Min Nevâdiri’l-Kütüb – 7 / Çiniden lokuma: Türkiye’nin ve Şark’ın sanat ve zanaatleri

"Akademik derinliği olan bir kitap değilse de, Prétextat-Lecomte’un Osmanlı dönemi esnaf ve zanaatkârlarından söz eden çalışması, Osmanlı toplumunun artık yok olmuş bir veçhesinin, görgü şahitliğine dayanan, oldukça renkli bir anlatısı..."

Her şeyin makineyle, seri imâlât şeklinde, birbirinin aynı üretilip birbirine benzer dükkânlarda (yahut bugünlerde olduğu gibi internet üzerinden) piyasaya sürülmesinden önceki devirlerde insanların ihtiyaçları nasıl karşılanırdı?

Osmanlı toplumundaki esnaf ve zanaatkârlar eskiden  beri çok ilgi çeken bir konudur. Bir yandan sûr denilen büyük şenliklerde resm-i geçitler düzenlenir, şehrin loncaları birbiri ardınca ürünleriyle birlikte yürüyerek başta padişah olmak üzere seyircilere toplumun adeta toplu bir fotoğrafını sunardı. Diğer taraftan önce yabancı gezginlerin, daha sonra da Metin And’ın “çarşı ressamları” dediği, piyasa için resim üreten yerli sanatçıların yaptığı çeşitli mesleklerden insanların resimleri albümlerde toplanır, aristokratların kütüphanelerini süslerdi. Bu albümlerin geç devir, “popüler” biçimi ise 20. yüzyıl başlarında yüzlercesi yayınlanan esnaf ve zanaatkâr kartpostallarıydı.

Halk arasında “esnaf destanları” hayli yaygındı, ya belli bir mesleği, ya da toplumdaki başlıca meslekleri işleyen bu destanların kimi mizahi, kimi erotik, kimi romantik olurdu. Örneğin yazarı belirsiz olan “Tembel Destanı”nda şair

Âlemde bir kolay sanat bulaydım
Para için çekmez idim kasâvet
Ya ekmekçi yahut kasap olaydım
Muhtesipten dayak yemek ne hâcet

Terzi olsam iğnesini tutamam
Hallaç olsam her dem pamuk atamam
Attâr olsam ufak tefek satamam
Bezirgânlık eylemeğe yok tâkat

diye söze başlar, hiçbir işi beceremeyeceğinden şikâyet eder ve

Derviş olsam ben giyemem külâhı
Yoldaş olsam kuşanamam silâhı
Duam budur dâ’im senden İlâhî
Züğürt edip çektirme hiç zarûret

diye sözlerini bağlar, bu arada aklına gelen bütün meslekleri tek tek sıralayarak toplumun kuşbakışı haritasını çıkartır. (Vasfi Mahir Kocatürk, Saz Şiiri Antolojisi: Başlangıçtan Bugüne Kadar Türk Edebiyatının Saz Şiiri Tarzında Yazılmış en Güzel Şiirleri [Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1963], s. 530–531.)

Halk şairlerinin yanı sıra divan şairleri de mesleklere ilgi duymuştur. Örneğin Sürûrî’nin (ö. 1814) Hezliyyât’ında çeşitli meslek erbabından çocukları vesilesiyle söz eden eğlenceli bir gazel vardır ki şöyle başlar:

Cânıma kıyma dedim kıydı börekçi-zâde
Teni tennur-ı gama saldı çörekçi-zâde

Sonraki beyitlerde tüfekçi-zâde, fişekçi-zâde, bekçi-zâde, eşekçi-zâde, kürekçi-zâde, çiçekçi-zâde’den söz edilir ve şiir

Ey Hevâyî gözün aydın ne durursun raks et
Sûr-ı vaslın sana gösterdi köçekçi-zâde

beytiyle biter. (‘Afâllahu ‘an seyyi’âtihi Hezliyyât-ı Sürûrî merhûm [yayın bilgisi yok], s. 45–46. Not: Hevâyî, Sürûrî’nin hiciv ve hezel tarzındaki eserlerinde kullandığı mahlâstır.)

