“Zeytin ağaçları tehlikede. Böylesine hoyratça, günlük ‘faydalar’ gözetilerek verilen bir kararla, zeytinin anavatanı olan Akdeniz kıyıları ve Anadolu’da bin yıllardır yaşayan, dalları barışın sembolü olmuş zeytin ağaçlarının ölüm fermanı imzalandı. Tarih, zeytin ağaçlarını, zeytini yazdığı gibi bu kıyımı da yazacak.”
14 Nisan 2022 17:25
1 Mart 2022’de Resmî Gazete’de yayınlanan Maden Yönetmeliği’nin “tarım arazilerinde madencilik faaliyetlerini” düzenleyen maddesinde yapılan değişiklikle artık, eğer maden zeytinlik arazisinde ise ağaçların sökülerek taşınması, o da olmuyorsa maden faaliyetini sürdüren şirketin eşdeğer bir arazi üzerine yeni zeytin ağaçları ekmeyi taahhüt etmesi yeterli olacak. Her iki halde de tüm sorumluluk taahhütte bulunan şirkette. Peki, ya taahhüt yerine getirilmezse? Bununla ilgili bir yaptırım yok. Mahkemeler ne güne duruyor!
1939’da çıkarılan “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun”, aşılı zeytinliklerin bakımı ve yeniden fidan dikme ile “delice” adı verilen yabani zeytinlerin aşılanmasının tüm sorumluluğunu Ziraat Vekâleti’ne vermişken, bu yönetmelik değişikliğinde denetim Tarım ve Orman Bakanlığı yerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bırakıldı. Bu değişiklikle bugün hâlâ yürürlükte olan kanunun 20. Maddesi, yani “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az üç kilometre mesafede, zeytinliklerin bitkisel gelişimini ve çoğalmalarını engelleyecek kimyasal atık oluşturulacak tesis yapılamaz ve işletilemez” hükmü yok sayıldı. “Kamu yararı” gözetilerek yayınlanan kararnameyle zeytinlikler yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırken, bilim insanlarının, zeytin üreticilerinin, köylülerin, odaların ve sivil toplum örgütlerinin bütün haykırışları duymazdan gelinerek, doğanın, çevrenin, ekolojik dengenin bozulacağı, erozyonun artacağı itirazları dikkate alınmadı.
“Yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin”
Yaz kış yapraklarını dökmeden büyüyen zeytin ağacı Oleaceae/Zeytingiller ailesine mensuptur. Ülkemizde “aşılı zeytin” ya da “sofralık zeytin” olarak adlandırılan Olea eeuropa eaesativa türüyle dünyada otuza yakın türü bulunan “yabani zeytin” ya da “delice zeytin” Sylvestris’in ülkemizde Olea europa eaeol easter türü yetişmektedir. Dayanıklı, kuraklıktan etkilenmeyen, eğimli arazilerde de yetişebilen, boyları 2 ila 10 metre arasında değişen zeytin ağaçlarının çok uzun ömürlü olduğu, iki bin yıl kadar yaşadığı bilinmektedir. Bu yüzden zeytin ağacı “ölmez ağaç” olarak da adlandırılır. Girit Adası’nda 3.000 yıllık olduğu tahmin edilen bir zeytin ağacının hâlâ meyve veriyor olması “ölmez ağaç” deyişini daha iyi açıklamaktadır.
Yunanistan’ın Santorini Adası’nda yapılan arkeolojik kazılarda 39 bin yıl öncesine ait yabani zeytin türüne ait fosiller bulunmuştur. Zeytinin anavatanının bir görüşe göre Anadolu, bir diğer görüşe göre de Suriye toprakları olduğu sanılmaktadır. MÖ 4000’li yıllarda zeytini ıslah ederek bir kültür bitkisi olarak yetiştirenlerin Samiler olduğu kabul edilir. Zeytin ağaçlarının erozyonu ve çölleşmeyi, iklim değişikliğini önlemede önemli bir rolü vardır.
Kutsal kitapların hepsinde zeytinden söz edilir ve zeytin ağacı kutsal bir ağaç olarak tanımlanır. Nuh tufanının bitişi zeytin dalıyla simgelenmiştir. Mitolojide de zeytin ağacı, zeytin ve zeytinyağı çokça yer alır. Özellikle Antik Yunan mitolojisinde önemli bir yere sahiptir: İlk zeytin ağacı Athena ile Poseidon’un Attica şehri için yarışırlarken ortaya çıkmıştır mitolojiye göre. Zeytin dallarından yapılan taçlar imparatorların, Olimpiyat sporcularının, gladyatörlerin başlarını süsler.
