Askerliğim sırasında ilginç bir şey öğrendim: Pek çok kişi Yahudi'nin ne olduğunu bilmiyordu! Kötü bir şey olduğunu hepsi biliyordu da, tam olarak ne demek olduğunu bilmiyorlardı...
29 Aralık 2016 14:05
Erzincan'da askerlik yapmak... nasıl ifade etsem... biraz olağandışı bir deneyimdi benim için. Akşam "Yat" diyorlar, yatıyorsun; "Kalk" diyorlar kalkıyorsun; "Yemek ye" diyorlar, yiyorsun ve ne verirlerse onu yiyorsun; "Yürü" diyorlar, Erzincan platosunda bir aşağı bir yukarı yürüyorsun... Bir süre sonra, hiçbir konuda hiçbir karar vermek zorunda olmadığını, günün her dakikasında ne yapacağının sana zaten söylendiğini fark edip kafanı, iradeni, kendi değerler dünyanı bir kenara bırakıp sessiz sakin yaşayıp gidiyorsun. İnsan rahata alışıyor. Allah'tan sadece dört ay askerlik yaptım, yoksa iyice alışıp hayatım boyunca "Biri emir verse de ne yapmam gerektiğini bilsem" diye çevreme bakınıyor olabilirdim.
Erzincan şehrinden belki de daha büyük bir alana yayılmış olan ve bir ihtimal nüfusu da daha kalabalık olan 59. Topçu Er Eğitim Tugayı'nda, sadece bir Yahudi'ye rastladım. Bir de ben, etti iki. Siyah derili veya çekik gözlü olmadığımız ve biz de sünnetli olduğumuz için (ve zaten erkeklik organı ortalık yerde sık sık teşhir edilmediği için), bizi gören şaşırmıyor, kaygılanmıyor ve MOSSAD'ın Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sızdığını düşünmüyordu. İsmimizi söylemek zorunda kaldığımız âna kadar. "Roni Margulies, İstanbul, emret komutanım" diye bağırmak meseleyi ele veriyordu doğrusu. Ne yalan söyleyeyim, başımın belaya girebileceğinden korkmasam, "Öztürk Türkyılmaz, İstanbul, emret komutanım" diye bağırmam işten bile değildi.
Ama yapamadım. Ve Erzincan dağlarına doğru avazım çıktığı kadar bağırdığım isim, doğal olarak, ilgi çekti. Düşmanlık değil, sadece ilgi. En çok karşılaştığım soru, "Abi, sen nerelisin?" oldu. Soranların hiçbirine "Sen manyak mısın? Türkiyeli olmasam ne işim olur bu Allah'ın belası dağlarda? Gönüllü olarak gelmiş olabilir miyim sence buraya?" cevabını vermedim. "Babam çok komik bir adam, bizim soyadımız aslında Kahramantürk, ama espri olsun diye mahkeme kararıyla Margulies adını almış" demekten de kaçındım. Her seferinde, basit olduğunu sandığım bir cevap verip "Yahudi'yim" dedim.
Ve ilginç bir şey öğrendim: Pek çok kişi Yahudi'nin ne olduğunu bilmiyordu! Kötü bir şey olduğunu hepsi biliyordu da, tam olarak ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Bizim bölüğün çoğunluğu iki yıl eğitim fakültesi okuyup öğretmenlik yapanlardan oluşuyordu. İlk defa bir Yahudi ile karşılaşıyor olmaları bir yana, "Ee, ne demek şimdi bu?" diye bakıyorlardı bana. Biraz daha bilgili biri, "Haa, Hıristiyanlığın bir mezhebi, değil mi?" diye sordu. Anladım ki, Yahudiliğin ne olduğunu, Yahudi'nin nasıl bir şey olduğunu kimse bilmiyor.
Tam on yıl önce, askerliğimden yirmi yıl sonra Bugün Pazar Yahudiler Azar kitabını yazdığımda Erzincan'da öğrendiğim bu ders de kafamın bir yerlerinde duruyordu. Yahudi cemaati hakkında, “Bu da işte böyle bir cemaattir, başkalarına biraz benzer, biraz farklıdır, yaşar gider” diyebilmek istiyordum. Okuyucuya "Ne iyi ne de kötü, ne habis ne de munis, ne karanlık ne de aydınlık, öylesine bir insan grubu işte, tüm diğerleri gibi sıradan insanlar" dedirtebilmek istiyordum.
Yahudi cemaatinin kötü, habis, karanlık ve en çok da esrarengiz bir şey olduğu inancının yaygınlığı bir dizi siyasî sebepten kaynaklanıyor: Memlekette ırkçılığın zaten genel olarak yaygın olması, yüzde 10'un üzerinde oy alan bir faşist partinin varlığı, Millî Görüş geleneğinin onulmaz Yahudi düşmanlığı ve tabii İsrail devletinin saldırganlığı, yayılmacılığı, ırkçılığı. Bunlar temel sebepler; ama çok daha az önemli olmakla birlikte, bir sebep de Yahudi cemaatinin geleneksel içe kapalılığı, sessizliği, görünmezliği olsa gerek.