Osmanlı dönemi esnaf ve zanaatkârlarından söz eden Fransızca bir kitap da bu ayın konusu. Doğrusu son haftaların siyasî durumu nedeniyle hiç keyfim yoktu yazacak, ama söz vermişim bir kere. Başa gelen çekilir.

Kitabın başlığı Les arts et métiers de la Turquie et de l’Orient (Türkiye’nin ve Doğu’nun sanat ve zanaatleri). Paris’te, 1902 yılında, Société d’Éditions Scientifiques tarafından basılmış. Yazarın adı başlık sayfasında “Prétextat Lecomte” diye geçiyor. Ebadı 17 x 11,5 cm (octavo), 364 sayfa, 3’ü çizim, 23’ü fotoğraf 26 resim içeriyor. Çizimlerin biri yazarın, diğer ikisi ise “Valentine Lecomte” imzalı. Kitabın kendisi nadir ama taraması internet’ten indirilebiliyor: Google books  yahut Hathi trust. Ayrıca pek de iyi olmayan bir Türkçe çevirisi Tercüman 1001 Temel Eser dizisinden çıkmıştı bir zamanlar: Türkiyede Sanatlar ve Zeneatlar [aynen]: Ondokuzuncu Y.Y. Sonu. Kitapta yayınlandığı yıl verilmemiş ama 1970’lerin sonları olsa gerek; çeviride resimler basılmamış her nedense.

Yazarın adıyla başlayalım. “Prétextat Lecomte” nasıl bir isim? Adı Prétextat, soyadı Lecomte mu acaba? Prétextat diye bir ad var mı ki? Biraz araştırınca, yazarın adının Charles olduğu, soyadının ise Prétextat-Lecomte olduğu ortaya çıkıyor. Nedense kitabın başlık sayfasında adı verilmemiş; sonraki yıllarda yayınladığı gazete yazılarını da hep “Prétextat-Lecomte” diye imzalamış. Seza Sinanlar Uslu’nun tesbitlerine göre 1854’te Fransa’nın Lyon şehrinde doğmuş, 1887’de İstanbul’a gelmiş. Önce Kariye Camii’nin (düşünüyorum da... acaba daha ne kadar zaman müze kalacak, tahmin yürütecek bir babayiğit var mı?) mozaiklerinin çizimlerini hazırlamış, ertesi sene İstanbul’un çok-kültürlü mahallelerinden Şişli’de mimar Alexandre Vallaury’nin eseri olan Metamorphosis Ortodoks Kilisesi’nin dış cephesindeki mozaikleri yapmış. Sonraki yıllarda Heybeliada Rum Ticaret Okulu’nda resim ve Fransızca hocası; ayrıca Stamboul ve The Levant Herald gazeteleriyle Bulgar Telgraf Ajansı’nın İstanbul muhabiri. Bu arada İstanbul Rumlarından Prassinos ailesine damat girmiş (yaşlı büyükannenin ikinci kocası olarak!), 1922’de hep beraber Fransa’ya göçmüşler ve Nanterre’e yerleşmişler. Orada da mozaik çalışmalarına devam etmiş, 1938’de vefat ettiğinde Nanterre Merkez Mezarlığı’na defnedilmiş. (“Saklı Belleğin İzleği”, Mario Prassinos: Bir Sanatçının İzinde içinde, haz. Begüm Akkoyunlu Ersöz ve Tania Bahar [İstanbul: Pera Müzesi, 2016], s. 19; ayrıca bkz. Seza Sinanlar, “Lecomte Prétextat: Un homme de l’art au XIXème siècle à Péra”, Synergies Turquie 2 [2009], s. 59–67. [Bu makalede yazarın adı sehven ters verilmiş.]) Sonraki yıllarda İstanbul’da, Fransız Ticaret Odası’nda görev yapan Alexandre Prétextat-Lecomte’un Charles’ın nesi olduğunu tebit edemedim, ama olağandışı bir soyadı olduğuna ve keza İstanbul’da oturduğuna göre herhalde bir akrabalıkları vardı.