“Tırmandı, vardı bir çalılığın diline
iki zeytin ağacı vardı orada,
fışkırıyordu ikisi de bir kökten,
biri yabaniydi, biri aşılı,
öyle girmişti ki birbiri içine bu iki ağaç,
ne esen yelin ıslak gücü geçerdi,
ne de yağmur sızardı diplerine,
öylesine sımsıkıydı yapraklar,
öylesine sarmaş dolaş.”
MÖ 640-560’ta yaşadığı sanılan Atinalı devlet adamı Solon (Solonise), koyduğu kanunlarla zeytin ağacı kesenleri ağır şekilde cezalandırır. Zeytin ağacının korunması ve yeni fidanlarının dikilmesi Antikçağdan beri tarımsal bir faaliyet olarak süregelmektedir. Bin yıllar boyu süren kutsallığı, verimliliği ve faydalarıyla bilinen bu ağaçlar şimdi maden şirketlerinin insafına kalmış durumdalar.
Nâzım Hikmet’i, şiirlerini sevenlerin ezbere bildiği bir şiiriyle devam edelim zeytini anlatmaya. Şair, 1947 yılında yazdığı “Yaşamaya Dair” isimli uzun şiirinde zeytinden şu mısralarla söz eder:
“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.”
Binyıllara, yüzyıllara meydan okuyan zeytin ağaçlarını mısralarında anan Nâzım Hikmet’in dediği gibi, zeytin fidanı ekmek insanın geleceğe bırakacağı en güzel miras olmalı.
Eğer zeytini seviyorsanız ve hâlâ okumamışsanız özgün bir düşünür, felsefeci ve yazar olan Nermi Uygur’un Denemeli Denemesiz isimli kitabında yer alan “Zeytinsi Deneme”yi mutlaka okumalısınız. “Zeytinsi Deneme”de Nermi Uygur zeytin ağacını, “zeytin tayfası”nı, zeytini ve zeytinyağını anlatırken, adeta zamanı ve mekânı durdurarak kendi içinde bir yolculuğa çıkar:
“Bu işte şimdi buradaki durumum: Kendime, çevreme, kültüre, topluma dalışlar... Yeri, zamanı, yoğunluğu önceden belirlenemediği gibi yolu yöntemi yok ki bunun.”
Tıpkı zeytin ağacını dalları gibi sarar sizi ve derine, daha derine iner:
“Arı-duru havayı, hafif yeli, madensi tabanı severler. Dirençlidir kökler. Toprak durumuna uygun bir salınımları vardır. Dıştan bakınca, bazan, cılızmış gibi bir sanı uyandırsalar da, ergeç sağlamca gövdeleşirler. Öyle ki, topraksızlıktan zaman zaman açıkhavada kalakalsalar bile, n’apıp edip uzun yıllar süresince yaşamanın yolunu yordamını bulurlar. Nankör değildir gövde. Onyıllar, belki de yüzyıllar uzantısınca tüm özsuyu içip her şeyi taşsı bir eski tahtaya dönüştürse de, kimi ölüş görünümlü gövdesine yaslana yaslana yeniden yaşayıp gitmeyi becerir önünde sonunda. Yeşilimsi filizlerle ödüllendirdiği bile olur bu kucak kucağa yaşadığı ölü atasını. Aman aman su istemez. Yarı çölde evinde duyar kendini. Tabanı sertçeymiş, taban taşlıymış pek aldırmaz.”
Emine Gürsoy Naskali editörlüğünde yayınlanan Zeytin Kitabı, zeytin üzerine yazılmış makalelerden oluşuyor. “Tarihî Metinlerde Zeytin”, “Türkiye’de Zeytin ve Zeytinyağı Terminolojisi”, “Zeytin Türküleri”, “Adatepe Zeytinyağı Müzesi” gibi birçok makalenin yer aldığı kitaptan Caner Işık ve İsmail Abalı’nın kaleme almış oldukları “Aydın Halk Kültüründe Zeytin” isimli makaleden “zeytin” sözcüğün kökenini aktaralım:
“Batı dillerinde ‘ela, elaara, olea, olivum, olive’ gibi sözcüklerle karşılanan ‘zeytin’ sözcüğünün Ortadoğu dillerindeki kökeninin ise İbranicedeki ‘zeyt’ kelimesine dayandığı ve Arapçaya da “ez-zeytûn” olarak geçtiği kabul edilmektedir. Anadolu’da ilk defa beylikler döneminde yazılmış eserlerde rastlanır ve bugün Türkçede ‘zeytin’ şekliyle kullanılır.”
