Nermin Yıldırım'ın yeni romanı Misafir bu hafta raflardaki yerini alıyor. K24 okurları için tadımlık bir bölüm yayınlıyoruz...
Rahmetli annem Rukiye Hanım, gene gelip başköşeye kuruldu. Bir yandan Refet Bey’den yadigâr koltukta gırç gırç sallanırken, öbür yandan da çıt çıt çekirdek çitleyip uzaktan kumanda marifetiyle televizyon kanallarını geziyor. Sağlığında eve çekirdek girmezdi ve televizyondan hazzettiği de söylenemezdi. Fakat bir süredir her gece salonun ortasında zuhur edip mütemadiyen aynı filmi çeviriyor.
İlk ziyaretinde aklımı oynatacak gibi olmuştum. Kuruma yeni gelen misafirlerle uğraştığım için, işten yorgun argın döndüğüm günlerden biriydi. Hatta yolda telefonumun çaldığını, kimseyle konuşacak takatım kalmadığından mendeburu sessize alacakken, ekranda abimin adını görünce açtığımı hatırlıyorum. Uzun konuşmamıştık. Hal hatır sorduktan sonra, onun için mi aradı, yoksa laf arasında mı çıtlatıyor anlayamadığım bir vecihte, yakında Asım’ın geleceğini, Bostancı’daki evi hazırlamak icap ettiğini söylemişti. İşleri ona göre ayarlayayım diye tam olarak ne zaman geleceğini sorduğumda, “Belli olunca haberleşiriz ama galiba bu yakınlarda” gibi bir şeyler gevelemişti. İçeriden dedelerini oyuna çağıran torunlarının cıvıltısı yükselince de evdekilerin selamını iletip apar topar kapamıştı telefonu. Abimin huyudur, her şeyi kendi istediği zaman, kendi istediği kadar yapar. Yine de kısa da olsa konuştuğumuza sevinmiş, telefonu çantama koyarken, kalbimde hoş bir kıpırtı hissetmiştim. Sonra eve vardığımda, azıcık dinleneyim diye uzandığım kanepede, üst katımdan gelen iniltiler eşliğinde içim geçiverince, yükseklerden düşüp de bir türlü yere çakılamadığım kâbuslarla dolu huzursuz bir uykuya dalmıştım. Birkaç saate kalmadan, sallanan koltuğun gırç gırç öten sesiyle kendime gelerek gözkapaklarımı araladığımdaysa, yıllar evvel Hakk’a yürüyen rahmetli annemin, oturduğu koltuktan gözlerini dikmiş bana bakmakta olduğunu teşhis etmiştim.
Euzubillahimineşşeytanirraccim!
Yok, öyle filmlerdeki gibi hemen çığlığı basmamıştım, zira dilim tutulmuştu. Güçbela ağzımı aralayıp dudaklarımı oynatsam da, boğazımdan hırıltıdan başkaca ses sökülmüyordu. Ses tellerim büzüşmüş, hayretle korku terkibi derin bir uçurumdan yuvarlanan sesim tuz buz olmuştu. Başparmağıyla damağımı çeken rahmetli, mutfaktan bir bardak su getirip elcağızlarıyla içirene dek konuşamamıştım. Dilim çözüldükten sonra söyleyebildiklerim de öyle pek ahım şahım şeyler değildi ama ölmüş annesini karşısında görmüş bir diri için çok da fena sayılmazdım.
O ilk karşılaşmamızın üstünden geceler aktı. Bu arada ben de ayılıp bayılmaları, tahtalara vurmaları, dilimi ısırmaları, hatta Felak, Nas okumaları peyderpey bıraktım. İnsan nam garip mahluk, başına gelen her acayipliğe eninde sonunda intibak ediyor. Hayat denen illet, başlı başına bir intibak mahareti en nihayet. Anasının ölümüne alışan, onun gittiği meçhulden bir gece ansızın çıkıp gelmesine mi alışamayacak? İşin doğrusu, ben annemin hortlayışına, ölümünden çabuk uyum sağladım. Kazanın durduk yere yeniden kaynadığına inanmak, öldüğüne inanmaktan kolayıma geldi. Elbet zihnime türlü çeşit soru sökün etti, babamın kızıyım neticede. Aklımı yitirdiğimden, aksine yitirmemek için böyle hülyalı oyunlara başvur- duğuma; annemin bir hayalet olduğundan, ömür mesaisinin dirilerin bilemeyeceği makamları da bulunduğuna, sayısız cevap buldum sorularıma. Ne var ki bir zaman sonra tekmili manasını kaybetti. Sonuç öyle kudretliydi ki, sebepler aklımın rüzgârında savrulup gitti. Tek bir hakikat kaldı geriye: Annem dönmüştü, gene benimleydi!
Ortada bir anne varsa, gözünüzün içine şefkatle bakıyorsa, hayat size böyle fevkalade bir lütufta bulunuyorsa, gerisi artık o kadar da mühim olmuyor. İnsan bunun kıymetini çocukken pek bilmiyor da, o anneyi bir kere yitirdikten sonra, hani belki rüyama girer umuduyla kendini zorlayarak uyumaya çalıştığı yıllar boyunca, kafasına dank ede ede anlıyor. Velhasıl, ilk şoku atlattıktan sonra, onu yeniden görebilmenin sevincinden ötesine boş vermeyi yeğledim. Tabii arada, sakın kurumdakilerden üşütük bir hastalığın mikrobunu kapmış olmayayım türünden ipe sapa gelmez fikirlere kapıldığım oluyor ama umursamamaya gayret ediyorum. Bazı şeyleri anlayamayacağını anlamak insana iyi geliyor. Neticede babamın olduğu kadar, annemin de kızıyım.
Hatta dönüşüne öyle alıştım ki, geçenlerde boş bulunup, eve anahtarsız nasıl girebildiğini sordum. Salonun duvarlarında çın çın öten koca bir kahkaha patlatıp, “İlahi, buraya gelene dek aştığım kapılara değil de, şu harcıâlem kapıya mı şaşıyorsun?” demesiyle, ben de kendi halime gülmeye başladım. İnsan bazen neye şaşıracağını şaşırıyor.