"Umudun bir eylem olduğunu düşünüyorum"

pattrice jones Artçı Şok’ta hem travmaları kabul etmenin hem de onlarla başa çıkmayı ertelememenin ipuçlarını veriyor...

pattrice jones*, kiracı dayanışmasından kuir harekete birçok toplumsal adalet mücadelesine emek vermiş ABD'li bir yazar ve aktivist. Varoluşçuluk, ekofeminizm ve anarşizm gibi felsefelerden ilham alan jones, kurtarılmış tavuklar ve diğer hayvanlar için kurduğu VINE Sanctuary adında bir barınağı da işletiyor. jones'un şiddet, travma, depresyon ve aktivizm üzerine yazdığı Artçı Şok yakın zamanda Türkiye'de okurlarla buluştu. Jones kitabında travmaya tanık olmanın da başlı başına travmatik olduğunu hatırlatıyor, hem psikoterapistlere hem de depresyonla baş eden herkese tavsiyelerde bulunuyor. Şiddete ve adaletsizliğe karşı durup barış ve özgürlük için mücadele verirken kendi korkularıyla yüzleşmek zorunda kalanlara rehberlik ediyor. Her gün dünyanın dört bir yanında insanlar, inandıkları bir dava uğrunda çaba sarf ederken, yaptıkları işin korkutan ve dehşete düşüren yönleriyle yüz yüze geliyor. Yaşanılan bu travmaları bazen kabul etmek bile başlı başına güç bir hâl alıyor. Deneyimlenen bu travmalar, kimi zaman da, dünyanın, diğer hayvanların ve insanların sömürülmesinden kaynaklanıyor. pattirice jones Artçı Şok’ta hem bu travmaları kabul etmenin hem de onlarla başa çıkmayı ertelememenin ipuçlarını veriyor. Kendi ifadesiyle, kişilere "bir nesne değil de bir süreç, bir isim değil de bir fiil" olduklarını fark ettirmeye çalışıyor. Bu tür travmatik deneyimler yaşayan, bu deneyimleri yaşayanlara yardım eden ve dünyamızdaki korku ve dehşeti azaltmak isteyen herkes için kılavuzluk eden Artçı Şok, birbirimizle ve doğayla olan bağlarımızı onararak şiddetle hep birlikte nasıl mücadele edebileceğimiz üzerine ufuk açıcı bir tartışma açıyor.

Türkiye’deki okurlara kendinizi kısaca nasıl tanıtırdınız?

57 yaşındayım ve 15 yaşımdan beri barış ve adalet için çalışıyorum. ABD’de ırkçılığa, yoksulluğa, savaşa, cinsiyetçiliğe karşı ve çevre ve hayvanlar için mücadelelerde çalıştım. Klinik psikoloji eğitimim de var. Artçı Şok’u, orijinal yayıncısı Lantern Books’un stres ve depresyonla baş etmeye çalışan aktivistlere yardım edecek bir şey yazmamı istemesi üzerine kaleme aldım.

Peki, Artçı Şok’u kısaca nasıl tarif edersiniz? Tıptan tarihe kadar oldukça zengin bir içeriği var. Kitapçılarda doğru rafı hangisi? Psikoloji mi? Ya da özyardım veya kişisel gelişim mi?

Bu iyi bir soru! Her şey birbiriyle bağlantılı olduğu için, hepimizi incitmiş olan şiddet kültürlerine değinmeden kişinin kendini veya başkalarını nasıl umursayacağından bahsedemezdim. Kültürel ve doğal çevremiz de sağlıklı olmadan hiçbirimiz tamamıyla sağlıklı olamayız. Hepimiz hasarlıyız ve yine de bu hasarın içinde kendimizi, birbirimizi ve gezegeni iyileştirmek için bir çalışma yolu bulmak zorundayız. Bunu yapabilmek için özyardım kitaplarında pek tartışılmayan tarih gibi konular hakkında düşünmemiz gerekecek.

Artçı Şok’ta iklim değişikliği ile mücadele etmek için birçok acil çağrı yapıyorsunuz. İlk yayınlanışının üzerinden 12 sene geçtikten sonra, gezegenimize verdiğimiz zararı onarabileceğimiz konusunda hâlâ umutlu musunuz? Artçı Şok’ta umut ödünç vermekten bahsediyorsunuz. Hâlâ başkalarının ödünç alabileceği kadar umudunuz var mı?

