"Patrida yani vatan yüreğimizde taşıdığımız bir yer. Nereye gidersek, neredeysek bizimle beraber. Ne sabit bir zemin ne de sabit bir zaman. Belki de hep öyleydi. Göç edenler suskunluklarıyla sakladılar; biz de sormadığımız, soramadığımız sorularla cevapların saklandıkları yerde kalmalarına sebep olduk."
03 Haziran 2021 07:59
“… artık çözülmeyi bekleyen bir muamma yok.
Bütün dünya bir yabancı ülke benim için.”
Patrida – Ayça Damgacı
Neşeli bir çocuk. Zıplayan, heyecanlı bir çocuk. Hemen tepesinde duran demirden boruya tutunmak istercesine iki eliyle birden uzanan, yere inen ve tekrar zıplayan bir çocuk. Belli ki derdi tutunmak değil, uzanmak.
Senaryosunu Ayça Damgacı’nın yazdığı ve yönetmenliğini de Tümay Göktepe ile beraber yaptığı Patrida’yı tek bir çerçeve ve/veya özetle aktarmak mümkün değil. Karşımızda katmanlı birçok iç ve dış yolculuk var. Bir babanın, bir evladın, Türkiye’nin, Batı Trakya’nın, dünün, bugünün ve yarının yolculuğu var. Yine de filmin geneline dair hislerimi biraz aktarmak niyetiyle yazının girişinde oldukça kısa bir sahneyi paylaşmak istedim.
Patrida uzanma arzusunun çok yoğun hissedildiği bir yol, yolculuk ve yolcu deneyimi olarak karşımıza çıkıyor. Babasının geçmişine, kimliğine, hikâyesine uzanmak isteyen ve merakla sorular soran Ayça Damgacı’nın kendi hakikatine erişme ve belki de dokunma ısrarının şahitleri oluyoruz. Kulağını sezgilerine çevirmiş bir kadının kendisine giydirilmek istenen tek renkli, sesli, dilli, bayraklı, vatanlı özgeçmişe iman etmemesini ve kimliğini keşfetmek, tanışmak, görmek, dokunmak için, yani biraz su bulmak için koca çölü hevesle kazışını izliyoruz.
Patrida’nın yolculuğu sanırım daha önce başladı
Patrida’yı izlerken Ayça Damgacı’nın senarist olduğu ve kendi hayatına dair otobiyografik öğelerle şekillendirdiği Gitmek: Benim Marlon ve Brandom filmi sıkça aklıma geliyor. Biçimsel olarak ve içerik olarak oldukça farklı bu filmin ortaklaştığı birkaç unsur sanırım dikkatimi çekiyor. Gitmek filminde de köklerine doğru hareket eden, anadiline doğru yönelen, anavatanına giden bir erkek ve onun hikâyesini takip eden bir kadın izlemiştik. Bir aşk hikâyesiydi.
Ayça Damgacı bu sefer hikâyesini bir yol arkadaşı, Tümay Göktepe ile beraber aktarmayı ve dil olarak da belgeseli tercih ediyor. Sanırım bu iki yapısal değişiklik Patrida’yı derinleşen, genişleyen ve hakikate daha da yaklaştıran bir yere taşıyor. Diğer taraftan “her sayının varlık nedeni kendisinden önce gelen sayıdır” deyişinde olduğu gibi Gitmek: Benim Marlon ve Brandom’un bizi Patrida’ya nazikçe taşıdığını söylemek sanırım yolu, yolculuğu ve yolcuyu kavramamızı kolaylaştırır.
“Peki ama sen, sen kimsin? Baba.”
Oldukça “kolay” görünen bu soruyu kaçımız kendi ebeveynimize/ebeveynlerimize sorabildik? Belki sorduk, lakin kaçımız cevabın ısrarlı takipçisi olabildik? Belki de olduk, ancak kaçımız aldığımız yanıtları teyit etmek için bir çaba gösterdik? Sanırım çoğumuz bize aktarılan aile hikâyelerini sorgulamak yerine hazır bulduğumuz bir sofraya oturur gibi o anlatıların içine rahatça yerleştik. Özellikle de hikâye çoğunluğa dahil, sapma içermeyen, “temiz” bir anlatıysa, hiç tereddüt etmeden kimlik olarak giyindik.
