne, yana yana gidiyoruz, öteki sayılan kim varsa külliyen dışlaştırıldı, demokrasi fikrinden tek adam despotizmine -hem de kitlelerin desteğiyle- yürümekteyiz. Böyle bir tablo otuzlu yılların Alman coğrafyasında vardı: Şansölye’den Führer’e giden yol o kadar uzak değildi. Bizde de Paşa’dan Başkan’a giden yol sanıldığı kadar uzak görünmüyor.
Gözünüzü Polonya’nın doğusuna bir çevirin ve bakın: Rusya’da başkanlık sistemi; Ukrayna’da aynı Putin gibi kimseye göz açtırmayan bir başkan; bütün eski Sovyet Cumhuriyetleri Ermenistan’ından Kazakistan’ına varıncaya kadar diktatörlüklerin av sahasına dönüşmüş durumda; Çin’de dünyanın en vahşi kapitalist devleti, komünizmin bütün öğretileriyle alay eder gibi Komünist Parti bayrağı altında baş eziyor, Türkmenistan’da aşağılık bir baskı rejimi var. Pakistan, Güney Asya ülkeleri, Afganistan, İran ve Ortadoğu; buralara bakıp da demokrasisine imrendiğiniz bir ülke var mı?
Bütün İslam dünyası tam bir despotik evren oldu; Türkiye bunun dışındaydı o da daireye girdi sonunda.
“Biz batı demokrasisi gibi değiliz” diyerek batı düşmanlığı yapanlar, “medeniyet denen tek dişi kalmış canavar” durağında bekleyenler baş oldu. Kendi ülkesinde film icabı bile olsa haç görmeye katlanamayan softalar, Almanya’nın üç bin caminin açılmasına izin verdiğini aklına bile getirmedi. Hatta “açsın enayiler” der gibi hınzırca göz kırptılar ve “İslam dünyaya egemen oluyor” diyerek sevindiler.
Evet, İslam dünyaya hükümdar oldu, fakat o bildiğimiz nur yüzlü, yumuşak sesli ak sakallı dede olarak değil, nasıl egemen olduğunu hepiniz biliyorsunuz, hepimiz aynı yerdeyiz kim kimdir görüyoruz: İstediği kişiye istediği gibi söven, öldüren, yağmalayan kişiler Müslümanım demekte özgür, bunları eleştirenlere “Dinime sövdü” diyerek saldırmak ise kural.
Alın bu düşünce biçiminizin hayrını görün. Gelebildiğiniz en son noktanın ne olduğunu size ben şöyle tarif edeyim: Düşmanınıza (nedense siyasal rakibiniz yok, ortaçağ köylüleri gibi düşmanınız var) kan kusturmak ve gerekirse ona evlatları üzerinden acı vermek!
Kimsiniz, halkın gözlerini bağladınız, görünmüyorsunuz.
Her türlü yalanı söyleme, lafı doğrudan eğriye döndürme, “ama” “fakat” deme ve hangi yanlışı yaparsanız yapın bunu hemen sizin yararınıza çevirecek bir koro önünde konuşma gibi güçler edindiniz. Hepiniz birden. Yanınıza yaklaşıp da sorulsa “o ben değildim” diyorsunuz. Şimdilerde yasal bir partinin yasadışı bir örgütün uzantısı olduğu söylemini geçerli kılıp onları tasfiye etmeye ve parlamentodaki çoğunluğu ele geçirmeye çalışıyorsunuz. Ama yakından yüz yüze konuşunca demokratsınız. Gizli gizli buluşulan oturumlarda yahut başka adlar altına saklanılan sosyal medyada yırtıcı bir ejder oluyorsunuz.
Niyetiniz kargaşanın artması, bu görülüyor. Mümkünse Ankara 10 Ekim katliamı gibi olayları gerekçe göstererek seçimleri iptal etmek niyetindesiniz.
Şimdilerde “Allah bizi dindarların zulmünden korusun” diyerek isyan eden bir başörtülü hanımefendi vardı, onu anımsıyorum.
İşte salt bu yüzden, yani yaşanan bütün zulümler yüzünden artık, kesinlikle inanıyorum ki devlete çöreklenen zalimler derdest edilip bütün ezilenlere ne yaptığını itiraf etmedikçe kimse huzur içinde olmayacaktır.
Terörle arasına çizgi çekmiş, yalnızca barışçı amaçlarla yürüyenlere “onların amacı başka” demeyen, halkına karşı sorumlu olduğunu öğrenen, herkesin polisi olmaktan gurur duyan bir yeni kamu düzenine ihtiyaç olduğunu bu olaylardan daha açık biçimde başka ne gösterebilir?
Bu ülkede yaşayan demokratların, sağcı-solcu, dindar-laik bütün insanların bir dileği var: Halka karşı işlenen suçları araştıracak ve yargılama için hazırlık soruşturması yürütecek olan meclis komisyonu kurulsun; Ankara’da oluk oluk kan akıtanların, mafya liderlerine miting yaptıranların kimliği açığa çıksın, son kıyımdan başlayarak Suruç, Diyarbakır, Lice, Madımak, 1 Mayıs 1977, Çorum 1980, Maraş 1978’de olanlar öğrenilsin, katledilen aydınlarımızın, zulüm gören azınlıklarımızın başına gelenler aydınlığa kavuşturulsun.
Hepimiz biliyoruz ki o gün hangi silahlarla, hangi aracılıklarla kasaplık yaptığını itiraf edecek olan pek çok sayın vali ortaya çıkacaktır; yaptıklarıyla yüzleştirilen kamu görevlileri olacaktır.
İçime doğdu, Thebai’nin kör kahinleri gibi herkese bunu anımsatmak istedim.