Umudun, o an umutlu hissetsek de hissetmesek de uygulamakla yükümlü olduğumuz bir eylem olduğunu düşünüyorum. Umut hissetmiyor olsak dahi daha iyi bir dünya arzusunu hissediyoruz. O arzu bizi umut yaratacak eylemlere geçmek için motive edebilir. Dolayısıyla, şu an özellikle umutlu hissediyor olmasam da doğayla daha iyi bir ilişkimiz olmasını gerçekten çok istiyorum. Bu istek eylemlerimi motive ediyor. Başka insanların da benzer güçlü hislere sahip olduğuna ve onların da ellerinden geleni yaptığına inanıyorum. Daha fazla insanın bize katılmasına ihtiyacımız olduğu doğru ve bunun onların en kalpten arzularına hitap ederek mümkün kılınabileceğini düşünüyorum. Hepimiz mutlu olmak istiyoruz ve en derin mutluluk başkalarıyla ve doğayla güçlü ve karşılıklı destek sunan ilişkilerden geçiyor.

Kitabınızda biz insanların kendi hayvanlığımızı reddedişimizin olumsuz sonuçlarını vurguluyorsunuz. Detaylandırabilir misiniz?

İnsanlar ile diğer hayvanlar arasında hayal ürünü bir sınır çizerek hem onlara ve kendimize zarar veriyoruz hem de iklim değişikliği gibi sorunların çözümünü zorlaştırıyoruz. Örneğin, aklın bizi hayvanlardan ayırdığı fikri bir yandan hayvanlara hisleri yokmuş gibi bir yandan da kendimize ve diğer insanlara düşünme makineleri gibi davranmamıza yol açıyor. Bu da bedenlerimizi ihmal etmemize sebep oluyor ve toplumsal değişim stratejilerine kafa yorarken hatalar yapmamıza da yol açabiliyor.

Veganlık dünya görüşünüzün geri kalanıyla nasıl örtüşüyor?

Başkalarına mümkün olan en az zararı vermeye çabalıyorum ve veganlık sebepsiz yere başkalarını incitmekten kaçınmanın kolay bir yolu. Hayvan çiftçiliği iklim değişikliğinin en büyük müsebbiplerinden olduğu için, veganlık sebep olduğum çevresel zararı azaltmamı da sağlıyor. Daha duygusal bir açıdan bakarsak, öldürüldüklerinde ya da insanlar tarafından farklı şekillerde kullanıldıklarında hayvanların acı çektiğini hepimizin bildiğini düşünüyorum. Eğer barışa ve adalete değer veren insanlarsak, hayvanları yemek bir çatışma yaratıyor ki birçok insanın bunu sadece düşünmeyerek çözdüğüne inanıyorum. Bana gelirsek, kendime bu şekilde yalan söylemeyi bıraktıktan sonra daha dürüst ve özgür hissetmeye başladığımı fark ettim.

Veganlık birçok kişi tarafından imtiyazlı, ayrıcalıklı insanların ilgilendiği bir şey, gerçek sorunları olmayanlar için bir heves gibi görülüyor. Ancak sizin evsiz veganlar dahi tanıdığınızı biliyorum. Bu konuya yaklaşımınız nedir?

Dünyanın dört bir yanında insanların çoğu ağırlıklı olarak bitki temelli besleniyor. Bunun sebebi, hayvanları besleyip sonra öldürmenin, aynı besinleri bitkileri doğrudan yiyerek edinmeye kıyasla daha çok kaynak talep etmesi. Lüks vegan ürünlerin pahalı olduğu kesinlikle doğru, ama lüks hayvansal ürünler daha bile pahalı. Ayrıca fasulye ve pirinç gibi vegan temel gıdalar hem ucuz hem de çevresel anlamda sürdürülebilir. Bu yüzden Birleşmiş Milletler 2016’yı Bakliyat Yılı ilan etti ve fasulye, mercimek, nohut gibi birçok baklagilin üretimini ve tüketimini desteklemeye devam ediyor. Bunların hepsi, metrekare başına hayvan çiftçiliğine kıyasla daha çok protein üreten, daha az su kullanan ve insanların düşük masraflı ve gayet iyi beslenmelerini sağlayan mahsuller.

Gezegenin tamamı iklim değişikliği ve baskıcı sağ hükûmetlerin artan sayısı yüzünden acı çekerken, depresyon dünya çapında bir salgın hâline geliyor. Akıl sağlığı Türkiye’de de kötüye giden bir mesele. Sizin bu konuya epey bütüncül bir yaklaşımınız var. Kendisi zorluk yaşayan ya da başka birine yardım etmek isteyen birine ne gibi tavsiyeler verirsiniz?