Patrida’nın merkezine oturan ve basit görünen sorunun cevabını aramadaki ısrar ve soruyu soran ile soru sorulanın yer değiştirmiş olması da dönüştürücü bir perspektif değişimi. Tersi makbul olan bir akış, bir babanın evladına soru sorması burada tersine dönüyor. Evlat babaya soruyor. Bu yön değişikliği sadece ebeveynden çocuğa doğru olan, hiyerarşik bir akışı kırmakla kalmıyor, aynı zamanda doğuştan geldiği farz edilen erkeğin kadını sorgulama hakkını, babanın kızını sorgulaması kuralını da tersyüz ediyor. Gerçeği bulmak için “uyumsuz” davranan kadına karşı mızıkçılık yapan, ayak sürüyen, “bir hikâye anlatıldı, ona iman et, itaat et” diyen her bir hiyerarşik akışı da düşünmeye vesile oluyor. Film aile hikâyesinden ulus hikâyesine soru soranın yer değiştirmesinin ve bu değişikliği yeni bir hiyerarşi kurmak maksadıyla değil, anlamak, öğrenmek, keşfetmek maksadıyla yöneltmesiyle ufkumuzu başka bir yere davet ediyor.
Sadece geçmiş değil, bugün ve gelecek
Geçmişi sorgulamak maksadıyla yola çıkan belgesel ben ve benim gibi henüz göç etmiş, göç etmeye niyet etmiş, göçe hazırlanan insanlar için de bir düşünme alanı açıyor.
Sıla nerede? Göç nedir? Ben göç mü ettim? Ama ben o göçmenlere hiç benzemiyorum. Elbet geri döneceğim, değil mi? Nereye döneceğim? Sıla nerede?
Göç aralıksız devam ediyor. İnsanlar sadece bedensel olarak değil, bulundukları yerden zihinsel olarak da göç edebiliyorlar. Sanırım tam bu yüzden göçe dair rakamlar, veriler, analizler bir yere kadar anlamlı olabiliyor. Bilim de, basın da, politika da ekseriyetle zahiri olanın, görünenin peşine takılıyor. Oysa insanların ilişkilenme zeminini her geçen an daha da fazla dijitale taşıyan dünyada üretenler başka başka coğrafyalara seslenmenin, onlar için düşünmenin, onların dünyasına erişmenin planlarını yapıyor ve uyguluyor. Beden sabitken zihin esniyor. Beden o coğrafyada takılıp kalıyor, ancak zihin göç ediyor.
O zaman göç nedir? Peki vatan neresi olacak?
Patrida’yı izlerken Berlin’de ve İstanbul’da yaşayan biri olarak sıklıkla düşündüğüm soruların cevabına en azından bugün için biraz yakın hissediyorum kendimi.
Patrida yani vatan yüreğimizde taşıdığımız bir yer. Nereye gidersek, neredeysek bizimle beraber. Ne sabit bir zemin ne de sabit bir zaman. Belki de hep öyleydi. Göç edenler suskunluklarıyla sakladılar; biz de sormadığımız, soramadığımız sorularla cevapların saklandıkları yerde kalmalarına sebep olduk. Buradan bakınca “Sen kimsin?” sorusu iki tarafı da sorumluluğa davet ediyor.
Sıla, vatan, yuva eğer benimleyse o zaman ne gitmek ne de kalmak, yüklü anlamlar böylece hafifliyor. Belki de hepimizin göçmen olduğunu ya da olabileceğini anımsamanın, her birimizin tepesinde mıhlanmış duran arkaik sembollere tutunmak yerine birbirimizin hikâyesine doğru esmeye çalışmanın, merakla, neşeyle ve bildiğimiz bir yerden değil de öğrenmeyi arzu eden yerden ilişkilenmenin zamanındayız.
Patrida’nın açılışındaki o kız çocuğu gibi tekrar ve tekrar zıplayan, sabit bir demire, anlatıya, hikâyeye tutunmaya itibar etmeden sıçrayan ve uzanan bir yaklaşım belki de modası geçmiş hiyerarşileri silip bizi yeniye doğru özenle taşıyacak.
•