"Berlin’de yaşayan Amerikalı-Alman yazar Deborah Feldman’ın 2012 çıkışlı Unorthodox: The Scandalous Rejection of My Hasidic Roots adlı otobiyografik kitabından uyarlanan dört bölümlük bir dizi Unorthodox. Ultra-ortodoks Yahudi cemaatinde ataerkil tahakkümle kadının sessizleştirilip eve ve sadece üremeye hapsedilmesine başkaldıran onlarca direniş hikâyesinin en öne çıkanlarından..."
15 Nisan 2020 23:31
Yeni Covid-19 pandemi ve yarattığı travmatik kırılım ile zamanlarımız evlerde geçiyor. Covid-19 pandemisinin kendine göre çattığı ve idrak etmekte zorlandığımız bir zaman-mekân var artık. Sabitlenmiş sınırların sorgulandığı, ayırt edilemez ve zihnimizi, bedenimizi tahayyül edemediğimiz sarsıcı biçimde delip geçen, parçalara ayıran tekinsiz ve süresiz bir tecil zamanındayız. Bu zamanda henüz izlediğim yeni bir diziden söz etmek istiyorum. Diziyi izlemeyenler varsa bu yazı dizinin konusuna dair epeyce ipucu içeriyor. Dizinin sürprizini bozmak istemeyenler için şimdiden söylemekte fayda var.
Berlin’de yaşayan Amerikalı-Alman yazar Deborah Feldman’ın 2012 çıkışlı Unorthodox: The Scandalous Rejection of My Hasidic Roots adlı otobiyografik kitabından uyarlanan dört bölümlük bir dizi serisi Unorthodox.
Ultra-ortodoks Yahudi cemaatinde ataerkil tahakkümde kadının sessizleştirilip eve ve sadece üremeye hapsedilmesine başkaldıran onlarca direniş hikâyesinin en öne çıkanlarından. Şimdilerde Netflix üzerinden izlenebilir. New York’un Williamsburg mahallesinde Hasidik kökenli Satmar mezhebinin baskısından ve görücü usulüyle evlendirildiği kocasından kaçan yazar Feldman, on dokuz yaşında karnında bebeği ile yepyeni bir hayat kurmak için Almanya’ya gider. Bu otobiyografik yolculuk Feldman’ın kuşağı yazarlara ve bu ölçüde radikalizm altında baskı gören kadınlara ışık olur, sessizleştirilen başka hikâyelerin duyulmasına imkân sağlar.
Macaristan'ın Szatmárnémeti şehrinden 1905 yılında Rabbi Joel Teitelbaum tarafından kurulan Hasidik grup Satmane, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, New York'ta yeniden kurulur ve dünyanın en ultra-ortodoks Hasidik hareketlerinden biri haline gelir. II. Dünya Savaşıyla birlikte Holokost’tan (Yahudi Soykırımı) sağ kurtulan Macaristan Yahudileri tarafından kurulan Satmar mezhebi, Almanların lanetli olduğuna ve kendilerini tamamıyla yok etmek için hazırlandıklarına inanır – hem şimdi hem de gelecekte. Almanya’yı ve Almanları insan olmayan katıksız bir şeytan addeden bu grupta radikal dini bağlılık çağdaş kültürün reddine işaret eder. Satmar kadınları ise bu radikalizmin öncelikli nesneleri haline gelir. Örneğin, genellikle koyu renkli ve yaka oyuntuları kapsayacak şekilde ve uzun kollu, uzun etek ve tam çorap giymeleri gerekir. Genç yaşta görücü usulüyle evlendirilirler. Evlendiklerinde saçları kazınır ve artık siyah peruk takarlar. Eğitim öğretim cemaate dışarıdan gelen bir tehdit sayıldığından kadınların eğitimleri yok denecek kadar azdır. 2016 yılında bu mezhep kadınların üniversite eğitiminin tehlikeli olduğu konusunda uyarıda bulunan bir karar yayınlar. Buna göre sadece Tevrat ve aile değerlerine göre hane içinde eğitilmelidir kadınlar. Feldman’ın otobiyografisinde bütün bu sessizleştirme ve uysallaştırma araçlarını görmek mümkün.