Bedeninize elinizden geldiğince iyi bakın, çünkü fiziksel sağlığınız duygusal strese karşı koymanıza yardımcı olacak. Yeteri kadar su içtiğinizden emin olmak kadar basit bir şey bile fark yaratabilir. Hislerinizi inkâr edip bastırmak yerine ifade edip serbest bırakmanın yollarını bulun. Yapabiliyorsanız size duygudaşlık gösteren insanlarla konuşun. Bu mümkün değilse, hislerinizi yazarak ya da sanatla dışavurun. Başkalarının yararına olan bir etkinliğe katılın, çünkü başkalarına yardım etmek kendi ruh hâlinize de iyi gelecektir. Küçük olumlu şeyleri fark etmeyi ve sizde yarattıkları mutlu hislere bilinçli bir şekilde tutunmayı alışkanlık edinin. Gökyüzüne ve etrafınızda görebildiğiniz her doğa parçasına bakın. Renkleri ve müziği fark edin. Bir yoldaşa yardım etmek için, yardım isteyebileceği türde biri olun. Birinin zorlandığını fark ederseniz, konuşmak istemiyorsa dahi, ona hayatın gündelik yükümlülüklerinde yardım edin. Bir örgütte çalışıyorsanız, insanların birbirini umursadığı ve bunu gösterdiği bir grup olmayı önceliğiniz yapın. İnsanlara hoşunuza giden özelliklerini söylemeyi hatırlayın.

Depresyonla mücadelede reçeteli ilaçlar kullanmayı öneriyor musunuz yoksa bitkisel devalar ya da açık hava egzersizi gibi başka doğal yöntemleri mi tercih ediyorsunuz?

İlaçlarla ilgili herkesin kendi kararını vermesi gerektiğini düşünüyorum ve bu konudaki önerilerim kitapta mevcut. Ancak açık hava egzersizi imkânı olan herkesin yapması gereken bir şey. Bu mümkün değilse, yalnızca sık sık pencereden bakmak ve koşulların elverdiği biçimde egzersiz yapmak bile yardımcı olacaktır.

Artçı Şok’un başlığının bir kısmı da “Aktivistler ve Müttefikleri İçin Bir Rehber.” Aktivisti nasıl tanımlıyorsunuz? Soruyorum çünkü gündelik aktivizm biçimlerinin adını koymakta sıkça başarısız olduğumuzu hissediyorum. Ayrıca bildiğiniz gibi aktivist (ya da Türkçesi eylemci), “toplumsal adalet savaşçısı” gibi kavramlar muktedirlerin muhalefeti marjinalleştirme çabalarıyla âdeta hakarete dönüşüyor ve birçok insan bu sözcüklerle özdeşleştirilmeye pek hevesli değil.

Bir şeyleri daha iyi yapmak için eyleme geçen herkesin bir aktivist olduğunu düşünüyorum. Keşke dışlayıcı kimlikler tanımlamaktan ziyade ortak hedefleri olan insanlar arasında bir cemaat hissi oluşturmak için birlikte çalışabilsek.

Türkiye’deki aktivizme ne kadar aşinasınız? Son birkaç yıldaki toplumsal ve siyasî gelişmeleri takip etme fırsatınız oldu mu? Toplum olarak oldukça travmatik bir dönemden geçtiğimizi düşünüyorum ve bu konuda paylaşmak istedikleriniz var mı merak ediyorum.

Son birkaç yıldır Türkiye’deki olayları büyük ilgiyle takip ettim. Böyle travmatik koşullarda elinden gelen çabayı gösteren insanlara büyük sevgi ve dayanışma hisleri besliyorum. Bilmenizi isterim ki başka yerlerdeki insanlar da sizden ilham alıyor. Durum karanlık ama en yaratıcı stratejilerin böyle krizlerde filizlendiğini düşünüyorum. Dünya izliyor ve sizden öğreneceklerimiz var.

Artçı Şok şiddet ve travmadan bahsediyor. Bunlar, belki de sözcüklerin çarpıcılığı olguların sıklıklarını ve sinsi örüntülerini gizlediği için, toplumda genelde iyi anlaşılıp tanınmayan kavramlar. Bu konuda bir yorumunuz var mı?