 

Şişli'de Metamorphosis Kilisesi'nin ön cephesinde Pretextat-Lecomte'un mozaiği

Aslında Charles Prétextat-Lecomte hakkında biraz olsun bilgi sahibi olmamız, Prassinos ailesi ve özellikle de üvey torunları sayesinde. Çünki her ikisi de İstanbul doğumlu, Rum asıllı, Fransız sanatçılar olan Mario ve Gisèle Prassinos, hiç ciddiye almadıkları belli olan, ama bununla birlikte hayatlarında önemli bir yer tuttuğu da şüphe götürmeyen üvey dedelerinden epey söz etmişler sağda solda. Örneğin Annie Richard’ın Le monde suspendu de Gisèle Prassinos (Gisèle Prassinos’un asılı dünyası) adlı, sanatçının roman, şiir, resim, heykel ve işlemelerinden sayısız örnekler veren güzel kitabında şöyle deniyor: “Büyük anne yeni dostuyla beraber yaşıyordu, “Fransız sahte büyük baba” Charles Prétextat Lecomte” ([(Aigues-Vives): HB Éditions, 1997], s. 11).

Mario Prassinos ise üvey dededen söz etmekle kalmamış, adı ve şahsiyeti etrafında bir kitap bile yazmış. Les Prétextats (“Prétextat'lar”) (Paris: Gallimard, 1973). Bu başlığı görünce insanın aklına bir aile tarihi kitabı geliyor, ama hiç öyle değil. “Prétexte” kelimesi Fransızca “bahane, mazeret” demek. Kitap bu gerçekten kaynaklanan bir kelime oyununun etrafına örülmüş denemelerden oluşuyor. Biraz Yüksel Arslan’ın bazı tür resimlerine “art + ure arture” demesi gibi, Prassinos da bazı resimlerine “prétextat” demiş ve bunları numaralamış. Genellikle ancak sezilebilen bir insan yüzünden hareket eden soyut kompozisyonlar bunlar. Pera Müzesinde 2016 yılında düzenlenen serginin yukarıda değindiğim kataloğunda, muhtelif üsluplarda ve biçimlerde —yağlıboya, desen, kitap illüstrasyonu, gravür, dokuma— ile birlikte birkaç prétextat örneği de görülebilir.

Aile fertlerinin resimleri üzerinde çalışmağa başlayışını şöyle anlatıyor Mario Prassinos:

"Prétextat dedeyle başlamayı seçtim. Belki daha yaşlı olduğundan, zaman itibariyle daha gerilerde kalmış, bulanıklaşmış, yarı unutulmuş olduğundan beni diğerlerinden daha mı az etkiliyordu? Yahut gülünçlükleri, antikahraman resim projeme daha uygun mu düşüyordu? [...] Prétextat’nın saf kibiri, şovenliği (ki bunları çocuksu aklımız abartıyordu), övünmeleri, tek başına bir orkestra olma ihtirası (gerçekten de ta müziğe kadar) kendisini ailede bir alay nesnesi yapıyordu.

Sanırım kendisini severdik. Pis kokardı, gerçek dede bile değildi, söylendiğine göre pek kültürlü de sayılmazdı, ama biz çocuklar bunu umursamazdık. Eğer bu özellikleri hâfızalarımızda yer etmişse, kendinden çok söz edildiğini duymuş ve belki de duyduklarımızı yanlış anlamış olmamızdan kaynaklanıyordur.

[...]

Çeşitli faaliyetleri (kendisi “yetenek” derdi) arasında ressamlık da vardı. İşçiliği titiz ve ağırdı. Yaptığı bir portre —belki döneminin İran şahı, belki mevki sahibi bir Türk, belki de sadece Tunus Beyi idi; her halükârda fesli bir adamdı— prétextat’ların birinde yüzeye çıktı. Yani demek istediğim, bu prétextat, Prétextat’nın yaptığı tablodaki bıyıklı adama biraz benziyordu, o adam ki göğsünü kaplayan madalyalar çok ayrıntılı, ama beceriksizce ve pek de ikna edici olmayan bir şekilde, kabartma boyanmıştı." (s. 37–38, 67)

Her neyse, konumuz bu değil elbette, ama Prétextat-Lecomte hakkında bilgi edinmekte geçmişte o kadar zorlanmıştım ki hızımı alamadım açıkcası.