Çiftçilerin ve tüccarların geçimi sağladıkları, yemekten kozmetiğe kadar birçok alanda kullanılan bir ürün olan zeytinin varlığı ilk çağlardan beri bilinmektedir. Dünyada zeytin ve zeytinyağı üretiminde önde gelen ülkelerden biri olan Türkiye, son yıllarda gerilere düşmeye başlasa da hâlâ üretimde önemli bir paya sahip. Akdeniz havzasında, Ege ve Marmara bölgelerimizde yetişen zeytin Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz’de de üretiliyor…
Zeytinin yetişip olgunlaşmaya başladığı sonbahar ayları zeytinciler için hasat zamanıdır. Eylül ile ekim aylarında yağmur ve rüzgârlarla dökülen zeytinlerin toplandığı hasat, “dip zamanı” diye adlandırılır. Toplanan zeytinler fabrikalarda işlenir, sezonun ilk yağı satışa hazırdır artık. Bu arada zeytinler henüz olgunlaşmadığından, “kırma zeytin” için ağaçlardan yeşil zeytinler toplanır. Hava durumuna, hasat boyu çalışacak işçilerin hazır olmasına ve yöresine göre değişen hasat, kasım ile mart ayları arasında yapılır. “Baş zamanı” adı verilen bu hasatta olgunlaşan, en verimli hale gelen siyah zeytinler, yine yöresine ve ağaçların cinsine göre “sofralık” ya da “yağlık” olarak toplanırlar.
Zeytin hasadı ya da zeytin toplamak zeytinliklerde yılda iki kez tekrarlanan zorlu bir faaliyetti. Bugün elbette eskiden olduğu gibi değil, artık makineler var. Ancak makinelerin varlığı yine de insana ve insan gücüne ihtiyacı ortadan kaldırmış değil.
Zeytin kültürünün farklı yönlerini derinlemesine tanımak isteyenler için bir başvuru kitabı olan Zeytin Kitabı da, Mahmut ve Zerrin Boynudelik tarafından zeytin ağacına duyulan büyük sevgi ve hayranlıkla yazılmış...
Yazarlar, Adatepe Zeytinyağı Müzesi kurucuları arasında da yer alıyor. Son günlerde Adatepe Zeytinyağı müzesinin sitesini ziyaret edenler, şu uyarıyla karşılaşıyorlar:
***
Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf romanında zeytin hasadını anlatır:
“Orada erkeklerin uzun sırıkları küçük yapraklı dalları hızla vuruşları ve siyah kıvraklıklarının eteklerini bellerine sokmuş kadınların iki kat eğilerek, soğuktan sertleşen parmaklarla yerden zeytin tanelerini toplayışlarını seyreder yahut sırtını bir ağaca vererek yere bakardı. Bu buruşuk yüzlü ve her sene budanmaktan şeklini kaybetmiş eğri büğrü ağaçlar, uzun bir hikâyeyi anlatan garip şekilli harfler gibiydi ve herhalde Yusuf bunların dilinden anlıyordu.”
Zeytin binlerce yıldır hep bizimle: Soframızda siyah ya da yeşil zeytin, yemeklerimizde zeytinyağı, temizliğimizde sabun, yakacağımızda çevre dostu yakıt zeytin çekirdeği pirina…
Süt, yoğurt, ekmek, simit, enginar üzerine de kitapları bulunan Artun Ünsal, Ölmez Ağacın Peşinde kitabında zeytinin öyküsünü anlatır:
“Görkemli bir zeytin ağacının meyve yüklü dallarına baktığımızda aklımızdan kim bilir neler geçer: Güngörmüş birinin doğallığı, bir ananın koruyucu gölgesi; kimi zaman coşku, kimi zaman hüzün… Ama hepimiz biliriz ki, zeytin yerleşikliğin, emek ve sabrın ürünüdür. Kendini geçindirecek kadar bağı, bahçesi, zeytinliği olan kişi özgürdür, huzurludur. Niye saldırgan olsun ki? Savaş ve yağma yurtsuzların, göçebelerin işidir; kum taneleri veya ottan başka yitirilecek çok az şeyi olanların… Oysa, irade ve uğraş karşılığı bir nimet olan zeytin, ağacıyla, meyvesiyle, yağıyla dünyaya bir bakış, bir yaşam biçimi, başlı başına bir kültür, kısacası Akdeniz uygarlığının ayrılmaz bir parçasıdır.”