Bence sorun şu: Şiddet o kadar alışıldık ki normal görünüyor. Benzer şekilde, şiddetin sebep olduğu zararlar ve travma o kadar yaygın ki bunlar birçoğumuza sıradan geliyor.

Baskı ve ayrımcılığa karşı olduğunu iddia eden oluşumlarda bile sıkça şiddet ve istismar örüntüleri görüyoruz; sosyal, kültürel ve maddî kapitale sahip erkeklerin aktivist alanları domine etmesi gibi. Bunu nasıl aşarız?

Basit değil ama görünüşe göre çözüm bunun bir sorun olabileceğini bilmekten ve örgütünüzü bu tür örüntülerin ortaya çıkma ihtimalini en aza indirecek şekilde yapılandırmaktan geçiyor. Herkesin bu örüntülerin farkında olup bunlara dikkat etmesi faydalı olur. Ayrıca, başkalarından daha fazla iktidara sahip olanlarımızın öz denetim ve diğerlerini güçlendirme sorumluluğu var.

Artçı Şok’ta başkalarına zarar vermiş kişilere de hitap ediyorsunuz. Kendi davranışlarında istismarcı örüntüler keşfetmiş ve değişmek isteyen okurlarla paylaşmak istedikleriniz var mı?

Bu öyle karmaşık bir konu ki! Şüphesiz, neredeyse herkes birilerine bir şekilde zarar vermiştir. Kimsenin mükemmel olmadığını kabul ederek bazen insanların sebep oldukları zararları inkâr etmesine yol açan utancı azaltabiliriz. Sağaltıcı adalet (restorative justice) de bu konuda önemli bir kavram. Bazı yerlerde suça karşı daha cezalandırıcı tepkilere bir alternatif olarak kullanılan sağaltıcı adalette, hatalı davranmış kişiler zarar verdikleri kişilerle oturup – eğitimli bir kolaylaştırıcı yardımıyla –sebep olunan hasarın onarımını başlatacak kimi eylemlere birlikte karar verebilir.

Türkiye etnik köken, dinî mezhep ve siyasî ideoloji gibi düzlemlerde oldukça kutuplaşmış bir toplum. Birbirimiz için sığınak olmayı tavsiye eden biri olarak böyle bir yerde kitabınızdan ne gibi bir ilham umarsınız?

Türkiye için en iyisinin ne olacağını bildiğimi elbette iddia edemem. Ancak biliyorum ki birbirimiz için güvenli alanlar yaratmak için bilinçli çabalar göstermemiz, insanların farklılıklarının içerisinde ortaklıklar keşfedebileceği diyalog ve ortak tasarı imkânları yaratabiliyor.

Artçı Şok’ta kullandığınız ifadeyle, bazen şiddetin üzerimizdeki etkisi ve hissettiğimiz tehdit hakkında harbi (true) olmuyoruz. Örneğin polisten korkuyor ama bu konuda pek konuşmuyoruz. Gururla bir ilgisi olabilir ama bize zarar verdiğini düşünüyorum. Artçı Şok hislerimizden nasıl korktuğumuzdan da bahsediyor. Bir yorumunuz var mı?

İnsanların korktuğunu itiraf etmesi çok zor olabilir çünkü bu, zayıflık veya utanç hislerine yol açabilir. Ancak aslında korktuğunu kabul etmek epey güç ve cesaret gerektirir. Böyle zor hisler söz konusu olunca, ne hissettiğinizi söyleyerek başkalarına da yardımcı olabilirsiniz. Genelde aynı hislere sahip başkaları da vardır ve yalnız olmadıklarını duymak onları çok rahatlatacaktır.

Başka insan ve hayvanlar çok daha fazla acı çektiği için kendi sorunlarının önemsiz olduğunu düşünenlere ne söylersiniz?

Eğer sorunlarınız başkalarına yardım etmenizi zorlaştırıyorsa, o sorunları çözmeye çalışmak hiç bencilce değildir. Kendinizi şımartmaktan bahsetmiyorum. Kastettiğim şu ki, eğer iyi ve etkili çalışabilmek istiyorsanız, kendinizi umursamak zorundasınız. Ayrıca, insanların içinde anlaşıldıklarını ve değer gördüklerini hissettikleri, karşılıklı bakım temelli cemaatler yaratmamız gerektiğini düşünüyorum. Kendi verdiğiniz mücadeleleri önemsiz addedip ciddiye almazken, kazara başka insanlara da sorunlarını mühim görmediğinizi söylüyor olabilirsiniz. 