Cemaatin resmî tavrı, mümkün olduğunca görünmez olmak, göze çarpmamak, ses çıkarmamak olmuştur hep. Bunun nedenini anlamak zor değil. Birkaç yıl önce, Cemaat Başkanı'nın sekreteri aradı, ismen bildiğim ama tanımadığım Başkan'ın beni öğle yemeğine davet etmek istediğini söyledi. Şaşkınlıklar içinde kaldım! Hem anti-Siyonist olduğum, İsrail'i eleştirdiğim, hem de sessizlik/görünmezlik politikasını ihlal ettiğim için cemaat büyüklerinin benim hakkımdaki düşüncelerini biliyordum. Ne istiyor olabilirdi acaba? Merakımdan, daveti kabul ettim. Havadan sudan konuşarak yemeğimizi yedik. Nihayet, "Sence Yahudi cemaatinin en önemli sorunu nedir?" diye sordu. "Birincisi ırkçılık," dedim, "ikincisi de her kuşakta kafası çalışan gençlerin yurtdışına gitmesiyle sayıları azalan, garibanlaşan bir cemaat olması."
"Hayır," dedi, "bu cemaatin öncelikli sorunu güvenliktir." Bir şey diyemedim. İbadethaneleri bombalanmış olan, sürekli olarak hedef gösterilen, İsrail'in tüm yaptıklarından sorumlu tutulan bir cemaatin başkanına ne diyebilirdim ki? Güvenliğin susarak, görünmez olarak sağlanamayacağını, aksine eşit vatandaşlık için mücadele vermek, hak aramak, ırkçılığın üzerine gitmek gerektiğini o zaman da düşünüyordum, şimdi de düşünüyorum. Ama kendisini, haklı olarak, hep tehdit altında gören bir cemaatin kabuğuna çekilmesini de anlayabiliyorum.
Bu çekilmenin bir sonucu da, Türkiye toplumunun Yahudiler hakkında yazılan ve söylenen her türlü deli zırvasına kolayca inanabiliyor olması. Pek çok Türkçe kitap var Yahudiler hakkında. Bunların hemen hepsinin isminde "... şifreleri" veya "... kodları" veya "gizli ..." kelimeleri geçer. Kapaklarında da muhakkak parlak sarı altı köşeli bir yıldız ve İbranice birkaç harf bulunur. Ünlü bir kişinin "gizli" Yahudi veya Sabetaycı olduğunu iddia etmek bir kitabın satış rekorları kırması için yeterlidir.
Bunlara karşılık Yahudiler hakkında makul, anlamlı, bilimsel kitaplar yazılıp yayınlanmasının çok fazla etkisi olacağını, durumu değiştireceğini sanmıyorum doğrusu. Ama yine de fena olmaz, değil mi?
Hiç de fena olmayacağını kanıtlayan iki kitaba ufak katkılarım oldu son dönemde. Kitaplardan biri yayınlandı, biri hazırlanıyor.
Meçhul Yahudiler Ansiklopedisi, Rıfat Bali'nin derlediği, tanınmamış, kendi halinde, sıradan Türkiyeli Yahudiler hakkında biyografik yazılardan oluşan bir kitap (Libra Yayınevi, 2016). Her yazıyı, biyografi konusu olan kişinin bir akrabası, dostu veya tanıdığı yazmış: İddiasız yazarlar, iddiasız "kahramanlar". Kendi yakınları ve çevresi dışında hiçbir "önemi" olmayan kişiler. "Normal" insanlar, "normal" Yahudiler!
Hazırlanmakta olan diğer kitap, Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü. Aylin Kuryel, Raşel Meseri ve Hakan Tuncer'in derlediği bu kitap da, Bali'ninki gibi, her isteyenin katkı yapmasıyla oluşturuluyor. (Sözlük maddesi katkılarınız için adres: [email protected]). Örneğin, benim yazdığım maddelerden biri "Saç". Şöyle:
"Yahudilerin saçları siyah olur. Yaşlanınca da beyazlar. Ama yaşlanmadan önce saçları beyazlayan Yahudiler de olmuştur. Türkiye'nin önde gelen işadamlarından biri, Sirkeci'de küçük bir dükkânı olan babasına 1942'de Varlık Vergisi kapsamında hem Sirkeci hem Bahçekapı vergi dairelerinden ayrı ayrı iki vergi talebi geldiğini anlatmıştır. Dairelerden biri 16.000, diğeri 59.000 lira istemektedir. Adam gider, bunların her ikisinin de dükkânın toplam değerini aşan paralar olduğunu, yine de daha küçük olan miktarı ödemeye çabalayacağını, ama aynı varlık için iki ayrı ödeme talep edilmesinin haksızlık olduğunu anlatmaya çalışır. Dinleyen olmaz; adam kendisini vergi "borcunu" ödeyemeyenlerin gönderildiği Aşkale (Erzurum) çalışma kampında bulur. Bir yıl kadar sonra Aşkale'den dönüşünde 11 yaşındaki oğlu, olayı aktaran işadamı, babasını tanıyamaz. Ancak adam konuşmaya başlayınca sesinden tanır. Baba Aşkale'ye siyah saçlı gitmiş, bembeyaz saçlarla dönmüştür."
Bu iki kitap için katkı davetleri geldiğinde yüreklendim doğrusu. Yahudiler kaleme sarılırsa, "Yahudi nedir?" sorusunun cevabını faşistlerin, komplo teorisyenlerinin ve türlü türlü zır delinin kaleminden okumak zorunda kalmaz kimse.