Bir dönem Avrupasının sonu: Kayıtsızlık Şenliği

Milan Kundera, Türkiye'de de heyecanla beklenen ve bu hafta raflardaki yerini alan romanı Kayıtsızlık Şenliği'nde günümüz dünyasında eksikliğin ne olduğunu göstermeye çalışıyor

16 Nisan 2015 15:00

Avrupa’nın son elli yılında çıkarttığı bana kalırsa en önemli yazarlardan Milan Kundera’nın son romanı Kayıtsızlık Şenliği Can Yayınları tarafından Ayça Sezen çevirisiyle yayımlandı.
Kayıtsızlık Şenliği, Milan Kundera, Çeviri: Ayça Sezen, Can Yayınları1 Nisan’da doğmuş, şakanın, mizahın ve gülmenin anlamını sorgulamış, eksikliğini görmüş, yapıtlarının ana izleği yapmış Kundera, her biri farklı hikâyelerin peşinde beş –bir bakıma gölge oyunu andıran– karakterin başrolünde birbirine karıştığı bu kısa romanla günümüz dünyasında eksikliğin ne olduğunu göstermeye çalışıyor. Ama benim kitabı okurken gördüklerim/sezdiklerim biraz kişisel oldu: Philip Roth, Barbarların İstilası ve Juliette Binoche.

I.

Philip Roth, 1970'lerde giriştiği bir kimlik arayışı sürecinde, Doğu Avrupa'yı keşfeder, "Öteki Avrupa'dan Yazarlar" adını verdiği bir dizi yazarın yapıtlarının İngilizceye aktarılmasına ya da tekrar yayımlanmasına yardımcı olarak, Doğu Bloku'nun "özgürleştirilmesi" sürecine kendi katkısını yapar. Amerikan toplumunun çalkantılarına ve özgürlük arayışlarına yakından tanık olan, Portnoy'un Feryadı'yla başladığı cinsellik ve kimlik üzerine düşündürten romanlarıyla bireysel özgürleşmeye de kendi küçük katkısını yapan –öyle ki Amerikan Başkanı Obama tarafından kendisine ulusal madalya verilirken bıyık altı gülümsemeyle bir toplumun kendisini tatmin etmeyi Portnoy sayesinde öğrendiği atfında bile bulunur– Roth'un, Prag'da bulduğu muadillerinden biri yakın dostu olacaktır: Milan Kundera. Her ne kadar Yahudi olmasa da ve ilişkilerinde Roth kadar çalkantılar yaşamasa da (Kundera'nın biricik sevgili eşi Vera'yı bir başka yazıda Veronica olarak belirtmişim, buradan düzeltmeli) romanlarında cinselliği felsefi olarak ele alan, tarihin baskısını üzerinde kaçınılmaz olarak hisseden bir yazardır. Zaten Roth'tan en önemli farkı buradadır: "Özgür" bir toplumda yapıtlarını yayınlatabilen ve karşılığında eleştirilen bir yazar değil de, Habsburglar, Çekler, Nazi Almanlar, Komünistler ve hatta 1968 Prag Baharı'yla doğrudan Sovyet Rus işgalcileri tarafından idare edilen bir ülkede, yazdıkları halkın beğenisini kazansa da idarecilerin "yasaklamayı" tercih ettiği, dönemin pek çok entelektüeli gibi sinema okulundaki öğretmenliği, tiyatro senaristliği ya da en basitinden günlük burç yorumları yazarlığı dahil herhangi bir entelektüel faaliyetten itinayla alıkonulan biri olmasıdır. Bu dönemlerdeki öyküleri (Gülünesi Aşklar) ve romanları (Şaka ve Ayrılık Valsi) Kundera'yı samizdatlarla kendi ülkesinde, çevirileriyle de Avrupa ve Amerikan dünyasında tanıtır.

Portnoy'un Feryadı, Philip Roth, Çeviri: Özden Arıkan, Ayrıntı YayınlarıRoth'a atıfta bulunarak Kundera’nın son romanı Kayıtsızlık Şenliği'nden bahsedecek bir yazıya koyulmamın sebebi, şenliğin "kadınların göbek deliklerini odağa alan cinsel teşhir modası"nı işaret ederek başlaması, bana zamanında Roth'un kadın memelerini odağa alan erotik-düşünsel romanlar kurgulamasını hatırlatmış olması. Özellikle Kundera çiftinin rejim baskısından usanarak Fransa'ya kaçışından sonra yayımlanan (ama Çekçe yazılan) Unutuşun ve Gülüşün Kitabı ile Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'yle kendine erotik-düşünsel roman kulvarında sarsılmaz bir yer açmıştır Kundera. Komünist rejimin aslında her tür rejimde tezahür edebilecek entelektüele baskı unsurunu ve tarihin dönemeçleri öne sürülerek insanların insanlara yönelik eziyetlerini, gündelik hayatın içindeki erotik açmazlar ve oyunlarla bir bakıma yazdığı her metinde müthiş bir âleme dönüştürür.

II.