Arjantin’deki Kirli Savaş üzerine Antonius Robben’den bir alıntı yapıyorsunuz: “İnsanlar kayıplarının yasını başkaları bu kayıpların yaşandığını inkâr ederken tutamaz.” Şiddetin inkârı Türkiye’de de çok yaygın bir sorun. Bunun ve kitabınızda bahsettiğiniz hakikatin gücü üzerine ne söylemek istersiniz?

Bu, gizli korkunç şiddet öyküleri olan dünyanın birçok yeri için hayatî önem taşıyan bir soru. Her yer farklı olduğu için, her coğrafyanın sakinlerinin geçmişlerinde yaşanan acıları ve bunların bugünkü yankılarını en iyi nasıl kavrayabileceklerini keşfetmeleri şart. Günümüzde sosyal medya mutabakat gerçekliğinin –yani neyin doğru neyin yanlış olduğu ile ilgili anlaşmalarımızın– yıkılmasına katkıda bulunurken, geçmişle ilgili dürüstçe konuşmak için girişilen yerel ve kolektif çabaların bilhassa önemli olduğunu düşünüyorum. İnsanların bir yandan ortak bir amaç hissederken bir yandan komşuları ve diğer yurttaşlarla karşılıklı oturup zor konuları konuşmanın yollarını bulması şu an her zamankinden daha elzem.

Elbette, kitabınız bir Kuzey Amerika perspektifinden olduğu için içeriğin bir kısmı Türkiye’ye uymuyor ve bu durum çevirirken beni yer yer üzdü. Örneğin, bizim bir intihar önleme telefon hattımız yok ve birçok terapist bırakın ilk görüşmeleri ücretsiz yapmayı bunlar için daha yüksek meblağlar talep ediyor.

Ah, evet, arayabildiğimiz ücretsiz hatlar var ama terapistler burada da ilk görüşmeler için ücret talep ediyor. Böyle profesyonel yardım erişilebilir olmadığında, insanların birbirine nasıl bakım sunabileceklerini öğrenmeleri ve bir komşunun ya da yoldaşın zorlandığını fark ettiklerinde proaktif olmaları daha bile önemli. ABD’de şiddete uğrayan kadınlar için açılan ilk sığınaklar ve cinsel saldırıdan sağ kalanlar için kurulan ilk telefon hatları, başkalarına nasıl yardım edebileceklerini öğrenmek için bir araya gelen gönüllüler tarafından yaratıldı.

Bu karamsar zamanlarda bize VINE Barınağı’ndan iç açıcı bir hikâyeyle veda ederseniz çok sevinirim.

Burada insanlar tarafından istismar edilmiş, ihmal edilmiş ve sömürülmüş hayvanlara bir sığınak sunuyoruz. Birçoğu deneyimleri yüzünden derinlemesine yaralanmış olarak geliyor. Buna rağmen sıklıkla barınak sakinlerinin birbirine bakım ve nezaket gösterdiğini gördük. Horoz dövüşünde kullanılmış Sharkey adlı bir horozun yetim bir ördek yavrusunu evlat edinip büyüttüğü zamanı hatırlıyorum. Bir foie gras (Kaz ve ördek ciğerinin yağlandırılması yoluyla elde edilen yiyecek) fabrikasında susuz bırakılmış ve sıçanlar tarafından kemirilmiş bir grup ördeğin, mezbahaya giden kamyondan atlayarak sakatlanmış genç bir tavuğu sahiplenip ona baktığını hatırlıyorum. Şu an barınakta yıllar boyunca bir ahırda zincirlenmiş olarak yaşamış Buddy adında bir inek var. Belki de bütün bu zaman boyunca tüm ilişkilerden mahrum bırakıldığından, her şeyden çok ilişkilere değer veriyor. Onun küçük bir kuzuyu evlat edindiğini ve yaralı bir sincapla arkadaş olduğunu gördüm. Barınağa toplumsal becerilerden yoksun yeni bir inek geldiğinde Buddy onunla arkadaş olup ona başkalarıyla nasıl arkadaş olunacağını öğretiyor. Böyle şeyler görmek bana hepimizin bu tür bir cömertlik ve nezaket gösterme kabiliyetine sahip olduğunu hatırlatıyor.

 

Yazar isim ve soyismini küçük harflerle kullanmaktadır.