Yazar Deborah Feldman (2017)
Unorthodox, yazar Feldman’ın otobiyografik dünyasına sadık kalsa da onu epeyce esnetip çatallaştırır. Diziye, otobiyografinin aksine, Slav grameri esasına dayanan tanınmış ve uyarlanmış Almanca sözcüklerin bir karışımı olan Yidiş dili hakimdir. Yönetmen Maria Schrader ve yapımcı Anna Winger, Yidiş diliyle örülü ve tansiyonu giderek yükselen yüklü bir atmosfer yaratır. Bu atmosfer, genç kadının kendi kimliğini yeniden bulup yaşamını özgürce kurmanın zorlu yolculuğu ile dilin doğasındaki katmanlılık ve karmaşıklık arasında seyreden paralelliklere izin verir. Böylelikle iki dünyaya ait bir hikâye açılır önümüzde. Biri Williamsburg mahallesindeki Hasidik topluluğun gündelik yaşam pratikleri, törenleri, kuralları, yaptırımları, aile üyelerinin birbiriyle hiyerarşik ilişkisi... Diğeri ultra-ortodoks Yahudi toplumunda özgür ve yetişkin bir kadın olabilmenin getirdiği meydan okumalar ve hayatta kalma mücadelesi. Bütün bunlarla birlikte yoğun, sert ve izlemesi biraz karın tokluğu isteyen bir dizi Unorthodox.
Yirmi dört yaşındaki İsrailli aktris Shira Haas’ın Esty rolünde yazar Feldman’ı muazzam bir şekilde canlandırdığı hikâyenin başında Esty’i Sebt günü hazırlıkları ortasında görürüz. Ancak törenin yapıldığı ve ailenin onu beklediği saatlerde Esty, uzun zamandır gizlice piyano dersi aldığı Amerikalı öğretmeninin yardımıyla Berlin uçağına binmiştir bile. Esty hem ailesini hem de kocası Yanky’i (Amit Rahav) geride bırakır. Berlin’e ayak basar basmaz seküler bambaşka bir hayatın içine girerek tutkunu olduğu ama ona kesinkes yasaklanan müziğin peşinden gider. Berlin Müzik Konservatuarı’na girmenin yollarını ararken hamileliğinin getirdiği düşünce yumakları peşini bırakmaz. Aynı zamanda, kendisi gibi yıllar önce aynı topluluktan kaçan annesiyle Berlin’de yüzleşmesi, yeni insanlar tanıyıp arkadaşlıklar kurması Esty için aşılması gereken yepyeni yokuşlar olarak çıkar hikâyede. Berlin Konservatuarı çevresinden edindiği yeni arkadaşları ona sanat ve kültür kapılarını aralayıp entelektüel dünyaya adım attırırken romantik bir ilişkinin ne demek olduğunu da hissettirirler. Ancak bütün bu yeniliklerin ve yeniden bir hayat kurmanın yanı sıra, Esty’nin geçmişinden gelen hayaletler hep oradadır.
Birer saatlik episodlarda Esty’nin Berlin’de yeni yaşam mücadelesini izlerken seyirciyi yormayacak şekilde açılan geriye dönüşlerle birlikte Williamsburg topluluğunda yaşananlar, Esty ile Yanky’nin zoraki ve mutsuz evliliği gözler önüne serilir. Esty adeta Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü’ndeki kadınlar gibi çocuk doğurma amacıyla köleleştirilir ve bir itaat simgesi haline getirilir. Kadının en az on en çok yirmi çocuk doğurmasını bekleyen ve böylece öldürülen altı milyon Yahudi’nin tekrar yaşama kazandırılıp kıyımın telafi edilebileceğine inanan Williamsburg cemaatinin Esty üzerindeki tahakkümünü izlerken kimi geriye dönüş sahnelerde içiniz iyice acıyabilir ve sıkışabilir. Ama aynı zamanda bu sahneler radikalizmin erkekliği nasıl kurduğuna da işaret ettiğinden tuhaf biçimde kara komik bir üsluba dönüşür. Düğün gecesinden ultra-ortodoks Hasidik cinsel eğitime değin genişleyen yelpazede Esty’nin sadece bir görevi vardır: Erkeğin arzu nesnesi olmak. Esty Yanky’nin erkekliğini kutsayan bir nesne haline getirilirken Yanky de talepkâr annesiyle baskıcı Hasidik kurallarını takip etmekte zorlanır. Yanky büyük resimde elbette patriarkal düzenin ta kendisidir. Ancak mikro düzeyde bu sistemle tamamıyla uyuşamaz. Görücü usulüyle ilk kez bir araya geldikleri zaman Esty ona “ben diğer kızlar gibi değilim, farklıyım” dediğinde Yanky, “farklı olmak iyidir” cevabını verir. Ancak Esty’in farklılığı ve dünya görüşüYanky’nin sınırlı tahayyülü ile anlayabileceğinden daha karmaşık ve hülyalıdır elbette. Tam da bu yüzden kuzeni Moishe ile birlikte Berlin’e gönderilir, Esty ve bebeğini topluluğa geri getirmek ve çoğalma politikasını gerçekleştirmek için görevlendirilir.