Âlem deyince, aklıma Kanadalı yönetmen Denys Arcand’ın filmleri geliyor: 1986'da dört entelektüel arkadaşın eşleriyle birlikte buluşup âlem yapmaları üzerinden erotik-düşünsel Amerikan İmparatorluğunun Çöküşü filmini çekmişti Arcand,. 17 sene sonra da aynı arkadaş grubunun içlerinden birinin kansere yakalanmasıyla son günlerinde yalnız bırakmamak adına bir araya gelmesini Barbarların İstilası’nda ele almıştı. Arcand’ın karakterleri, Kundera metinlerinin entelektüel ama durmadan kendilerini gülünç hallere sokan karakterleriyle örtüşüyor, ancak Kayıtsızlık Şenliği’ndeki D'Ardelo'da olduğu gibi bu sefer kanser değil kansersizlikten duyulan utançla başlayan beyaz bir yalanın yarattığı sempati âlemin arka planında dolanıyor. Kundera'nın Fransa yıllarında ortaya koyduğu Ölümsüzlük, Yavaşlık, Kimlik, Bilmemek gibi romanlarında bir bakıma sürekli bir âlem ve bu âlemin çeşitli anlarında entelektüel endişeler, incelikler, vehimler muazzam bir komediye, kahkahalara ve saçmalıklara açılır. Mesela Yavaşlık’taki Fransa-dışı dünyaya yönelik entelektüel hassasiyetin Afrika’dan Doğu Avrupa’ya her yerde eş oranda ama şan-şöhret amacıyla kameralar karşısında gösterilmesini işlerken Kundera’nın attırdığı ekşi kahkahalar, Kayıtsızlık Şenliği'nde de Caliban ve Charles adı verilmiş dostların kokteyllerde garsonculuk oynarken Hindistan yarımadası göçmeni taklidi yaparak uydurma Urduca konuşmaları esnasında olup bitenlere atılan kahkahalara referans olabilir. Dil, kimlik, cinsiyet gibi kategorilerin birbirine fena halde karıştığı, hem melezleştiği hem de devasa yarıkların oluşturulduğu bir dünyada, Kundera gibi hem düşünen hem de dalgasını geçen yazarların önemi bu "Parti" sahnelerinde daha iyi anlaşılıyor.

III.

Kayıtsızlık Şenliği’nde Kundera’nın bir parça ham oyduğu karakterleri, şehirde, dostlarının evlerinde, tarihin anlatılarında (geniş bir Stalin dönemi fıkrası kısa metnin geniş kısmını kaplıyor) dolanırken oldukça zahmetsiz bir mizah bizi gülümsetiyor. Ama yine de bazı sahneler, bana nedense Kieslowski’nin Mavi, Kırmızı, Beyaz üçlemesini andırırcasına, Avrupa melankolisi barındırıyor.
Suya atlayarak girişilen bir intihar sahnesinin (içinde barındırdığı sürprizlerle birlikte) başkarakterini Mavi’deki Juliette Binoche’a zihnimde oynatmamın sebebi belki de Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin Philip Kaufman tarafından çekilen filminde de Binoche’un oynamış olmasıdır. Nedense taş binaları ve hemen bitiminde başlayan tarlalarıyla tenha bir Avrupa kentine en çok yakışan kadın karakter imgesi Binoche gibi geliyor bana. Ama daha doğuya doğru gidilip kalabalıklar hissedildiğinde, ne Binoche gözükebilir ne de Kundera gibi romancıların eşsizleştirdiği basit karakterler ve tenhalaştırdığı sahneler söz konusu olabilir. Belki de kendi coğrafyamızın gittikçe kalabalıklaşmasından mustarip olduğumuzdan Doğu Avrupa’nın tenhalığından hareket eden filmleri ve kitapları bitmeyen bir hayranlıkla katediyoruzdur.

Milan Kundera ve Philip Roth. New York, 1981

Roth’la başlamıştım, bitirirken yayın piyasası ve edebiyat açısından iki yazar arasındaki başka bir karşılaştırmaya değineyim: Emekliliğini ilan etmiş, artık içindeki metinleri tükettiğinden huzur içinde yaşlanmak istediğini söyleyen Philip Roth’a tezat, Milan Kundera debisi azalsa da üretmeye devam ediyor. Ya cinsellikle ve tarihle ilgili tartışmaların dünyada, özellikle Batıda geldiği nokta, belki de Roth gibi yazdığı dönemde çağlayan bir yazarın suyunun kurumasına sebep olmuştur ama Kundera’da olduğu gibi felsefenin ve komedyanın her zamanki gibi belli oranda atacak kurşunları hâlâ kalmıştır. Ya da Amerika’da bir yazar emekliliğin tadını çıkarabilir, ama Avrupa’da, cılızlaşsa da, yaşlansa da, tüm anlamsızlıklara rağmen yazarın üretmesi gerekiyordur, Kayıtsızlık Şenliği’nden anladığım kadarıyla.

 

 

Milan Kundera fotoğraf: Catherine Hélie