Yüzyıllık zeytin ağaçları da artık tehlikede. “Kamu yararı” için yaşamları boyunca toprağa kök salan ve onunla bütünleşen bu ağaçlar da daha genç zeytin ağaçları gibi sökülüp yok olacaklar. O ulu ağaçlardan birini Cevat Şakir Kabaağaçlı, namı diğer Halikarnas Balıkçısı, ünlü Mavi Sürgün eserinde şu sözlerle anlatmıştı:
“Bodrum’un yanında gövdesi dokuz metre çapında bir kovuk halini almış bir zeytin ağacı vardı. Herodot zamanında herhalde üç dört yüzyıllıktı. Üçüncü derecede bir dalında bin beş yüzden fazla yıllık halka saydık. Hâlâ yüz kilo kadar dane veriyordu.”
Cevat Şakir’in anlattığı o ağaç duruyor mu bilemiyoruz. Malum, onun yaşadığı Bodrum ile neredeyse isminden başka benzer bir yanı kalmadı Bodrum’un… Yüzyıllık ağaçlardan söz eden bir başka yazara, Köy Enstitüleri’nden yetişen Mehmet Başaran da, Yüreğin Sesi Zeytin Ülkesi kitabında ülkemizdeki yüzyıllık zeytin ağaçlarından söz eder:
“Ağaçların bilgesi, zeytindir kuşkusuz… En çelimsizi bile kendini kabul ettiren bir ağırbaşlılık, bir suskunluk içinde… Yaşlarını bilen yok. Roma’nın, Bizans’ın izlerini taşıyor bazıları… Zamanlar geçmiş, sahipler değişmiş ama onlar kendi ölümsüzlüklerinde…”
Hazır söz Roma ve Bizans’tan açılmışken, Bizans döneminde de zeytinin önemli bir besin kaynağı olduğunu ve zeytinin sofralara değişik tariflerle hazırlanarak geldiğini belirtmeliyiz.
Andrew Dalby, Bizans’ın Damak Tadı – Efsanevi Bir İmparatorluğun Mutfağı adlı kitabında bu tariflerden bazılarını sıralar:
“Zeytinli birçok tarif vardı. Terimler kitabı, elaiai maddesi alonda, beslenme uzmanlarının gerekli gördüğü çeşitli sofralık zeytinleri sıralar: Elaiai thlastai, çizilmiş ve tuzlanmış taze zeytin; elaiai di’oxous syntithemenai, sirkeye yatırılmış zeytin; kolyrnbades, ünlü ve antik bir tarif, salamurası kurulmuş yeşil zeytin; elaiai axomelitai, özellikle mart ayı için salık verilen, bal sirkesine yatırılmış yeşil zeytin. Elaiai thlastai, kolyrnbades ve bal sirkesine yatırılmış zeytin tarifleri, Konstantinos Porphyrogenetos’un döneminde klasik kaynaklardan derlenen çiftçilik elkitabı Geoponika’da yer alır.”
15. yüzyıl baskısı Tacuinum Sanitatis kitabında “zeytin toplayanlar”…
Zeytinliklerden sofraya…
Zeytin öyle dalından koparılıp yenebilecek bir meyve değildir. Emek ister, hem de çok… Öncelikle dalından koparılmaz, kesilmez, silkelenmez. Merdivenlere çıkarak, özenle, tek tek toplamak gerekir. Bakım ister zeytin ağacı, köklerini ve dallarını düzenli kontrol etmek gerekir. Sonra… sonra henüz hazır değildir görücüye çıkmaya. Önce yıkanacak, sonra tuzda bekletilecektir. Sepetten torbaya, torbadan sepete alınır. Olgunlaşması için gölgeye ihtiyacı vardır. Beklenir olgunlaşsın diye sabırla ve sonunda artık pazarda, çarşıda boy göstermeye hazırdır. Yani zordur zeytincilik, bakım ister, sabır ister. Zeytincinin hakkı çoktur zeytinde.