 

Pretextat-Lecomte

Gelelim kitaba. Yazar, eserin Mayıs 1901 tarihli önsözünde amacının Fransa’da iyi bilinmeyen, bilinse de ancak kötü kaliteli ihracat ürünlerinden tanınan Türkiye’nin ve Şark’ın sanat ve zanaatlerini tanıtmak olduğunu söylüyor, özellikle de mimaride kullanılan süsleme sanatlarıyla “Şark’ta zenginleştiren silâh, halı, sanatsal biblo gibi” zanaatler üzerinde duracağını belirtiyor (s. 1). Biraz romantik bir edayla şöyle sürdürüyor sözlerini:

“Şark’ın anıtsal yapılarında süsleme sanatları özellikle iç mekânlarda en şatafatlı bir şekilde kendilerini gösterir; çizimler yahut fotoğraflar, bu sanatların muhteşemliği, onları birbirlerine bağlayan ve —sanatın en temel kanunu olan— tevhide götüren aşk bağları hakkında pek zor bir fikir verebilirler.

Öte yandan ne kadar çeşitli, birbirlerine ne kadar yabancıdır bu süsleme sanatları! Ama hayır, onları doğuran hep aynı şark rüyasıdır, birbirlerine bağlılıkları da bundandır.

İşte o iki, üç yüzyıllık görkemli camilerden birine giren ziyaretçinin kapıldığı duygular bunlardır. (s. 4)”

Evet, bol keseden şarkiyatçılık yapılmış, ama hiç olmazsa olumlu yaklaşılmış konuya. Biraz da bilincinde yazar Batı’daki şarkiyatçılığın:

Halı dışında, tekrar ediyorum, Şark’ın sanat ve zanaatleri pek az biliniyor; işin doğrusu bunlar, Garplının muhayyilesinde, Şarklı şairin Bin Bir Gece Masalları’nın hayalini kurduğu mekânların ideal dekoru gibi dalgalanıyorlar. Oysa Türkiye’nin ve Şark’ın sanat ve zanaatleri ilginç ve araştırılmaya lâyıktır, hiçbir şey onların çoğuna gösterilen kayıtsızlık kadar büyük bir haksızlık olamaz. (s. 7)

Önsözden sonra şu konular tek tek ele alınıyor:

Türk çinileri
Mozaik ve kakmacılık
Şam işi kabartma işçiliği
Bakır dökmeciliği
Vitraycılık
Mezartaşı yontuculuğu
Nakış işçiliği
Kumaş üzerine kalemkâri
Halı dokumacılığı
Halı ve kumaş tamirciliği
Bursa ve Şam dokumaları
Arabacılık ve semercilik
Kunduracılık
Silâhçılık
Diyarbakır işi ahşap üzerine tel kakmacılığı, Rusçuk işi pişmiş kara toprak kakmacılığı
Firûze ve ticareti
Kıymetli taş yontuculuğu, hakkâklık
Mine işçiliği, bölmeli minecilik
Telkâri
Ahşap tornacılığı
Amber tornacılığı
Çubukçuluk, marpuççuluk
Fildişi ve şimşir tarakçılık
Lülecilik
Selvi ağacından sandıkçılık
Attarlık
Tesbihçilik
Kayıkçılık
Lokumculuk, helvacılık

Görüldüğü gibi hayli kapsamlı bir liste bu. André Raymond’nun Kahire yahut Suraiya Faroqhi’nin Anadolu esnaf ve zanaatkârları üzerine hazırladıkları çalışmalar gibi akademik derinliği olan bir kitap değilse de, Prétextat-Lecomte’un çalışması Osmanlı toplumunun artık yok olmuş bir veçhesinin, görgü şahitliğine dayanan, oldukça renkli bir anlatısı olarak çok daha iyi tanınmağa lâyık.


 

GİRİŞ RESMİ

 
İsveç doğumlu, 1866’da İstanbul’a yerleşen Guillaume Berggren’in (1835–1920) objektifinden semerciler.