Yanky ve kuzeni Moishe Berlin sokaklarında Esty’yi arar. Bu arayışta gerilim giderek tırmanırken Moishe karakterinin ikiyüzlülüğü kara mizah diyebileceğimiz bir dille aktarılır. Moishe de zamanında Williamsburg baskısından kaçmış ama sonra bir şekilde geri dönmüştür. Ancak cemaatini ve köklerini reddettiği hafızalardan silinmemiştir. Tam da bu yüzden cemaat tarafından hâlâ bir utanç vesilesidir. Esty’yi bulup cemaate teslim etmesi ona kaybettiği itibarı geri kazandıracaktır. Ne var ki Moishe’yi Berlin’de bir elinde Tevrat diğer elinde kumardan kazandığı paralarla görürüz. Bu sıkışmışlığın içinde “her zaman başka bir kutsal kitap vardır” diyen Moishe’yi Esty’nin peşinde salt kötü karakter olarak görmemiz zorlaşır dizide. Unorthodox’un bu bağlamda siyah/beyaz, iyi/kötü gibi keskin çizgilere meydan okuyacak nitelikte olduğunu söyleyebiliriz.
Unorthodox esasen hepimizin bildiği Holokost’un büyük travması sonrası anlatıları üzerine inşa edilir. Holokost’a ilk elden toplama kamplarında tanıklık eden veya Holokost’ta hayatını kaybedenler üzerinden açılan bir söylem vardır hikâyede. Tıpkı yazar Feldman’ın yaşamında tecrübe ettiği gibi, dizi de kuşaklar arası açılan yaşamları kristalize ederek Holokost’un özellikle torunlar üzerindeki karmaşık etkilerini gözler önüne serer. Esty hayatı boyunca Holokost’un gölgesinde yaşamaya bir torun olarak mecburdur. New York’ta Almanya’nın günahlarla dolu kocaman bir mezar olduğu ve o topraklara asla ve asla ayak basmaması gerektiği üzerine sıkı sıkıya eğitilir. Esty’nin Berlin’de bir Yahudi olarak yaşamaya karar verip geçmişteki bu tabuyu yıkması, hele hele prestijli bir burs kazanıp Berlin Müzik Konservatuarı’na kabul edilmesi geçmişin hayaletlerine çelme takmaktır.
Bununla birlikte Unorthodox’un Netflix melodram dizisi özelliklerine biraz olsun yenik düştüğünü söylemeden edemeyiz. Shira Haas’ın performansı ve zorlu sahnelerdeki manevraları oldukça çarpıcı olsa ve seyredenleri duygulandırsa da, kimi sahnelerdeki mecaz kullanımı ve katarsis, soykırım retoriğini ve hayatta kalmayı romantikleştirme eğiliminden kurtulamaz. Örneğin Esty’nin Berlin’e ilk geldiği gün tanıştığı gençlerle birlikte gölde yüzdüğü, suya batıp peruğunu törenle çıkardığı sahne genç kadındaki değişimin habercisiyken, gereğinden fazla mecaza sarılıp Katolik temayülden kopamaz. Ya da Esty’nin, Feldman’ın otobiyografisine kıyasla daha aceleci tonda, Avrupalı beyaz yakışıklı bir konservatuar öğrencisiyle yaşamaya başladığı romantik ilişkisi Hollywood’un mutlu son, tatminkâr son klişesini pekiştirir gibidir. Yine de Unorthodox’un, radikalizm, hayatta kalmanın bedeli ve kadının kendine ait bir yaşam kurması üzerine çok katmanlı bir dil kurduğu aşikâr. Esty’in kendini özgürleştirme kapasitesine ve yolculuğuna kucak açarken onun kaçtığı karanlık dünyayı da benden ırak olsun diye yok saymaz Unorthodox. Aksine her ne kadar karanlık ve baskıcı olursa olsun o dünyanın niçin var olduğunu anlamaya yönelik bir çağrı yapar.
•