Yaşamı boyunca emekten, emekçiden, ezilen kadınlardan yana olan, onların sesi olmaya çalışan, 2015’te yitirdiğimiz şair, yazar Sennur Sezer’in Sesimi Arıyorum şiir kitabında yer alan “Zeytin Türküsü” şiirinden işte birkaç dize:
“Zeytini söyleyelim
Zeytin eğri böğrüdür ama kayalardan fışkırır
Yedisinde meyve verir
Ve ölmez, görülmez öldüğü
Ağır aksak meyvelense de kısır kalmaz
Kadınımızdır.
(…)
Zeytini söyleyelim
Zeytin hakkı için
Kayayı delen delice hakkı için
Bu buruşuk, acı ekmek katığı için
Yağı alınan çekirdeği hakkına
Hak yerde kalmayacaktır.”
Evet, zeytinin ve zeytincinin hakkı yerde kalmamalıdır. Sennur Sezer’in deyişiyle, “acı ekmek katığı” zeytinin ekmekle birlikte anıldığını çokça duymuşuzdur. Zeytin ve ekmek dar gelirli ve yoksulların en kolay alabildikleri gıda ürünü olduğundan, “zeytin-ekmek” yemek yoksulluğun simgesi olup çıkmış.
Nermi Uygur da aynı düşüncede; “Zeytinsi Deneme”den aktaralım:
“Altyanı ‘sofra zeytini’ deyip geçmeyin; bilen bilir; çok kişinin ‘sofra kralı’, ‘sofra kraliçesi’ gözüyle baktığı peynirle boy ölçüşebilecek biricik doğa-insan armağanıdır. Kanımca, abartısız bu böyle. (…)
Ne zaman ‘peynir-ekmekten başka şeye gücümüz yetmiyor’ gibilerden şeyler kulağıma çalınsa, ‘hiç de kötü değil öyleyse!’ duygusuna eğilimliyimdir. ‘Zeytin-ekmek’se bambaşka şey: kendine özgü bir dürüstlük, bir geçim sınırlılığı var bu deyimde. Zeytin üreten ülkelerin para değeri altüst olduğundaysa, zeytinli yakınmalar arttıkça toplumsal patlamalar yaklaşıyor demektir.”
Bugün zeytinin kilosu çoktan elli lirayı geçmişken, “zeytin-ekmek yemek” yoksullar için kolay değil. Bu konuyu Refik Halid Karay’ın Sakın Aldanma kitabında I. Dünya Savaşı yıllarını anlattığı “Alışverişe Dair” isimli yazısında, bugün onu bile bulamayanların olduğu “kuru zeytin yemekten” yakındığı cümleleri aktararak sonlandıralım:
“Harpten sonra hepimiz bir şeyhe mürit, zamanın kutbuna derviş olabiliriz. Nefis yenmeyi iyi talim ettik, alışverişte çile çıkardık. Beş zeytin tanesi, bir dilim kuru ekmekle yaşıyanı vaktile evliya sayarlar, ölünce başına kandil yakıp üstüne türbe kurarlardı. Eğer şimdi de bu usule riayet edecek olsaydık, başa çıkamaz, kuru zeytin yiyenlerin çokluğundan türbe yapıp kandil yakmıya yetişemezdik.”
***
Zeytin ağaçları tehlikede. Böylesine hoyratça, günlük “faydaları” gözeterek verilen bir kararla, zeytinin anavatanı olan Akdeniz kıyıları ve Anadolu’da bin yıllardır yaşayan, dalları barışın sembolü olmuş zeytin ağaçlarının ölüm fermanı imzalandı. Tarih, zeytin ağaçlarını, zeytini yazdığı gibi yapılan bu kıyımı da yazacak!
Yazıyı, Homeros’un İlyada destanındaki sözleriyle bitirelim. Zeytin ağacının altında oturan Homeros’a fısıldar zeytin ağacı:
“Ben herkese aitim, kimseye ait değilim, sen gelmeden önce de buradaydım, sen gittikten sonra da burada olacağım...” Duyan var mı?
•
GİRİŞ RESMİ:
Vincent Van Gogh, “Zeytin Ağaçları” (ayrıntı), 1889, Çağdaş Sanat Müzesi, New York.